27 Temmuz'02
Sayı: 29 (69)


  Kızıl Bayrak'tan
  Irak'a karşı emperyalist savaşı durduralım!..
  Siyonist işgal ve katliamlar devam ediyor, Filistin halkı ayakta!..
  Düzen medyasının savaş çığırtkanlığı
  Irak'ın yıkımından azami kazanç elde etmek için kirli pazarlıklar
  Bir kez daha ABD'nin Irak'a saldırı planları üzerine
  Hükümetin 3 yılı/2
  Yine yağmur yine sel, yine yıkım yine ölüm...
  Paşabahçe'de işgal ve direniş!..
  '96 ÖO Direnişi'nde ölümsüzleşen devrimcileri saygıyla anıyoruz...
  Devrimci şair Adnan Yücel'i uğurladık...
  Yeni döneme hazırlık
  İş Kanunu Ön Tasarısı'nın saldırı ayaklarından biri de Özel İstihdam Büroları!..
  Borç batağında boğulan sistem
   Borç krizinin çanları çalıyor
   İzmir İşçi Bülteni'nden...
   Söz İngiliz işçi sınıfında
   İSDEMİR işçileri mücadeleyi sürdürme kararlılığında
   Pratik faaliyetlerden...
   "Öğrenci gençlik etkinliklere gelmesin" anlayışı üzerine...
   Batsın bu imparatorluk!..
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Savaşa ve yıkıma karşı topyekûn bir devrimci seferberlik içinde olmalıyız!..

Yeni döneme hazırlık

Yoğunlaşan siyasal gündemin temel unsurları:
Savaş, seçim ve İMF’nin yıkım programı

Çok yönlü siyasal gelişmelerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. ABD emperyalizmi Irak’la başlayacak, Ortadoğu’yu ateşe verecek bir savaş için gün sayıyor. Emperyalizmin savaş arabasına bağlanan sermaye iktidarı, efendisinin saldırı emrini yerine getirmek zorunda kalmanın sıkıntılarını yaşasa da, sıfırı tüketen bütçesine girecek birkaç milyar doların hesabını yapmaktan da kendini alamıyor.

Diğer taraftan iktisadi krizinin içinden çıkılmaz hale getirdiği siyasal krizine bir erken seçimle çözüm bulmak sorunuyla karşı karşıya. Bunları, krize çözüm olmak bir yana her geçen gün yeni boyutlar ekleyen sermayenin İMF patentli olağan saldırı programını (kamu işletmelerinin tasfiyesi ve özelleştirmelerle hızlanan toplu tensikatlar, hak gaspları, grev yasakları, sefalet ücretleri, günlük yapılan zamlar vb.) kararlılıkla uygulama, AB’ye uyum yasalarını çıkarma görevi tamamlıyor. Tüm bu görevleri yerine getirmek için yorulan ve yıpranan atlarını bir an önce değiştirmesi ve ABD hesabına emperyalist seferberliğe hazır olması gerekiyor. Bunları birkaç ay gibi kısa bir zaman içinde çözmek zorunda olması ise sermaye iktidarının soluğunu kesen bir diğer olgu.

Sermaye iktidarının açmazlarını iyice belirginleştiren bu gelişmeler, emperyalist yeni dünya düzeninin krizden çıkma arayışları çerçevesinde dayattığı saldırgan politikaların olağan bir sonucu. Olağanüstü sonuçlarına ise parça parça yaygınlaştırılan savaşla birlikte ulaşılacak. Kölece bağımlılığın üstünü örtmek için sermaye iktidarının kullandığı “ABD ile stratejik ortaklık”, “AB üyesi bir Türkiye” cilalı söylemin gerçek pratik anlamı ve gereği, artık efendilerin emrinde halkların kanını dökmektir. Borsa vurguncusu Soros’un aylar öncesindeki Türkiye ziyaretinde sarfettiği “sizin en büyük ihraç malınız, askerinizdir” sözlerine gösterilen tepkinin, bu aynı gerçekliği somut bir plana ve talimatlara da bağlayan Wolfowitz’e gösterilmemesi, bu kaçınılmaz noktadan geri dönüş olmadığının teyididir.

Bu kaçınılmaz noktaya hergün biraz daha yaklaşıldığı bir süreçte Türkiye, kendisini kuşatan bölgeyle beraber, her bakımdan olağanüstü gelişmelere gebe. Sermaye iktidarının savaş karşısında emperyalistlerin istem ve direktiflerine uymak dışında bir tercihi ve şansı bulunmuyor. Oysa ki, Türkiye’deki emekçilerin hem bağımsız bir tercih şansları hem de oynamaları gereken zorunlu bir rolleri var. Savaş başlamadan önce “savaşa hayır” demek olumlu bir tutumdur. Fakat sıcak bir çatışma başladığında bu tutum yetersiz kalacaktır. Emperyalist bir savaşın altüst edeceği Ordadoğu’da, Türkiye işçi ve emekçileri aleti ve kurbanı olmak istemedikleri bir savaşın karşı cephesini oluşturup emperyalist haydutlara karşı savaşmadıkları sürece, daha büyük faturalar ödemekten, yeni yıkımlara uğramaktan kurtulamazlar.

Kuşkusuz ki bu rolü az çok oynayabilmeleri için komünist ve devrimci güçlere olağanüstü önemde görevler düşüyor. Açlık, sefalet ve baskılardan bunalan emekçi yığınlara kurtuluşun yolunu göstermek, onları mücadeleye seferber etmek üzere; yaklaşan seçimlerle birlikte artacak olan politizasyondan, arayışlardan, sermaye iktidarının istikrarsızlığından, emperyalizme uşaklık hizmetinin yaratacağı tepkilerden en iyi biçimde faydalanmak, emperyalist savaşa karşı hazırlanmak için kaybedilecek zaman yok.

Irak savaşı daha geniş ölçekli ve uzun
süreli bir bölgesel savaşın başlangıcıdır

Savaş, tüm kapitalist ekonomileri kıskacına alan istikrarsızlığı en keskin uçlara ve çok uzak bölgelere taşıyacak bir olgu olarak duruyor karşımızda. ABD emperyalizminin Ortadoğu’nun zengin petrol kaynakları üzerinde tam hakimiyet kurma hesapları çerçevesinde startını verdiği Irak’a saldırı planıyla hız kazanan gelişmeler, dünyadaki ve bölgedeki dengeleri sarsacak bir sürecin de başlangıcıdır. Olasılık olmaktan çıkmış olan Irak saldırısı, bir nokta operasyonu olarak sunulmaya, diktatör Saddam’ın iktidardan indirilmesine indirgenmeye çalışılsa da, asla bu sınırlarda kalmayacaktır. Zaten ABD’nin savaş borazanları çeşitli vesilelerle İran, Suriye, K. Kore vb.’ni hedefteki diğer ülkeler olarak tanımlıyorlar.

Savaşın sıcak mekanı ve ilk hedefi Irak’tır. Fakat bölge halkları şimdiden bunun tüm Ortadoğu’ya yayılacak daha geniş bir savaşın ilk etabı olduğu bilincini taşıyorlar. Gün sayılan Irak savaşı diğer tüm bölge devletlerini de dolaysız biçimde savaş karşısında tutum almaya itiyor. İşbirlikçilikte en önde gelenleri bile birinci Körfez Krizi’nde almış oldukları aktif savaş taraftarlığı ve destekçi konumdan uzaklaşmak zorunda kalmışsalar eğer, bunda, hiçbir meşruiyeti olmayan yeni savaşın uzun vadeye ve tüm bölgeye yayılacağına ilişkin endişelerin ve kendi halklarının gittikçe güçlenen ve yaygınlaşan anti-Amerikancılığı’ndan duyulan korkunun büyük bir payı var.

Diğer taraftan, sıcak savaş bölgesinden binlerce kilometre uzaklıktaki topraklardaki emekçi halklar, Ortadoğu savaşını bu kez, birincisinde olduğu gibi ekran başında değil, sokaklarda karşılayacaklardır. Yugoslavya’nın parçalanmasıyla başlayan tepkiler daha sınırlı bir Afganistan savaşında bile katlanarak büyüdü. Bir avuç tekelci sömürücü ve onların beslemesi dışındaki geniş yığınlar tarafından savaş bezirganlarının gerçek niyetlerinin ABD’de bile sorgulanmaya, eleştirilmeye başlanmış olması, ABD’nin Ortadoğu seferberliğini kazanması için askeri gücünden daha fazlasına ihtiyacı olduğunu gösteriyor.

Bütün göstergeler ve son dönemin gelişmeleri, ABD’nin yalnızca bölgede değil tüm dünyada kendi aleyhine olan bir ‘cephe gerisi’yle hareket etmek zorunda olduğunu gösteriyor. ABD emperyalizmi savaş cephesini genişlettikçe, kendi aleyhine dönen bir cephe gerisini de kendi elleriyle büyütüyor. Uzun vadeli bir savaşta askeri güç kadar önemli olan cephe gerisi, bir kez kontrolden çıktığında, askeri güç ve başarıların altını oyan bir güce dönüşme ihtimalini de içinde taşıyor.

Tüm dünyada ABD aleyhine büyüyen cephe gerisi, koşulları yaratılabilirse eğer, ABD emperyalizminin karşısında yeni bir savaş cephesi olarak açılabilir. Emperyalizm dolar karşılığında kendisi için savaşacak uşaklar bulabilir, askeri gücüyle Irak’ı yerle bir edebilir. Ama barbarca saldırganlığı ve yol açacağı yıkımı meşru görecek, alkışlayacak bir anlayışı yaratmaya, bölge halklarını satın almaya, bölgede kendisine bağlı kukla yönetimleri ilelebet iktidarda tutmaya ikisinin de gücü yetmez.

Sermaye iktidarı seçim ve savaş
karşısında alternatifsizdir

Olağan gelişme seyri içinde bile emperyalizme bağımlılığın takatsiz bıraktığı sermaye devleti, ordusunu savaş cephesine sürmek zorunda olmasının yaratacağı iktisadi, siyasi çok ağır iç sorunlarla karşı karşıya. Wolfowitz’in ziyareti Türkiye adına ortada bir pazarlık ya da tercih durumunun olamayacağını bütün açıklığıyla bir kez daha gözler önüne serdi. ABD’nin bir piyon olarak ileri sürdüğü sermaye iktidarının hiçbir biçimde savaş ganimetlerinden yararlanma şansı da bulunmuyor. Savaşa bir taraf olarak değil bir piyon olarak sürülenlerin ganimetleri paylaşmada söz hakları hiç olamaz. Bu görevi karşılığında önerilen, yalnızca kırıntılarla, kan parasıyla yetinmektir. 4 milyar dolara yaklaşan askeri borcun iptali ve Afganistan’da yerine getirilen bekçilik görevi için henüz &oum;denmeyen 200 milyon doların ödenmesi ilk elden telafuz edilenler. Bazı yorumlara göre kan parasının toplamı en fazla 28 milyar dolara ulaşabilir, ki bunun gerçek durumla yakından uzaktan bir ilgisi yoktur.

Uzun süreye yayılarak ödenmesi düşünülen kan parasının oluşacak ekonomik kayıpların çok çok gerisinde kalacağı yine yapılan yorumlar arasında. Yalnızca sınır ticaretiyle geçinen milyonlarca insanın aç kalması, savaş ekonomisinin tüm emekçilerin sırtına yüklenmesinin getirdiği faturalar ise cabası. Savaş demek turizmin durması, dolayısıyla burdan gelen milyarlarca doların da havaya uçması demektir. Bunlara önümüzdeki üç yılda ödenmek zorunda olan 63 milyar dolarlık dış borç yükü de eklenirse, nasıl bir ekonomik tabloyla savaşa gidildiği daha iyi anlaşılır.

Savaş kaçınılmaz olarak ekonominin daha da daralıp küçülmesini, kitlesel tensikatları, düşük ücretleri, olağanüstü fiyat artışlarını da beraberinde getirecektir. Toplam kayıpların birinci Körfez Krizi dönemindekini (90-100 milyar dolar) çok geride bırakacak yeni savaşın ekonomik tablosu, emekçilerin varını yoğunu elinden alacak, devasa ölçülere varacak bir kitlesel yoksullaştırma tablosudur. Savaş nasıl biterse bitsin, böylesi bir tablo bir iç hesaplaşma zeminidir. Zaten bir savaş ve yıkım koşullarında yaşayan emekçiler açısından acil ve önemli olan, bu hesaplaşmanın mümkün olduğunca erken başlatılmasıdır.

Öte taraftan, tam da bu süreçte iyice parçalanan bir siyasal tabloyla seçime gidecek olması sermaye iktidarı için büyük bir sıkıntı kaynağı. Ne parlamento içinde ne de parlamento dışında görüntüyü kurtaracak bir taban desteğiyle hükümet olacak bir alternatif parti ya da oluşum yok ortada. 1983’ten ‘99’a kadar yapılan seçimlerde hükümeti kuran partilerin aldığı oy oranları yarı yarıya düşmüş bulunuyor. ‘99 seçimlerinden bu yana sermayenin en büyük partileri bile bu seçimde yüzde 10 barajının altında kalma durumuyla karşı karşıya. En iyimser yorumlar bile ‘99 Mayıs’ında üç partiyle kurulan hükümetin, önümüzdeki seçimlerde olağanüstü bir gelişme ya da süpriz olmazsa, ancak 4-5 partiyle sağlanabileceği yönünde. Üstelik bu kez, şu y da bu partiye prim yaptıracak A. Öcalan’ın yakalanması, şovenizm, “temiz özelleştirme”, “dürüst ve şeffaf yönetim” vb. türden demagojik malzemeler de yok ellerinde. Ve bu kez, tüm risk ve sıkıntılar göze alınarak girilen seçimlerden bir savaş hükümeti, işçi ve emekçilere yeni bir yıkım hükümeti çıkarılmak zorunda. İMF daha seçimler başlamadan seçime girecek tüm partilerden dike edeceği programı uygulayacaklarına dair yazılı taahhüt almayı düşünüyor. ABD emperyalizmi, hangi parti ya da partilerden oluşursa oluşsun, Irak savaşında hükümeti, en üst kademesinden en altına kadar devleti “hazırol”da görmek istiyor.

Tüm bunlar, sermaye iktidarının önündeki tek seçeneğin, elindeki barutu son kırıntısına kadar kullanacağı kapsamlı ve çok yönlü bir saldırıya geçmek zorunda olduğuna işaret ediyor. Bunun son atımlık bir barut olup olmaması ise bütünüyle işçi ve emekçilerin kendi alternatifleriyle siyasal sahneyi işgal etmelerine, gündeme damgalarını vurmalarına bağlı. Bu kadar kısa zamanda bu kadar ağır saldırıları yerine getirirken sermayenin elindeki tek şans, işçi ve emekçilerin kendi alternatiflerini yaratamamış olmalarıdır.

Görevleri yerine getirmek için çok
yönlü politik ve örgütsel hazırlık

Türkiye ve bölgenin kaderi üzerinde çok önemli bir etkide bulunacak bir sürecin ön günlerinden geçiyoruz. Siyasal gelişmeler olağanüstü bir hız ve yoğunluk kazanmış bulunuyor. Emperyalizm ve işbirlikçi uşakları kendi çözümlerini dayatmak, planlarını uygulamak için bölgedeki işçi ve emekçilere, halklara uzun sürecek ve yayılacak bir savaşın hazırlıklarını yapıyorlar. Gelinen yerde artık onlar açısından sorun düğmeye ne zaman basılacağıdır.

İçerde herhangi bir alandaki bir gelişmeyi bir diğerinden, Türkiye’yi kendisini çevreleyen bölgeden ayırmak mümkün değil. Türkiye’de yaşayan işçi ve emekçiler, yoksul Kürt halkı, diğer bölge halkları gibi bu savaşın hedefi durumundadırlar. Sermaye iktidarını tarihinin en zorlu seçimlerinden biri bekliyor. İşçi ve emekçiler ise dört bir yandan gelen saldırılar karşısında tekil ve yerel direnişler biçiminde gösterdikleri tepkileri genel bir eylemliliğe ve örgütlü bir mücadele düzeyine çıkaramıyorlar. Muazzam ölçülerde biriken tepkiler örgütlülük ve önderlik sorunu nedeniyle düzene karşı mücadeleye kanalize edilemiyor. Karşımızdaki görev ve sorumlulukların kapsamını bu çerçevede bilince çıkarmalıyız. İmkanlar ne kadar kısıtlı olursa olsun, böyle bir iddia ve biliç daha büyük olanakları yaratmanın da koşulu ve aynı zamanda güvencesidir.

Ülke ve bölge gündeminin bu kadar yoğun olduğu bir süreçte gelişmeleri dikkatle ele almak, buradan görevler çıkarmak ve bu görevleri yerine getirmeye bu günden itibaren hazırlanmak durumundayız. Gelişmelerin kendisi her cepheden çok yönlü bir hazırlığı en erken bir zamanda tamamlamayı dayatıyor. Burada en büyük tehlike, gelişmeler karşında atalet içinde bulunmak, programatik ve pratik bir hazırlıktan, bir çalışma planından yoksun olmaktır. Hangi görevi ne ölçüde yerine getireceğimiz, taşıdığımız bilinç ve sorumluluk ve yapacağımız ön hazırlıklara bağlıdır.

Gelişmelere müdahale edebilmenin temel koşulu tüm örgütsel gücümüzün pratik ve politik olarak sürece kilitlenmesi, mevcut örgütlülük düzeyimizin pekiştirilip güçlendirilmesidir. Her alanda farklı siyasal gündemleri genel ve özgün araç ve yöntemlerle çalışmaya konu etmek için öncelikle çeşitli alan ve birimlerdeki örgütlülüklerimizin dönemi, gündemleri ve görevleri bu kapsamda önüne koyup bir plan çıkarmasına bağlıdır. Özellikle bölgedeki gelişmelere ve sürece ilişkin genel değerlendirmelerimiz bu açıdan tekrar ele alınmalı ve güncel katkılarla geliştirilmelidir.

Seçim söz konusu olduğunda geçmiş deneyimlerimizin gözden geçirilmesi önemli bir yer tutuyor. Bu konuda taktik ve politik farklılığımızın yanı sıra hiç de küçümsenmeyecek kendimize özgü deneyimlerimiz, bir birikimimiz var. Örgütsel olarak en zor şartlarda bile çalışmada belli bir düzey tutturabildiğimiz gözönüne alınırsa, bugünkü koşullarda daha ilerisini başarmamızın önünde aşılamayacak bir engel yoktur. Üstelik iyi bir ön hazırlıkla önümüze daha ileri hedefler koymak zorundayız.

Politik ve taktik olarak sağlanmış açıklıklar üzerinden yeterli bir örgütsel hazırlıkla gelişmeleri karşılayabilmek, ayakbağı olan irili ufaklı sorunları hızla geride bırakmaya bağlı. En tepeden en alta doğru yapılacak işleri planlamak, kapsamlı ve çok yönlü bir çalışmanın gerektirdiği işbölümünü, pratik hazırlıkları yapmak için daha disiplinli bir çalışma tarzını bugünden kazanmalıyız. Özellikle hem yaygın bir politik-pratik propaganda hem her türlü aracı kullanan bir örgütlenme çalışmasını birarada, birbirlerini nasıl güçlendirerek sürdürüleceği konusunda "hele o günler gelsin" rahatlığından kurtulmalı, hazırlıklarımızı şimdiden yapmalı, önlemlerimizi şimdiden almalıyız. Özellikle yeni kazanılan güçlerin şimdiden her açıdan hazırlanması çok büyük bir önm taşıyor.

Bir savaş durumunun getireceği baskı koşullarında çalışmanın nasıl sürdürüleceğine ilişkin politik ve örgütsel bir hazırlığın taşıdığı öneme ise değinmek bile gereksiz. Birinci Körfez Krizi döneminde yaşananlara bu gözle ve ayrıca bakılmalıdır.

Çok yönlü ve yaygın bir propaganda çalışması

İçiçe geçen gündemleri, çok yönlü gelişmeleri siyasal çalışmaya konu edinmek, propagandada ustalaşmak bugünden itibaren yoğunlaşmamız gereken görevler. Belirtmeye gerek yok ki, gerek seçim gerekse savaş gündemleri çok yaygın ve çeşitli araçlarla sürdürülen etkili bir proganda çalışmasını gerektirmektedir. Bunun için gerekli olan örgütsel hazırlıklara kısaca değindik. Ne kadar güçlü ve yaygın örgütlülüklere sahip olursak propagandamızı da o ölçüde geniş kesimlere ulaştırabiliriz.

Diğer taraftan yürüteceğimiz propagandanın içeriğine ilişkin hazırlıklara şimdiden başlamalıyız. Düzen cephesindeki gelişmeler bu gözle izlenmeli, öncelikli olarak işlenecek konulara ilişkin materyaller edinilmelidir. Düzen partilerinin gerçek yüzü, hükümetin üç yılı aşkın icraatları, emperyalizme kölece bağımlılık ve savaş macerası, terör aygıtına dönüşen devletin baskı ve katliamları, toplamda oluşan yıkım tablosu vb. çarpıcı verilerle, zengin araçlarla, etkili sloganlarla emekçilerin gündemine sokulmalıdır.

Hangi partinin nasıl bir demagojik propaganda hattı tutturacağı şimdiden bellidir. Hepsinin birbirinden farklı olmadığını ise biz biliyoruz. Ama geniş yığınlar hala da bu propagandalardan etkilenmektedirler. Bunlar içinde kitleler üzerinde en fazla etkili olacak olanları hangileridir? Bu aldatıcı propagandalara karşı, nasıl bir karşı propaganda yürütmeliyiz? Genel olarak söyleyeceğimiz şeylerin dışında dönüp meselenin bu yönlerine de bakabilmeliyiz. Örneğin bir AB üyeliği üzerinden tutturulacak propaganda hattının geniş bir etki alanı olduğunu bilmek durumundayız. Bu propagandanın defalarca iktidara gelmiş ve yeterince teşhir olmuş ANAP üzerinden yapılacak olması, bu propagandanın etki alanını yine de sınırlamıyor. Zira, bu başlık altındaki politika ve propaganda, kitlelerin bugün en yakıcı demokratik, iktisadi talepler zeminine oynuyor, gücünü buradan alıyor. Üstelik tasfiyei Kürt önderliği ve liberal sol da böylesi bir platforma kan taşıyor. Keza, bağımsızlıkçı, milliyetçi söylemin de bu sorun üzerinden oynadığı bir kitle tabanı var.

Bu örnekleri, yalnızca propagandamızın içeriğine ilişkin görevlere dikkat çekmek için veriyoruz. Gerçekte daha ayrıntılı ve sistemli bir tahlil ve buna uygun bir propaganda hattı belirlemek durumundayız. Bunun yanında daha da önemlisi şimdiden işçi ve emekçilerin devrimci seçim platformunun çerçevesini oluşturmalı ve çalışmalara başlamalıyız. Bu konuda parti programı salt bu gözle bir kez daha incelenmelidir. Propagadamızın esaslarına, taktik politikalara ilişkin en özlü ve en derli toplu değerlendirmeler orada formüle edilmiştir.

Öte taraftan her birim ve alan merkezi propaganda araçlarının kullanımının yanı sıra, özgün sorunlar üzerinden kendi özgül araçlarıyla kitlelere seslenmeyi bir hedef olarak belirlemelidir. Bu açıdan zengin araçları kullanma olanaklarını iyi değerlendirmeliyiz.

Topyekûn bir devrimci seferberlik!

Sonuç olarak, topyekûn bir devrimci seferberlikle karşılamamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Savaş ve seçimle yoğunlaşan gündem her bakımdan sarsıcı gelişmeleri de peşinden getirecektir.

Bugün emperyalist haydutlar askeri olarak ne kadar güçlü ve pervasız olursa olsun, yeniden tesis etmeye çalıştıkları “yeni dünya düzeni” dört bir yanından dökülmektedir. Unutulmasın ki, bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür. Ortadoğu ve Türkiye, bu zincirin giderek zayıflayan halkası olarak emperyalist saldırganların ve işbirlikçi iktidarların heveslerini kursağında bırakmaya aday gelişmelere gebedir.

Kendi cephemizden bu sarsıcı gelişmelere yüklenmeyi başardığımız ölçüde, emperyalizmin sömürü ve savaş zinciri sanıldığından daha kolay ve erken bir şekilde dağılmaya mahkumdur.