13 Aralık'03
Sayı: 2003 (11)


  Kızıl Bayrak'tan
  Türk-İş: Sermayenin ve sermaye düzeninin hizmetinde yarım asır
  10-11 Aralık eylemleri ve kamu emekçileri hareketi...
  KESK eylemlerinden...
  Bir gün değil, kazanıncaya kadar direniş, kazanıncaya kadar grev!
  Sermaye uşağı hükümet cam işçilerinin grevini yasakladı...
  19 Aralık faşist katliamı 3. yılında...
  Türk-İş Genel Kurulu yapıldı...
  DİSK Tekstil'in 10. Genel Kurulu...
  Fanset direnişinin derslerinden öğrenelim!
  Kıbrıs üzerinde ABD müdahalesi yoğunlaşıyor...!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/7: Geleneksel solda kaçınılmaz akıbet
  Gürcistan'da yaşanan bir "halk hareketi" mi?
  İşgal karşıtı direniş emperyalistleri zorluyor...
  Siyonist İsrail "çözüm" adı altında işgalci konumunu meşrulaştırmak istiyor
  KONGRA-GEL programı hakkında birkaç söz...
  Almanya'da işçi eylemleri...
  Ekim Gençliği'nden...
  Öğrenci gençlik baskı ve terörle susturulmaya çalışılıyor...
  İtalya'da iki milyonu aşkın işçi-emekçi haykırdı: "Geleceğimizi savunalım!"
  Bültenlerden...
  Kültürel doku bozuklukları
  Ekim yeniden yayın yaşamında!..
  "İmparatorluk projesi" ne durumda (II)
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
“İmparatorluk projesi” ne durumda (II)

“Terörizme karşı küresel savaşın odağında” olduğu ileri sürülen Irak ise ilk sömürge valisi adayı emekli general James Garner’in sözleriyle, “birçok hatanın yapıldığı”... “olayların öngörülenden farklı yönlerde gelişmeye başladığı” bir yer (USA TODAY, 27/11). Harp Akademisi West Point uluslararası güvenlik kürsüsünden Prof. General Barry McCaffrey’e göre de “Irak, askeri ve siyasi açıdan iflas; iyileştiği de yok” (Wall Street Journal, 28/11).

Gerçekten de karşımızda, bir direnişe çarparak patinaj yapan bir işgal var. Direnişçilerin eliyle ölen ABD askerlerinin sayısı savaşta ölenleri geçti. Direniş, sistemli biçimde ve ittifaklar kurarak savaşıyor; vuruş gücünü, tank, helikopter hatta sabit kanatlı uçak vurmaya başlayarak kanıtlıyor; BM, Kızıl Haç gibi kuruluşları; ABD’nin Ürdün, Türkiye, İtalya, İspanya, Japonya Güney Kore gibi müttefiklerini, giderek, yerli işbirlikçileri hedef alıyor; Nihayet “Sünni üçgeninin” dışına, kuzeye yayılıyor. Halbuki, ABD’nin İmparatorluk projesinin başarısı, Irak’ta hızlı ve kesin bir zaferle, önünde durulamaz bir askeri gücün varlığının kanıtlanmasını gerektiriyordu.

ABD’nin Irak’ta rejim değişikliği planı da Kürt, Şii ve Sünni gerçeğine çarptı. Ekonomi işlemiyor, petrol bile, bir türlü engellenemeyen sabotajlardan dolayı düzenli olarak çıkarılamıyor, dağıtılamıyor. Bir rejim değişikliği, düzen kurma sürecinde işgalciyi destekleyebilecek tek sınıf, Iraklı iş adamları. Ancak “neocon” soyguncular, bunları arpalıkların ve tatlı ihalelerin dışında bırakarak, bindikleri dalı kesmeye devam ediyorlar. Irak’ta bir rejimi yaşatabilmek için bunun Baas Partisi ve ordu üzerine kurulması gerektiğini birçok gözlemci söylemişti. Ancak neocon fanatikler, kendilerini II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’sında sanıp, “Nazilerden arındırma”ya benzer bir “Baas’tan arındırma” işine giriştiler. Devlet yapısı dağıtıldı ve 400.000 ordu personelinin işine son verildi. Şimdi aylardır süren bir direnş içinde, taraflar iyice kemikleştikten, nefretler bilendikten sonra, kimi orta düzey Baas partililerin “göreve çağırılmaya” başlandığı bildiriliyor. Ne demişler... Denize düşen yılana sarılır...

Geleneksel muhafazakar kanattan, askeri strateji uzmanı ve 4. kuşak savaşlar teorisinin kurucusu W.S Lind “Afganistan ve Irak savaşları çoktan kaybedildi, ABD ne yaparsa yapsın artık buralarda durumu bir zafere çeviremez” diyor ve ekliyor: “Neoconların bize veda hediyesi bir Hilary Clinton başkanlığı olacak bu gidişle..! Sağ olun çocuklar...”

Yeni katalizör

ABD diplomatik alanda da, imparatorluk projesi öncesine göre daha zayıf bir konumda. Irak sürecinde, ABD’nin Avrupa’yla arası açıldı, küresel düzeyde ABD düşmanlığı arttı. Bu arada, ABD’nin “özel ilişkilisi” İngiltere’nin Avrupa liderliği rüyası, Avrupa’yı ABD’ye bağlayan menteşe olma umudu tümüyle söndü.

Tarihi boyunca emperyalizm; Ortadoğu halklarıyla, Müslümanlarla ilişkilerinde dini mezhepler, aşiretler arası düşmanlıkları sonuna kadar sömürmüştü. Ancak, Irak’ın işgalinden sonra, ABD-İsrail ittifakının Arap halkları üzerindeki hegemonyası, daha ağrılı bir yaraya dönüştü. Bu ağrı, artık, ABD işbirlikçisi yoz rejimlerin sınırlarını aşan, yeni, birleştirici bir etki yaratmıyor. Şimdi süreç, hem aşiretleri, aralarındaki düşmanlıkları aşarak birlikte savaşmaya zorluyor (İngiltere’de Kanal 4, böyle bir ittifaklar toplantısının kayıtlarını yayımladı, 26/11), bir ulusal bilincin güçlenmesine yol açıyor hem de geçmişte seküler bir ideolojiye ve örgütlemeye sahip Baas rejiminin, dışarıdan gelen Cihadi intihar eylemcileriyle birlikte çalıştığı görülüyor.

ABD’nin, büyük katliamları göze almadan bu süreci geri çevirmesi artık olanaklı değil. Dolayısıyla nüfusu hızla artan, gençleşen ama yoksullaşan bu bölgedeki etkisinin artık bir zayıflama trendine oturduğunu; bu sürecin bir gün bölge elitinin Uzakdoğu’nun etkisi altına girmeye başlayabileceği bir konjonktüre açılmasının da, olasılıklar yelpazesi içine girdiğini düşünüyorum. Arap entelijansiyası arasında, “Dünyanın merkezinin Batı’dan Doğu’ya kaymakta olduğuna ilişkin bir algının gelişmeye başladığını gösteren tartışmalar var (Örneğin Al Ahram Weekly 13/11 ).

Ya demokrasi?

Irak, neoconların Ortadoğu’daki “demokratik devriminin” ilk durağı olacaktı. Ancak, bugün bölgede, radikal dinci akımların “terörizminin” güçlenmekte olması bir yana, ABD’nin, bırakın soruşturma açmayı, ölen sivillerin kaydını bile tutmuyor olması, Şaron’dan ödünç alınmış, direniş zanlılarının evlerini yıkma taktikleri Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların tepkilerini çekiyor. Irak Geçici Kuklaları da, eleştirileri susturmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Önceki hafta, TV kanalı, El Arabiya’nın yayını durduruldu. Daily Mirror’un bildirdiğine göre, koalisyon güçleri bir süredir “Koalisyon aleyhine konuşanları” tutukluyorlar. Saye The Children adlı uluslararası yardım örgütünün ABD kanadı, İngiliz kanadını, “Irak halkının sıkıntılarından dolayı işgali suçlayan eleştirilerini geri ¸ekmesini isteyerek” susturdu (The Guardian 28/11). Bu arada Baas Partisi kadroları, “Muhaberat” ajanları yeni yönetime entegre edilmeye çalışılıyorlar.

Yönetimi “kuklalara” devretme süreci de planlandığı gibi gitmiyor. Iraklı Şiiler’in ABD’ye en yakın lideri Sistani, yeni devletin Müslüman bir kimliğe sahip olmasında, seçimlerin, Bremmer’in seçtiği adaylarla değil serbestçe yapılmasında ısrarlı. İmparatorluk projesi, ABD halkının demokratik haklarını da aşındırıyor. Önceki hafta New York Times, FBI ‘nin, McCharty dönemini anımsatır bir biçimde savaş karşıtlarının listesini tutmaya başladığını bildiriyordu. ABD gizli servisi de Rapçi EMINEM’in bir şarkısının sözlerini “Acaba Başkan’a tehlike oluşturur mu?” kaygısıyla soruşturuyor (CNN 06/12). Tabii Gauntanamo Kampı’nı, ayyuka çıkan işkence iddialarını, Kızıl Haç’ın eleştirilerini de unutmamak gerekir.

Ve ‘neocon’lar

Bu ortamda, neoconların ABD dış politikası üzerindeki etkilerinin zayıflamaya başladığını gösteren gelişmeler artıyor. Condaleezza Rice’a bağlı Irak Stabilizasyon Grubu oluşturuldu, sivil yönetime geçiş hızlandırıldı, İran’la ilişkiler diplomatik bir zemine çekiliyor. Armitage görüşmelerin yeniden başlayacağını açıkladı, Bush Kuzey Kore’yle bir saldırmazlık anlaşması imzalamayı kabul etti. Powell, Uluslararası Ceza Mahkemesi tartışmalarında ABD’ye destek vermeyen 6 Orta Avrupa ülkesine uygulanan yaptırımları kaldırttı, neoconların şiddetle karşı çıktığı yeni gayri resmi Ortadoğu barış projesinin mimarlarıyla, Bush’un onayıyla da görüşüyor. Neoconların karşıtı bir dış politika stratejisi savunan “realist” kadrolar yüksek görevlere atanmaya başlandı: Baba Bush’un yakını Baker, Irak’ın borç sorununa bakmak üzere atandı, eski Hindistan Başkosolosu ve Bremmer’in yakını Robert Blacwill Irak politikasını fiilen yönetmeye, Bremmer’in de Rumsfeld’i atlayarak Blackwill’e çalışmaya başladığı bildiriliyor. Council on Foreign Relations dan Richard Haas gibi uzmanların neocon politikalara yönelik eleştirileri yoğunlaşıyor...
Umarız hükümet bu gelişmelere doğru

teşhis koyarak, batmaya başlayan Terorizme Karşı Küresel Savaş projesine, yeni bir cephe açarak ortak olmaz... Ah! İyimserlik...

Ergin Yıldızoğlu
(Cumhuriyet, 10 Aralık 2003)



Almanya’da sosyal yıkıma karşı
protestolar sürüyor

1 Kasım günü Almanya’nın başkenti Berlin’de sosyal yıkıma karşı gerçekleşen ve beklenin yaklaşık beş katından fazla (yaklaşık 100 bin kişi katılmıştı) göstericinin katıldığı gösteri yerelde de etkisini göstermeye devam ediyor. Wiesbaden’deki 50 bin kişilik işçi-emekçi gösterisinin ardından bu kez de Kassel kentinde kitlesel bir işçi eylemi gerçekleşti. “Sosyal yıkıma karşı, toplu sözleşme hakkı için!” şiarı altında mesai saatinde gerçekleşen gösteriye yaklaşık 7 bin kişi katıldı.

DGB (Alman Sendikalar Birliği) Kassel belediyesi sınırları içindeki tüm işyerlerinin çalışanlarını genel bir gösteriye çağırmış ve bu gösteriyi mesai saatinde gerçekleştirmişti. Volkswagen, DaimlerChrysler, Bombardier, Krauss-Maffei-Wegmann, Alstom ve Bode gibi büyük şirketlerin çalışanlarının yanı sıra birçok küçük ve orta ölçekli işyerinin çalışanları, kamu emekçileri, sağlık emekçileri, ulaştırma çalışanları, yüksek öğretim elemanları ve kendi istemleri için gösteri yapan üniversite öğrencileri de katıldı. Bölgede bulunan birçok işyeri ise gösteriye delege göndererek destek verdi. Kassel ulaştırma şirketi çalışanları Kassel etrafındaki sanayi bölgelerinde çalışan göstericileri metro ve otobüslerle gösteri alanına taşıdı.

Gösteri öncesi SPD kolunun sendikaya gönderdiği, kendilerinin sendikalarla “çalışanların hakları ve sosyal adalet konusunda birleştikleri” mesajı veren ve bu konuları birlikte dile getirme isteklerini içeren mektubu ise, “sizi yaptıklarınızla değerlendiririz” türünden bir tepkiyle karşılandı. Gösteride tepkiler aynı zamanda eyalet yönetimine karşı da gerçekleşti.

Gösteri işverenler birliği binası önünde son buldu. IG-Metall sözcüsü Ullrich Messmer burada yaptığı konuşmada, “Siyasetçilerin patronları burada oturuyor” dedi ve toplu sözleşme hakkına dokunulması halinde gösterilerin büyüyeceği uyarısında bulundu. Sosyal yıkıma karşı gençlik sözcüsü Nico Weinmann ise 1 Kasım’dan itibaren 350 bin kişinin sosyal yıkıma karşı sokaklara çıktığını hatırlatarak, bu gücün bir günlük bir genel greve dönüştürülmesi çağrısında bulundu. Öğrenci temsilcisi Miriam Fischer ise yaptığı konuşmada, tekellere devlet tarafından akan teşvikleri dile getirerek, bunların artık kamu işletmeleri olduğunu söyledi.



Berlin’de gençlik yine alanlardaydı!

Berlin’de üniversiteli gençlik 6 Aralık günü eğitim alanında yapılan kesintilere karşı yine yürüdü. Havanın çok soğuk olmasına rağmen 15 bin öğrencinin katıldığı yürüyüş çok coşkuluydu. Haftalardır süren bu eylemler yine Brandenburgertor’da başladı. Yürüyüşte taşınan döviz ve pankartların yanı sıra hükümetin öğrencileri taş devri çağına geri götürdüğünü sembolize eden taş devri arabası ilgi çekti. Humbold Üniversitesi’nin önüne gelindiğinde “For sale!” (Satılıktır!) pankartının öğrenciler tarafından üniversitenin çatısından sarkıtılarak asılması alkışlarla karşılandı.

Yapılan konuşmalarda; hükümetin yalancı olduğu, verilen sözlerin hiçbirinin yerine getirmediği, yeni hükümetin eskiyi aratmadığı ve kitleleri aldattığı vurgulandı. Bu saldırıların sadece öğrencilere dönük olmadığı, işçi ve emekçilere yönelik kapsamlı bir saldırı olduğu anlatıldı. 13 Aralık günü ilerici kurum ve sendikaların da desteğini alarak çok daha görkemli bir biçimde tekrar alanlara çıkılacağı açıklandı.

Bir-Kar olarak alanda “Sermayenin saldırılarına karşı birleşik mücadeleye!” pankartımızla yerimizi aldık. (Bir-Kar/Berlin)