19 Temmuz'03
Sayı: 28 (118)


  Kızıl Bayrak'tan
  Özgür ve onurlu bir gelecek işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle kazanılacaktır!
  Blair Pentagon patentli saldırgan doktrine destek arıyor!
  Yolsuzluk bu sistemin doğasında!
  Kamu emekçilerine sefalet zammı dayatılırken KESK reformistleri yetki yarışında...
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  YÖK Yasa Tasarısı'na geçit vermeyelim!
  Emperyalist saldırganlığın dayanağı yalanlar bir bir ortaya çıkıyor
  İşgale kılıf geçirme manevrası...
  Hükümet kamudaki ücret artışlarında İMF anlaşmalarını öne sürüyor...
  ABD emperyalizminin Irak hezimeti
  Casttle Blair işçisi direndi ve kazandı!
  Örgütlülük en önemli silahımızdır!
  OSB-İMES Bülteni'nden...
  Bush'un Afrika gezisi...
  14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ve "Cumhuriyetin temel ilkelerine katılım" üzerine...
  GATS ya da "kâr ve daha fazla kâr"
  "Yalancının mumu..."
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Hükümet kamudaki ücret artışlarında
İMF anlaşmalarını öne sürüyor...

İMF ile kölece ilişkilere son verilsin, tüm dış borçlar geçersiz sayılsın!

Hükümet ile Türk-İş arasında süren TİS görüşmelerinde sona yaklaşılıyor. Ancak bu gelişme sorunun işçiler lehine çözüleceği anlamına gelmiyor. Son birkaç aydır Türk-İş yönetimi, hükümet yetkilileri ve patron örgütleri arasında karşılıklı süregiden tehdit, şantaj ve diyalog sonrasında hükümet sözde sıfır zam dayatmasından vazgeçmiş, ilk 6 ay için %5, ikinci 6 ay için %9 önererek “kabul edilebilir” bir artış önermiş oldu. Hükümetin üçüncü ve dördüncü 6 aylar için dile getirdiği rakam ise %5!

Hükümetin önerisi üzerine Türk-İş Başkanlar Kurulu toplanarak, “hükümetle görüşmeleri sürdürme” kararı aldı. İşçinin, 2001-2002 döneminde %14’lük satın alma gücü kaybına uğradığını öne süren Kılıç, kaybın telafisini istedi. Yapılan açıklamada, son teklif reddedilerek reel kayıpları giderilecek oran verilmesi gerektiği vurgulandı.

Öngörülen artış emekçilerin gerçek ücret kaybını karşılamıyor

DİE verilerine göre, 2001 yılında milli gelirin %27.8’i işgücü ödemeleri olarak ücretlilere paylaştırılırken, bu oran 2002’de yüzde 26.7’ye düştü. Kamu çalışanlarının 2002 yılında gelirlerinde önemli bir gerileme yaşandı. Kamu kesimi işgücü ödemeleri 2001’de %14.9 iken 2002’de %12.5’e düştü. Bir başka ifade ile, ücretle geçinen ailelerin 2001’de toplam geliri 35.5 milyar dolar iken 2002 de 30.5 milyar dolara düştü.

Ücretli kesimin gelir dilimi azalırken tarım dışında kalan kâr-faiz-rant geliri sahipleri 2001’de milli gelirin %39.8’ine el koyarken, 2002’de milli gelirin %42.8’i oranında gelir elde etti. Kâr-faiz-rant gelirleri 2001’de 50.2 milyar dolar iken 2002’de 72.3 milyar dolara çıktı. Görüldüğü gibi ücretlilerin milli gelirden aldığı pay sürekli düşerken faizci ve rantçı kesimin aldığı pay artmaktadır. Türkiye’de her 100 liranın 65 lirasının faize gittiğini açıklayan MÜSİAD Başkanı Ali Bayramoğlu, milli gelirin yarıdan fazlasının faize, yani borç ödemelerine gittiğini ifade ediyor.

Yine Türk-İş’in yaptığı bir araştırmaya göre, en yoksul kesim olan nüfusun yüzde 20’si toplam gelirin %4.9’unu alırken, nüfusun %20’sini oluşturan en zengin kesimi ise toplam gelirin yarıdan fazlasını alıyor. Araştırmada, kişi başına gelir düzeyinin düşük olduğu Türkiye’de gelir dağılımının da adaletsiz olmasının yoksulluk olgusunu önplana çıkardığına dikkat çekilerek, ülke nüfusunun %12’sinin yetersiz beslenmeden ötürü açlık, %43’ünün de yoksulluk sorunu ile karşı karşıya bulunduğu açıklanıyor. 2001-2002 döneminde ücretlerde %87.4 oranında artış olmasına karşılık, aynı dönemdeki %118.8 oranındaki enflasyon nedeniyle ücretlerde %14.4 oranında bir gerileme olduğu belirtilen Türk-İş araştırmasında, bu yılın ilk 6 ayında ise %12 oranında enflasyonun gerçekleştiği bildirildi. Bu iki yıllıdönemde enflasyon artış oranıyla ücretlerde yaşanan kayıp arasında %31.4’lük bir fark bulunuyor. Kısaca nüfusun yarıdan fazlası açlık ve yoksulluk sınırında yaşama savaşı verirken, en zengin %20’si milli gelirin yarıdan fazlasına el koyarak sefa sürüyor.

Yine Türk-İş’in Haziran ayı itibarıyla hazırlamış olduğu 4 kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması dikkate alındığında, açlık sınırının 453 milyon, yoksulluk sınırının ise 1 milyar 378 milyon sınırında olduğu tespit edildi.

TİS’lerde anlaşmaya varılması beklenen maddeler

Hükümetle Türk-İş yönetimi arasında protokol metni oluşturuldu. Görüşmede anlaşma sağlanması halinde gerçekleştirilecek protokolde yer alması gereken hususlar şöyle belirlendi: “İşçilere birinci 6 ay %5, ikinci 6 ay %8, üçüncü ve dördüncü 6 aylar için de %5’er zam yapılacak, tahmini enflasyon %5’i aşarsa aşan kısmın %80’ini zamma eklenecek; özelleştirme mağdurları diğer kamu kuruluşlarına yerleştirilecek ve yeni mağdur yaratılmayacak; 400 milyonun altında işçi ücreti olmayacak; 57. Hükümet döneminde ertelenen işçi ikramiyeleri 18 Temmuz’da ödenecek; resen emeklilik kamuda olmayacak.”

“Niyet mektubunu İMF’ye siz imzalatın”!

Türk-İş Başkanı Salih Kılıç, oluşturulan protokolü Koordinasyon Kurulu ile görüştü. Kurul, işçiye yönelik düzenlemeleri olumlu karşılarken, zammın ikinci ay için %10 olmasını istedi. Kararın Başbakan’a iletilmesi üzerine hükümet işçilere verdiği ikinci altı ay için zam önerisini %9 olarak yeniledi. Kurul bunu da kabul etmeyince Erdoğan, İMF’ye verilen niyet mektubunu işaret ederek şöyle konuştu, “Sizin istediğiniz rakamları veremeyiz. Kaynak yok. İMF ile yapılan görüşmeler, verdiğimiz niyet mektubu ve uyguladığımız program var. Bunun dışına çıkamayız. Size verilebileceğin en iyisini veriyoruz. Aksi halde götürün, bu niyet mektubunu İMF’ye siz imzalatın. Siz bir düşünün isterseniz. Ben yurtdışına çıkıyorum, dönüşte yine görüşelim.”

Protokol işçiye yönelik olumlu bir gelişme sunmuyor

Türk-İş bürokratları “özelleştirme mağdurlarının diğer kamu kuruluşlarına yerleştirilmesi”ni protokol maddesi haline getirerek özelleştirme saldırısına karşı harekete geçmeye niyetli olmadıklarını bir kez daha göstermiş oldular. Özelleştirmeler bitmediği gibi hazırlıkları sürmekte, İMF’yle yapılan anlaşmalarda yer almaktadır. Türk-İş Başkanlar Kurulu bildirisinde de özelleştirme nedeniyle işten çıkartılan işçilerin haklarının korunarak, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında işe yerleştirilmeleri gerektiğinin vurgulanması, Türk-İş yönetiminin özelleştirmeler karşısındaki tutumunu açığa çıkarmaktadır.

Özelleştirme saldırısını sessizce izleyecekler, işten atılanların diğer kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirilmesini talep ederek sözde işçilerin iş güvencesini “garanti” altına almış olacaklar. Sonra da kitlelerin karşısına çıkarak arsızca “özelleştirmeler oldu, ama en azından çalışanların haklarını koruduk” diyecekler. Oysa Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in yaptığı açıklamalar bunun da koca bir yalan olduğunu açığa çıkarmış bulunuyor.

Yıl sonuna kadar kamunun tasfiyesini amaçlayan merkezi yönetimin yeniden yapılanması ve yetkilerin bir kısmının yerel yönetimlere dağıtılmasını öngören Kamu Yönetimi Yasa Tasarısı, Büyükşehir Belediyeleriyle ilgili 3030 sayılı yasa, 1580 sayılı Belediyeler, Köy Yasası ve İl Özel İdareleri ile ilgili yasa tasarılarının tamamlanması için çalışmalar hız kazanmış durumda. Şahin, “Çok zorlarsak bu işi bozulan ekonomik dengelerin cezasını hep birlikte çekeriz. Popülist davranamayız. 5+9 ile Türk-İş ile masaya oturarak resmi formaliteleri tamamlama noktasına geleceğimizi düşünüyoruz. Ayrıca devletin ne kadar memura ne kadar sözleşmeli istihdama ihtiyacı var bu da bellidir. Yeni girecekler de o şartla girecekler. Daimi sözleşmeye geçme imkanı da getiriliyor” diyerek, memur statüsü ile kamu kurum ve kuruluşlarına kaydırılmak istenen mağdurların akıbeti hakkında önemli bilgiler veriyor. Şahin, yasa tasarılarının 2003 yılı sonuna kadar TBMM’den çıkarılacağını belirterek, “Bu reform yasalarını biz çıkaramazsak hiçbir iktidar çıkaramaz” şeklinde son derece kararlı ifadeler kullanıyor.

Hükümet yetkilileri İMF ile yapılan anlaşma gereği kamu istihdamında bütçe hedeflerine uymak zorunda olduklarını, bunun için bu yıl 35 bin kadro hedeflerini aşmayacaklarını söylüyor. Şahin 5. gözden geçirme için Türkiye’de bulunan İMF heyeti ile yaptığı görüşme sonrası şu açıklamayı yapıyor: “Bu 35 bin kadro, 35 bin bir olmaz. Hangi bakanın ne kadar kadro alacağı belirlenmiş. Bir bakan kadro istediğinde bu tabloya bakarız. Bu tabloda kadro yoksa, bu isteğin yerine getirilmesi mümkün olmaz. Hükümetin kararlılığı ve TBMM’nin yaptığı çalışmalardan dolayı, heyet bize memnuniyetini ifade etti.” Sonra da özelleşen kurumlardaki işçilerin ihtiyacı olan bakanlıklara memur olarak aktarılmasına olanak sağlanması için yasal hazırlıklar yapılacağı aldatmacasını yutturmaya çalışıyor.

Özcesi Türk-İş ağaları özelleştirme saldırısına karşı mücadele etmeye, saldırıyı durdurmaya niyetli değiller. Üstelik özelleştirme sonrası işten atılanları da iş güvencesiz, örgütsüz, sosyal haklardan mahrum ve düşük ücretle sözleşmeli olarak kamu kurum ve kuruluşlarına ucuz işgücü olarak pazarlamak niyetindeler.

Anlaşma sağlanması beklenen protokolün bir diğer maddesi kamuda resen emeklilik olmayacağını öngörüyor. Ancak İMF’ye verilen sözler bunun mümkün olmadığını gösteriyor. İMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam başkanlığındaki heyet Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin ile görüştü. Moghadam, “Niyet mektubunda öngördüğünüz 9 bin 900 kamu işçisinin tasfiyesinde sapma olduğu gözleniyor. Bu olumlu bir gösterge değil” dedi. Görüşmede Haziran sonu itibariyle atıl istihdamın önüne geçmek için emeklilik yolu ya da başka biçimlerde tasfiye edilecek işçi sayısı hedefinin 2 bin 500 altında kalması tartışıldı. Şahin, “2 bin 500 kadar sapma var. Ancak bu emekli olacak çalışanlar 15 Temmuz’daki toplu sözleşmeleri bekliyor. Eğer biz sözleşmeleri 15 Haziran’da yapmış olsaydık sapma olmayacaktı. Temmuz’da bu sapma ortadan kalkacak. Hükümet olarak buna dikkat ediyoruz” dedi. TİS’lerin sonuçlanmasından hemen sonra kamuda zorunlu emeklilik ve işten atmalar yoluyla yaklaşık 10 bin çalışan tasfiye edilecek.

Maddelerden bir diğeri de 400 milyonun altında işçi ücreti olmayacağı yönünde. Yapmış olduğu araştırmaya göre açlık sınırını 453 milyon olarak tespit eden Türk-İş’in kamu işçisi için 400 milyon alt sınır belirlemesi de oldukça dikkate değer!

Kamu emekçilerine dayatılan sefalet ücretini de İMF belirliyor

Kamu işçilerinin TİS süreci devam ederken memur maaşlarındaki artışlar gündeme geldi. Kamu emekçilerinin ücretleri de 5. gözden geçirme için ülkemizde bulunan İMF heyetiyle yapılacak görüşmelerde ele alındı.

2003 yılı için işçi ve memurlara yapılacak ödeme miktarını 2.3 katrilyon lira olarak belirleyen hükümet 1 milyon 750 bin kamu çalışanına eşit miktarda, yani seyyayen zam yaptı. Hatırlanacağı gibi hükümet bu uygulamayı daha öncesinde “eşit işe eşit ücret” şeklinde lanse ederek talebin özünü çarpıtma yoluna gitmişti.

Kamuoyuna dahi doğru dürüst yansımayan memur ücretleri, hükümetin yılın ikinci yarısı için memur maaşlarına, aile ve çocuk yardımı ile taban aylığı katsayısını artırarak seyyanen zam yapmasıyla sonuçlandı. Zam miktarı iki çocuklu bir memur için 66 milyon lira, aile ve çocuk yardımı almayan bir memur içinse 47 milyon lira olarak belirlendi. Zamla birlikte en düşük memur maaşı 422 milyon liradan 488 milyon liraya yükselmiş oldu. Artış %9’a denk düşüyor.

Emekçiye gelince “har vurup harman savurmak” oluyor

Kamu-Sen’in yaptığı bir araştırmaya göre kamu çalışanlarının %42.9’u “açlık sınırı” olan 500 milyonun altında ücret alıyor. Yapılan son zamla en düşük ücreti alan memur yine açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmiş oluyor. Buna rağmen Şahin; “Bu verdiğimiz bütçe imkanlarının üstünde bir artıştır. Memurlarımız ve yakınları biliyor ki, maalesef borçlu bir ülkeyiz. Borcu borçla karşılayarak ekonomiyi döndürmeye çalışıyoruz. Har vurup harman savuramayız. Dengeleri korumak ve mali disipline uymak zorundayız. Sadece memurları değil, onların çocuklarını da düşünmek zorundayız” diyerek, emekçinin insanca yaşamak için talep ettiği ücreti savurganlık olarak değerlendirme yüzsüzlüğünü yapıyor.

Hükümet çalışanlara kaynak yaratmak bahanesiyle zam ve vergi saldırısı başlattı

Hükümet, işçi ve memur ücretleri için “kaynak bulursanız zam yapın” diyen İMF heyetinin açıklaması üzerine, kamu çalışanlarının maaşlarına kaynak yaratmak bahanesiyle vergi ve zam yağmuruna başladı. Her ücret artışı döneminde olduğu gibi, emekçilerin ücretlerine yapılan zammı kepçeyle geri almanın yolunu zam ve vergilerle bulan hükümet, bu uygulamalarına gerekçe olarak da yine işçi ve memur ücretlerini göstermekten geri durmuyor. Böylece hem işçi sınıfı ve emekçilerin haklı taleplerini karalamayı hem de eylemlerine desteği azaltmayı amaçlıyor.

Ancak hükümetin yalanları gerçeklerin üzerini örtemiyor. Gerçekler için yine hükümetle İMF yetkililerinin görüşmelerine bakmak gerekiyor. Yetkililer, memur ve işçi zammı hariç sadece tarımdaki mazot sübvansiyonu ve akaryakıttan alınan özel tüketim vergisi hedefindeki sapma nedeniyle 700 trilyonluk kaynak ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Buna ek olarak bütçede 46 katrilyonluk bir açıktan sözediliyor. Tabii ki bu açık işçi ve emekçi ücretleri nedeniyle değil dış borç ödemeleri nedeniyle meydana geliyor.

Yanı sıra özelleştirme saldırısı da yine kaynak bahanesiyle işçi ve memur maaşlarıyla maskelenmek isteniyor. ESK toplantasında zam isteyen sendika yönetimlerine yanıtı veriyor, “özelleştirme gelirinin yanı sıra, orman arazilerini satıp zam yapacağız”. Ücret artışı gibi bir emekçinin en haklı ve meşru talebi böylece özelleştirme gibi bir saldırının dayanağı haline getiriliyor.

Evren: “Ödediğimiz vergiler neden bize geri dönmüyor?”

Kamu emekçilerine reva görülen sefalet zammına karşı tepkisini dile getiren KESK Genel Başkanı Sami Evren “Kamu çalışanlarının ekonomik istikrarı bozan kesim olmadığını, banka da hortumlamadığını, istikrarı İMF programlarını uygulayan hükümetlerin bozduğunu” ifade ediyor ve soruyor, “Vergilerin büyük bölümünü biz peşin ödüyoruz. Bu vergiler neden bize geri dönmüyor?”

4688 sayılı sahte yasa karşılığında kamu emekçilerinin 12 yıllık fiili-meşru mücadelesini sekteye uğratan, hareketi çıktığından daha geri bir noktaya savuran reformist politikaların uygulayıcısı kendisi değilmiş gibi soruyor; “ödediğimiz vergiler neden bize geri dönmüyor?” Bu noktada Sami Evren’e hatırlatmak gerekiyor, emekçilerin ödediği vergiler geri dönüyor. Ama işsizlik, yoksulluk, açlık, sefalet ve devlet terörü olarak.

Bugün güncel ve somut olarak kamu emekçilerinin ücret artışında kendini gösteren sefalet ücreti dayatması yarın işgüvencesinin ortadan kaldırılması, sosyal hakların tasfiyesi, örgütsüzlük olarak kamu emekçilerinin karşısına çıkacak. KESK yönetimi, ücret artışı gibi ekonomik bir talepte olduğu gibi sosyal, özlük ve demokratik hak gasplarının mimarı İMF’ye karşı bugüne kadar nasıl bir mücadele programı ve hattı izledi? Öncelikle buna cevap vermelidir.

Kılıç: “Neymiş bu İMF, bırakın önümüze çıksınlar görelim”

Tayyip Erdoğan’ın “Niyet mektubunu İMF’ye siz imzalatın” restine karşılık Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç yanıt veriyor: “Neymiş bu İMF, bırakın önümüze çıksınlar görelim”. İşçi sınıfına ihanette sınır tanımayan bu işbirlikçi asalak, bugüne kadar İMF politikalarını ve hükümeti eleştirmekten öte gitmeyen açıklamalardan başka ne yapmıştır? Sanki bu ülkede emperyalistlerle çıkar ve işbirliği yapan bir sermaye sınıfı yokmuş gibi, ağasını atlayıp uşağıyla aşık atıyor.

Kılıç’ın “neymiş bu” dediği İMF’yi ve politikalarını işçi ve emekçiler çok yakından tanıyorlar. Yıllardır uygulanan saldırı programları sonucu işsizliği, yoksulluğu, sosyal yıkımı her gün daha fazla yaşayan işçi sınıfı ve emekçiler İMF’nin azgın bir sömürü aygıtı olduğunu çok iyi biliyorlar. Kılıç, işçi sınıfının gerçek bir önderinin alması gereken tutumu alarak “İMF ile anlaşmaları biz imzalamadık, bunun faturasını da biz ödemeyeceğiz. İMF ile kölece ilişkilere son verilsin, tüm dış borçlar geçersiz sayılsın!” diyerek kukla bir Başbakan’a rest çekeceğine, ahbap-çavuş ilişkisinin getirdiği yılışıklıkla, “neymiş bu İMF, bırakın önümüze çıksınlar da görelim” diyor.

İMF ve emperyalizme karşı militan ve kararlı bir mücadele!

Ücret artışlarından, hükümetin kısa dönemde hayata geçirmek için canla başla çalıştığı sosyal yıkım programının altından İMF çıkmaktadır. Özelleştirmeler, kamu çalışanlarının tasfiyesi, düşük ücretler, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinin paralı hale getirilmesi, kölelik yasaları vb. uygulamalar emperyalistlerin çıkarları ve dayatmaları sonucu bir kısmı yasalaşan, bir kısmı ise hızla yasalaşması planlanan saldırılardır. İMF ile kölelik anlaşmalarını imzalayan sermaye uşağı hükümet ise, emperyalistlerle işbirliği yapan da Türk sermaye sınıfıdır. Emperyalistlerle girilen bu kölelik ilişkileri ve anlaşmalar ancak işçi sınıfı ve emekçilerin öncülüğünde gerçekleşecek sosyalist bir devrimle son bulacaktır. Ancak bu gerçeklik, bugün İMF ve emperyalizme karşı mücadelenin güncel ve ptik önemini azaltmadığı gibi artırmaktadır.

Konfederasyon yönetimlerinin halihazırdaki pratikleri İMF ve emperyalizme karşı mücadelede kararlı ve militan bir mücadele hattı ortaya koymaya niyetli olmadıklarını gösteriyor. Bir dolu laf ebeliği yaparak sermaye iktidarının saldırılarına geçit vermekle yetiniyorlar. Geçmişte sınıf hareketinin yaşadığı durgunluk TİS sürecinde parçalanır, bir parça da olsa hareketlilik yaşanırdı. Ancak bugün hem saldırıların ideolojik, sosyal ve iktisadi boyutu nedeniyle, hem de sendika yönetimlerinin sermaye ve hükümetle yaptığı işbirliğinin sonucu olarak, tam bir dibe vurmuşluk yaşanıyor.

Sınıfın sendikalar dışında örgütlendikleri herhangi bir örgütlülükleri henüz bulunmuyor. Sorunun bir yanını işçi sınıfı ve emekçilerin politikleşerek devrimci mücadelede taraf olamaması, diğer yanını ise, ilkiyle bağlantılı olarak, bağımsız taban örgütlülükleri oluşturarak sendikaları gerçek bir emek örgütü haline getirememeleri oluşturuyor.

Sendika yönetimleri her geçen gün ihanetlerine bir yenisini eklerken, sınıfın öncüleri üzerlerindeki ölü toprağını atarak bulundukları her alanda emperyalizme, işbirlikçi sermaye iktidarına ve sendikal ihanet şebekesine karşı mücadeleyi örgütlemek ve yükseltmek zorundadırlar.