19 Temmuz'03
Sayı: 28 (118)


  Kızıl Bayrak'tan
  Özgür ve onurlu bir gelecek işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle kazanılacaktır!
  Blair Pentagon patentli saldırgan doktrine destek arıyor!
  Yolsuzluk bu sistemin doğasında!
  Kamu emekçilerine sefalet zammı dayatılırken KESK reformistleri yetki yarışında...
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  YÖK Yasa Tasarısı'na geçit vermeyelim!
  Emperyalist saldırganlığın dayanağı yalanlar bir bir ortaya çıkıyor
  İşgale kılıf geçirme manevrası...
  Hükümet kamudaki ücret artışlarında İMF anlaşmalarını öne sürüyor...
  ABD emperyalizminin Irak hezimeti
  Casttle Blair işçisi direndi ve kazandı!
  Örgütlülük en önemli silahımızdır!
  OSB-İMES Bülteni'nden...
  Bush'un Afrika gezisi...
  14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ve "Cumhuriyetin temel ilkelerine katılım" üzerine...
  GATS ya da "kâr ve daha fazla kâr"
  "Yalancının mumu..."
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sermaye defol, üniversiteler bizimdir!

YÖK Yasa Tasarısı’na geçit vermeyelim!

Yaklaşık iki yıldır çok çeşitli kesimlerin de içerisinde yer aldığı bir tartışma yürüyor. Tartışmanın ana eksenini oluşturan YÖK Yasa Tasarısı, önce rektörlerin isteği ve çabaları ile hazırlanmıştı. Hatta YÖK Başkanı Kemal Gürüz yasanın fikir babası olmakla övünüyordu. Bilindiği gibi bu yasa tasarısı, eğitimi tümüyle ticarileştiren ve üniversiteleri sermayenin arka bahçesi haline getiren çok yönlü bir saldırıydı. Hükümet değişikliği, öğrencilerin muhalefeti ve farklı kesimlerin tepkileri sonrası bu tasarı geri çekildi.

AKP hükümeti, bu yasa değişikliğini ya da en azından içeriğindeki saldırıyı hükümet programına almakla beraber, taslağı daha yuvarlak hale getirerek gündeme soktu. Taslağın göze batan yanları çıkarılmış, daha doğrusu sinsi bir dille ifade edilmişti. Bu saldırının özünü değiştirmiyordu. Buna rağmen öğrencilerin tepkileri, Eğitim-Sen’in oluşturulan komisyondan çekilmesi ve rektörlerin demokrasi havariliğine soyunarak ilk hazırlanan taslakta ısrar etmeleri nedeniyle bu taslak da geri çekildi. Hüseyin Çelik’in bakan olmasının ardından yeni bir taslak hazırlandı. Ancak taslak tümüyle gizli tutuluyordu. Rektörler bir kez daha “üniversiteleri kahramanca savundular” ve taslak tam meclise gönderilecekken “çeşitli kesimlerin görüşlerinin alınması kaygısıyla” ertelendi. Birer n&uul;shası YÖK üyelerine ve rektörlere gönderilen taslağın kamuoyuna açıklandığını söylemek tam bir aldatmaca, çünkü taslağa ulaşmak hiç de kolay değil. Ancak zor da olsa ulaşmayı başardığımız taslağın tam bir saldırı niteliğinde olduğu ortada.

Rektörlerin yaygarası ve arkasındaki gerçek nedenler

Son hazırlanan taslak, burjuva medyanın da konuyu gündemine almasıyla yoğun tartışmaların yürütülmesine vesile oldu. Aslında hiç kimse taslağın asıl önemli yanlarından söz etmedi. Günler boyunca rektörlerin görüşlerine yer veren gazeteler, bu “kahraman demokrasi savunucularının” ağzından taslağın laik olmayan yönlerinden ve kadrolaşmaya dönük yanından söz etmekle yetindiler. Hatta Radikal “YÖK Yasa Taslağını Açıklıyoruz” manşeti attığı nüshasında sadece bunlardan bahseden bir haber-yorum yayınlamakla yetindi. Oysa yasa taslağı bunlardan çok daha ciddi bir boyuta sahip ve tam bir ticarileştirme girişimi. Kadrolaşmaya dönük bir ayağı olduğu açık olmakla birlikte, zaten laik olmayan üniversitenin bu sözde laikliğine dokunan bir yanı yok. Zira üniversitelerde bilim adı altında ayet okutulması vayı adiyyeden sayılırken, laiklik dedikleri sadece türban yasağıdır ve taslakta da bunun değişmeyeceği söylenmektedir.

Üstelik yeni taslak, Erkan Mumcu’nun yaptığı düzenleme ile getirilen YEK’i de içermiyor. YEK adıyla kurulmak istenen kurumun esasları YÖK’e uygulanarak varlığı korunuyor. Ayrıca Erkan Mumcu’nun hazırlattığı taslaktaki eksiklikler tamamlanarak Kemal Gürüz’ün tasarısındaki maddeler eklenmiş. Öyleyse rektörlerin ve Gürüz’ün koro halinde kopardıkları yaygaranın nedeni nedir?

Biz söyleyelim, taslağın sonunda yer alan geçici hükümlerin birinci maddesi. Aynen şöyle: “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Üniversitelerarası Kurul, Yükseköğretim Genel Kurulu, Yükseköğretim Yürütme Kurulu, Yükseköğretim Denetleme Kurulu, senato, üniversite yönetim kurulu, fakülte, enstitü, yüksekokul kurulları ve yükseköğretimdeki diğer tüm kurullar ile bunların başkan ve üyelerinin görevleri sona erer.” İşte “kahraman bilim camiamızın” Don Kişot rolünde öne atılmasının gerçek nedeni budur. Koltuklarını kaybetme telaşı ile güya üniversiteyi savunuyorlar.

Oysa yasa bu madde dışında tam da onların istedikleri türden. Hatırlanacağı gibi “Rektörler isyan ediyor!” türünden manşetlere konu olmak pahasına mali özerklik ve gelir yaratma serbestisi isteyenler yine aynı kahramanlardı, yalnız o zamanki rolleri Robin Hood figürüne daha yakındı. Peki o zaman “zenginden alıp fakire vermek” için yırtınanlar, bu iyiliğin başkaları tarafından yerine getirilmesinden niçin bu kadar rahatsız olmuşlardır? Niyetleri “üniversiteyi ve bilimi kurtarmaktan ibaret” olan bu “saygın” zatlar neden “üniversiteyi kurtaracak” (üniversite olmaktan çıkarılınca kurtarılmış da oluyor) bu taslağa karşı böylesine kin dolular? Özerklik için mi?

Akademik özerklik palavrası

Rektörlerimizin dertlerinin üniversitenin mali yönden kurtuluşu olmadığı açık. Öyleyse sorun akademik özerklik olabilir mi? Rektörlerin yaptıkları açıklamaların hiçbirinde bu meseleden bahsedilmiyor. Hatta yasa taslağının bilim üretimine getirileri ve götürüleri de mevzu bahis edilmiyor. Zaten yıllardır akademik özerkliğin karşısında böylesine net bir duruşla tutum alan, soruşturmalar, cezalar ve sürgünlerle bu talebi dile getiren öğrenci ve akademisyenleri susturmaya çalışanların şimdi birden böyle kaygılar içine düşmeleri olası değildir.

Öte yandan özerkliğe karşı olmaları da bir şey ifade etmiyor, çünkü bakanlığın çokça dillendirdiği akademik özerklik taslakta bulunmuyor. Aksine taslak geçmişte olan neyse onu koruyor, hatta güçlendiriyor. Üniversitelerin para kazanma yolları dışında kalan her türlü faaliyetleri yine YÖK’ün kararlarına tabi. Üstelik YÖK üyelerinden birinin Genelkurmay Başkanlığı’nca atanması da yeni yasayla mümkün hale geliyor. Böylece şimdiye kadar gizli yürütülen ilişkiler doğrudan yürütülebilecek. Aynı şekilde Üniversitelerarası Kurul’da da Silahlı Kuvvetler ve Emniyet Teşkilatı’nın temsilcileri yer alıyor.

Bununla beraber üniversitelerin üzerindeki sulta, YÖK’ün yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı’nın eline veriliyor. Birçok maddede MEB’e olağanüstü yetkiler veriliyor. Kuşkusuz bakanlığın YÖK’ten bir farkı bulunmuyor ve bu değişiklik olsa olsa farklı çıkar çevrelerinin oynayacakları atların değişmesi anlamına geliyor.

Bizim yıllardır dillendirdiğimiz özerk-demokratik üniversiteden, üniversite bileşenlerinin, yani öğrenci, akademisyen ve emekçilerin yönettiği üniversiteden bahsetmek ise mümkün değil. Akademik özerklik meselesi ciddi bir biçimde ele alınmış olsa gerek, bunun engellenmesi için yeni yeni icatlar da bulunmuş. Taslak da sözü geçen Bilim Etik Kurulu bunlardan biri. “Öğretim elemanlarının uymaları gereken etik kuralları belirlemek ve bu kurallara uygun davranıp davranmadıklarını değerlendirmek üzere Üniversitelerarası Kurul tarafından Bilim Etik Kurulu oluşturulur. Bilim Etik Kurulu, Üniversitelerarası Kurula yapılan ilgili başvuruları inceler; raporlarını ilgili kişiye, gereği için de kurumuna ve Üniversitelerarası Kurula bildirir.” Böylece akademisyenlerin –bugün de varlığından söz etmenin pek mümkün olmadığı- özgür üretim olanakları ortadan kaldırılıyor.

Fakat bundan da vahim bir düzenleme var: Sosyal Konsey. “Üniversitelerin ülke sorunlarına ilişkin yapacakları bilimsel çalışma ve projelerin önceliklerinin belirlenmesi, ülkenin ihtiyaç duyduğu insan gücünün yetiştirilmesi, üniversiteler ile çeşitli sektörler arasında işbirliğinin sağlanması ve öğrencilerin çeşitli sorunlarının çözümlenmesi hususlarında; Üniversitelerarası Kurula, Yükseköğretim Kuruluna ve üniversitelere tavsiyelerde bulunmak üzere kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının üst kuruluşları, İşçi, İşveren ve Kamu Sendikaları Konfederasyonları tarafından seçilen birer üye ile Türkiye vergi rekortmenleri ve Yükseköğretim Kurulu’nca belirlenecek diğer kişi, kurum ve kuruluş temsilcilerinden oluşan Sosyal Konsey kurulur.” Vergi rekortmenlerinin bu konseye alınması, üniversiteye, bilime ve eğitime yüklenen anlamı ve işlevi gözler önüne seriyor. Türkiye’nin vergi rekortmenleri bir hatırlanırsa, bu daha da iyi anlaşılır.

Yine aynı şekilde her üniversitenin kendi bünyesinde bir sosyal konsey oluşturması söz konusu. Orada da “kamu kurumu niteliğindeki meslek odaları temsilcilerinden, sanayi ve ticaret odalarının başkanları veya bunların görevlendirecekleri temsilcilerden, üniversiteye bağışta bulunanlar arasından üniversite yönetim kurulunca seçilen üyelerden, o üniversitenin mezunlar derneği başkanından, il genel meclisi ile il belediye meclislerinden belirlenen birer üyeden ve en fazla vergi veren mükellefler arasından valilikçe belirlenecek iki temsilciden” bahsediliyor. Üniversiteler tümüyle ve açıktan sermayenin hizmetindeki kurumlara dönüştürülüyor. Hatta illerdeki büyük fabrikaların yeni departmanları olarak hizmet verecek olmaları nedeniyle artık buralara üniversite demek de mümkün görünmüyor.

Demokrasi havarilerinin demokrasisi

Gerçekten de yasa taslağı, sermayenin tüm ihtiyaçları düşünülerek hazırlanmış. Peki taslak öğrencilerden hiç söz etmiyor mu? Taslakta müşteri olma özellikleri dışında öğrencilerin herhangi bir önemi var mı? Elbette disiplin cezalarını düzenleyen maddeler var. Onlar öğrencilere en temel haklarını anlatıyor: Susmak ve kabul etmek. Ancak belirtelim, biz mücadele hakkını bizzat mücadelenin içerisinde kazandık ve hiçbir yasaya da kurban etmeyi düşünmüyoruz. Ayrıca taslakta, ÖTK adıyla kurulan kukla konseyleri birleştiren bir Üniversitelerarası Öğrenci Konseyi tanımlanmakla beraber, buna herhangi bir yönetsel yetki verilmemekte. Zaten incir yaprağı işlevini bile yerine getirmeyen ve anti-demokratik yapıyı örtemeyen ÖTK’ların birleştirilmelerinin de öğrencilere bir hak getirmediği ortada.

Bununla beraber yeni bir düzenleme olarak siyasi partilere üye olma hakkı tanındığını söylemek gerekiyor. Ancak koşullar şunlar: Okula bu durumu bildirmek ve okulda siyasal çalışma yapmamak. “Bilim ve düşünce yuvası” üniversitede siyasal düşünceler yasak!

Hakkında hükümet ve bakanlık tarafından onca şey söylenen, üniversiteyi demokratikleştireceği iddia edilen taslağın özerklik ve demokrasiyle ilişkileri böyle. Yani YÖK despotluğunun ve baskısının hiç eksilmediği, hatta arttırıldığını söylemek mümkün.

Şirketleşen üniversite

Taslağın özerklik ya da özgürlük getirmediği ortada. Zaten yapılmak istenenin üniversitelerin sermayenin arka bahçesine çevrilmesi olduğunu bildiğimizden asıl değişikliğin de bu konuda olacağını tahmin ediyorduk. Nitekim taslak mali özerklik adı altında sermayeye dikensiz gül bahçesi sunuyor. Üniversitelerden adeta şirketten bahsedermiş gibi bahsediliyor. İki yıl önceki tasarıda yer alan “işletme hesabı” meclis komisyonunda tepkiler nedeniyle “özel hesap” olarak değiştirilmişti. Yeni taslak ta işletme hesabı yeniden ortaya çıkmış durumda.

Hatırlanacağı gibi mali özerklik düzenlemesiyle üniversite bünyesinde işletme hesabı kuruluyor ve her türlü gelir burada toplanıyordu. Eski tasarının bu yanı yeni taslakta da aynen korunuyor. İşletme hesabının gelirleri arasında şunlar da var: “Üniversitenin her türlü fiziki olanak, tesis, araç, gereç, teçhizat, insan gücü, bilgi birikimi kullanarak üreteceği hizmet ve mallardan elde edilen gelirler; üniversiteye ait veya üniversiteye tahsis edilmiş olan taşınır ve taşınmaz malların kiralanmasından elde edilen gelirler; bilimsel araştırmalar için yapılan şartlı bağış ve yardımlar...” Yine öğrencilerden alınan har(a)çlar ve diğer soygun paraları da bu hesapta birikecek. Ayrıca kredi verme ve geri ödenmesi de bu hesabın sorumluluğunda.

Böylece öğrencinin müşteri yerine konulması meşrulaştırılırken, akademisyenlere de asıl görev olarak kaynak yaratma, yani paraya tahvil edilebilecek şeyler üretme rolü biçiliyor. Zaten “Masraflarının tamamı gerçek ya da tüzel kişilerce karşılanan hizmetlerde araştırma yapmak üzere üniversitenin ilgili kurullarının kararı üzerine sözleşmeyle öğretim üyesi istihdam edilebilir.” denilerek akademisyenlere biçilen rol de gözler önüne serilmiş.

Üniversitenin bir bilim ve eğitim kurumundan ziyade bir şirket olarak ele alındığı o kadar belirgin ki, üniversiteler gelir yaratmak için her türlü girişimde bulanabilirler ve “bu amaçla, yurtiçi ve yurtdışındaki yükseköğretim kurumları, telekomünikasyon, bilişim kuruluşları, medya kuruluşları ve basım evleriyle ortaklık kurabilirler.” Tıpkı bir şirketten bahsediliyormuşçasına pervasız bir dil kullanılması bizim için şaşırtıcı değil, bilakis yapmak istediklerini zaten burjuvazinin sınıfsal karakteri nedeniyle önceden biliyoruz.

Böylece üniversitede üretilen her türlü şeyin ölçütü bilimsellik değil ederi haline getiriliyor. Düşünce, bilim ve teknoloji, buna ihtiyaç duyan milyonlar için değil de parası olanlar için, burjuvazi ve tekeller için üretilir hale geldiğinde, artık üretilene de bilim demek doğru olmasa gerek. Peki böylesi bir üretim sürecinin öznesi haline gelenlere bilim adamı denebilir mi?

Taslak bu sorunu da çözüyor. Artık akademisyenler sıradan çalışanlar olarak istihdam edilir hale gelecek. Görevleri oldukça net bir biçimde çizilen akademisyenler için ayrıca esnek üretim uygulanacağı açık. “Yükseköğretim kurumlarında görevli öğretim üyeleri, kadrolu öğretim görevlileri ve okutmanlar bağlı bulundukları birimlerde haftalık ders yüklerini dolduramadıkları takdirde; kendi üniversitelerinin diğer birimlerinde, üniversite yönetim kurulunun kararıyla, ders yükünü doldurmak üzere rektör tarafından görevlendirilebilir. Öğretim üyeleri; bölüm/anabilim dalı, fakülte veya üniversite yönetim kurullarının görüşü ve rektörün oluru ile istekte bulunan aynı şehirdeki üniversitelerde görevlendirilebilirler.” Böylece öğretim görevlileri kiralanabilir hale geliyorlar.

Paralı eğitim yasalaştırılıyor!

Saldırı eğitimi tümüyle paralı hale getirme saldırısıdır. Eski tasarıda yer alan ve öğrencinin maliyetinin yarısını kendisinin karşılaması hükmü bu taslakta da korunuyor. Buna ek olarak yaz okulu gibi paralı eğitim uygulamaları yasal bir düzenleme ile güvence altına alınıyor. Hatta bu tür uygulamalar cepheden savunularak arttırılması gerektiği söyleniyor. Daha taslağın ilk kısmında YÖK’ün görevleri arasında açıkça ifade edilen “mevcut imkanlar dahilinde daha fazla öğrenciye eğitim-öğretim sunmaları için üniversiteleri ikinci öğretim programları açmaya teşvik etmek” tam da bunun kanıtıdır. Yine öğretim görevlilerine ikinci öğretimde verdikleri ek dersler için iki kat ücret ödenmesi bu tür yağmacı uygulamaların arttırılması yolunda atılan adımlardır.

Paralı eğitim, öğrencilerin karşısına sadece har(a)çların zamlanması biçiminde değil, bunun yanı sıra uzun vadede tüm eğitim sisteminin paralı hale gelmesi biçiminde çıkıyor. Yine fiili olarak uygulanan öğrencilerin haftada 70 saate kadar çalıştırılmaları ve sömürülmeleri de yasalaştırılarak meşru kılınmak isteniyor.

Bu yasayı meclisten geçirmeyelim!

Oldukça uzun bir metin olan taslağın içerdiği saldırıları kısaca özetlemiş olduk. Rektörlerin iki yüzlü çıkışları muhtemel bir uzlaşmayla sona erebilir. Bu ise yıllardır öğrenci düşmanlığı ve bilim karşıtlığında birleşenlerin bir kez daha kolkola girerek sermayenin has hizmetkarları olduklarını kanıtlaması olacaktır.

Asıl önemli olan öğrenci gençliğin bu saldırıya nasıl yanıt vereceğidir. Önceki yıl gündeme geldiğinde yasaya karşı ciddi bir muhalefet örgütlenmiş, kampüslerde ve alanlarda bu saldırıya geçit verilmeyeceği haykırılmıştır. Önümüzdeki günlerde bir kez daha böyle bir direniş mevzisi yaratılarak saldırı püskürtülmeli ve parasız, bilimsel, anadilde eğitim ve özerk-demokratik üniversite talepleri için geniş gençlik yığınları mücadeleye seferber edilmelidir.

Onların heveslerini kursaklarında bırakmak, üniversitelerin sermayeye değil diğer bileşenleriyle birlikte bize ait olduğunu kanıtlamak için hazırlanalım! Bu yasayı meclisten geçirmeyelim! YÖK zincirini de, yasasını da alanlarda parçalayalım!

Genç Komünistler