11 Eylül saldırısının birinci yıldönümü...
Amerikan halkı kendi tarihiyle yüzleşiyor! Birinci yıldönümünde 11 Eylül saldırılarında ölenler ABDde ve dünyanın dört bir yanında şatafatlı törenlerle, paranoya ve güç gösterilerinin gölgesinde anıldı. ABDde ordu ve güvenlik kuvvetleri en üst düzeyde alarma geçirildi. Füzelere aktif savaş başlıkları takıldı. Tam bir teyakkuz durumu yaşandı. Çok yaygın olmamakla birlikte 11 Eylülün yıldönümünde Amerikan karşıtı gösteriler de yapıldı. (Tayland, Filipinler, G. Kore, Irak). Başlangıçta, NATOnun 5. maddesi (müttefiklerden birine yapılan bir saldırının diğerlerine de yapılmış sayılması) ilk kez bu olay vesilesiyle işletilerek can evinden vurulan ABDye destek verilmişti. Fakat verilen bu resmi ve zorunlu destek, aradan geçen bir yılın sonunda Amerikan savaşına aktif desteğe dönüşmedi. Aksine, gerekirse yüz yıl sürecek, ya bizden yanasın ya onlardan söylemiyle bu saldırıları kendi egemenlik savaşının başlangıcı yapma girişimine gösterilen tereddütler gittikçe arttı, halklar ve emekçi yığınlar nezdinde eylemli protestolara konu oldu. Bu nedenle birinci yıldönümünde düzenlenenen törenlerden, Afganistan saldırısından sonra Irak ve diğer ülkelerin hedefe çakılmasıyla iyice artan itirazları ve tepkileri kırmak yönünde yararlanmanın büyük bir önemi vardı. Nitekim tüm hazırlıklar buna göre yapıldı. Ölen masum insanların hayatı, yakınlarının gözyaşları, terörizmin kanlı yüzü, terör dehşeti bir kez daha pazarlandı. ABD halkının bu tür saldırılar karşısında ne kadar da savunmasız olduğu, yeni saldırılara hazırlanmak, teröristleri mutlaka yok etmek gerektiği vaazları birbirini izledi. Bir kez daha Amerika gerekirse tek başına bu savaşı sürdürür tehditleri savruldu. Kısacası, birinci yıldönümünde 11 Eylül, terör paranoyasını yayma, halklara tehdit savurma, Amerikan savaşını içerde ve dışarda kabul ettirme temalarına dayalı olarak işlendi. Peki ABD.li savaş çetesi bunda ne kadar başarılı oldu-olabiliyor? Tüm bu ikiyüzlü gösteriler sürerken, bir taraftan da Amerikan Merkezi Komuta Karargahının Ortadoğuyu ateşe vermek üzere Katara taşınmaya başlanması dikkatlerden kaçmıyor. ABD, tüm uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak kendi hukukunu, kendi savaşını dayatıyor. Yaklaşan Irak savaşı, başka boyutlarıyla, Amerikan halkının da temel gündemlerinden birini oluşturuyor. Ve göründüğü kadarıyla bu zorunlu dikkat ve ilgi, emperyalistlerin terörle savaş sınırlarında tutmak istedikleri çerçeveyi aşmış bulunuyor. Amerikalıların kafasındaki soru şu: Amerika ne yapmaya çalışıyor? Yüzyılın en büyük terör felaketi olarak sunulan bu saldırının arkasındaki kuşkular, karanlık noktalar aydınlığa kavuşmadığı gibi, her gün başka sorular soruluyor. Ortada bir güvenlik zaafından öte, kasıtlı bir yönlendirmenin, bilinçli bir ihmalin olup olmadığına ilişkin ciddi iddia ve tezler atılıyor ortaya. Saldırıyı düzenleyen Bin Ladin ve Talibanın yıllarca CİA tarafından eğitilip ABD emrinde çalışması, aradan geçen bir yıla rağmen bu eski uşak takımının yakalanamaması bile başlı başına bir kuşku ve güvensizlik kaynağı. Bununla paralel olarak Amerikan halkı artık niçin bu saldırılara hedef olduğunu, bunu haketmek için ABDnin ne yaptığını da ucundan başlayarak sorgulamaya başlıyor. Bu saldırıya uğramak için ne yaptık?, Yoksul halklar niçin ABDden nefret ediyorlar? Şimdi Amerikan halkı, Amerikan tekelci sermayesinin bu çok sınırlı saldırıyı vesile ederek başka halklara karşı başlattığı yeni haksız savaşlardan yükselen dumanlar eşliğinde bu sorulara yanıt arıyor. Şaibeli bir seçimle iktidara gelen Bushun arkasında duran büyük tekellerin yolsuzluklarını, savaşa ayrılan devasa bütçeyi, kitlesel tensikatları tartışıyor. Bu tanıklık, bu sorgulama ister istemez bir hesaplaşma ihtiyacını ve olanağını da beraberinde getiriyor. Kaçırılan, tam anlamıyla kullanılmayan fırsatlar bu vesileyle bir kez daha vücut buluyor. Bu tarihi sorgulamanın gecikmiş olmasının elbette açıklanabilir nedenleri ve gerçekleşebilmesinin koşulları var. Bu nedenlerden ilki, Amerikan halkının savaşın yol açtığı yıkımları en az yaşayan bir halk olmasıdır. İkincisi, yılları bulan anti-komünist propandanın sersemletici etkisidir. Amerikan toprakları iki dünya savaşının da yıkımını yaşamadı, acılarına yakından tanık olmadı. Hep düşük bir savaş faturası ödedi Amerika. Aslında, yüzyıllar boyunca birer yabani hayvan gibi avlanıp soyları kurutulan yerli halkların (Kızılderililer) katledilmesinin, İngilizlere karşı bağımsızlık savaşlarının, Güney-Kuzey İç Savaşının dışında ABD toprakları hiçbir zaman sıcak savaş cephesi olmadı. Kendi topraklarında yüzyıl boyunca tanık olduğu belki de en yakın ve en açık savaş sahnesi, İkinci Dünya Savaşında Japonların Pearl Harbor baskınıdır. Ki bu da bütünüyle askeri alanla sınırlı bir baskından ibarettir. Fakat, kendi topraklarını, kendi sivil halkını savaş cephesinden uzak tutmayı başaran aynı Amerika, dünyanın nerdeyse her karış toprağında halklara savaş açtı. Milyonlarca insanı katletti. Ülkeler işgal etti, darbeler tezgahladı. Yaşam standartı oldukça yüksek olan Amerikan halkının bu uzak topraklardaki savaşlara ilişkin algısı hep sınırlı ve çarpık kaldı. Amerikanın gücü üzerine yapılan propaganda her zaman inandırıcı, başka topraklardaki yürütülen savaş çoğunlukla haklı bulundu. Ta ki, uzaktan hoş gelen davul ve top sesleri yerini, savaş cephesinden tabut içinde dönen askerlere ve acı çığlıklara bırakıncaya kadar. Vietnam halkının kahramanca direnişi bu algının da, propagandanın da tersine dönebileceğinin tek değil ama en etkili örneklerinden biridir sadece. Ve bedeli çok ağırdır; 56 bin ABDli askere karşın Vietnam halkı 3 milyona yakın vatandaşıı kaybetmiştir. Emperyalizm şimdi, bu türden yeni örneklere ebelik ediyor. Gerekirse yüzyıl sürecek bir terörizmle savaş tanımının ne olduğu, yol açacağı sorunlar kamuoyunun gündemine henüz yeni yeni oturuyor. Emperyalizmin dizginlerinden kopmuş pervasız saldırganlığı ve savaş histerisi, dikkatleri kaçınılmaz olarak bunun kaynaklarına yöneltiyor. Ortada umacı olarak kullanılacak bir komünizm tehlikesi de yok. Onun yerini her an her yerde ortaya çıkabilen, her an ABD çıkarlarını vurmaya hazır, görünmez bir düşman almış, daha doğrusu yaratılmış bulunuluyor: Terörizm! Her an her yere saldırmanın mantıklı fakat çok kuşkulu, çelişkilerle dolu bir gerekçesi. Sineması, medyası, Beyaz Sarayı, Pentagonu, silah ve petrol tekelleri hep bunu konuşuyor. Amerikan halkı ise, bugün terörist denilip hedefe konulanların (Usame Bin Ladin, Saddam vb.) bir zamanlar dost kuvvetler olarak desteklenmesine bir açıklama bulamıyor. Amerikan halk, savaşların kaynağını (ulusal sömürüyü, yoksuluğu, ezilmişliği, haksızlığı) terörizme indirgemeye, terörizmle çarpıtmaya çalışan egemenlere eskisi kadar kolay prim vermiyor artık. Bu çarpıtmanın uygarlıklar çatışması gibi faşizan bir teoriyle gerekçelendirilmeye çalışılmasını ise ürkücü buluyor. Emperyalist savaş çığırtkanları, bir sorgulama ihtiyacını dayatan tarihse deneyim birikimini bizzat kendi elleriyle yarattılar ve yaratmaya devam ediyorlar. Savaşı emperyalist metropollere yaygınlaştırma riskini ve yıkımı büyüterek buna hizmet ediyorlar. Şimdi yığınlar, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, kapitalizmin kendi başına bir savaş kaynağı olduğunu yeniden öğreniyorlar. Şarbon sporlarının Amerikan laboratuvarlarında üretildiği ve sağa-sola postalandığı bilgisi kesinleşir kesinleşmez, şarbonlu mektupların niçin bıçakla kesilir gibi kesildiğini anlıyorlar artık. Dev savaş uçağı filolarının kendilerini korumak için niçin havalanmadığını, o gün buna kimlerin karar verdiklerini biliyorlar. Afganistana saldırının arkasında başka hesaplar olduğunu görüyorlar. Şimdi Amerikan halkı, bütün dünya halkları, 11 Eylül saldırılarının yol açtığı yıkım ve dehşet tablosunu yüzlerce, binlerce kez katlayan Hiroşimayı, Nagazakiyi, Vietnamı resmi ideolojinin çarpıtma ve telkinlerinden uzakta, özgürce yorumlama ve anlama şansına daha fazla sahipler. 11 Eylülde uğradıkları saldırının yarattığı korku ve paniği bilinçli olarak körükleyen egemenlerin ne yapmaya çalıştıklarını biliyor, asıl korkulması gerekenin bu terör ve korku imparatorluğu olduğunu görüyorlar. Bunun için 11 Eylül saldırısının acılarını yaşayanlar hep bir ağızdan intikam yeminleri etmeyin, savaşı durdurun diyorlar. Emperyalist tekellerin ise, buna yeni haksız savaşlar açarak yanıt vermekten başka bir politikası ve bir seçeneği bulunmuyor. Günün yakıcı görevi, bu yıkıcı ve haksız savaşlardan halklar arasındaki kardeşlik köprüsünü güçlendirerek, kalıcı barış için devrimci sınıf mücadelesini yükselterek yararlanmaktır. |
|||||