ABDde şirket skandalları...
Sistemdeki çürüme ve kokuşmanın Emperyalist-kapitalist sistemin lideri ABDde peşpeşe ortaya çıkan şirket skandalları piyasa ekonomisinin şeffaflığının da göstergesi oldu. Enerji devi Enron ile başlayan, telekomünikasyonun iki büyük tekeli Tyco ve Worldcom ile devam eden, son olarak ABDnin en büyük tekellerinden olan General Electricte ortaya çıkan yolsuzluk, rüşvet ve çürümüşlük, bir bütün olarak kapitalist sistem gerçeğini gözler önüne serdi. Dünya ticaretinin %21ini elinde tutan ABDnin bu uluslararası dev tekellerinin usulsüz muhasebe işlemleriyle gelirlerini şişirip, kâr oranlarını yüksek gösterip borsayı manipüle ettiği, bu yolla milyarlarca dolar kâr elde ettiği ortaya çıktı. Türkiye gibi ülkelerde rüşvet ve yolsuzluğun diz boyu olduğunu, bunun ekonomiyi batırdığını söyleyerek yapısal uyum programları öneren ABD, birbiri ardına gelen şirket skandallarıyla nasıl rüşvet ve yolsuzluğun başını çektiğini gösterdi. ABD Başkanı Bush başta olmak üzere pek çok politikacı bu rüşvetten payına düşeni aldı. Enronun Busha başkanlık seçimleri kampanyasında 500 bin dolar, bugün senatoda bulunan 100 senatörden 71ine, birçok kongre delegesi ve siyasetçiye 5.5 milyon dolar bağış yapması rüşvetin en açık kanıtıdır. Yine ABD piyasalarını düzenleyici komisyon olan SECin 100 milyon dolarlık bir usulsüzlük yaptığı iddiasıyla, ABD Başkan yardıcısı Dick Cheneyin Temmuz 2000 tarihine kadar yetkili idari amir olduğu petrol devi Halliburtonu da araştırma kapsamına alması r&uul;şvet ve yolsuzluğun geldiği noktayı göstermektedir. Bugün ABDde iktidara gelmenin yolu başta silah ve petrol olmak üzere tekellerin vereceği destekten geçiyor. Nitekim Bushu da başkanlığa getiren bu tekeller oldu. Şeffaflık adı altında rüşvet ve yolsuzluk Geçtiğimiz aylarda Dünya Bankası Başkanı Türkiyeye yaptığı ziyarette; En önemli konu şeffaflık. Bu sağlanmadan yabancı sermaye yatırım yapmaz diyordu. Son zamanlarda sıkça duyduğumuz, Dervişin de dilinden hiç düşürmediği şeffaflık, bağımsız denetim vb. sözlerden kasıt ise, resmi denetimin kaldırılıp yerine özel denetim firmalarının geçirilmesi ve bunun için gereken yasal düzenlemelerin yapılması idi. Nitekim bankacılıkta denetim ve gözetimin siyasi süreçlerden çıkartılıp, tamamen özerk bir kurum tarafından yapılması gerektiği İMF ile yapılan Stand-by anlaşmasında da vurgulandı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun (BDDK) başına geçecek kimsenin atama tarihi bile Stand-bya girdi. Ancak bugün ABDde patlak veren şirket skandalları şeffaflık perdesi ile ört¨lmek istenen yolsuzluk ve rüşvet gerçeğini ortaya çıkardı. Kitlelerin siyasilere ve siyaset kurumlarına karşı duyduğu güvensizlikten dolayı, rüşvet ve yolsuzluğu önlemek için ekonomi ve siyaset birbirinden ayrılmalı diyerek resmi denetim firmaları yerine özel denetim firmalarının getirilmesi hiçbir işe yaramadı. Bugüne kadar ABDde bağımsız denetim sisteminin en önemli kurumu olarak gösterilen Arthur Andrsen, Enron ile Worldcom şirketlerinin de mali denetimini yapmaktaydı. Buralarda yaşanan mali oyunların, usulsüzlüklerin, rüşvetin de baş aktörünün tam da bu kurumun kendisi olduğu açığa çıktı. Dikkate değer bir diğer konu da Arthur Andersenin birçok ülkede olduğu gibi Türkiyede de özelleştirilecek firmaların danışmanı olması ve batan birçok bankayı bu denetim şirketinin kontrol etmesidir. Uluslararası bir sömürü mekanizması Mali sermaye dünya ölçeğinde bir sömürü mekanizması oluşturmuş bulunuyor. Tekellerin kârları yatırıma dönüşmesi gereken miktardan çok daha fazla düzeyde gerçekleşiyor. Aşırı üretim bunalımı nedeniyle sistem bir yerden sonra kilitleniyor. Sermayeyi sanayi yatırımlarından daha fazla kâr getiren mali spekülasyon alanına yöneltiyor. Kapitalist sistem kendini ihtiyaç duyduğu her alanda yeniliyor ve bu sistemin temelini oluşturan tekellere dolaysız olarak yansıyor. Bu yenileme, ABDdeki şirket skandallarıyla da ortaya çıktığı gibi, usulsüz muhasebe işlemleri sonucu kâr oranlarının yükseltilmesi, mali oyunlar, rüşvet ve yolsuzluk gibi binbir türlü dalevereden oluşuyor. Bu yolla borsadan milyarlarca dolar vuruyor, paradan para kazanıyorlar. Banka operasyonları soygunun bir parçası Finans sermayesinin bir ayağını banka sermayesi oluşturuyor. Daha önce Brezilyada, Meksikada, Güney Korede olduğu gibi Türkiyede de iki yıldır yaşanan kriz sürecinde yabancı bankaların etkinliğinin hızla artması, kârlarının yükselmesi bu açıdan dikkat çekici. En son Pamukbanka da el konulup hızlı bir şekilde satılığa çıkarılacağının belirtilmesinin ardından ATO Başkanı Sinan Aygün şunları söylüyor: Demirbank nasıl HSBCye peşkeş çekildiyse Pamukbank da yabancı sermaye için hazırlanacak... Asıl ana hedef, ağızları sulandıran ise 13 milyon aboneli Turkcelldir. Türkiyede faaliyet gösteren 20 yabancı sermayeli bankanın pazar payının 99da %3 iken bugün %6ya ulaşması bunu doğruluyor. 74 banka içerisinde aktif toplamlarına göre en arkada yeralan yabancı bankalar kâr oranına göre en ön sıradalar. Yabancı bankaların en önde gelenlerinden HSBC aktif toplamına göre 30. sırada yeralırken tüm bankalar içerisinde en yüksek kâr açıklayan 4. banka; Citibank ise aktifine göre 27. sırada yeralırken en çok kâr eden 7. banka oldu. Turkcellin ortağı Murat Vargı sıranın kendisine geleceği endişesiyle diyor ki; Endonezya örneğine bakın; orada beş yıl önce 68 tane milli banka vardı, hepsi batırıldı. Şimdi 5 banka var 5i de yabancı!.. Endonezyanın finans sistemini teslim almış bu 5 yabancı bankanın aracılığıyla zora düşen yerli şirketler bir bir yabancıların eline düşüyor. Hem de Endonezya halkının parasıyla! Yalnızca Endonezyada değil, Meksika, Arjantin, Brezilya ve uzak doğu ülkelerinde de yabancı bankaların pazar payları krizlerden sonra anormal derecede yükselmiş bulunuyor. Meksikada yabancı bankaların pazar payı %4 iken krizden sonra %63e yükseldi. Arjantinde %14.9dan %44.7ye, Brezilyada ise %6dan % 21e çıktı. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi ülkelerde son beş yılda yabancı bankaların pazar paylarının %60lara kadar çıktığı belirtiliyor. Bu örnekler yabancı sermaye yatırımlarının gerçekte ne anlama geldiğini gösteriyor. Derviş başkanlığında 15 aydır uygulanan İMF programı sonucu 15 bin fabrika ile 400 bin KOBİ kapanarak 2 milyon insan işsiz kaldı. Pamukbanka el konulup satılacağının açıklanmasının ardından İMF 1.1 milyar dolarlık kredi dilimini serbest bıraktı ve bu büyük bir başarı olarak sunuldu. Oysa bu işlem emekçilerin sırtına 2 milyar dolarlık bir yük daha bindirdi. Ve İMFden gelen 30 milyar dolarlık kredinin 1 doları bile ekonomiye katkı yapmadı. Tamamı borç faizi ödemelerine gitti. Çivisi çıkan sistem her yandan sallanıyor Kapitalist sistemin omurgası olan ABDde yaşanan skandallar sistemdeki tıkanma ve çürümenin geldiği yeri gösteriyor. Bunun faturası her zaman olduğu gibi işçi ve emekçilere ödettirilmek isteniyor. Bu ise dünyanın her yanında sınıf çelişkilerinin derinleşmesine yol açıyor. Emperyalist-kapitalist sistemin anavatanlarında yaşananlar, kapitalizmin ebediliği ve tek geçerli sistem olduğuna ilişkin sözleri her geçen gün daha geniş kitleler nezdinde tartışmaya açıyor, emekçi kitlelerin daha geniş kesimlerini mücadeleye yöneltiyor. |
|||||