saldırı planları üzerine Son dönemlerde emperyalist basın ve yayın araçlarında yayınlanan haberler ve yorumlar, ABD emperyalizminin Iraka mutlaka saldıracağını, bu kararının kesin olduğunu, bu yönde yoğun siyasal, diplomatik ve askeri hazırlıkların yapıldığını ve geriye saldırı tarihinin tespitinin kaldığını vurgulamaktadırlar. Aynı şekilde Iraka yapılacak işgal hareketinde önemli bir üs işlevini görecek Türkiyenin kendisine en büyük ekonomik, siyasal ve askeri yararlar elde etmeye ve bu doğrultuda kozlarını kullanmaya çalıştığını belirtmektedirler. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitzin yaptığı Türkiye gezisi de Iraka saldırı planında TCnin rolünü ve planları içindeki yerini tespit etmeye yöneliktir. Açık ki TC, Irak saldırısında etkin bir yer alacaktır. Yaptığı kimi itirazlar, daha fazla söz sahibi olmaya, özellikle Güney Kürdistan üzerinde karar sahibi olma ve daha fazla çıkar elde etmeye dönüktür. ABD emperyalizminin Iraka yapacağı bir saldırı ve işgal hareketi başta Güney Kürdistan olmak üzere bütün Kürdistanı, Türkiyeyi ve Ortadoğuyu derinden etkileyecek ve yeni bir sürecin kapılarını açacaktır. Hatta böyle bir saldırı dünya dengelerini onlarca yıl etkileyebilecek derinliğe sahip bir gelişme olacaktır. Bu nedenlerle bir kez daha üzerinde durmak, net olan politik duruşumuzu bir kez daha hatırlatmak büyük önem taşımaktadır. Özellikle İmralı Partisi KADEKin ABD saldırısını gelişmelerin önünü açan, statükoyu bozacak olan bir hareket olarak değerlendirdiği ve saflarını açıktan açığa ABD kampında belirlediği bu tasfiye sürecinde, gerçekleri halkımıza açıklamak ve çok kısa da olsa İmralı Partisinin karşı-devrimci yüzünü bir de bu vesileyle ortaya koymk çok daha gerekli hale gelmiştir. 11 Eylülden sonra ABD emperyalizmi, dünya egemenlik stratejisini açıkladı ve bütün güçleri bu strateji temelinde saflarını belirlemeye çağırdı: Ya bizden yanasınız, ya da düşmanımızdan, bunun orta yolu yok! Bush, 11 Eylülden sonra yaptığı bir konuşmada stratejilerinin özünü ve dünyanın bunun karşısında alması gereken duruşu bu kadar açık ve net bir biçimde belirledi. Burada düşman kavramı ile, içi boş, sınırları belirsiz uluslararası terörizm kavramı anlatılmak istense de, bu düşman tanımı saldırgan, hegemonyacı, zorba ve küstah bir dünya hegemonya stratejisini gizlemeye ve meşrulaştırmaya, her devlet ve gücü saflarını net belirlemeye zorlayan ideolojik manipülasyon aracıdır. Ya bizden yanasınız, ya da düşmanımızdan... sözlerinin anlamı çok açıktır: Dünyanın tek egemeni ABDdir, bütün devletler ve güçler ona biat etmek, onun dünyayı, ekonomik ve siyasal düzenini istediği gibi yönetmesine itiraz etmemek, dahası boyun eğmek durumundadırlar. Tersi bir duruş ve davranış düşman görülmesine yetecektir! Kuşkusuz, dünya güç dengeleri ve hegemonya ilişkileri bu kadar basit bir formüle indirgenemez, ama ABD emperyalizminin dünya hegemonya stratejisinin özünü anlamak için bu basit formülasyon gereklidir. Açık ki ABD dünyayı tek başına ve tam bir imparatorluk anlayışı ile yönetmek istiyor. Dünya hegemonyasında hiçbir rakip veya ortak tanımak istemiyor. Olası rakiplerin önünü ise uzun vadeli bir strateji ile şimdiden kesmek istiyor. Bu stratejik yaklaşım ve plan, aslında kendi içinde bütünlüklü birçok öğeyi barındırmaktadır. ABDnin dünyayı tek başına yönetme stratejisinde Ortadoğu ve Avrasya kilit bir öneme sahiptir. Bu bölgelere sahip olan, buradaki petrol, doğal gaz ve ulaşım yollarını denetleyen bir güç, dünya hegemonyasını garanti altına alabilir ve sürdürebilir. ABD yöneticileri ve akıl hocaları, bu düşüncelerini gizleme gereğini dahi duymuyorlar. Avrasyanın askeri güç ve siyasal yöntemlerle denetlenmesi, aynı zamanda Ortadoğuda yakalanan üstünlüğün ve hegemonyanın etki gücünü kat kat artıracak ve bu iki alanın tam denetimi ve bütünleştirilmesi ise dünya egemenliğini daha bir tartışmasız hale getirecektir... Bu noktada Afganistan üzerinde yürütülen hegemonya savaşının özü de çok net ortaya çıkmış oluyor: Avrasyaya tam egemen olmak, onu Ortadoğu egemenliğiyle birleştirmek, bu bütünlüklü egemenlikle dünyaya tam egemen olmak ve dünyayı tam bir imparatorluk olarak yönetmek! Avrasya ve Ortadoğu petrolleri ve geçiş yolları üzerinde tam bir askeri ve siyasal denetim kurmuş ABD karşısında, çok büyük ölçüde Ortadoğu petrollerine muhtaç AB, Japonya ve Çin gibi olası hegemonya odaklarının hegemonya yarışında ABD ile boy ölçüşmeleri mümkün mü? Mümkün olmayacağını düşünen ABD, dünya egemenliğinin ve olası rakiplerin önünü kesmenin Ortadoğu ve Avrasyanın parçalı değil, bütünlüklü egemenliğinden geçtiğini saptamış ve stratejilerini bu saptamaya oturtmuştur. Afganistan savaşı Avrasyanın hegemonyası için zorunluluk ise, Irak savaşı da Ortadoğu ve başta petrol olmak üzere onun tüm zenginliklerine egemen olmanın vazgeçilmez yolu olarak düşünülmektedir. Irak savaşı, salt dünyada sayılı petrol rezervlerine sahip Iraın denetlenmesi ve onun üzerinden bölge egemenliğini yeni bir aşamaya getirmekle kalmayacak, aynı zamanda Avrasya egemenliği ile bütünleştirilecek ve böylece dünya egemenliği ve güç ilişkileri yeni bir boyuta taşınmış olacaktır. Dolayısıyla Iraka yönelik emperyalist saldırı planı, aslında bölgesel bir savaş değil, dünya çapında bir hegemonya savaşı niteliğinde olacaktır. ABnin bu konuda utangaç da olsa Irak saldırısına kimi itirazlar yükseltmesinin altında bu yatmaktadır. Ekonomik açıdan gerileyen, büyük tekellerin son çöküşü ile önemli bir kriz yaşayan bir ekonomi ile ABDnin dünyanın tek efendisi olarak kalması mümkün değildir. O nedenle rakipsiz askeri ve siyasal gücünü kullanarak dünya egemenliğini derinleştirmeyi ve ekonomik açıdan stratejik alanları denetlemeyi, savaşlarla askeri sanayii canlandırarak ekonomik gerilemeyi ve bunalımı aşmayı düşünmektedirler... Bu kısa değerlendirmemizden çıkan sonuç şudur: ABD, Irak saldırı planını şimdi değil, çok önceden hazırlamıştır. Irak saldırısı, Afganistan saldırısının bir devamıdır ve dünyaya tek başına egemen olma açık ve net isteminin dolaysız ifadesidir; Afganistan ve Irak, aynı dünya hegemonya stratejisinin birbirini bütünleyen etkin parçalarıdır. Bu nedenle ABDye göre Irak saldırısı ve hegemonyası ile tamamlanmayan bir Afganistan savaşı eksik kalan bir savaş olacaktır. Aslında 1991 Körfez Savaşı da salt bölgesel bir savaş olmaktan çok dünya güç ilişkilerini, başka bir deyişle ABDnin tek jandarma ve hegemonik varlığını, güç ilişkileri hiyerarşisini tüm dünyaya kabul ettirme savaşıydı. Bunda önemli ölçüde başarılı oldular, ama Filistin halkı teslim alınamadığı için bu savaşın Ortadoğu ayağı eksik kaldı, hatta sonuçta çöktü. Ne Irak tam egemenlik altına alındı, ne Filistin halkı teslim alındı ve bunlardan dolayı da ne de emperyalist statüko tam olarak oturtularak istikrar kazandı! Bu nedenle bölgeye yeni bir askeri müdahalenin yapılmasını bölge ve dünya hegemonyası açısından zorunlu görmektedirler. İsrailin Filistine karşı yürüttüğü işgal, zorbalık ve sindirme hareketini ve ABDnin İsrailin bu zorbalığına verdiği tam ve açık destecurren;i de bu genel bağlam içinde değerlendirmek gerekir. Yani yürütülen bir bölgesel ve uluslararası hegemonya savaşıdır, hedefi ise ezilen halklardır. Askeri planın ayrıntıları belirginleştirilen Irak saldırısının Körfez savaşında olduğu gibi yarım bırakılmayacağı, yukarda özetlediğimiz genel çerçeveden de anlaşılmaktadır. Irakın askeri işgal temelinde tam denetim ve hegemonya altına alınması hedeflenmektedir. Bu, Irakın yeniden yapılandırılması anlamına da gelmektedir ve bunun öyle kısa sürede istikrar kazanması da mümkün değildir. Özerk bölgelerden oluşan federal bir Irak şu anda en çok tartışılan konulardan biridir. Böyle bir olasılık karşısında Güney Kürdistanın kaderi ve geleceği ne olacak sorusu önem kazanacaktır. Irak savaşında TCnin üstleneceği rol ve Kürdistan konusunda ABD ile vardığı anlaşmanın içeriği de anılan soruyu ve yanıtını çok daha yaşamsal hale getirmektedir. TC, bağımsız bir Kürdistanı, Musul ve Kerkükuuml;n Kürtlerin denetimine geçmesini savaş nedeni ilan etmiştir. ABDnin bölge stratejisinde de bağımsız bir Kürdistana yer yoktur, bu konuda TC ile hemfikirdir. ABD işgalinde yeniden biçimlendirilecek Irakta Kürtler mevcut kazanımlarını, mevzilerini koruyacaklar mı, siyasal ve hukuksal bir statüye bağlayabilecekler mi? Nasıl? Bu soruların kendisi ve yanıtı çok önemlidir. Daha geniş değerlendirmeleri erektirmektedir. Açıkça vurgulamak gerekir ki, ABDnin Irak saldırısı emperyalist, haksız, gerici bir saldırıdır, bölge ve dünyaya yönelik hegemonya savaşıdır. Bu savaş Kürtler açısından da bu anlama gelmektedir. Belki kısa vadede kimi taktik fırsatlar çıkabilir, ama bunlara aldanıp emperyalist bir saldırının peşinde saf tutmak, Kürtlere ve bölge halklarına, bugün Filistinde olduğu gibi zulüm ve katliamlardan başka bir şey getirmeyen emperyalist egemenliğe basamak olmaktan başka bir şey değildir. Olası bir Irak saldırısında TCnin üstleneceği rol, Güney Kürdistanın durumu ve olasılıklar konularını ayrı bir yazıda değerlendireceğiz. Kısaca İmralı Partisinin, KADEKin duruşu hakkında bir-iki söz söyledikten sonra değerlendirmemizi tamamlamak istiyoruz. İmralı Partisi, bütün resmi açıklamalarında ve değerlendirmelerinde ABDnin olası Irak saldırısını alkışlamakta, bunu statükonun aşılması olarak meşrulaştırmaktadır. Bu teorileştirme işinde Kraldan daha kralcı bir tutum içinde olduklarını belirtmekle yetinelim. Uluslararası karşı-devrim hareketinin bir ürünü olan İmralı Partisinin bu yaklaşımı şaşırtıcı değil. Fakat ihanet o kadar gözlerini bağlamış ki böyle bir savaş ve sonrası Irakta kurulacak otoritenin kendilerinin Güneydeki varlıklarının sonunu getireceğinin farkında bile değiller. ABD ve TCden bu saldırıda rol istiyorlar. Ancak onlara Azap askerleri rolünü bile çok göreceklerdir. Onları bekleyen topyekûn tasfiyeden başka bir şey değildir. Halkımız ve hala tasfiyecilik saflarında kalmak durumunda kalan arkadaşlarımız bu gerçekliği kavrayarak İmralı Partisine tavır almalı, hem de gecikmeden, büyük trajediler yaşanmadan... PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları |
|||||