Amerikan müdahaleciliği konusunda tarihçi Howard Zinn ile söyleşi...
Örgütlü mücadelemize güvenmeliyiz George W. Bush Afganistanın bombalanmaya başlandığını söylediğinde Biz barışcı bir ulusuz dedi. Buna ne diyorsunuz? Belli ki Bush hiç tarih okumuyor veya hatırlamıyor, hatta yakın dönemi bile hatırlamıyor. Çok uzun zamandır savaşlara ve askeri müdahalelere bulaşmış durumdayız. 19. yüzyıla geri gidin. Kıta boyunca ilerlerken yüzlerce kere savaşa giriştiğimiz Amerikanın yerlilerine barışçı bir ulus olduğumuzu söyleyemezsiniz. 1898de ABD Filipinlerle savaşa girişti. 20. yüzyılda Orta Amerikada tekrar tekrar askeri müdahaleler yapıldı. 20. yüzyılda Karayip adalarına 20 yılda 20 kere müdahale edildi. Sonra 1. Dünya Savaşına girişimiz var. 1914de Meksikaya müdahale ettik. 1927de denizcileri Nikaraguaya gönderdik, sonra, 2. Dünya Savaşına girdik. Bu savaşın bitiminden bu yana bitmek tükenmek bilmeyen ölçülerde savaşa karıştık. Dünyanın en büyük yıkımına sahne olan 2. Dünya Savaşının bitiminden beş yıl sonra, 1950-53 arasında Korede savaşa girdik. Sonra hemen Hindiçinide Fransanın savaşını desteklemeye başladık, Fransız silahlarının %80ini biz sağladık. 1950lerde ABD açıkça savaşa girmedi, ama bir dizi alçakça operasyon gerçekleştirdi. İran ve Guatemala hükümetleri bu operasyonlarla devrildi. Vietnamda savaşa başlar başlamaz Dominik Cumhuriyetine asker gönderildi. Vietnamın yanı sıra Kamboçya ve Laosta da savaşa girişildi. Bu dönemde kendi muhalefetine karşı savaşan Endonezya hükümetine çok büyük yardımlar yapıldı. Endonezyada bu iç savaşta yüzbinlerce insan öldü. Sonra 1975de ABD Endonezyanın Doğu Timor Adası halkına karşı savaşını desteklemeye başladı. Burada da yüzbinlerce insan öldü. 1978de daha Rusya Afganistana girmeden ABD gizlice bu ülkedeki asi güçlere silah gönderiyordu. Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carterın Askeri Danışmanı Zbigniev Brzezinsky Rusyanın bu 10 yıl sürecek savaşa ABD tarafından sürüklendiğini söylemekteydi. Rus-Afgan savaşı Afganistanı harabe haline getirdi. Sonra ABD hızla aradan çekildi. Usame Bin Ladin dahil desteklediğimiz köktendinci akımlar Afganistanda iktidarı aldı. Bu arada 1980de Ronald Regan Başkan oldu ve Nikaraguada alçakça bir savaşa giriştik. Reaganın özgürlük savaşçıları diye adlandırdığı kontraları yarattık. Bu böyle sürüp gidiyor. 1983de küçücük Grenada adasına müdahale ettik. İki yıl sonra bölgeye asker yerleştirmek için Kuveytin işgalini bahane ederek Körfezde savaştaydık. Daha sonra Clinton yönetimi 1998de Afrikada ABD konsolosluklarının bombalanmasına misilleme olarak Afganistan ve Sudanı bombaladı. Clinton yönetiminin son günlerinde Kosovada halka yapılan korkunç şeyleri önleme bahanesi ile Yugoslavyaya savaş ilan edildi. Savaş sadece Kosovada olanların daha korkunçlaşmasına, ölü sayısının artmasına ve çok sayıda Yugoslavın ölümüne yol açtı. Yani Bushun ABD barışcı bir halktır demesi epey bir tarihin unutulmasıdır. Belki bunların hepsini hatırlamak Bush için çok gelebilir, ama küçük bir kısmı dahi yeterlidir. Aslında, Amerika Birleşik Devletlerinden daha fazla savaş seven bir devlet yoktur demek daha doğru olur. Ya hikayenin diğer kısmı, savaşa ve militarizme karşı çıkanların mücadelesi? Amerikan Devriminden bu yana daima savaşa karşı çıkan bir hareket vardır. Amerikan ordusunda savaşın sınıf karakterinden dolayı askerlerin subaylara karşı ayaklanmaları vardır. 1846-48 arasında Meksika Savaşı sırasında savaşa karşı muhalefet ve askerden kaçmalar vardı. Meksika Savaşında savaşan askerlerin çoğu yeni gelen göçmenlerdi. Koca bir alay İrlandalı vardı. Meksiko Citye doğru ilerlerken birçok alay toptan kaçıyordu. Birçok asker Meksikalılara katıldı. Bu kaçaklar bir birlik oluşturdular ve Meksikalılarla birlikte savaştılar. Çoğu İrlandalıydı. İç savaş çok daha karmaşıktır. Savaş bir yandan köleliğe karşıydı, diğer yandan ise Kuzeyin egemenliği ve ülkenin birleştirilerek daha kârlı bir pazar haline getirilmesi içindi. İç savaş boyunca New York ve diğer kentlerde zenginlerin para ödeyerek asker olmasına karşı ayaklanmalar oldu. İspanyol-Amerikan savaşı sırasında halk yalanlarla kandırıldı. Maine adlı geminin Kübada bombalandığı söylendi. Savaş çok kısa sürdü. Savaş karşıtı bir hareket için zaman yoktu. Filipinlerdeki savaş ise yıllar sürdü ve ABDde savaş karşıtı bir hareket oluştu. Mark Twain dahil bir çok tanınmış kişinin önderliğinde Anti Emperyalist Birlik kuruldu. Filipinlerde özellikle siyah askerler arasında askerden kaçmalar vardı. Bazıları diğer tarafa geçerek Filipinlilerle birlikte savaştı. Tabii o zaman savaş karşıtı hareket savaşı durduracak kadar güçlü değildi. 1. Dünya Savaşında güçlü bir savaş karşıtı hareket vardı. Sosyalist Parti o zamanlar güçlüydü ve sosyalist basının milyonlarca okuru vardı. Bir çok yerel yönetim seçimini Sosyalist Parti kazandı. 1. Dünya Savaşı başladığında Sosyalist Parti savaşa karşı çıktı. Savaşa karşı konuştukları için iki bin kişi mahkemeye verildi, Sosyalist Parti lideri Eugene Debs dahil bin kişi hapse girdi. Savaştan sonra savaşı destekleyenler arasında bile yoğun bir hayal kırıklığı vardı. 1920lerde John Dos Passos, Ernest Hemingway ve Ford Maddox gibi yazarlar savaşı eleştirdiler. 2. Dünya Savaşı kesinlikle en popüler savaştı. Fakat gene İç Savaşta da olduğu gibi bir sorun vardı. Evet, bir tarafta Hitler ve faşizm; Yahudilerin ve diğer halkların katledilmesi, diğer ülkelere saldırı vardı. Fakat bütün bunlar pek de asil olmayan başka şeylere karışmaktaydı. Çünkü diğer tarafta da yayılmacı, acımasız, dünyanın her tarafında sömürgeler yaratmak isteyen Batılı ülkeler vardı. 2. Dünya Savaşı sırasında savaş karşıtı bir hareket oluştu. Bunun bir kısmı sağcıydı ve hiçbirşeye karışmamaktan yanaydı ve bir kısmı Nazi taraftarıydı. Ama bir kısmı da pasifistti. 2. Dünya Savaşında savaşmak istemedikleri için 6 bin Amerikalı hapse gitti. Savaşın sonunda halkın arasında büyük şüpheler vardı. Nagazaki ve Hiroşimaya atılan bombalar ve Dresdenin bombalanması ile yaklaşık 100 bin insanın ölümü ve başka sivil katliamlar vardı. Ayrıca savaş Hitler, Mussolini ve Japonya yenilmiş olmasına rağmen ırkçılık, diktatörlük hırsı ve saldırganlık yok edilmeden bitmişti. Şimdi nükleer silahlara sahip ve dünyanın çeşitli bölgelerini kontrol etmeye çalışan iki süper gücümüz vardı. Savaş karşıtı hareketlerin Amerikanın politikalarının üzerindeki etkisi çok nadir olmasına rağmen Vietnam Savaşı bir istisnadır. Savaşın çok uzaması halkın Vietnamda neler olduğunu anlamasına neden oldu. Askerler Amerikaya döndükçe ve birçok asker savaşa karşı çıkıp örgütlendikçe -örneğin savaş karşıtı gaziler örgütlenmesi gibi, Amerika tarihinde görülmedik birşey oldu. 1960da Amerikan halkının üçte ikisi savaşı desteklerken 1969da halkın bu defa üçte ikisi savaşa karşı çıkıyordu. Bu çok önemli bir değişimdi. İlk defa hareket hükümeti etkileyecek düzeyde güçlüydü. Hareketin bu gücünü Pentagonun iç yazışmalarında görebilirsiniz. Bu belgeler hükümetin savaş karşıtı hareketten, asker kaçaklarının artmasından, askere gitmeyi reddedenlerde ne denli ürktüğünü açıkça gösteriyor. 1967de ve 1968de birçok kentteki doğrudan savaşa karşı olmayan, fakat onunla da ilintili olan siyah ayaklanmalar var. İnsanlar savaşın devam etmesinin siyahların yaşadığı gettoların ihmal edilmesinin nedeni olduğunu görmeye başlamışlardı. Vietnam Savaşı ile birlikte ilk kez hükümet politikalarını etkileyecek kadar geniş ve güçlü bir savaş karşıtı hareket oluştu. Hükümet bu savaştan, bir savaşa girişecekse bunun hızlı olmasının ve çabuk bitmesinin gerektiğini öğrendi. Dolayısıyla Grenada, Panama ve Körfez savaşları kısaydı. Gazeteciler savaş alanlarından uzakta tutuldu ve haberler üzerinde sıkı bir hükümet kontrolü vardı. Şimdi yeniden savaşa girerken her şey çok hızlı ve halka Amerikanın Ortadoğu politikalarını öğrenmek için zaman tanınmıyor. Bush aşırıların özgürlüklerimize ve demokrasimize karşı oldukları için 11 Eylülde Amerikaya saldırdığını söyledi. Savaş için halkın desteğini almak istiyorsanız işe yarar bir açıklama. Ama teröristlerin kendi açıklamalarına bakarsanız, bizim içeride ne yaptığımız ya da ne çok özgürlüğe sahip olduğumuz değil, dışarıda ne yaptığımız onları daha çok ilgilendiriyor. Onlar Suudi Arabistandaki Amerikan askeri varlığına, İsrailin desteklenmesine, Iraka karşı uygulanan ve BMye göre belki de bir milyon insanı öldürmüş olan ambargoya aldırıyorlar. Kendilerini neyin rahatsız ettiğini çok açık söylüyorlar. Usame Bin Ladinin 11 Ekim açıklaması da bunu açıkça gösteriyor. Independent gazetesinden Robert Fisk, Ladinle birçok kere görüştü. Bu görüşmelerde de Ladin, Suudi Arabistandaki Amerikan askerlerinden, Amerikanın İsrail politikalarından ve Iraktan bahsediyor. Bence Ladin için bizim iç durumumuzun mu yoksa dış politikaların mı daha önemli olduğunu sınamak mümkün. Amerikan askerleri Suudi topraklarına yerleşmeden önce, 1991den önce Ladin hangi taraftaydı? 1991den önce bugünkü kadar demokratik ve özgürdük. Ama 1991den önce Ladin bizim taraftaydı ve biz de Afganistandaki savaşında onun tarafındaydık. Usame Bin Ladin için dönüm noktasının ne olduğu açık. ABDnin savaş dönemlerinde özgürlükleri kısıtlayan bir tarihi var. Biraz da bu konuya değinir misiniz? Özgürce konuşma hakkını 1798de baskı altına alan John Adams şimdilerde bestseller kitapların konusu durumunda. 2. Dünya savaşında birçok insanın hapse atıldığını söylemiştim. Savaş sırasında çıkartılan bir yasa ile savaşı eleştiren herkes hapse mahkum edilmekteydi. Bushun kullandığı ya bizimle berabersiniz ya da bize karşısınız gibi cümleler korku verici. Ya hükümetten yanasınız ya da karşı çıkarsanız, düşmansınız. Bütün bunlar linç havası yaratmakta. Bu havayı sadece hükümet değil, basın da yaratmakta. New Republic dergisinden Andrew Sullivan solun ülkede 5. kol olduğunu yazdı. Bu 5. kol ifadesi ilk 2. Dünya Savaşında ortaya çıktı. TV sunucusu Dan Rather Bush benim başkanım, eğer benim hizaya girmemi söylüyorsa ben hizaya girerim dedi. Böyle bir konuşmayı bir demokraside değil bir diktatörlükte duyabilirsiniz. Bush bu ülkede özgürlüklerin asıl olarak savaşla kazanıldığını söylüyor. Ne diyorsunuz? Bir şey açık, özgürlüklerimiz hükümetlerin yaptıkları ile değil yurttaşların çabası ile kazanıldı. Bunun en iyi örneği siyahlardır, köleliğin, ırkçılığın tarihidir. Köleliğe karşı hareketi hükümet değil, siyah ve beyaz halk başlattı. 1950lerde ve 60larda ırkçılığa karşı mücadeleyi de hükümet değil halk başlattı. Çalışanlara 12 saat yerine sekiz saatlik çalışma gününü hükümet vermedi, çalışanların örgütlenmesi ve grev mücadelesi kazandı. Hükümet bu mücadelelere karşıydı ve daima patronlardan yanaydı. Dolayısıyla tarihe bakarsak, özgürlüklerimiz için hükümete değil kendi örgütlü mücadelemize bakmalı ve güvenmeliyiz. Socialist Worker (ABD)dan çeviren Saim Kaçan |
|||||