27 Temmuz'02
Sayı: 29 (69)


  Kızıl Bayrak'tan
  Irak'a karşı emperyalist savaşı durduralım!..
  Siyonist işgal ve katliamlar devam ediyor, Filistin halkı ayakta!..
  Düzen medyasının savaş çığırtkanlığı
  Irak'ın yıkımından azami kazanç elde etmek için kirli pazarlıklar
  Bir kez daha ABD'nin Irak'a saldırı planları üzerine
  Hükümetin 3 yılı/2
  Yine yağmur yine sel, yine yıkım yine ölüm...
  Paşabahçe'de işgal ve direniş!..
  '96 ÖO Direnişi'nde ölümsüzleşen devrimcileri saygıyla anıyoruz...
  Devrimci şair Adnan Yücel'i uğurladık...
  Yeni döneme hazırlık
  İş Kanunu Ön Tasarısı'nın saldırı ayaklarından biri de Özel İstihdam Büroları!..
  Borç batağında boğulan sistem
   Borç krizinin çanları çalıyor
   İzmir İşçi Bülteni'nden...
   Söz İngiliz işçi sınıfında
   İSDEMİR işçileri mücadeleyi sürdürme kararlılığında
   Pratik faaliyetlerden...
   "Öğrenci gençlik etkinliklere gelmesin" anlayışı üzerine...
   Batsın bu imparatorluk!..
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İç ve dış borç stoku 204 milyar doları buldu...

Borç batağında boğulan sistem

Önümüzdeki üç yıl içinde kamu kesimi (2003'te 12, 2004'te 14, 2005'te 14 milyar dolar) 40 milyar dolar dış borç faiz ve ana para ödemesi yapacak. Aynı dönemde Merkez Bankası’nın 8, özel kesimin 15 milyar dolar borç ödemesi yapması gerekiyor. Böylece ödenmesi gereken üç yıllık borç yükü 63 milyar dolara ulaşıyor..

* Borçlar katlanarak artıyor. 2000 yılı sonunda kamu kesmine ait iç ve dış borç toplamı 116 milyar dolar iken 2002 ortasında bu rakam 160 milyar dolara çıkarak %38 artmıştır. Toplam borç stoku ise 204 milyar dolardır.

* 1999 yılı aralık ayında İMF ile yapılan Stand-by anlaşması 4 milyar dolarlık desteklemeyle başlatılmıştı. 2002’de ekonomik program için fiilen kullanılan İMF kredisi 26 milyar doları bulmuş durumda.

Son yıllarda borçlar ve İMF kredileri katlanarak artttığı halde ekonomik büyüme hızı 0,7 olarak gerçekleşiyor. Yine bu dönemde üretim sürekli geriliyor. İşlerin kısa dönem bir tarafa, uzun dönemde de iyileşmeyeceği, tersine sistemin iflasa doğru gittiğine dönük görüşler çoğalıyor. Bu süreçle ilgili iflas değerlendirmeleri tüm dünyayı kapsıyor. Artık küreselleşme denilen sistemin çöküşü gizlenemiyor. Tüm ideolojik kuvvetini ve inanırlığını yitirmiş durumda.

Bu süreçte Türkiye emperyalizme bağımlı bir ülkenin yaşaması gereken durum neyse onu yaşıyor. Türkiye egemenlerinin, en onurlu gözükeninden en yalakasına kadar, tümünün yaptığı ve yapabileceği, emperyalist güçlere kölece teslimiyet ve bağımlılıktan başka bir şey değil.

Alınan krediler ve borçların yatırıma gitmediği açık. Öyleyse alınan borçlar nereye gidiyor ya da hala neden borç alınmaya devam ediliyor? İki nedenle. Birincisi; batağa girmiş, iflas etmiş bir ekonomiyi canlandırma çabası için. Bu çabanın boş bir çaba olduğunu bizzat iç borçtan beslenenler de biliyorlar. Sadece kitlelerin kandırılmasına dönük söylemden başka hiçbir karşılığının olmadığını bizzat ekonomik göstergeler söylüyor. Yüksek miktarlarda alınan krediler içi boşaltılmış kamu ve fon bankalarına akıtıldı, dolayısıyla hortumculara gitti. 2002 bütçesinde özel kesime aktarılan kaynaklardan, borç faizleri toplamı bütçenin %43’üne, toplanacak vergilerin %74'üne denk geliyor. Sübvansiyon ve teşvikler, vergi indirimleri, destekler ve çeşitli adlar altında akıtılan kaynaklar bunlar.

Borçlanmanın ikinci gerekçesi veya zorunluluğu, borç yükünün çevrilmesi, yani vadesi gelen borçları ödemek için yeni borçlanmaya gidilmesidir. Borç verenler borçların misliyle geri dönmesi için her türlü dayatma ve müdahaleyi yapabilme serbestliğine sahip oluyorlar. Böylece, ülkenin ve emekçilerin geleceğini İMF, DB aracılığıyla emperyalizme bağımlı hale getirmek, bağımlı hale gelmiş ekonomi üzerinden ülke kaynaklarını yağmalamak, ülke yönetimini denetlemek, bu maceranın son noktası oluyor. 2001'de yaşanan krizin yağma payı %40 idi.

Devletin borç yükünü çevirmek için yeni borçlanmalara gitmekten başka çaresi yoktur. Ekonomik kriz ve burjuva siyasetinin kriziyle birlikte Türkiye’de kapitalizm uçuruma doğru gidiyor. Bu koşullarda borçların geri ödenmesi de, yeni borç kaynaklarının bulunması da güçleşecektir. Piyasalardan borçlanmanın maliyeti yükselmiştir. Özel kişi ve bankalardan borç alamaz duruma geldiği ölçüde sermaye devleti İMF ve DB gibi kurumların önünde dilenir durumdadır. Emperyalizme kölece bağımlılık nedensiz değildir.

* Maliye teftiş kurulu tarafından 700 firmanın hesapları kontrol ediliyor. Türkiye’nin ihracatının %40’ının hayali olduğu açıklanıyor.

* Açıklanan en büyük ilk beşyüz firmanın durumunun 1999 yılını aratacak kadar kötü olması, çalışan sayısının %5,7 oranında düşmesi, firmaların faaliyet dışı gelirlerinin oranının büyümesi iflasın başka bir boyutu.

Tek korkuları “toplumsal barış”ın bozulması. Ama bu korku onların yürüdükleri yolda ilerlemelerini engellemiyor. Karşılarında örgütlü bir işçi-emekçi hareketinin olmaması en büyük avantajları. Hükümetler değişse de ekonomik programdan, emekçi düşmanı politikalardan vazgeçilmiyor. Emperyalizme kölece bağımlılığa ve bölge halklarına düşmanlığa devam ediliyor.

Bu sistem ayakta kaldığı sürece, krizlerin tüm faturası işçi ve emekçilere ödettirilecek. İşçi ve emekçilerin “toplumsal barış”ı bozmaktan başka bir seçenekleri yok!



2003 yılı “borç ödeme” bütçesi hazırlanıyor

Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan 2003 Yılı Bütçe Talimatı açıklandı. Bu talimatla birlikte ‘03 yılı bütçesinin nasıl şekilleneceği ortaya çıktı.

Yeni bütçe tıpkı öncekiler gibi borç ödemelerini mümkün olduğunca garantili bir şekilde yapmak üzerine kurulu olacak. Bilindiği gibi emperyalizme bağımlı diğer ülkeler gibi Türkiye de, yapısal krizini hafifletebilmek, ekonomiyi yıkımdan kurtarabilmek için sürekli yeni kaynak ihtiyacı duymaktadır. Bunu da iç ve dış piyasalardan yüksek faizli borçlar alarak sağlamaktadır. Krizlere karşı alınan günübirlik tedbirler borç ödemeleri sırasında yeni sorunlar yaratmaktadır.

Bugün Türkiye, bırakalım borç ödemelerini, borçların faizlerini ödeyebilmek için bile yeni borçlar almak zorundadır. İç ve dış borçlarının toplamı 204 milyar dolara ulaşmış bulunmaktadır. Son üç yılda sadece iç borç faiz ödemesi olarak aktarılan rant 101.4 milyardır. Burjuvazi daha az riskli, daha yüksek kazançlı olduğu için devlete yüksek faizle borç verme yolunu tutmaktadır. Krizlerin faturasını emekçilere kesen bu asalak takımı, tefecilikle kârına kâr katmaktadır.

İç ve dış borç miktarının %40’ı da dövize endekslidir. Yani dolardaki her artış borç miktarını arttırarak, bunun faturasını ödeyen işçi ve emekçilerin yıkımını hızlandırmaktadır.

Borç yükünün böylesine artması, işçi ve emekçilere dönük saldırıların da artması anlamına geliyor. Alacaklı tekellere ve emperyalist kuruluşlara karşı borçlarına sadakatle sahip çıkan ve ödemeler konusunda hassas olan sermaye iktidarı bunun faturasını emekçilerden çıkarıyor. Gerek ücretlerden kesilen dolaysız vergiler, gerekse dolaylı vergilerle soyulup soğana çevriliyorlar. Bütçedeki harcamaların ve borç ödemelerinin önemli bir kısmı işçi ve emekçilerin soyulmasıyla yapılabiliyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin gelirleri enflasyon karşısında sürekli erirken, tüketim mallarına ve zorunlu ihtiyaçlara yapılan zamlar yeni vurgun kapıları açıyor. Buna rağmen hazırlanan bütçe talimatında kamu çalışanlarına ve kamu hizmetlerine dönük kısıntılar sözkonusu. Kamu kurumlarında çalışanlar i&ccedi;in servis, ısınma ve diğer hizmetlere ayrılan pay mümkün olduğunca kısılacak. Birçok kamu hizmeti için “işlevsiz” olduğu gerekçesiyle bütçeden pay ayrılmayacak.

Hükümet İMF'ye verdiği niyet mektubunda atıl istihdam olarak tanımlanan personelin işten çıkarılacağını belirtmişti. Talimatta da buna vurgu yapılıyor. “Mevcut personelin etkin ve verimli çalışmasını sağlamak üzere bölgeler ve birimler arasında personel dağılımındaki eşitsizlikleri giderecek tedbirler alınacak” sözleri, çok sayıda işçi ve emekçinin işten çıkarılacağı ve bütçede de buna dönük planlamalar yapılacağı anlamına geliyor.

Bütçede borç ödemelerinin ardından aslan payını her zamanki gibi askeri harcamalar oluşturacaktır. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin ABD’nin bölgede girişeceği yeni bir savaşta üstleneceği koçbaşı görevini yerine getirebilmesi için askeri harcamalarını arttırması gerekiyor. Bir iç savaş için fazlasıyla, başka bir ülkeyle savaş için ise asgari düzeyde hazırlıklı bir orduya sahip olmalarına rağmen askeri harcamalar gün geçtikçe artıyor. 2001 yılı içerisinde askeri giderlere 8.9 milyar dolar harcandı. Bunun yanında Türkiye, 1997-2001 yılları arasında en çok silah satın alan 4. ülke oldu. Bu miktarın ABD'nin dünya çapında ilan ettiği savaştan önceki döneme ait olduğunu düşünürsek, askeri harcamaların yeni bütçede oldukça önemli bir yer alacağından şüphe duymamak gerek.

Borç ödemelerine ve silahlanmaya ayrılan pay sürekli artarken, eğitim ve sağlığa ayrılan pay sürekli düşüyor. Bütçeden bu iki alana ayrılan pay yıldan yıla azaltılıp verim ve kalite düşürülerek, eğitim ve sağlık alanında özelleştirmenin yolu açılarak, tekelci burjuvazi için yeni vurgun kapıları açılıyor. Tabii bundan işçi ve emekçilere düşen pay ise “paran kadar oku”, “paran kadar tedavi ol” oluyor. Nitekim ‘03 bütçesinden eğitim ve sağlığa zorunlu haller dışında yeni ödenek ayrılmayacak.

Bütçeden kamu kuruluşlarına ayrılan pay da en aza indirilecek. Halka “ucuz ve kaliteli hizmet” vermesi gereken bu kurumların kendine yeten bir anlayışla, kısaca kâr mantığı güden bir anlayışla hareket etmeleri istenip, bütçeden alacakları pay mümkün olduğunca kısılacak.

Yeni bütçenin hazırlanışından da anlaşılacağı üzere, tekelci burjuvazinin geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da işçi ve emekçilere verebileceği açlık ve sefalet olacak. Hazırlanan bütçe bunun altyapısını oluşturuyor. İşçi ve emekçilere kırıntılar dahi çok görülüyor. Bu, burjuvazinin temsilcilerinden bir şeyler beklemenin dayanaksızlığını gösteriyor. Bu oyunu bozmanın tek yolu ise sokaktan geçiyor. Onların kapalı kapılar ardında hazırlayıp bize dayattıkları bu planlara gereken cevabı ancak alanlarda verebiliriz.