19 Temmuz'03
Sayı: 28 (118)


  Kızıl Bayrak'tan
  Özgür ve onurlu bir gelecek işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle kazanılacaktır!
  Blair Pentagon patentli saldırgan doktrine destek arıyor!
  Yolsuzluk bu sistemin doğasında!
  Kamu emekçilerine sefalet zammı dayatılırken KESK reformistleri yetki yarışında...
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  YÖK Yasa Tasarısı'na geçit vermeyelim!
  Emperyalist saldırganlığın dayanağı yalanlar bir bir ortaya çıkıyor
  İşgale kılıf geçirme manevrası...
  Hükümet kamudaki ücret artışlarında İMF anlaşmalarını öne sürüyor...
  ABD emperyalizminin Irak hezimeti
  Casttle Blair işçisi direndi ve kazandı!
  Örgütlülük en önemli silahımızdır!
  OSB-İMES Bülteni'nden...
  Bush'un Afrika gezisi...
  14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ve "Cumhuriyetin temel ilkelerine katılım" üzerine...
  GATS ya da "kâr ve daha fazla kâr"
  "Yalancının mumu..."
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
14 Temmuz Büyük ölüm Orucu Direnişi ve
“Cumhuriyetin temel ilkelerine
katılım” üzerine...

21 yıl önce bugün Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi tarihinde bir kilometre taşı dikildi: 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi!

Direnişin önderlerinden M. Hayri DURMUŞ, bu tarihsel kararı günler öncesinde kafasında tasarlamıştı; neler söyleyecekti, hangi mesajı verecekti, tarihe hangi notu düşecekti, bunların tümünü tek tek sıralamıştı, ayrıntılarını belirlemişti...

TC’nin ne yapmak istediği çok açıktı; bu, günlük olarak ve her uygulamada somutlaşıyordu, hem de tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde: Ulusal kurtuluş düşüncesi, mücadelesi ve umudu yok edilmek isteniyordu. Bunun için her yol, yöntem, araç mübah görülüyordu. Ulusal inkar ve imha siyaseti devrimci tutsakların şahsında başarıya götürülmek isteniyordu. Buna karşı ayları bulan bir direniş sergilenmiş, mahkeme kürsüleri devrimci değerler ve umudun savunulduğu birer platform haline getirilmeye çalışılmıştı. Ama bunlar yetmiyordu. Sömürgeci faşist rejim “dışarıda” kazandığı başarıyı “içeride” taçlandırmak istiyordu. Bu amaçla Osmanlı ve TC’nin tüm baskı, sindirme ve teslim alma deneyimlerini dar bir alanda ve kısa bir sürede tutsaklar üzerinde yoğunlaştırıyor, tutsakları davalarına, ge&cceil;mişlerine, kimliklerine ve geleceklerine ihanet ettirmeye çalışıyordu. Bunu günün her anında derinden yaşamak mümkündü.

Yaşamın her anının ve her alanının işkence konusu yapılmasının nedeni de işte buydu. Yoksa günlük olarak yaşatılan vahşet boyutlarındaki işkence, salt sadist ruhlu birkaç subayın kendini tatmin etmesi olarak, ya da salt bir öç alma hareketi olarak değerlendirilemezdi. Dayatılan bir Cumhuriyet politikasıydı ve kısa sürede sonuç alınmak isteniyordu. Bu politika, teslim alma ve ihanet politikasıydı. Dolayısıyla bu politikanın karşısına devrimci bir politikayla kararlı bir biçimde çıkıldığında sonuç alınabilirdi. Yoksa günübirlik tepkilerle, günü kurtarmaya dönük yaklaşımlarla köklü bir devlet politikası alt edilemezdi. Devrimci bir politika sömürgeciliği cepheden hedefleyen, bağımsızlık, özgürlük ve onur ilkelerini esas alan bir politika demekti. Kırıntı dileyen, af edilmeyi merkezine koyan bir yaklaşım bırakalım devrimci yurtsever bir politika olmayı, ancak tlimiyet ve ihanetle tanımlanacak bir yaklaşımdı. Bu, bir savaştı, farklı bir mekanda ve farklı araçlarla süren bir savaş, aynı zamanda karşıt ideolojik-politik çizgilerin ölümüne bir savaşıydı.

Kim kazanacaktı?

Can alıcı soru buydu?

Tutsakların idealleri, inançları, umutları, onurları ve iradeleri vardı. Düşmanın ise sınırsız zulüm araçları ve gücü... Bu kadar korkunç düzeydeki güç dengesizliğini aşmak, devrimci iradeyi zafere taşımak mümkündü. Bunun için sonuna kadar gitmek, amaçta ısrar, devrimci kimlik ve onurda ödünsüz bir duruş, tarihsel sorumluluk bilinciyle inanç ve fedakarlığın beslediği devrimci iradeye yüklenmek kaçınılmazdı. Başarı mümkündü, en azından başarıya giden onurlu yolun, kimlikli duruşun yolunu göstermek gerekiyordu, tarihsel sorumluluk bunu gerektiriyordu. Bu adım atılmalıydı, bu uğurda ölüm, yenilgi değil, tarihe bir not düşmenin, en zor ve umutsuz gibi görünen koşullarda bile kimlikli ve davaya bağlı duruş tavrını sergilemenin soylu bir örneğiydi. Bunları bir kez daha düşündü, tarihedım atmanın tam zamanıydı.

Hayri, son kez bu düşünceleri kafasında geçirdi, elini kaldırdı. Duruşma hakimi oralı bile olmadı. Israr etti. Sonunda hakim söz hakkını vermek zorunda kaldı.

Yerinden doğruldu, üstünü düzeltti, bir adım attı, ikincisi, üçüncüsü ve diğerleri birbirini izledi. Ağır ağır, sözcüklerini tane tane seçerek, vurgularına özen göstererek konuştu. Sömürgeci sistemin 12 Eylül karanlık durağını ve Kürt politikasını, üzerimizde uygulanmak istenen ulusal imha oyununu bir bir anlattı. Savunmanın önemini vurguladı. Tarihe, güne, halka, yoldaşlarına ve geleceğe konuşuyordu. Devrime ve sosyalizme inancını vurguladı. Kendi özeleştirisini büyük bir yüreklilik ve alçakgönüllülükle verdi. “Düşüncemiz doğru, ideolojimiz ve programımız doğru, ama bu doğruluk kendi başına yetmez. Bunların gerçekleşmesi için devrimci savaş, silahlı mücadele kaçınılmazdır. Devrimci savaşı düşünmeyen, geliştirmeyen hiçbir hareket ve e&curen;ilimin ülkemizde başarılı olması mümkün değildir.” Diğer noktaların yanı sıra buna özel bir önem verdi, özel olarak vurguladı. Bu, sadece gerçekliğin hatırlatılması değildi, her türlü reformist ve teslimiyetçi düşünce ve eğilime kesin bir darbe vurma kararlılığı idi. “Teslimiyet İhanete, Direniş Zafere Götürür!” ilkesinin yaşamın kendisi içinde kaç kez do&urren;rulandığına bizzat tanık olmamış mıydı? O halde tarihi anda herkesin kafasını bir kez daha aydınlatmayı, ham hayallerden uzaklaştırmayı, doğru ve kazandıran yolu vurgulayarak göstermeyi tarihsel bir görev bildi. Kendini borçlu hissediyordu, borcunu kısmen de olsa bir de böyle ödemeyi düşünüyordu...

Mehmet Hayri DURMUŞ yoldaşımız, tarihi konuşmasını yaptı, büyük bir iç huzuru ve sevinçle yerine döndü, yüzünde bahar çiçekleri açıyordu, düşler ülkesinin bütün güzellikleri yüz hatlarında belirmiş davet ediyordu. Kemal PİR, Ali ÇİÇEK ve başka arkadaşlar hemen bu davetin gereklerini yerine getirdiler, o gün Akif YILMAZ ve başka bir arkadaş zindanda bu tarihi yürüyüşe katıldılar...

Başarmıştı, Hayri beş yoldaşıyla başarmıştı. Ulusal imhayı, devrimi tasfiye planları o anda yenilgiye uğratmış, büyük zaferi o anda kazanmıştı. Bu, bir kilometre taşıydı, ardından nice kilometre taşları dikildi... Ve bugüne geldik...

Yine ufuklar karartılmak isteniyor, kurtuluşun temel yolu konusunda kuşkular yaratılmak, bütün güzelliklerimiz ve değerlerimizle birlikte tarihimiz, geleceğimiz karanlıklar ülkesinin dibine gömülmek isteniyor...

Ama Mazlumlar’ın, Hayriler’in, Kemaller’in, Akifler’in, Aliler’in, Dörtler’in ve binlerde ifadesini bulan şehitler ordusunun öğrencileri ve izleyicileri buna izin vermeyecek, 14 Temmuz’un özünü zafere taşıyacaklardır...

14 Temmuz, ulusal imhaya karşı tarihsel bir barikat, özgürlüğe ve zafere bir çağrıdır...

Devrim yolunda yılmadan, yorulmadan yürüme kararlılığıdır.

Günün gerçekleri çok net gösteriyor ki, bugün her zamankinden daha fazla 14 Temmuz ruhuna, Mazlumlar’ın, Hayriler’in, Kemaller’in devrim kararlılığına, feda ruhuna, amaca kilitlenme düzeyine ihtiyacımız var...

***

14 Temmuz’un üzerinden 21 yıl geçti, az değil, neredeyse çeyrek yüzyıllık bir zaman. Bu 21 yıla neler sığmadı ki? Bu koca 21 yıl, sayısız direnişe, değere, kahramanlığa ve tarihimizin en büyük ihanetlerine tanık oldu... 21 yıl sonra başka bir “zindan”da bir davet dillendiriliyor.

TC, teslimiyet ve ihanet sürecini yeni bir aşamaya getirmek istiyor. Adını da “Topluma Kazandırma Yasası” koyuyor. Bununla yetinmiyor. “Dışarıda” saldırılarını yoğunlaştırıyor, Kürtler’in bugüne kadar yarattıkları değerleri kökünden kazımayı planlıyor. Bu plan aslında dört yılı aşkın bir süredir epey yol aldı, ama onlar da çok iyi biliyorlar ki daha öncesi bir yana temelinde 14 Temmuz direnişinin özü olan son çeyrek yüzyılın devrimci yurtsever kazanımlarını kısa sürede tasfiye etmek mümkün değildir. Bu, pratikte de kanıtlanmıştır. İdeolojik ve politik teslimiyeti kitlesel bir resmi geçide dönüştürmek, onursuzluğu utanç verici bir yaşam çizgisi olarak egemen kılmak için yeni bir Pişmanlık Yasası’ndan daha iyisini bulamadılar. KADEK bunu bir savaş ilanı olarak değerlendiriyor. Peki sormak gerekir, TC Kürtler’e neaman ateşkes ilan etti, Kürt imha savaşı ne zaman durdu?

21 yıl sonra İmralı’da dillendirilen çağrıda şöyle deniliyor:

“Şimdi mesajıma geliyorum. Artık dananın kuyruğu kopacak diyorum. Beş yıldır savaş mı barış mı diye tartışıyoruz. Beş yıldır nasıl sabrettiğimi biliyorsunuz. İdamı mesele etmedim. Türkler ve Kürtler üzerine oynanan bir oyun vardı. Bu oyunu bozmak istediğim için tek taraflı olarak bu tavrı geliştirdim. Suriye’de başladım, İtalya ve İmralı’da geliştirdim bu tavrımı. Bu oyunu bozmaya çalıştım. Kendi inisiyatifimle bu süreci başlattım. Rica ettim, PKK de uydu. Sınırların dışına çıkıldı. Büyük fedakarlık ile ateşkes bugüne kadar sürdürüldü. Neyi bekledik? Devletin de bazı adımlar atmasını bekledik. Aslında geçen hükümet döneminde Ecevit bazı şeyler yapmak istiyordu, MHP engelledi. AKP iktidar değilim diyor ama bana göre Kürtler’i satarak durumunu kurtarmak istiyor. Orduya, PKK’ye istediğini yap, buna karşı bana dokunma diyor. Bunun üzerinden keini konumlandırıyor. Bu hafta içinde yeni bir mektup yazacağım. Bu konu ile ilgili son önerilerimi söyleyeceğim. Haftaya daha iyi verebilirim ama şimdi kısaca size içeriğini vereceğim. Bu mevcut yasal tartışmalarla bu olmaz. KADEK yönetimini dışarıda bırakıp gelin teslim olun demek dürüst olmaz. Bu cümleyi daha önce de söylemiştim. ‘Başı dağda kurda kuşa yem ederek, gövdeyi de biz yeriz’ mantığıyl içbir yere varılmaz. Bu faşist ve imhacı bir yaklaşımdır. Bu sorunu çözmez. Bu bir uyarıdır, bu yaklaşım savaşa çağrıdır.

“Yani KADEK yönetimi ayrı diğerleri ayrı demek, savaşı tırmandırmadır. Bu son görüşmemiz de olabilir. Bundan sonra gelmeyebilirsiniz, hiç getirmeyebilirler sizi. Bu şu demektir, kuşatma geneldir. Tasfiye sürecidir. Ölüm demiyorum, tasfiye ve bitirme süreci demektir. Ben dahil herkes imhayla karşı karşıyadır demektir. Benim umudum tersinin gelişmesidir. Daha olumlu da olabilir. Daha da daraltılırsam bu ölümün bir biçimidir. Çürütmeyi herkese dayatmaktır. Bundan sonraki haftalarda bu daha iyi belli olur. Aylar demiyorum, haftalar diyorum. Buraya gelemezseniz ve operasyonlar da sürerse bu bir savaş çağrısıdır. Halk da kendi durumunu değerlendirir, artık kendi önlemlerini alırlar.” (25 Haziran Tarihli Avukat Görüşme Notlarından...)

Dikkatli bir okuyucu hemen anlayacaktır ki, Öcalan, Pişmanlık Yasası’nın kendisine ve özüne karşı değil. Karşı olduğu kendisinin ve KADEK yöneticilerinin yasa kapsamının dışında tutulmasıdır. Aşağıda yapacağımız ikinci aktarmada da görüleceği gibi, Öcalan, çok daha kapsamlı bir ideolojik ve politik teslimiyeti, pişmanlığı ve tasfiyeyi öngörüyor ve devlete bir “yol haritası” olarak sunuyor. Günlerdir “Pişman değiliz, Apocuyuz” diye bağıranlar bir kez daha bu sözleri okusunlar ve önerilen ideolojik pişmanlığın ne kadar daha derin olduğunu görmekte zorlanmayacaklardır. “Yol haritası” olarak sunulan ideolojik ve politik pişmanlığı çarpıcı olarak ortaya koyan sözler şunlardır:

“Ben de yeni bir mektup yazacağım. Son önerilerimi ileteceğim. Her şeyden önce bu bir af yasası değil, yeni bir yol haritasıdır. Nasıl ki İsrail-Filistin için yol haritası varsa, bizim için de barış ve demokratik çözümün yol haritasıdır. Ana öğelerini veriyorum. Devlet dağda silahlı adam bırakmak istemiyorsa, daha önce belirttim cumhuriyetin demokratik temel niteliklerine katılmaya hazırız. Devlette cumhuriyetin temel niteliklerine katılmaya gelenlere yolu açmalıdır. Bunlar kimdir diyorlarsa, bunlar da cumhuriyetin temel niteliklerine katılmaya karar verenlerdir. Cumhuriyetin temel niteliklerine candan, katılım kararı verenlerdir. Cumhuriyetin temel niteliklerine katılmaya karar vermeyenler bizi ilgilendirmez. Bu PKK’nin içinde de olabilir, dışarıda kalan sol örgütler de olabilir, bizi ilgilendirmez. Ama cumhuriyetin temel niteliklerine katılmayı isteyenlere de devlet yasal-politik yollını açmak zorundadır. Pratikte hükümet bunun sorumluluğunu üstlenmelidir. Erdoğan çıkıp, ‘KADEK adı altındaki Kürt isyancılar, cumhuriyetin demokratik niteliklerine katılmaya geliyorlar. Bu onurlu bir davranıştır. Biz de bunun yasal-politik yollarını hazırlıyoruz’ demelidir. Geriye teknik kalıyor. Teknik olarak da ABD mi AB mi arabulucu olur, yoksa bunlara gerek duymadan baş başa mı yapıyoruz, netleştirilmelidir. Bunları medyada yoğun tartışı,kamuoyu hazırlanmalıdır. Birbirimize güven verirsek, çözüm gelişir. Silahlı adamlar nasıl gelecek diye sorulursa, bu yasalar ilan edilecek, kamuoyu buna hazırlanacak. Hem Kürt hem de Türk kamuoyu hazırlanır. Bu medyada bol bol işlenir. Benim çıkışıma kamuoyu hazır değil diyorlarsa, sürgün formülü de olur. Nasıl Arafat için Tunus’a sürgüne gönderelim diyorlarsa bizim için de bu olabilir. Ben dahil PKK yönetimi bu fedakarlığı da yapabiliriz.

“Eğer Türkiye kamuoyu bizi ve KADEK yönetimini kabul etmezse, biz gönüllü olarak geçici bir süre için ABD ve NATO’nun güvencesinde bir sürgüne razıyız. Geriye silahlı adamların adım adım gelmesi kalıyor. Cezaevindekiler çıkarılır. Bir, cezaevinden 500 kişi çıkar, bir, dağdan 500 kişi gelir. Böyle adım adım gelişir. Bu süreci 2005’e kadar yol haritası olarak ilan ediyorum. Bir yol haritası 2005 yılına kadar AB süreci için de tartışılıyor. Türkiye’de kısmi var olan demokratik yasaların Kürtler’e uygulanması da çok önemlidir, ona da bakacağız. Ayrıca bir iki şey daha ekleyeceğim. Köylülerin köye dönüşü sağlanır. Koruculuk kaldırılır. GAP projesi içerisinde ekonomik tedbirler alınır. Gelip sürece katılanlara bu proje içerisinde imkan sunulur. Bu projenin ekonomik boyutu olur. Bu söyledierimi bu hafta yayına yetiştirmeyebilirsiniz. Merkeze yollarsınız. Önümüzdeki hafta yayınlanabilir. DEHAP’a da verirsiniz. Hani Tuncer arabulucu olmak istiyor ya. Olabilir. Hemen kolları sıvar, AKP ve devletle görüşmeye çalışırlar. Bunları siz de bol bol tartışın. Bunları devlete de yazacağım. İki aya kadar hükümet bunları yapmak isterse bu barış demektir. Eğer bu gelişmezse, saldırılar olursa, buraya gelmezseniz bu savaş demektir. Savaş günee gelir. Bu benim tercihim değil. Benden de bir şey beklemeyin. Savaş ve barış konusunu kimse benim omzuma yüklemesin. Demokratik eylemler mi, savaş mı, kendileri karar verirler.” (25 Haziran Tarihli Avukat Görüşme Notlarından...)

Her şey çok açık değil mi? “Cumhuriyetin temel nitelikleri” nedir? “Cumhuriyetin temel niteliklerine katılmaya hazırız” sözlerinin anlamı nedir?

14 Temmuz 1982’de Diyarbakır zindanlarından dayatılan Cumhuriyetin temel nitelikleri değil miydi? Buna karşı Mazlum, Hayri, Kemal, Akif, Ali ve Dörtler, onların öndeliğinde PKK’li tutsaklar ne yaptı? Cumhuriyetin temel niteliklerine “candan” katılım için 12 Eylül Cuntası’na “Yol haritası” mı sundular, yoksa devrimci kimliklerinde, devrimci nitelik ve ideallerinde ısrar ederek ölümüne mi direndiler? Sorular uzatılabilir, ama bu soruların kendisi bile “abesle iştigal” etmekten başka bir şey değil. Çünkü her şey çok açık!

Bir de savaştan söz ediyorlar, “savaşırız ha” çığırtkanlığını yapmaktan geri durmuyorlar. Peki niçin savaşacaksınız, savaş amacınız, savaş stratejiniz ne? Bunları niye açıklamıyorsunuz? Birkaç kırıntı ve ideolojik pişmanlık, yani “Cumhuriyetin temel niteliklerine candan katılım” karşılığında af dilenciliğinden başka bir amacınız var mı? Öcalan’ın önerdiği ‘Yol haritası” zamana yayılmış Cumhuriyetin sindire sindire gerçekleştireceği “Topluma Kazandırma Yasası” değilse nedir? Hatta bu “Yol haritası”, “Topluma Kazandırma Yasası’nın çok daha kötü bir versiyonu değilse nedir?

Evet, dayatılan yine 21 yıl önce olduğu gibi teslimiyet ve ihanettir. Ama buna verilen karşılık direniş değil, 14 Temmuz ruhu değil, “Cumhuriyetin temel ilkelerine candan katılım” denilen ve “Yol haritası” olarak adlandırılan, dört yılı aşkın bir süredir sürdürülen İmralı teslimiyet, ihanet ve tasfiyeciliğinin final aşamasıdır!

Elbette buna karşı duracak, 14 Temmuz direnişçiliğini yeni koşullarda bayrak edinen devrimciler var ve onlar sorumluluklarının bilinciyle davranacaklar ve direnişçiliği yeniden yaşam seçeneği haline getirecekleridir...

Yaşasın 14 Temmuz Direnişçiliği!...
Hayri DURMUŞ, Kemal PİR, Akif YILMAZ ve Ali ÇİÇEK yoldaşlar ölümsüzdür!..

Kahrolsun teslimiyet, ihanet ve tasfiyecilik!

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları



Adana BDSP çalışmalarından...

Burjvazinin uşağı AKP hükümeti işçi ve emekçilere karşı saldırılarını bir bir hayata geçiriyor. İşçi sınıfının bedel ödeyerek kazandığı tüm haklar kölelik yasasıyla ellerinden alınıyor. İşçi sınıfı satıcıları hain sendika bürokratları her zamanki gibi ihanet içindeler. Diğer bir saldırı olan özelleştirmeler ise şimdilik birkaç işletmenin satılmasıyla sürüyor. Peki işçi sınıfının bu saldırıları püskürtmesinin olanakları yok mu?

İşçi sınıfı devrimci mücadele perspektifi doğrultusunda örgütlenerek bu saldırılara karşı durabilir. Biz sınıf devrimcileri, bu saldırıların püskürtülebilmesi için örgütlü-birleşik mücadeleye çağrı yapan “Kölelik yasasına ve özelleştirmelere karşı genel grev genel direniş!” başlıklı bildirilerimizi birçok fabrikada dağıttık. “Kölelik yasası iptal edilsin!”, “Özelleştirmeler durdurulsun!”, “Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi!”, “7 saatlik işgünü, 35 saatlik iş haftası!” ve “Kesintisiz 2 günlük hafta tatili!” talep ve şiarların yazılı olduğu afişlerimizi Şakirpaşa, Yurt Mahallesi, Dumlupınar, Meydan, E-5 yolu ve fabrika önlerindeki bilbordlara ve küçük sanayi bölgesine yaygın bir şekilde yaptık. Küçük sanayi bölgesinde afişlerimiz ilgiyle rşılandı. Bu afişlerimizin ne işe yaradığını soran bir işçiyle sohbet ettik. Daha sonra başka bir işçi sohbet ettiğimiz işçiye aynı soruyu sorunca, o da, “hani biz cumartesi günleri de çalışıyoruz ya, artık çalışmayacağız, bunlar bunun için” cevabını verdi.

Ayrıca 2 Temmuz Sivas katliamıyla ilgili Dumlupınar, Meydan ve Şakirpaşa semtlerine yaygın bir şekilde BDSP kuşlarımızı yaptık. İşçi ve emekçilerin yaşadığı mahallelere düzenli olarak gazetemizle gidiyoruz. Birçok insanla tanışıyor, sohbet etme fırsatı yakalıyoruz.

Komünistler olarak, işçi ve emekçileri kuşatarak onları devrimci sınıf mücadelesine kazanma çabasını kararlılıkla sürdüreceğiz.

BDSP çalışanları/Adana