İngiliz gazeteci John Pilger ABD ve İngilterenin Irakla ilgili yalanlarını gözler önüne serdi...
Savaş senaryoları yalan üzerine kurulu İngiliz belgesel film yapımcısı ve gazeteci John Pilger, ABDnin Iraka saldırıp Saddam Hüseyini devirme senaryosunun baştan aşağıya yalan üzerine kurulduğunu belirtti. Pilgere göre, ABD Başkanı George Bush ile İngiltere Başbakanı Tony Blairin danışmanlarının bilinçli bir şekilde yaydıkları bu yalanların bir kısmı şöyle: 1. yalan: Irak bölge için ve -Blairin deyişiyle- uygarlığa karşı bir tehdit oluşturuyor. (Bush-Blair) CIAnın elinde Irakın son 10 yıl içinde ABDye karşı herhangi bir terör eylemine karıştığını gösteren tek bir kanıt yok. İstihbarat kaynakları, Saddam Hüseyinin El Kaideye kimyasal veya biyolojik silah vermediğinden emin. (The New York Times, 5/2/02.) Ritterin açıklaması çürütüyor 2. yalan: Irak, kitle imha silahlarını yeniden imal etti. (Blair) Savaş için hiçbir neden yoktur. Ben pasifist değilim ve savaştan korkmuyorum. ABD Deniz Kuvvetlerinde görev yapmış biriyim. Cumhuriyetçiyim ve son başkanlık seçimlerinde oyumu Busha verdim. Ama en önemlisi, her zaman gerçekten yana olmamdır. BMnin silah denetçileri Irakta büyük başarı gösterdiler. Görevimiz bittiğinde silah miktarında yüzde 90-95 oranında bir azalış olmasını sağlamıştık. Gözlemcileri Irak sınır dışı etmedi, bazı gözlemcilerin ABD hesabına casusluk yaptığı ortaya çıkınca onları BM geri çağırdı. (Scott Ritter, 23/7/02. Ritter BMde silah denetimi dairesinde 7 yıl şeflik yaptı.) 3. yalan: Irak, komşu ülkeler için tehlike oluşturuyor. (Bush-Blair) Arap Birliğine üye 22 ülke, mart ayında Irak bunalımına artık son verilmesini istediklerini açıkladılar. Bunun ardından Suudi Arabistan ile Irak aralarındaki sınır kapılarını açtı. Irak, Kuveytin devlet arşivlerini geri vermeyi kabul etti. Suriye ve Lübnan, Irakla normal diplomatik ilişki kurdu. Ürdün Havayolları Bağdat ile Amman arasında haftada 5 gün uçuyor. (J. Pilger) Asıl tehlikeyi ABD oluşturuyor John Pilger, İsveçte yayımlanan Aftonbladet gazetesinde çıkan yazısında şu yorumu yapıyor: Körfez bölgesinin ve bütün Ortadoğunun altüst edilmesi senaryosu, Irakın bir tehlike oluşturmasından değil, ABDnin kendi çıkarları için Saddam Hüseyini devirme saplantısından kaynaklanıyor. Saddam daha önce ABDnin adamıydı. Onu ve Baas Partisini iktidara CIA getirdi. Bir CIA görevlisi bu darbe için en sevdiğimiz darbe demişti. 1980lerde gücünü Ronald Reagan, Margaret Thatcher ve George Bushtan aldı. Bunlar ona bol bol silah ve askeri malzeme gönderdiler; bunu çoğu kez yasadışı yollarla yaptılar. ABD şu sıralarda Saddam Hüseyinin eli kanlı eski generallerinden birini Kendi haydut Saddamı olarak yetiştirmeye uğraşıyor. Başta ABDninki olmak üzere Batı dünyasının ekonomik çıkarları, Irak petrollerinin garanti altına alınmasını gerektiriyor. Bunu da Washingtonın yeni Saddamı yapacak. Pilger yazısını şöyle tamamlıyor: George Bush yönetimi bir ikilem içinde. Iraka saldırı ve Ortadoğuda çatışmalar, Amerikan askeri endüstrisine büyük katkıda bulunacak. Senato zaten bu sektöre 24 milyar dolar tutarında ek bir bütçe sağladı. Aynı zamanda, ekonominin çürümüşlüğü ve dev şirketlerin yöneticilerinin düzenbazlığı da gölgede kalacak. Bu skandallara Bush ve yakın adamları boğazlarına kadar batmış durumda. Ancak, Iraka yapılacak saldırının olumsuz sonuçları da olacak. Böyle bir adım, El Kaide örgütüne uzun süredir beklediği fırsatı verecek ve örgüt, aracılar eliyle Suudi Arabistanın ve dünyanın en önemli petrol kaynaklarının denetimini eline alacak. Bu olasılık, ABD yönetiminin ikileminin diğer ayağını oluşturuyor. (Gürhan Uçkan/Stockholm,
SHPnin muz cumhuriyeti Alev Er Daha önce de söylediğini okumuştum çeşitli gazetelerde ama, dün CNNdeki manşet programında, yüzünde konforlu bir gülücük, yeniden tekrarladı SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın. HADEPle yaptıkları ittifak görüşmelerinin sonuçsuz kalmasının nedenlerini açıklarken, Sizin bir yerlerden uyarı aldığınız, nereden çıktı şimdi bu HADEPle işbirliği meselesi, tepkisi üzerine bu ittifaktan vazgeçtiğiniz söyleniyor sorusunu şöyle yanıtladı: Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir. Öyle uyarılar yapılmaz, öyle müdahaleler olmaz partilerin ittifak girişimlerine... Bunu bilmiyorum. Konforlu bir gülücük çok akla yakın bir söylentiyi yalanlamaya yetiyorsa, buna inanmamız gerekir, tarih tam aksini gösterse de. Bu yüzden, bunu burada kesiyorum. Ama şunu sürdürmeliyim ki, Türkiye, Karayalçının muz cumhuriyeti olarak tanımladığı bir süreci çok yoğun yaşadı. Muz cumhuriyeti hukuk devleti olmaktan uzaklaşmak, o devlete uygun kuralların dışına çıkmaksa, Karayalçın bunu böyle tanımlıyorsa eğer, oralarda epey oyalandık biz; epey insanımız, epey zamanımız kayboldu oralarda. Hiçbirini hâlâ bulabilmiş, yitirilen zamanı geriye akıtabilmiş değiliz henüz ve yine henüz, o yolu terkettiğimiz söylenemez... Bu devletin zirvelerinde, bu ülkenin kendini başka türlü tarif eden insanlarının hukuk dışı yöntemlerle nasıl dize getirileceği, onların sözcüsü ve silahı olarak ortaya çıkmış örgütlerin, hukuk devleti olmanın gerektirdiği kurallar çiğnenerek nasıl çökertileceği kararlaştırıldı, çok değil on yıl önce. Alınan o kararlara uygun illegal örgütler kuruldu; uyuşturucu kaçakçılığından o güne kadar kazanılan paraların devlet tarafından kurulan bu örgütlerce, devlet hiyerarşisi içinde ama aynı yasadışılıkla artık devletin kasasına nasıl aktarılacağı, bu paraların kendini başka türlü tarif eden insanların temsilcisi olduğunu açıklayan örgütü çökertmek için nasıl kullanılacağı ayrıntılı olarak planlandı, çok değil on yıl önce. Ve bu planlar bütün acımasızlığıyla uygulandı; bu ülkenin bir bölgesi, yanından ya da içinden geçerken insanların çevreye bile bakmaktan çekineceği, adını duyduğunda ürpereceği kadar korku yaratan bir ün kazandı. Böyle oldu, çünkü yargısız infaz üçgeni denen bu yörede, evinden, yolda giderken arabasından kaçırılan sayısız insanın ensesine kurşun sıkılarak katledilmiş cesetleri bulundu. Devletin resmi örgütleri, bu cinayetleri gerçekleştirmek için edinildiği sonradan ortaya çıkan silahları, devleti bile kandırarak ülkeye getirip infaz üçgeni katillerinin beline taktı. Ve böyle böyle, binleri aştı bu ülkenin devlete zararlı sayılan vatandaşlarından sokak ortasında, güpegündüz faili meçhul ilan edilenlerinin sayısı. Çok değil, on yıl önce. Ve bütün bunların böyle olduğu çoktandır sır değil, çünkü devletin resmi raporlarında hepsi, yukarıda anlatıldığı gibi, açık açık yer aldı. Ve bugün CNN Türkteki konforlu gülüşüyle Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir diyen SHP Genel Başkanı Karayalçın, o gün bir başka SHPnin genel başkanı, ama bundan daha önemlisi, bütün bu muz cumhuriyeti faaliyetlerinden sorumlu hükümetin başbakan yardımcısı idi. O yargısız infaz kararları, devletin tepelerinde, onun başbakan yardımcılığı yaptığı sırada alındı. O yargısız infaz üçgenleri onun o siyasi sorumluluk üstlendiği dönemde kuruldu. Devletin resmi raporlarına geçen, hukuk devletine değil ancak muz cumhuriyetine yakışan ne varsa, hepsine, haydi suçortaklığı demeyelim, sessiz tanıklık yaptı Karayalçın. Zaman affeder belki ama, unutturmaz; hele böyle muz cumhuriyeti gibi kavramlara sarılırsan, asla... Bu yüzden, bugünkü SHPnin genel başkanı, o günkü SHPnin genel başkanının sorumluluklarının hesabını vermeden, konforun bu kadarını yansıtamaz tebessümlerinde. Ve o hesabı vermek için de insana gerçekten cesaret gerekir. Burası bir muz cumhuriyeti değil cümlesini kurmaktan, dudaklara bu cümleye uygun tebessüm yapıştırmaktan daha fazla bir cesaret. Karayalçınla HADEPin anlaşmasının ya da anlaşmamasının tek anlamlı yanı bu... (Gazetem.net sitesinden alınmıştır...) |
|||||