13 Aralık'03
Sayı: 2003 (11)


  Kızıl Bayrak'tan
  Türk-İş: Sermayenin ve sermaye düzeninin hizmetinde yarım asır
  10-11 Aralık eylemleri ve kamu emekçileri hareketi...
  KESK eylemlerinden...
  Bir gün değil, kazanıncaya kadar direniş, kazanıncaya kadar grev!
  Sermaye uşağı hükümet cam işçilerinin grevini yasakladı...
  19 Aralık faşist katliamı 3. yılında...
  Türk-İş Genel Kurulu yapıldı...
  DİSK Tekstil'in 10. Genel Kurulu...
  Fanset direnişinin derslerinden öğrenelim!
  Kıbrıs üzerinde ABD müdahalesi yoğunlaşıyor...!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/7: Geleneksel solda kaçınılmaz akıbet
  Gürcistan'da yaşanan bir "halk hareketi" mi?
  İşgal karşıtı direniş emperyalistleri zorluyor...
  Siyonist İsrail "çözüm" adı altında işgalci konumunu meşrulaştırmak istiyor
  KONGRA-GEL programı hakkında birkaç söz...
  Almanya'da işçi eylemleri...
  Ekim Gençliği'nden...
  Öğrenci gençlik baskı ve terörle susturulmaya çalışılıyor...
  İtalya'da iki milyonu aşkın işçi-emekçi haykırdı: "Geleceğimizi savunalım!"
  Bültenlerden...
  Kültürel doku bozuklukları
  Ekim yeniden yayın yaşamında!..
  "İmparatorluk projesi" ne durumda (II)
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
İtalya’da iki milyonu aşkın işçi-emekçi haykırdı:
“Geleceğimizi savunalım!”

Roma sokakları, daha birkaç hafta önce gerçekleştirilen görkemli bir günlük genel grevin ardından, yeniden emekçilerin ayak sesleriyle sarsıldı. Gösteriye kitlesel katılım ve tepkinin boyutu, hükümet sözcüklerini ardarda açıklamalar yapmak zoruna bıraktı. Berlusconi’nin “sokağın baskısına boyun eğmem” sözleri, gerçekte korkusunun dışavurumuydu. Zira benzer eylemler Berlusconi’nin ‘94 yılında hükümetten uzaklaşmasına yol açmıştı.

Sadece başkent Roma’da bir milyonun üzerinde emekçinin alanlara çıkması hükümetin işinin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Berlusconi hükümetinin emeklilik yasası ile iş yasasında yapmak istediği değişiklikler ve diğer sosyal hakları kısıtlama saldırısına karşı üç büyük sendikanın (CGİL, CİSL ve UİL) yaptığı çağrı üzerine iki milyon emekçi eyleme geçti. Bu eylem Avrupa genelinde büyük bir yankı yarattı.

Hükümetin çıkarmak istediği yasaya göre, emekliliği haketmek için ödenmesi gereken prim süresi beş yıl artarak 40 yıla ve emekli yaşı da sekiz yıl arttırılarak 57’den 65’e çıkarılıyor. Bu uygulamaya 2008 yılına kadar geçilmesi öngörülüyor.

Hükümetin reform saldırısına karşı 24 Ekim’de gerçekleşen bir günlük genel grevle işçi sınıfı tutumunu net bir şekilde ortaya koymuş ve gelecek eylemlerin işaretini vermişti. 6 Aralık’ta yapılan ikinci görkemli gösteri ise, işçi ve emekçilere yönelen sosyal savaşa karşı işçi ve diğer emekçi katmanlarının karşı savaş ilanıdır.

Üç ayrı koldan kızıl bayraklarla tek yöne doğru akan kitle son derece görkemli bir görüntü sunuyordu. Berlusconi daha önce televizyonlarda Roma’nın “bu resminden” nefret ettiğini açıklamıştı. Katılımın kitleselliğini gizlemek için sermaye uşağı medya katılımcı sayısını 250 bin civarında verdi. Oysa bir muhabir, kitlesel katılım karşısında şaşkınlığını dile getiriyor, otobüs ve trenlerin Mayland, Turin, Sicilya ve diğer ücra köşelerden Roma’ya aktığını belirtiyordu.

Eylemde dikkat çeken yalnızca kızıl bayraklar değildi, taşınan pankartlar da kitlelerin yaratıcılığına işaret ediyordu. Pankartlardaki bazı şiarlar şunlardı: “Geleceğinizi savunun!”, “Emeklilik yasasından elinizi çekin!”, “223 Euro’yla nasıl yaşanır?” Yaşlı bir emeklinin taşıdığı pankart ise medyanın konusu oldu. Berlusconi ve hükümet üyeleri vahşi hayvanlar olarak resimlenmişti ve altında şu sözler yeralıyordu: “Doğal çevremizi korumak için bunları ormana geri gönderelim!”

Eyleme gençlerin katılımının yoğunluğu da dikkat çekti. Florentina’dan eyleme katılan genç bir işçi “Söz konusu olan geleceğimizin korunmasıdır” diyordu.

Emekçi sınıfların geleceğine yönelik bu sinsi sosyal savaş bütün toplumsal katmanları harekete geçirmiş bulunuyor. Üç sendikanın ortak açıklamasında; emekçilere, toplumsal hayatın temsilcilerine, aydınlara ve sanatçılara ulusal direnişe katılmaları çağrısı yapılarak, “anti-demokratik olan, sosyal ve siyasal haklarımıza savaş açan bir hükümete karşı kendimizi savunmak durumdayız” deniliyor. Bu eylemlerin ve değişik direniş biçimlerinin başarı sağlayana kadar devam edileceği belirtiliyor.

Daha kitlesel eylemler bekleniyor

İtalya’da sermaye ile işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar arasında yaşanan sert çatışma Avrupa işçi sınıfı açısından da önem taşıyor. Zira İtalyan sermayesi (ki Berlusconi en önemli üyesidir), yayılmacı, dış politikada saldırgan, içerde emekçi düşmanı, faşist ideolojiyi açıktan program haline getirmekten çekinmeyen Avrupa sermayesinin ön cephesi konumundadır.

Mussolini’nin Avrupa’da faşist hareketin iktidara taşınmasının yolunu açması, İtalyan burjuvazisinin tarihsel olarak saldırgan karakterinin sonucudur. Bu saldırgan yüzün bugün yeniden İtalya’da ortaya çıkması bir raslantı değildir. ABD savaş sonrası dönemde sosyalizmin dünyada ölçüsündeki etkisinin önüne geçmek için güney cephesini güçlendirmek amacıyla İtalya sermayesini ve faşist hareketi korunmasına aldı. Komünistlerin ve diğer anti-faşist grupların toplumsal dönüşüm istemlerinin öne geçmek için İtalyan burjuvazisi başından itibaren her bakımdan desteklendi. Pentagon ve CİA denetiminde Ağustos 1945 yılında “İtalyan Sosyal Hareketi”, yani faşist hareket yeşertilerek yaşaması olanaklı kılındı. Faşist hareket kendini her dönemde politik arenada açıktan ifade etti, Duçe’ye bağlılığını hi&cdil; gizlemedi ve ilk kez Berlusconi hükümetinde yönetime katıldı.

Berlusconi de partisinin yapısı, program ve politika pratiğiye İtalyan sermayesinin saldırgan çizgisinin temsilcisidir. İktidara geldiğinin ikinci haftasında, AB-Göterburg Zirvesi’nde, hükümetin hedefini şöyle açıklıyordu: “İtalya komünizm ve postkomünizimden kurtarılacak.” Bu söylemin pratikteki ilk uygulamasını 2001 yılında Cenova’da G-8 Zirvesi’ne karşı yapılan gösterilerin kana bulanması oldu.

Demokratik hakların gaspı ve neo-liberal ekonomik politikalarla İtalyan sermayesinin dünya pazarındaki rekabet olanaklarını güçlendirmeyi hedefleyen tam bir sosyal savaş gündeme getirilmiş bulunuluyor. Reagan ve Thatcher politikalarına sık sık atıfta bulunan Berlusconi, sosyal devletin Avrupa’da silinmesinin önderliğine soyunduğunu gizlemiyor.

Sermaye temsilcileri, emekli aylıklarının düşürülmesini, emeklilik yaşının yükseltilmesini, işsizlik ve iş yasasının değiştirilmesini, sağlık sigortasının özelleştirilmesini istiyorlar. İşçi sınıfının bütün kazanımları savaş hedefi durumunda. İlk kez iş yasasının 18 maddesinin değiştirilmesinin yanı sıra grev hakkının yasal olarak kısıtlanması da gündeme geldi.

Diğer taraftan ırkçı, yabancılara düşman yasalar ardarda uygulanmaya konuldu. Devlet televizyonu RAİ’de eleştirel programlar yapan birçok muhabirin işine son verildi. Gerekçe; “Bunlar bolşeviklerin kalıntıları”!

Berlusconi hükümetine karşı kitlesel tepki ve direnişin gerisinde bu azgın saldırganlık bulunuyor. Yazarlar, sanatçılar, öğrenciler, öğretmenler sermayenin bu kapsamlı saldırısının ancak ortak bir karşı koyuşla püskürtülebileceğinin bilincindeler. Nobel ödülü sahibi Dario Fo, Berlusconi politikalarını “faşizmin kurumsallaşması” olarak niteleyerek direnişe çağrı yaptı.. Umberto Eco “hükümetin izlediği politika bu ülkenin en berbat faşist geleneği” diyerek tepkisini ifade etti. Yine dünyaca tanınmış yazarlar, Andrea Camilleri, Vincenzo Consolove, Antiono Tabucchi ve ikiyüz aydın “temel demokratik hakların ve sivil hayatın” savunulması için Berlusconi hükümetine karşı mücadele çağrısı yaptılar.

Gerçekleşen kitlesel eylemler anti-faşist mücadele geleneğinin yeniden canlanması anlamına da geliyor. Önümüzdeki süreçte daha kitlesel eylemlerin yaşanması bekleniyor.



Almanya’da işsizlik sorunu üzerine

Geçen hafta Alman İş ve İşçi Bulma Kurumu Başkanı Florian Gerster, aylık işsizlik bilançosunu gösteren istatistiği açıklandı. Sunulan rakamlara göre Kasım ayında 4.184.500 kişi işsizdi. Bu rakamın Almanya geneline dağılımı ise şöyle: Eski Batı Almanya’da 2 milyon 665 bin (% 8,1), eski Doğu Almanya’da 1 milyon 518 bin işsiz (% 17,4).

Bu rakamlar işsizliğin geçen yılın Kasım ayına göre 158.700, geçen aya (Ekim) göre ise 32.700 kişi arttığını gösteriyor. Böylece resmi kayıtlara göre işsizlik oranı % 10. Bu, Kasım 1997’den beri Kasım ayı için ulaşılan en yüksek rakamdır.

Gerster’in yaptığı açıklamaya göre sezondan kaynaklı etkenlerden arındırıldığında, işsiz sayısı 18 bin düşmüştür. Hatta Nisan ‘03 tarihinden itibaren incelendiğinde, resmi rakamlara göre işsizlik sayısında 75 bin kişilik bir düşüş söz konusuymuş! Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu Başkanı Florian Gerster bu “başarıyı”, “iş piyasası politikalarına ve özellikle de Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun izlediği politikaya” bağlıyor. Gerçekten de rakamların bu şekilde çarpıtılarak yansıtılmasında Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun izlediği politika etkilidir. Bunun nedeni ise istatistiğe girecek insanların eskiye oranla farklı kriterlere göre değerlendirilmesidir. Yani her işsiz istatistikte karşılığını bulamıyor.

Sendikalar bünyesindeki işsiz grupları koordinasyonuna göre ise Almanya’da yaklaşık 7 milyon insan işsiz var. Koordinasyon sözcüsü Martin Künkler yaptığı açıklamada, 826 bin işsizin üç aylık süreden sonra kayıtlarını tazelemedikleri için istatistikten silindiklerini açıklıyor. Bu rakam temel alınırsa – ki daha gerçekçidir – Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu istatistiği işsizlerin % 60’ından daha azını kapsıyor.

Florian Gerster açıklamasında, diğer burjuva politikacıları gibi, ekonomik canlanma “masalını” bir sonraki yılın ikinci yarısına erteliyor ve Almanya’da işten çıkartmaların arttığını zoraki kabul etmek zorunda kalıyor. Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu finans başkanı Jürgen Weise ise yaptığı açıklamada Almanya’da çalışanların sayısında yaklaşık yarım milyonluk bir gerilemenin gerçekleştiğini açıklıyor ve bunun istatistiğe yansımamasını ise kurumun işsizleri iş bulmaya itmesine, iş arayanların durumlarının yeniden değerlendirilmelerine bağlıyor ve ekliyor: “Aktif olarak iş aramayan veya verilen işi herhangi bir nedenle kabul edemeyenler yasaya göre iş arıyor statüsüne girmiyor.”

Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun işsizlik istatistiğini “güzelleştirmek” için birçok yola başvurduğu bilinen bir gerçektir. Yukarıda aktarılan pratiğin dışında başvurulan birçok yoldan birkaçı şöyle: Kayıtlı olarak izine ayrılmış işsizin izninin bittiği gün kendisine görüşme mektubu gönderilmesi; yalnız çocuk yetiştiren annelere en kısa sürede işbaşı yapacakları işyerlerini önerme; işsiz kişiye kabul edilemez işler teklif etme vs. Yalnız çocuk yetiştiren anneler bu tür bir değişikliğe yeterli hazırlığı yapamadıkları için (çocuk bakıcısı bulmak vs.) işi reddetmek zorunda kalıyor ve çalışmak istemiyorlar gerekçesiyle istatistiğe giremiyor.

Açıklamanın diğer bir ayağı da meslek eğitimini ilgilendiriyor. İstatistiğe göre çıraklık eğitimi için yer arayanların sayısı ile açık çıraklık eğitimi yerleri arasındaki rakam 3 bin artarak 27 bine yükselmiş. Yani 27 bin genç çıraklık eğitimi almak istemelerine rağmen eğitimden uzak tutuluyor ve geleceğin işsizler ordusuna katılmak üzere açıkta bekletiliyor.

Devlet eliyle resmi rakamlar üzerinde oynanan oyunlar da insanların bu gerçeklerden haberdar olmasına ve burjuvazinin bu oyunlarına tepki göstermesine engel değildir. Krizin sorumlusu tamamen kapitalistlerin, kapitalist sistemin kendisidir. Kendi krizlerinin faturalarını insanların ekmeğini ellerinde almakla veya gençliği işsizliğe terk etmekle emekçilere kesen kapitalist sistem ekonomik canlanma masallarıyla uzun süre ayakta duramayacağını bildiği için içten faşizmin ta kendisi olan polis devletine doğru ilerlemektedir.

M. Sinan