Irakı işgal eden orduları yöneten Amerikalı general Ricardo Sanchez, bir süre önce daha sert taktikler uygulayacaklarını ilan etmişti. Bu açıklamadan sonra pek çok köy ve kasabada katliamlar meydana geldi. Bu vahşi katliamlar halen de devam ediyor. Artık ABD güçleri Irak halkına karşı İsrailin taktiklerini kullanmayı yaygınlaştırdılar. Direnişin güçlü olduğu bölgelerde köyler dikenli tellerle çevrilerek üstü açık hapishaneler haline getiriliyor, gerillalar tarafından kullanıldığı iddia edilen evler yıkılıyor, direnişçilerin aileleri cezalandırılıyor, sokağa çıkma yasağı uygulanıyor, Iraklılar numaralanıp fişleniyor vb. Bu icraatlar siyonistlerin Filistin halkına karşı yürüttüğü şehir savaşı (kirli savaş) deneyimlerinden süzülmüş.
Artık Amerikalı generaller de bu konuda İsraillilerden destek aldıklarını saklama gereği duymuyorlar. Amerikada yayımlanan The New Yorker adlı dergide, ABD özel kuvvetlerinin Irakta çarpışmaya yönelik hazırlıkları çerçevesinde, İsrail istihbarat ve komando birlikleriyle çok sıkı çalıştığı, bir kısım Amerikalı subayın İsraile giderek, Filistin direnişine karşı mücadele konularında eğitim aldıkları dile getirildi. Dergi, George Bush yönetiminin giderek gizli operasyonları daha çok desteklediği ve ABD özel kuvvetlerinin öncelikli hedefinin Baas yönetim kademesinin ortadan kaldırılmasını sağlamak olduğunu yazdı. Haberde, ABD donanmasının özel kuvveti Delta Force ve CİA gibi birimlerden birçok kişinin katılımıyla Task Force 121 adlı grubun kurulduğu ve istihbaratın iyileştirilmesi için Saddam Hüseyinin partisinin eski üylerinden destek alındığı, bunlar arasında Irak istihbarat servisinin dış operasyonlarının eski sorumlusu Faruk Hicazinin de bulunduğu kaydedildi. CİAdan adının açıklanmasını istemeyen bir yetkilinin Hicazinin Nisan ayında yakalandığını ve kendisiyle bir anlaşma yapıldığını söylediği ve ABDliler Hicaziyi eski Irak istihbarat servisleri ağının yeniden aktif hale getirilmesinde kullanıyor dediği belirtildi.
Öte yandan, sömürge valisi Bremer inkar etse de, Washington Post gazetesi, öncelikle Bağdatta faaliyet gösterecek 750 kişilik yeni bir milis kuvveti oluşturulacağını yazdı. Kukla yönetimin Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari de, CNNe verdiği demeçte, milislerin gerillaya karşı kullanılmasından memnun olacaklarını belirtmişti.
Bu kanlı icraatların tümü direnişi kırabilmek amacıyla uygulanıyor. Buna rağmen ortaya çıkan sonuç tersi yöndedir. Bunun bariz örneklerinden biri hafta başında Musul yakınlarındaki Amerikan üssüne düzenlenen bir intihar saldırısı sonucu, resmi açıklamaya göre 41 Amerikan askerinin yaralanmasıdır. Artık ABDli generaller de direnişin gücü ve organizasyonu konusunda belli gerçekleri kabul etmek zorunda kalıyorlar. Şu ana kadar direnişçilerin dağınık, düzensiz, kendi başlarına hareket ettiklerini söyleyen işgal ordusunun subayları, artık Sünni Üçgeni adı verilen bölgenin isyancıları topladığını, yönettiğini ve desteklediğini kabul ediyorlar. Musuldaki eylemin de gösterdiği gibi direniş, artık Sünni Üçgeniyle sınırlı değil. Tabii bu durumdan tedirgin olduklarını da saklamıyorlar. Bu arada İtalya#146;nın takviye asker göndermekten vazgeçip, Irakta bulunan 2700 İtalyan denizcisinden beşyüzünün bu ay çekileceğini açıklaması da ABD için bir darbe oldu. Bilindiği gibi İtalyanın faşist başbakanı Berlusconi, haydutbaşı Bushun en hararetli destekçilerinden biri.
Saldırıların sürekliliği ve verilen kayıplar işgalci Amerikan haydutlarını yeni çözüm yolları armaya zorluyor. Bu konuda ortaya atılan iddialardan biri Irakın üç parçaya bölünmesi üzerinedir. İngiliz Times gazetesi konuyla ilgili bir makaleyi şu başlıkla yayımladı; ABDnin tek umudu Irakı üç parçaya bölmektir. Makalede, Irakın geleceği için en geçerli senaryonun ülkenin Şii, Sünni ve Kürt eyaletlerine bölünmesi olduğu ifade edildi. Irakın tümünü denetleyemezlerse (ki bu pek mümkün görünmüyor) ülkeyi parçalamaktan kaçınmayacaklarını eski Yugoslavya deneyiminden biliyoruz. 45 yıl boyunca kardeşçe yaşayan Balkan halklarını birbirine kırdırıp ülkeyi tam bir ölüm tarlasına çevirdikten sonra çok sayıda parçaya ayırdılar. Üstelik etnk çatışmaları kışkırtan emperyalistler olduğu halde, bir kurtarıcı edasıyla yerleştiler bölgeye.
Irakta gittikçe batağa saplanan ABD yönetimi doğal olarak hep Vietnamda yaşadığı hezimeti hatırlıyor. Vietnamı hatırlamak bile onlara yeni kabuslar yaşatmaya yetiyor. İşte bu kabusların gerçeğe dönüşmesini engellemenin yollarını arıyorlar.
Savaş kundakçılarının son hamleleri NATO üzerinden oldu. Brükseldeki NATO toplantısına katılan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, BM Güvenlik Konseyinin 1511 Nolu kararının, herhangi bir ülke ya da ittifakın kendi yetkisiyle Iraktaki çok uluslu güce katkı sağlamasına imkan verdiğini hatırlattı. Powell, Irak savaşına karşı çıkan Almanya ve Fransanın da Irakta NATOnun daha büyük rol almasına muhalefet etmediğini iddia etti. Irakla ilgili gerekirse yeni bir BM kararı alınabileceğini, ancak şu aşamada buna ihtiyaç olmadığını düşündüklerini belirten Powell, NATO aracılığıyla diğer gerici güçleri de Irak batağına çekmeye çalışıyor. Washington yönetimi, Powellin yaptığı bu çağrıyla NATOdan ilk kez açıkça yardım talebinde bulunmuş oldu. NATO Genel Sekreteri Geore Robertson da birkaç gün önce ittifakın Irakta daha büyük bir rol üstlenmeye hazırlanmasını istemişti. Ancak İtalyanın tavrı, AB ülkelerinin NATOdan bağımsız askeri bir güç oluşturma çabaları, Amerikan planının karşılık bulmasının pek kolay olmadığını gösteriyor.
Dünyanın en modern silahlarıyla donanmış emperyalist orduları yenmek elbette kolay değil. Fakat halkların bu haydutları dize getirmeden esaretten kurtulmaları da mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, Ortadoğuda emperyalist-siyonist-gerici güçler ittifakını yenmek insanlık tarihi açısından bir dönüm noktası olacaktır. Tüm ilerici ve devrimci güçler direniş bayrağını taşıyan Filistin ve Irak halklarına omuz vererek dayanışmayı yükseltmek, bu tarihsel direnişe hazırlanmakla yükümlüdür.
İnsan hakları haftası başladı...
10 Aralıkta başlayan İnsan Hakları Haftası sermaye devletinin baskı ve terörünü tırmandırdığı bir sürece denk geldi. Tezkere döneminde savaş karşıtı eylemlere vahşice saldırması, bu eylemlerde gözaltına alınanların uyduruk nedenlerle tutuklanması, KESKin eylemlerine karşı saldırgan tutumu ve kamu emekçilerinin terörist ilan edilmesi, bir günlük grevlerinin ardından bizzat başbakanın ağzından marjinal ilan edilen ve haklarında soruşturma başlatılan sağlık çalışanları ve en son 6 Kasımda Ankarada YÖK protestolarına katılan öğrencilere karşı gözaltı ve tutuklama terörü... Tüm bunlar sermaye devletinin saldırganlıkta sınır tanımadığının somut örnekleri. En küçük bir hak arama eylemine dahi azgınca saldırılmaktadır.
Tüm bunlara rağmen burjuva liberal çevreler, hararetle destekledikleri ABye uyum yasalarının Türkiyeyi demokratikleştireceği inancını yaymaya çalışıyorlar. Aksi defalarca somut örneklerle kanıtlanmasına rağmen kitlelerde böyle bir beklenti yaratmaya çalışıyorlar.
AKP hükmeti ABye uyum süreci adı altında başlatılan demokrasi manipülasyonunun kitleler içerisindeki etkisini güçlendirmek amacıyla çeşitli manevralara başvuruyor. Ancak sermayenin zor aygıtının kanlı yüzü saklanayamıyor, mızrak çuvala sığmıyor.
Yalnızca İstanbulda Ekim ayı boyunca gözaltına alınanların sayısı 1000i buluyor. Yine aynı ayda İstanbulda İHDye başvurarak işkence gördüğünü söyleyenlerin sayısı 45tir. Daha önce, bugün hükümette yeralan bazı politikacıların kamuoyu önünde işkenceyi lanetlemelerine ve işkenceyi bitirmeye dair söz vermelerine tanık olmuştuk. Ama hala işkence merkezleri olarak çalışan karakollarda insanlar ölüyor, kayıp etme operasyonları sürüyor.
Sermaye iktidarının sicili ortada. 1980 karşı-devriminin ardından yaşananlar biliniyor. 90lar sonrasında da devlet pek çok demokratik ya da ekonomik talebi şiddetle bastırmıştır. Şimdi ABye uyum sürecinde sözde bir takım demokratik açılımlar gerçekleştiriyor. Ama en sıradan ekonomik-demokratik taleplerinin yükseltildiği eylemler polis zoru ile dağıtılıyor, grevler yasaklanıyor.
Böylesi bir ortamda İnsan Hakları Haftası vesilesi ile yine liberaller devletin ne kadar demokratikleştiğinden dem vuracaklar, yaşanan terör saldırılarına rağmen Türkiyenin demokratikleşme sürecinin kesintisiz devam edeceğini söyleyecekler. Üstelik bunlar terör demagojisi eşliğinde artırılan baskı ve törere rağmen söylenecek, yani yine gözümüzün içine bakarak yalan söylenecek.
Baskı ve terör düzenin gücünü değil gerçekte güçsüzlüğünü gösteriyor. Kitlelerin en sıradan taleplerini bile karşılama olanağına sahip olmayan, her fırsatta sopasını gösteren bir düzen ergeç yıkılmaya mahkumdur.