14 Eylül '02
Sayı: 36 (76)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaş hazırlıkları ve Türk burjuvazisinin uğursuz rolü
  "İMF solcuları" göreve hazırlanıyor
  CHP kimin partisi?
  İlke yoksunu reformist solun maskesi düştü
  Amerikan halkı kendi tarihiyle yüzleşiyor!
  ABD emperyalizminin Irak'a saldırı hazırlığı
  Hak kazanımının yolu fiili-meşru mücadeleden geçiyor!
  Gençlik geleceğe güvenle bakmak istiyorsa, çözüm "seçim" değil devrimdir!
  12 Eylül'den 11 Eylül'e...
  ÖO direnişçisi Hamide Öztürk şehit düştü...
  Seçimler ve devrimci sınıf çizgisi
  Kapitalist sisteme karşı mücadele kadınların tek kurtuluş yoludur
  MHP'nin yalanları ve gerçekler
   Amerikancı çizgiye ve İMF-TÜSİAD programına sadakat
   Amerikan müdahaleciliği konusunda tarihçi Howard Zinn ile söyleşi...
   Reha Tekstil'de patron-sendikacı işbirliği ile 70 işçi işten atıldı
   Alman işçi sınıfına yönelik kapsamlı bir saldırı
   11 Eylül ve sonrası
   Faaliyette sabır, soluk ve kararlılık
   11 Eylül 1973: Şili'de askeri faşist darbe!
   Savaş senaryoları yalan üzerine kurulu
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kapitalist sisteme karşı mücadele
kadınların tek kurtuluş yoludur

3 Kasım seçimlerinde düzen partilerinin seçim konvoylarında yine kadınları göreceğiz. Emekçi kadınlar her seçim döneminde olduğu gibi, ya kendilerine, ya çocuklarına ya da eşlerine bir iş bulabilme umuduyla bu partilerin propagandasını yapacak, gece gündüz peşlerinden koşturacaklar. Sermaye partilerinin kimi din kisvesi altında, kimi milliyetçiliği kullanarak, kimi de sol söylemlerle kadınları peşlerinden sürükleyecek.

Oysa özellikle son yıllarda kadınların ne kadar yoksullaştıkları ortada. Üretimin çeşitli alanlarında yer alan kadınlar, sistemin krizinden ağır bir biçimde etkilenmektedirler. Eğitimden, sağlıktan, iş güvencesinde yoksun olan kadınların sayısı her geçen gün artmaktadır. Aile ekonomisine bir parça katkıda bulunabilmek için hem evde hem de işte, sosyal güvenceden yoksun olarak gece yarılarına kadar çalışmaktadırlar.

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalara göre, çalışan kadınların %52.3’ü sosyal güvenceye sahip değildir. Sahip olanlar ise sürekli olarak işsiz kalma tehdidi altındadır. Son bir yılda yaşanan ekonomik krizlerde işten atılanların önemli bir bölümünü kadın işçiler oluşturmaktadır. Hiçbir geliri ya da sosyal güvencesi olmayan, ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların oranı %70’in üzerindedir.

Kapitalist sistem kadının yoksulluğunu gün geçtikçe arttırıyor. Dünya yoksullarının %70’i kadınlardan oluşuyor. Türkiye’de yoksulluk sınırının altında yaşayan 27 milyon kişinin üçte ikisi kadınlardır. Kasım ve Şubat krizleriyle sigortalı olarak çalışan kadınların oranı %22’ye düşmüştür. Sosyal güvenlik kapsamındaki nüfusun ancak %13.8’i kadındır. Esnek çalışma yasasından en çok zarar görecek olanlar da yine kadınlardır.

Tarım sektörüyse kadınlar için bir başka ağır sömürü alanıdır. Tarım işçisi kadınlar gündoğumundan batımına kadar yazın kavurucu sıcaklarda, kışın dondurucu soğuklarda çalışırlar. Bu kesim her türlü sosyal güvenceden yoksundur. Ekonomik zorluklar içinde yaşayan emekçi kadınlar köylerde feodal baskıların ezici ağırlığı altında bunalmaktadırlar. Sermaye partileri için kırsal alandaki kadın nüfusu her zaman kolay bir oy deposu olarak görülmektedir. Feodal ilişkilerin gücü, eş kime oy verirse kadının da ona oy vermesini zorunlu kılmaktadır. Ya da oy kullanmada büyük toprak sahiplerinin tavrı belirleyici olabilmektedir.

‘99 istatistiklerine göre ücretli olarak istihdam edilen kadınların %59.3’ü tarım sektöründe çalışmaktadır. İMF programlarını uygulayan iktidarlar tarım emekçisi kadınları da yoksullaştırmıştır.

Kadınların sorun yaşadığı alanlardan biri de eğitimdir. Kız çocuklarının eğitim görmelerinin önüne set çekilmiştir. Sadece Türkiye’de değil, İMF programı uygulayan bütün bağımlı ülkeler kadınlarının eğitiminde düşüş yaşanmıştır. UNESCO verilerine göre, dünyada okuma-yazma bilmeyen 876 milyon insanın üçte ikisi kadınlardan oluşuyor. 2001 verilerine göre Türkiye’de okuma-yazma bilmeyen kadın nüfus oranı %20.1, erkeklerde ise %5.4’tür. 2001-2002 öğretim yılında 152 bin 703 kız çocuğu okula gönderilmemiştir. Kürt illerinde ise bu durum had safhadadır.15-49 yaş arası eğitimsiz kadınların % 42’si Diyarbakır, Erzurum ve Urfa’da yaşamaktadır.

Yıllardır süren savaşlarda en fazla zarar gören kesim yine kadın emekçiler olmuştur. Son on yıl içinde tecavüze uğrayan, katledilen, yoksullaşan, kadın ticareti yapan mafyanın eline düşen değişik uluslardan kadınların haddi hesabı yoktur. Körfez krizinde binlerce kadın ve çocuk katledilmiştir.

Türkiye’deki emekçi kadınlar bu savaşa dur demek zorundadır. Iraklı yoksul emekçi kadınların, çocukların, halkın katledilmesine sessiz kalamayız. Seçim konuşmalarında hiçbir parti lideri ABD’nin Irak’a saldırısını ağzına almamaktadır. Çünkü onlar bu savaşta emperyalist haydutların ortaklarıdır, tüm çabaları tekellerin çıkarlarını koruyup kollamaya yöneliktir. Bunların kirli yüzlerini görmek zorundayız.

ABD’nin Irak’a saldırısında eşlerimizin, çocuklarımızın, kardeşlerimizin kanı dökülecektir. Analar, askere gönderilen gençlerin bir başka halkı katletmesine izin vermemelidir. Bu savaşa karşı tüm analar, emekçi kadınlar birleşmelidir. Kadınlar tepkilerini ortaya koyduklarında savaş karşıtı mücadeleye önemli bir katkıda bulunmuş olacaklardır.

Seçimlerde hangi koalisyon iktidara gelirse gelsin, uygulayacağı tek program İMF-TÜSİAD programı olacaktır. Bunlar bir taraftan esnek üretimi hızla yasallaştırmaya çalışırken, bir de savaş ekonomisinin ağır faturasını sırtımıza yükleyeceklerdir. Binlerce işçi işten atılacak, sosyal yıkım daha da artacaktır. Bunların karşı çıkmanın tek yolu, işçi ve emekçileri kurtuluşa taşıyacak olan komünist işçi partisinin bayrağı altında birleşerek mücadele etmekten geçmektedir.

A. Engin



Seçimler ve kadınlar

Tarihe baktığımızda, kadınlar için oy hakkının uzun mücadeleler sonucunda elde edildiği görülür. Kadının, eşitlik mücadelesinin başlangıcından beri bu talep dile getirilmiştir. Kadının eşitlik mücadelesi, üretimde tuttuğu yerin bilince çıkarılmasıyla başlamıştır. Ve bu bilinçle de temsil edilme, seçme ve seçilme hakları bir ihtiyaç olarak fark edilmiştir.

Kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmeleri her ülkede farklı zamanlara, denk düşer. Ancak bu yanıltıcı olmamalıdır. Çünkü kapitalizmin tarihte ilerici rolü oynadığı döneminde dahi bu hak kadına verilmemişti. 1789 Fransız devriminin açtığı yeni dönemde kadınların kurucu mecliste temsil edilmeleri kabul görmemiş, kurucu meclis, devrimi birlikte yaptığı kadınlardan evlerine dönmelerini istemiştir. Fransa ancak 1944 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanımıştır. Kadınların bu haklarını alabilmelerinde, mücadeledeki tutumları belirleyici olmuştur.

Kapitalizm kadınları üretim alanlarına çekerek tarihte ileri bir adıma vesile olmuştur. Kadınların ucuz emeğini kullanarak kârlarını arttıran kapitalistlere karşı kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal haklarını savunmaları gündeme gelmiştir. Tarihe 8 Mart’ı miras bırakan kadınların talepleri arasında; sendika, 8 saatlik işgünü gibi taleplerin yanında oy hakkı talebi de bulunmaktadır. Kadınların bu taleplerinin nasıl kanla bastırıldığı da yine tarihsel bir örnektir. İşte bu nedenle kapitalizmin demokrasi ve özgürlük anlayışı ancak egemen sınıfının (burjuvazinin) çıkarıyla sınırlıdır. Uzun mücadeleler sonunda kuşkusuz kimi talepler elde edilmiştir. Ama fırsatını bulduğunda geri almak için bekleyen burjuvazinin gölgesi unutulmamalıdır.

Öte yandan kapitalistler nasıl kadınları ucuz emek gücü olarak kullanıyorsa, oylarını da kendi egemenliğinin temsili parlamentoda onaylatmak için kullanmanın hesabını da yapar. Kendi sömürü düzenini toplumda meşru kılmanın bir aracı olarak kullanılır oylar. Kadınların toplumdaki geri durumları, eğitim ve diğer sosyal olanaklardan uzaklıkları, onların bu aldatmacada kullanılmalarına neden olur.

Kadınların oy talebi, 20. yüzyıl başlarında İngiltere ve ABD’de ekonomik, sosyal, siyasal eşitlik mücadelesinin bir simgesi haline getirilmiştir. Bu aynı zamanda mücadelenin oy hakkına indirgenmesi olarak da yorumlanabilir. Tabii ki bu, sınıflı toplumlarda her sınıfın kadınlarının farklı olduğu gerçeğine işaret eder. İşçi ve emekçi katmanların kadınlarının önceliğinde yoğun iş saatlerinin düşünülmesi, ücret artışı, çalışma koşullarının düzenlenmesi, ondan sonra oy hakkı talebi gelirken, egemen sınıfa mensup kadınların ilk talebi oy hakkı olmuştur.

Ülkemiz örneğinde de benzer bir durum söz konusudur. 1935 yılında “Türk Kadınlar Birliği” denilen, M. Kemal tarafından burjuvazinin kadınlarına kurdurulan bu örgüt, seçme ve seçilme hakkı verildikten sonra “esas işlevini tamamladığı” gerekçesiyle kendini lağvetmiştir. Ama aynı dönemlerde işçi kadınlar, ücret artışı ve sendika istiyorlardı.

O dönemde dikkat çekilmesi gereken bir nokta da şudur: Resmi anlayışın dışında kurulan tüm kadın örgütleri, dernekleri kapatılmıştır. Kadına seçme ve seçilme hakkı ise o dönem Türkiye cumhuriyetinin “batılılaşma”, “modernleşme” ihtiyacının ürünü olarak verilmiştir. Kadınların diğer ülkelerde sokak gösterileri, parlamento işgalleri sonucu elde ettikleri bu hak Türkiye’de tepeden verilmiştir, kağıt üzerinde olması da bu nedenledir. Zaten bu hakkı ancak resmi ideolojiye yakın kadınlar kullanmışlar ve kendilerine bu hakkı bahşeden Türk devletine de gereken desteği sunmuşlardır.

Kadınlar bu sistemde, burjuvazinin kendi sınıfsal egemenliğini pekiştirme, ezilen sınıflar arasında sessiz destek bulma aracı olarak kullanılıyor. Hitler’inde en büyük destekçilerinin Alman kadınları olması, Hitler’in onlara özel ilgi göstermesi boşuna değildir. Yeni neslin üretiminde ve eğitiminde kadınların rolünü unutmamak gerekir. “İnsan soyunun kadın yarısı”nın önemi görülmeli ve gücü sosyalizm mücadelesine akıtmalıdır. Kadınların seçimi sosyalizm olmalıdır.

R. Deniz