13 Aralık'03
Sayı: 2003 (11)


  Kızıl Bayrak'tan
  Türk-İş: Sermayenin ve sermaye düzeninin hizmetinde yarım asır
  10-11 Aralık eylemleri ve kamu emekçileri hareketi...
  KESK eylemlerinden...
  Bir gün değil, kazanıncaya kadar direniş, kazanıncaya kadar grev!
  Sermaye uşağı hükümet cam işçilerinin grevini yasakladı...
  19 Aralık faşist katliamı 3. yılında...
  Türk-İş Genel Kurulu yapıldı...
  DİSK Tekstil'in 10. Genel Kurulu...
  Fanset direnişinin derslerinden öğrenelim!
  Kıbrıs üzerinde ABD müdahalesi yoğunlaşıyor...!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/7: Geleneksel solda kaçınılmaz akıbet
  Gürcistan'da yaşanan bir "halk hareketi" mi?
  İşgal karşıtı direniş emperyalistleri zorluyor...
  Siyonist İsrail "çözüm" adı altında işgalci konumunu meşrulaştırmak istiyor
  KONGRA-GEL programı hakkında birkaç söz...
  Almanya'da işçi eylemleri...
  Ekim Gençliği'nden...
  Öğrenci gençlik baskı ve terörle susturulmaya çalışılıyor...
  İtalya'da iki milyonu aşkın işçi-emekçi haykırdı: "Geleceğimizi savunalım!"
  Bültenlerden...
  Kültürel doku bozuklukları
  Ekim yeniden yayın yaşamında!..
  "İmparatorluk projesi" ne durumda (II)
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kültürel doku bozuklukları

A. Eylül

Asalak patronların kabusu: Türk’ün imajı

Son günlerde kafanızı hangi yöne çevirirseniz aynı afişle karşılaşıyorsunuz. “Türk’ün yeni imajı ne olmalı?” Bu, aynı soru ekseninde düzenlenecek olan bir konferansın tanıtım afişi. Konferansın düzenleyicileri arasında hatırı sayılır patronlar ve reklamcıların isimlerine rastlamak mümkün. Konferans ve onun afişiyle ilgili öne çıkan iki nokta var ve bu iki nokta gerçekten esaslı bir biçimde incelenirse, bugün içinde yaşadığımız toplumun kültürel doku bozukluğunun sebepleri ve uluslararası toplum olarak adlandırılan bütünde yaşanan kültürel üretimsizliğin yerini kaplamış olan taklit ve ithalat olgularının kökenleri çözülebilir.

Birinci nokta, afişin ve konferansın sloganı olan cümlede pırıl pırıl parlayan son günlerin gözde kavramı: İmaj! Yani bu konferans geniş bir insan topluluğuna imaj üretmek için düzenleniyor. Sloganda şoven bir biçimde Türk olarak adlandırılan, aslında Türkiye coğrafyasında yaşayan insanların tamamı. Bu önermeler birleştirildiğinde, konferansı düzenleyen zat-ı muhteremlerin bu toplumdaki insanların dışarıya yansıttıkları imajdan oldukça rahatsız oldukları ve bunu değiştirme arzusuyla yanıp tutuştukları sonucuna ulaşılıyor. İkinci nokta ise bu afişin iletisi ile ilgili. Afişin üzerinde altısı kız dokuz tane gencin fotoğrafları yer alıyor. Hepsi son derece sağlıklı, güleryüzlü, bakımlı dokuz genç... Türkiye gerçeklerine tamamen ters dokuz fotoğraf...Ve fotoğrafların her birinin üzerine notlar düşülmüş. Birinde terörist, di¤erinde işkenceci yazıyor. Başka birinin üzerine üçkağıtçı sıfatı iliştirilmiş. Yani verilen mesaj şu; “bütün dünya bizi üçkağıtçı, terörist, işkenceci, gerici insanlar olarak tanıyor. Artık bu imajımızı değiştirip, kendimizi daha farklı göstermeliyiz.”

Bu haliyle oldukça masum bir düşüncenin ürünüymüş gibi görünen bu dışavurumun saklı kısmını tahmin etmek zor olmasa gerek: “Bütün dünya bizi böyle tanıyınca, dış ticarette zorlanıyoruz, Avrupa Birliği’ne girmekte sorun yaşıyoruz. Sürekli insan haklarına uymuyorsunuz diye sıkıştırıyorlar bizi. Değişik bir imaj yaratalım da bu öne çıkmış özelliklerimiz elimize ayağımıza dolanmasın”. Gerçekten müthiş bir senaryo. Patronlar, medya sektörü ve reklamcılar birleştiğinde ortaya çıkacak olan elbette kapitalizmin en ileri propaganda araçlarından biri olacaktır. Ancak bu kez bir taşla iki kuş vurdukları da açık: Hem propaganda yapıyorlar, hem de kendilerini aklıyorlar!

Yıllar yılı bu ülkede egemen ideolojiyi eleştiren herkese “terörist” diyen kim? Terörist kavramını hak arama kavramına eşit kılıp, kendi işçisini, emekçisini, öğrencisini acımasızca yargılayan, işkencehanelere çeken, çektiren kim? İşkencecileri yaratan kim? En büyük üçkağıtçılığı yaparak bu halk üzerinden milyarlarca doların üstüne yatanlar hep bu asalak patronlar, medya patronları ve burjuva siyasetçileri değil mi? Gerici ideolojileri ilerici, doğru ve hakkaniyetli olan herşeyin karşısında dursun diye yıllar yılı besleyen ve insanlarına ilerici olabilmelerini sağlayacak, bilimsel, demokratik eğitimi vermekten kaçınanlar bu toplumu nasıl “gerici imajı taşıyorsunuz, değişin” diyerek yargılayabilir? Tüm bu dış yansımaların yaratıcıları bu konferansın düzenleyicileriyle aynı kimselerdir. Afişin üzerindeki bakımlı, g&uul;leç yüzlü, sağlıklı ve Avrupai gençler de onların çocukları olsa gerek. Zira Türkiye’de bugünlerde gönül rahatlığı ile gülebilen çok az insan yaşıyor.

Doğallığın karşısındaki
en büyük düşman: İmajlar!

Gerçekten de günümüz dünyası imaj dünyası. Bu dünya insanları kategorilere bölerek, allayıp pullayarak ve en sonunda herbirinin ait olduğu kümeye uygun bir niteleme sıfatı ekleyerek kendini sürdürüyor. Türkiye’de bu süreç bugünlerde uyum paketleri ile ithal edilen imajların özümsenmesi şeklinde işliyor. Türkiye’ye dayatılan kültürel imgeler ve değer yargıları, oldukça iğreti durmalarının yanı sıra, arabesk bir toplumsal tablo ile karşı karşıya kalmamıza da sebep oluyor. Zira toplumun belirli bir kesiminde bunlar sorgulanmadan kabul görürken, diğer bir kesim tarafından ayrımsızca reddediliyor. Üçüncü bir kesim olan arada kalmışlarsa bu tabloya iyiden iyiye alacabulaca bir hava katıyor. İnsanlar iyilikten, hoşgörüden daha genel bir ifadeyle insanlıktan uzaklaştırılıyorlar ve markalara, taklitlere, ünlü olmalaa, önemli bulunmalara, “bye bye”lara, mcchickenlara, kazanacakları ünvanlara hapsediliyorlar.

Bu mahkumiyetlerle hedeflenen şey çok açık. Zaten imaj konferansının amacı da bu. Bir sürü Deniz Akkaya yaratmak. Toplumu onun gibilerle doldurmak. Deniz Akkaya bu hafta kendisiyle yapılan bir röportajda solculukla ilgili görüşlerini beyan etmiş. Ve solculukta eşitliğin istendiğini, böyle bir şeyin olabileceğine inanmadığını, çünkü insanların hayatları boyunca daha yüksek bir mertebeye ulaşmak için uğraştıklarını söylemiş. Deniz Akkaya’nın bu konuda konuşabilmek için gereken asgari bilgi birikimine sahip olmaması bir yana, asıl kafa yorulması gereken nokta, bu sorunun niçin bir siyaset bilimciye değil de bir mankene sorulduğudur. Bunun sebebi ile düzenlenecek konferansın amacı aynıdır. Yani vizyonu güzel, dışarıya yansıyan herşeyi dört dörtlük - ki tüm bunlar yamanmış da olsa- içi tamamen boş bir toplum yaratmak! Yani yeni Deniz kkaya’lar yaratmak, yani bir sürü pop-star yaratmak.

İmaj dünyasını besleyen: Skandallar!

Televoleler, magazin programları, BBG, Ben Evleniyorum, Pop Star gibi yarışma programları, bunların tamamının kemikleşmiş bir izleyici kitlesi var. Gerçekten de azımsanamayacak kadar çok insan seyrediyor bu programları. Bu programların sürekli izlenmelerinin tek sebebi ise her hafta açıkladıkları sırlar, yarattıkları skandallar. Örneğin Ben Evleniyorum yarışmasının son gününe dek, sonunda damat sıfatını taşımaya hak kazanan yarışmacı adayının eski sevgililerinden, eşlerinden gelen mektuplar okundu.

Yine bu konuda verilebilecek güzel bir örnek Pop Star yarışmasıdır. Bu yarışma öncelikle “İmaj herşeydir, susuzluk hiçbir şey” sloganıyla hazırlanmış reklam filminin hayata geçirilmiş versiyonu. Sahnede yarışmacı sıfatıyla bulunan insanların amatörlükten kurtulma adına bir anda tüm kişilik özelliklerinden sıyrılıp kendilerine öğütlenen, hatta çoğu kez küçümsenerek dayatılan özelliklere bürünmeleri akıllara durgunluk veren bir şey. Bu program da diğerleri gibi kendi ömrünü yarattığı skandallarla uzatan bir program. Ya birileri jüri ile kavga eder, ya jürinin favorisi elenir jüri yana yakıla ağlar, ya da yarışmacılardan birinin geçmişte cinayet suçundan mahkumiyeti olduğu ortaya çıkar. Yarışmanın jürisi pop star olmanın sesle doğrudan bir ilgisi olmadığını baştan açıkladı. Sorun imajının yi olup olmadığı. Bu yüzden bu jüri herşeyle ilgili gerekli gereksiz ahkam kesme hakkına sahip. Ve elbette geçmişte mahkumiyeti olan bir adayla ilgili olarak da konuşma hakkı olacak. Ancak jüri görüş beyan etmeden önce, bu aday bir pop star edasıyla (!) üzerinde belki hiç düşünmeden, aynen kendisine ezberletildiği gibi hikayesini mikrofonla insanlara anlatır. Bayram öncesi ve bayram süresince yayınlanan Çocuk Esirgeme urumu reklamlarıyla yapılan duygu sömürüsünün bir değişik versiyonuna canlı yayında şahit olunur. Daha sonra her fırsatta ülkücülüğü ile övünen jüri üyesi Ercan Saatçi bu adaya “teröristler bile affedildi, sen mi affedilmeyeceksin?” der.

Ve Türkiye imaj değiştiriyor (!) İnsanlarımıza adi suçların siyasi suçların yanında hiçbir önemi olmadığını vurguluyor birileri medya aracılığıyla. Yani Türkiye’de ne insana ne de düşünceye değer veriliyor. Tecavüzcülerin bu suçtan cezalandırmaları yerine öncelikle mağdurla evlendirilmeleri için çaba harcanıyor. Namus cinayetlerine indirim yapılıyor. Siyasi suçlardan sanık olanlar kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın kelepçelerle yaka paça sürüklenerek gözaltına alınırken, İstanbul’daki bombalı saldırıların sanıklarına gözaltında yemek servisi yapılıyor. Sanık kadınlar kelepçesiz götürülüyorlar. Adi suçtan mahkum olmuş olanlar sonrasında pop star olabilirlerken, siyasi suçlardan mahkum olanlar herhangi bir işte çalışamıyorlar. Ve bu çifte standartın, siyasi suçlulara uygulanan bu insanlı dışı muamelenin doğal karşılanması gerektiği topluma bir kez de pop star yarışması aracılığıyla hatırlatılmış oluyor!

İmaj dünyasının içinde kaybolan:
Gerçek yaşam

Tüm bu yalanların, yapaylıkların arasında yaşanıyor olunsa da, gerçek yaşam en sahte insan için bile olanca akıcılığı ile sürüyor. İmaj dünyası bu gerçek dünyanın görülmesini çoğu kez engelliyor. Ancak bazen insanlar daha fazla rol yapamıyor ve taşıdıkları imajdan vazgeçmek zorunluluğu ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu kadar basit bir açıklaması olmasına rağmen, herkes günlerdir, Çocuklar Duymasın dizisindeki rolünü özel hayatı sebebiyle kaybeden oyuncuyu konuşuyor. Kimse dizi ekibini eleştirmiyor. Zira bu dizinin yönetmeni, daha önce Asmalı Konak dizisinin yönetmeninin yaptığı gibi, halk ne istiyorsa onu yapıyorum mesajını veriyor sürekli. Yani halk dizideki imajının dışına çıkmış, gerçek yaşamını yaşayan bir oyuncuyu kabul etmek istemiyor. Kimse çıkıp da, gerçekte “dizi reytinglerini düşünüyoruz” demyor. Diziden çıkarılan oyuncu o kadar yeteneksiz ki, diziden bir şekilde çıkarılması gerekiyor. Ama kimse çıkıp da “en kârlı olan yolu tercih ettik” demiyor.

Bu dizi öyle interaktif bir hal aldı ki, şu an dizinin başka bir oyuncusunun bıyıklarının kesilip kesilmeyeceğine dair bir halk oylaması yapılacak. Yani halk bir oyuncunun imajını belirleyecek. Ve o kadar etken bir biçimde katılmış olacak ki dizinin yapım sürecine, dizinin sonraki bölümlerini izlemekten daha fazla zevk alacak. Böyle bir oylama ile zaman ve para kaybetmeyi göze alacak bir dolu insan var. Ve bir sürü başka insan sırf bu yüzden para kazanacak!

İnsanlar ünlü olsun olmasın gerçek yaşamlarını gözden çıkartırken hiç tereddüt etmiyorlar. Çünkü mutlu değiller ve kendilerine sunulan imajlara bürünürlerse daha mutlu olacakları beklentisi içindeler. Bir dolu yarışmaya binlerce kişinin başvurmasının sebebi de bu. İnsanlar değişiklik istiyorlar. Patronlar, reklamcılar ve şov dünyası da imaj yaratma olgusunun insanlar tarafından sahiplenildiğinin farkındalar. Bu konferansa birileri engel olmazsa binlerce yarışma yapma kararı alacaklar. Her mahallenin pop starı, Türkiye güzeli ve görücü usulü ile evlenen bir çifti, bir milletvekili, bir futbolcusu olacak!