13 Aralık'03
Sayı: 2003 (11)


  Kızıl Bayrak'tan
  Türk-İş: Sermayenin ve sermaye düzeninin hizmetinde yarım asır
  10-11 Aralık eylemleri ve kamu emekçileri hareketi...
  KESK eylemlerinden...
  Bir gün değil, kazanıncaya kadar direniş, kazanıncaya kadar grev!
  Sermaye uşağı hükümet cam işçilerinin grevini yasakladı...
  19 Aralık faşist katliamı 3. yılında...
  Türk-İş Genel Kurulu yapıldı...
  DİSK Tekstil'in 10. Genel Kurulu...
  Fanset direnişinin derslerinden öğrenelim!
  Kıbrıs üzerinde ABD müdahalesi yoğunlaşıyor...!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/7: Geleneksel solda kaçınılmaz akıbet
  Gürcistan'da yaşanan bir "halk hareketi" mi?
  İşgal karşıtı direniş emperyalistleri zorluyor...
  Siyonist İsrail "çözüm" adı altında işgalci konumunu meşrulaştırmak istiyor
  KONGRA-GEL programı hakkında birkaç söz...
  Almanya'da işçi eylemleri...
  Ekim Gençliği'nden...
  Öğrenci gençlik baskı ve terörle susturulmaya çalışılıyor...
  İtalya'da iki milyonu aşkın işçi-emekçi haykırdı: "Geleceğimizi savunalım!"
  Bültenlerden...
  Kültürel doku bozuklukları
  Ekim yeniden yayın yaşamında!..
  "İmparatorluk projesi" ne durumda (II)
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
DİSK Tekstil’in 10. Genel Kurulu...

Koltuk hesaplarının öne çıktığı
ruhsuz bir genel kurul

DİSK Tekstil Sendikası’nın 10. Genel Kurulu 6-7 Aralık günü yapıldı. Süleyman Çelebi’nin yeniden aday olduğu ve tek listenin çıktığı genel kurulda, Çelebi yeniden Genel Başkan seçildi. Coşkusuz bir şekilde başlayan genel kurulda ilk sözü Çelebi aldı.

Çelebi, Türkiye ve dünyadaki yaşanan son gelişmelere değindikten sonra, işçi sınıfının ciddi saldırılarla karşı karşıya kaldığını ve bu süreçte sendikaların da kan kaybettiğini belirtti. Saldırıların en kapsamlısı olan iş yasası karşısında DİSK’in dimdik ayakta durduğunu, süreçten alnı ak bir biçimde çıktığını, elinden geleni yaptığını, tek başına bırakıldığı için böyle olumsuz bir sonuçla karşı karşıya kalındığını söyledi. Tabii ki DİSK’i bu “kararlı” mücadelesinde tek başına bırakan Türk-İş ve Hak-İş’i eleştirdi. Asıl suçlu onlardı! Çelebi konuşmasının devamında tekstil işçilerinin son dönemde karşılaştıkları saldırılar ve hak gaspları (kayıtdışı çalışma, çocuk işçiliği, kriz gibi gerekçelerle işten çıkarma) karşısında örgütlenmeye çalıştıklarını, testil patronlarının örgütlenme girişimlerine işten atma terörü ile yanıt verdiğini söyledi. DİSK Tekstil’in bir önceki genel kurulundan bu yana geçen 4 yılda yaşadığı kayıplara, nedenlerine, çözüm yollarına hiç değinmeden, süreci sorgulamadan “geçmişte yapılan hataları burada bırakacağız” temennisiyle konuşmasını tamamladı.

Çeşitli sendika ve reformist sol parti temsilcilerinin yaptıkları konuşmalardan sonra Rıdvan Budak konuştu. R. Budak’ın Tekstil’in başkanlığına aday olmayı düşündüğü, bunun için haftalardır il il dolaşıp toplantılar yaptığı biliniyordu. Budak, sendikanın 4 yıllık başarısızlık tablosunu eleştirerek prim toplamaya çalıştı. İşin özünde ise kişisel çıkar hesaplarına dayalı bir konuşma yaptı.

Budak’ın konuşmasının ardından salonda saflaşmalar yaşandı. Delegeler Budak’ı ve Çelebi’yi destekleyenler olarak ikiye ayrıldı. Ve bu ayrışma Çelebi’yi destekleyen delegelerin Budak’ın yandaşlarına yönelik tepkisine dönüştü. Budak’ı destekleyenlerin başında Kazım Doğan ve Ali Yılmaz geliyordu.

Bu iki şahsı tekstil işçileri de, sınıf devrimcileri de yakından tanıyorlar. Sendika yöneticileri olmalarına rağmen işçilerin çıkarlarını değil patronların çıkarlarını savunan ve onların safında yer alan, birçok sendikal örgütlülüğü dağıtan sınıf hainleri bunlar. Yıllardır tekstil sektöründe bir dizi örgütlülüğü bizzat dağıtan bu hain ikili, genel kurul sürecinde de ihanetçi kimliklerini ortaya koymaktan geri durmadılar. Bir dizi işletmede patronlar kendi işyerlerindeki delegeleri çağırarak bu hainlerin olduğu listeye oy vermelerini istediler. Delegelerin büyük çoğunluğu bu ikiliye tavır aldılar. Konuşmalarını alkışlarla protesto ettiler, bazıları salonu terkederken bazıları da konuşma yapılırken arkalarını döndüler.

Kürsüde bir işyeri temsilcisi dışında sadece şube başkanları konuştu. Konuşmaların hemen hemen hepsi aynı içerikteydi. Kişisel hesaplar, kişisel çıkar çatışmaları ve koltuk kaygıları... Yalnızca Gaziantep Şube Başkanı Muzaffer Subaşı farklı bir konuşma yaptı. Subaşı konuşmasında şunları söyledi:

“Sen bana şunu yaptın, bunu yaptın diye konuşuyoruz. Burada asli görevlerimizi konuşalım. Barajları konuşalım. Sendikal örgütlülüğün önündeki engelleri konuşalım. Örneğin noter nasıl kalkar onu da konuşalım. Sendikamız küçüldü. Ekonomik darboğazda. Bugünden sonra yapmamız gerekenleri konuşalım. Çukobirlik olayı için genel kurul kararı alalım. Yeniden açılması için her türlü eylemi yapalım. Hükümetten bir şey bekleyemeyiz. İşverenler ise son 5 yılda hiç olmadıkları kadar saldırgan. Sendikamız kendi özgücüne güvenmeli. Ve her türlü eylem kararını almalı. Sınıf sendikası değiliz. Geleneklerimizi terketmemeli ve sınıf sendikası olmalıyız. Duruşumuz, hareketimiz, herşeyimiz alanda diğer sendikalardan farklı olmalı. Çekim merkezi olmalıyız. Sendikamızı çekim merkezi nasıl yaparız diye tartışmalıyız. Böleleri büyütmeliyiz. Dosta sevinç veren, düşmana korku salan bir sendika olmalıyız.”

Bunun tüm salonda en çok ilgiyle dinlenen konuşma olduğunu söyleyebiliriz.

Genel kurula yaklaşırken

Sermayenin saldırılarının had safhaya vardığı bir dönemde tekstil sektöründe de azgınca saldırılar yaşandı. Ağır baskılar eşliğinde sigortasız, düşük ücretle çalışma yaygınlaştı. Çocuk emeği her geçen gün daha fazla kullanılmaya başladı. Özellikle kölelik yasasının geçmesinden sonra patronlar daha da pervasızlaştılar. Bu durum karşısında geçtiğimiz aylarda Türkiye’nin çeşitli illerine yayılmış bir şekilde onlarca tekstil fabrikası sendikal örgütlenmeye yöneldi. Ama ne yazık ki bu örgütlenme girişimlerinin çoğu, belirli bir örgütlü temele dayanmadığı ölçüde, mücadeleci çizgiden uzak, uzlaşmacı, bürokratik sendikal anlayışa teslim olmuş, sonucunda işten atmalarla sonuçlanmış ve dağıtılmıştır.

Aynı çizgi, bırakalım yeni yerler örgütlemeyi, mevcut yerleri bile koruyamıyor. Birçok örgütlülük patronların saldırıları sonucu dağıldı, yetki düştü. Özellikle tekstilde en ciddi saldırılardan biri olan taşeronlaşmaya prim verildi. Bunun sonucunda örgütlülükler ya dağıtıldı ya da dağıtılmasının önü açıldı.

4 yılın sonunda DİSK Tekstil, üye sayısı yarı yarıya düşmüş, yeni örgütlenme girişimlerinin büyük çoğunluğu başarısızlıkla sonuçlanmış, örgütlü olduğu yerlerin büyük çoğunluğuna taşeron şirketler girmiş, mali olarak dibe vurmuş bir şekilde genel kurula gitti.

Sınıfın çıkarları mı, koltuk
hesapları mı?

Genel kurullar, sendikaların en üst organlarıdır. Gerçek bir sınıf örgütünde sınıf hareketinin sorunlarının tartışılması, geçmiş dönemin başarısızlıklarının sorgulanması, yeni dönem mücadele perspektiflerinin ortaya konulması beklenir. Ancak DİSK Tekstil Genel Kurulu’nda bunlardan eser yoktu. Başarısızlıkların nedenlerinin üzerinden atlanıldı. Hatta hiç sorgulanmadı. Üyeliklerin yarı yarıya düşmesi, koca fabrikaların kapısına kilit vurulması karşısında hiçbir şey yapılmamasının hesabını hiç kimse vermedi. Bu başarısızlık tablosu, devletin, hükümetin ve patronların saldırganlığıyla açıklanmaya çalışıldı.

Sınıfa yönelik genel saldırıların da üzerinden atlandı. Kocaman bir sınıf örgütünün temsilcisi kölelik yasasına karşı hiçbir şey yapmadığı halde süreçten alnının akıyla çıktığını söyleyebilir mi? Söylediğinde onun bir ciddiyeti kalır mı?

Genel kurulda ortaya konan tek şey, koltuk hesabıyla kişisel çekişmeler oldu.
Kongrenin gösterdiği bir diğer olgu, işçilerin sendikalardan, sendikal sorunlardan kopuk olması. Delegeler dışında genel kurula hiçbir katılımın olmaması, hatta katılan delegelerden biri hariç kimsenin konuşmaya gerek bile duymaması, bunun somut göstergesiydi.

Nasıl böyle olmasın ki? Sen işçiye yıllardır tek bir eğitim verme, sendikal demokrasiyi işletme, işyerinde yaşanan sorunlar karşısında işyeri temsilcilerini ve işçileri patronla yalnız bırak, hatta patronla kol kola gir, sınıfın sorunlarına dair mücadeleci bir hat izlemek bir yana adını bile ağzına alma, sendikal örgütlenmeye yönelik ilginin en fazla olduğu dönemde örgütlenen işçiyi yarı yolda bırak... Bu tablodan sonra işçinin sendikasına sahip çıkması nasıl beklenebilir!

DİSK Tekstil’in tablosu genel sendikal hareketteki tıkanıklıktan ayrı değil. Mevcut sendikal anlayış sınıfın çıkarlarını savunmaktan uzaktır. Sendikaların başında oturanlar koltuk kaygısıyla hareket etmektedirler. Böylece genel kurullar sadece bir orta oyununa dönüşmekte, ruhsuz bir şekilde usulen yapılması gerekenler yapılmakta ve aynı çark dönmeye devam etmektedir.

Bu tablo değişmek zorundadır. Çözüm tabandan örülecek bir çalışmada, devrimci sınıf mücadelesinin yükseltilmesindedir. Sendikaların başındaki hain ve bürokrat takımı ancak bu sayede koltuklarından sökülüp atılabilir ve sendikalar gerçek sınıf örgütleri haline getirilebilir.

BDSP’li tekstil işçileri



DİSK Tekstil Genel Kurulu’ndan bir
delegenin izlenimleri...

Tekstil İşçileri Sendikası 10. Olağan Genel kurulu saat 09.00’da delege ve konukların Sürmeli Oteli’nde toplanmasıyla başladı. Kongre başlamadan önce salonda sendikacılar kulis yapıyorlardı. Ama delegeler ne yapmaları gerektiğinin bilincinde değillerdi. Onlar sadece ortalıkta kuru bir kalabalık oluşturuyorlardı.

Genel Kurul DİSK Genel Başkan Süleyman Çelebi’nin konuşmasıyla başladı. Çelebi 4 yıllık süreci yakınmacı bir ruh hali ile anlattı. Tekstilde örgütlenen işçilerin sürekli işten atmalara maruz kaldığını, onun için örgütün zayıfladığını, bütçesinin daraldığını ifade etti. Kölelik yasasının meclisten geçmesinde kendilerinin hiç rolü yokmuş gibi topu Türk-İş’e attı.

Ben DİSK Tekstil’de örgütlü bir işçi olarak kölelik yasasına karşı sendikanın herhangi bir eylemini (iş durdurma, iş yavaşlatma vb.) duymadım. Süleyman Çelebi’nin kölelik yasasına karşı duruşunun Türk-İş’ten farkı neydi? İşten atılmalara gelince, çoğu işyerinde sendikacıların işine gelmeyince işçilerin atılmasına göz yumdukları, hatta zaman zaman kendi elleriyle işçi attırdıkları bilinen bir gerçeklikti.

Konuk konuşmacıların dilek, temenni ve gündeme ilişkin konuşmalarına geçildi. Konuşmacılar zaten her zaman görüşlerini bildiren simalardı. KESK Genel Başkanı Sami Evren, SHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kul, EMEP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Kılınçarslan vb. Konuşmalarında ise kayda değer pek bir şey yoktu. Kürsünün asıl sahibi, asıl konuşması gerekenler işçiler, delegeler olması gerekirken, bir kişi bile söz alıp kendini ifade edemedi. Bu sendikal örgütlülüğün içinde bulunduğu durumun, işçilere ne kadar yabancılaştığının bir göstergesi olmalı.

DİSK Tekstil sendikası eski Genel Başkanı Rıdvan Budak, Süleyman Çelebi döneminde sendikanın geldiği yeri (sanki kendi rolü yokmuş gibi) eleştirdi. Üye sayısındaki düşüşten, örgütlülükteki zayıflıktan sözetti. Bu arada parlamentoya girmesinin günahını çıkartmayı da ihmal etmedi. Konuşmanın uzun sürmesi, sürekli olarak eleştirmesi Çelebi’yi kızdırdı, (tam da onlara yakışır bir tarzda) salonun ortasından kürsüye yürüyerek “senin konuşman uzun sürecek, ben ihtiyacımı karşılayıp geleyim” diyerek tepki gösterdi ve salonu terketti. Bu tepki salonda Budak taraftarları ile Çelebi taraftarları arasında gerginliğe yol açtı. Karşılıklı sloganlar atıldı.

Rıdvan Budak seçimin DİSK’e yakışır bir tarzda çarşaf liste yöntemi ile yapılması gerektiğini söyledi. Çarşaf liste yönteminin daha demokratik olacağını iddia etti. Çelebi’nin istediği blok liste metodunun ise dayatmacı, diktatörce bir yöntem olduğunu söyledi. Bunun üzerine çarşaf liste-blok liste oylaması yapıldı. Çelebi taraftarlarının çoğunlukta olmasından dolayı oylama blok listenin kabulü ile sonuçlandı.

Daha sonra DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi söz alarak kendini savundu. Hemen ardından Kazım Doğan kürsüye çıktı. Doğan’a tepkili olan Bursa delegeleri önce arkalarını döndüler, sonra da salonu terkettiler. Çıkarken de Kazım Doğan’a dönüp, “protokolü kaça sattın, kaç para aldın” diyerek yaşadıkları ihanete duydukları tepkiyi ortaya koydular. Bu bölüm genel kurulun en hareketli bölümüydü.

Bursa delegelerinin tepkilerinin anlamlı olduğu kesin. Ancak kendi aralarında bir-iki konuşmacı seçerek yaşadıkları ihaneti (diğer fabrikalarda çalışanların ders çıkartması bakımından) kürsüden ifade etmiş olsalardı daha anlamlı bir iş yapmış olurlardı. Kazım Doğan kürsüden iner inmez kendi grubuna yönelerek, Adana Şube Başkanı Günay Onayman konuşmaya başladığında arkalarını dönüp dinlememe komutu verdi. Ancak onu destekleyen grubun tepki koymak gibi bir ruh hali içinde olmadığı gözleniyordu. Günay Onayman kürsüye çıktığı zaman, Kazım Doğan’ın dediğini yapmak adına sessizce salonu terkettiler. Sendika yönetiminden Ali Yılmaz’ın salonda en çok yuhalanan, tepki duyulan konuşmacılardan biri olduğu gözlendi. Genel Kurul’un birinci günü konuşmalarla ve gündemin öteki maddelerinin görüşülmesiyl gece geç saatlerde sona erdi.

İkinci gün seçim yapıldı, sonuçlar açıklandı ve ardından yeniden genel başkanlığa seçilen Süleyman Çelebi bir konuşma yaptı.

Genel Kurul delegesi bir tekstil işçisi



DİSK Tekstil Genel Kurulu’nda delegelerle konuştuk...

“Mücadeleci bir sendika istiyoruz!”

Çukobirlik delegesi: Rıdvan Budak bir dönem milletvekilliği yapmış. Burayı da basamak olarak kullanıyor. Gelecek sene yine bir partiden aday olacak. İşçi sınıfının mücadelesinde eksiklik vardı, niye bıraktı? Milletvekilliği uğruna yarı yolda bıraktı.

İşçi sınıfının liderlere ihtiyacı var. Tüm yöneticiler 35 yıldır sendikacı. İşçi sınıfına bir şeyler verecek insanlar getirmediler, yetiştirmediler. En azından 5-10 tane yetişsin. Güven gitmiş, yeni insanlar gelsin, yetişsin, işçi sınıfına bir şeyler versin. Hep konfederasyonlar böyle mi kalacak?
Çukobirlik’te 6-7 bin kişi çalışıyordu. 1200’lere kadar düştü. Bu yasadan dolayı (Birlikler Yasası) hepimiz dışarıdayız. Adana’nın yarısını Çukobirlik besliyordu. Adana’nın yarısı aç. R. Budak Çubobirlik’in açılmasından bahsediyor. Ortadoğu’nun en büyük tesisi diyor. Yalan söylüyor. Çünkü bu yasa onun milletvekili olduğu dönemde yasalaştı. Kendileri imzaladılar.

Çukobirlik delegesi: Çukobirlik 7 Temmuz’da kapandı. 1 Ağustos’ta açılacağı söylendi. Aylardır hiçbir gelişme yok. İnsanlar çok zor duruma düştüler. DİSK Tekstil’in yöneticisi olmak kolay değil. Yürek, bilek, cesaret ister. Mücadele gücü yüksek olacak. Gerektiğinde kellesini ortaya koyacak. Bunları kendinde göremeyen bir insanın Tekstil’de görev yapmasını doğru bulmuyorum.

Mensa delegesi: Barajı bile zor aşarken büyük mücadeleler verildiğine inanmıyorum. Türkiye’nin her yerinde girdi çıktılar var. Bu DİSK’te de var. DİSK’in aldığı haklardan bu ülkenin Türk-İş’i de, Hak-İş’i de faydalandı. Örneğin Gıda yardımlarını DİSK kazandı.

Rüyalarımda, hayallerimde eski DİSK’in olmasını istiyorum. Bunun da mücadele ile olacağına inanıyorum. İçeride çalışan arkadaşlarımız olarak büyük bir özveride buluyoruz. Şu an sendikalı olarak 576 işçi kaldı. Adana’da biz söz sahibiydik. Çünkü DİSK’in varolmasında çok büyük mücadeleler verdik. Ben öyle olduğuna inanıyorum. Ama yeterli mi, ben yeterli olarak görmüyorum. Daha fazlasının olması gerekir.

Örgütlenmeyi daha da geliştirmek lazım. Seminerler verilmesi gerekiyor. Eylemlerin daha fazla olmasından yanayım. Bize verilecek eğitim daha fazla olmalı. İlerleme bu eğitim seminerlerinden geçecektir. Mücadele bence burada başlamalı. İnsanlara bir şeyler verilmeli. Ondan sonra istenenler yapılmalı.

Edirne delegesi: İş yasalarına bakarsan işverenden yanadır. 100 maddeden 95’i işverene çalışır. Sendikalarımız ‘80 öncesi gibi olmalı. Mücadeleci olmalı. Bu yasaları elbirliğiyle değiştirmek lazım. Yapı olarak karşı çıkmak lazım. Tüm sendikaların bir arada karşı çıkması lazım. Yoksa hep ezilen işçi sınıfı olacak.
Bursa delegesi: R. Budak yönetimdeydi. Madem gelecektin, niye gittin? Gidince hiçbir şey yapmadı. O işçinin adına gitti oraya, ancak hiçbir faydası olmadı bize.

Biz Bursa’da çalkantılı bir dönem geçirdik. Eski başkan ve sekreter sözleşmemize (Coats’a) kötü bir imza attılar. Bizim hiçbir hakkımızı arayıp sormadılar. Zaten biz de soramadık. Şu an durum kötü sayılır. Ancak iyiye gitmeye başladı. Yeni yerlerin örgütleme çalışması devam ediyor.

Kızıl Bayrak/İstanbul