13 Temmuz'02
Sayı: 27 (67)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin siyasal krizi dibe vuruyor...
  İMF-TÜSİAD çetesinden siyasal krize çözüm arayışları
  Emperyalizmin üç memuru düzen siyasetinde başrole soyunduruluyor!
  Yorulan at değiştirilir!
  Çöken sadece Ecevit hükümeti mi?
  Saldırıya karşı etkili bir kampanyanın sorunları
  Sınıf seferberliği ve sendikalar
  İşçi sınıfının sendikal örgütlülüğü yoğun saldırı altında
  İSDEMİR işçisi Yargıtay'daki davayı kazandı
  Kapitalizm işçi kanı öğütmeye devam ediyor!
  ABD emperyalizmi "demokrasi ve refah" değil "sömürü ve yıkım" demektir!
  Esnek üretim saldırısı: Sermayeye daha azgın bir sömürü güvencesi
  ABD'de şirket skandalları...
   Yatırım Danışma Konseyi toplantısının hazırlıkları yapılıyor...
   Bir tecrit mahkumunun mektubu...
   Amerikan emperyalizmi Irak'a saldırı hazırlığında
   Kapitalizm doğayı da yıkıma uğratıyor...
   "Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi" sorunundaki emperyalist çekişme
   BİR-KAR Gençlik Kampı'na çağrı...
   Bir kitap: "Örgütsel sorunlar"
   Esenyurt'ta işçi gezisi
   Ücretliler yüzde 30 yoksullaştı
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
ABD’de şirket skandalları...

Sistemdeki çürüme ve kokuşmanın
üstü örtülemiyor

Emperyalist-kapitalist sistemin lideri ABD’de peşpeşe ortaya çıkan şirket skandalları piyasa ekonomisinin “şeffaflığı”nın da göstergesi oldu.

Enerji devi Enron ile başlayan, telekomünikasyonun iki büyük tekeli Tyco ve Worldcom ile devam eden, son olarak ABD’nin en büyük tekellerinden olan General Electric’te ortaya çıkan yolsuzluk, rüşvet ve çürümüşlük, bir bütün olarak kapitalist sistem gerçeğini gözler önüne serdi.

Dünya ticaretinin %21’ini elinde tutan ABD’nin bu uluslararası dev tekellerinin usulsüz muhasebe işlemleriyle gelirlerini şişirip, kâr oranlarını yüksek gösterip borsayı manipüle ettiği, bu yolla milyarlarca dolar kâr elde ettiği ortaya çıktı.

Türkiye gibi ülkelerde rüşvet ve yolsuzluğun diz boyu olduğunu, bunun ekonomiyi batırdığını söyleyerek “yapısal uyum” programları öneren ABD, birbiri ardına gelen şirket skandallarıyla nasıl rüşvet ve yolsuzluğun başını çektiğini gösterdi. ABD Başkanı Bush başta olmak üzere pek çok politikacı bu rüşvetten payına düşeni aldı. Enron’un Bush’a başkanlık seçimleri kampanyasında 500 bin dolar, bugün senatoda bulunan 100 senatörden 71’ine, birçok kongre delegesi ve siyasetçiye 5.5 milyon dolar “bağış” yapması rüşvetin en açık kanıtıdır. Yine ABD piyasalarını düzenleyici komisyon olan SEC’in 100 milyon dolarlık bir usulsüzlük yaptığı iddiasıyla, ABD Başkan yardıcısı Dick Cheney’in Temmuz 2000 tarihine kadar yetkili idari amir olduğu petrol devi Halliburton’u da araştırma kapsamına alması r&uul;şvet ve yolsuzluğun geldiği noktayı göstermektedir. Bugün ABD’de iktidara gelmenin yolu başta silah ve petrol olmak üzere tekellerin vereceği destekten geçiyor. Nitekim Bush’u da başkanlığa getiren bu tekeller oldu.

Şeffaflık adı altında rüşvet ve yolsuzluk

Geçtiğimiz aylarda Dünya Bankası Başkanı Türkiye’ye yaptığı ziyarette; “En önemli konu şeffaflık. Bu sağlanmadan yabancı sermaye yatırım yapmaz” diyordu. Son zamanlarda sıkça duyduğumuz, Derviş’in de dilinden hiç düşürmediği “şeffaflık”, “bağımsız denetim” vb. sözlerden kasıt ise, resmi denetimin kaldırılıp yerine özel denetim firmalarının geçirilmesi ve bunun için gereken yasal düzenlemelerin yapılması idi. Nitekim bankacılıkta denetim ve gözetimin siyasi süreçlerden çıkartılıp, tamamen özerk bir kurum tarafından yapılması gerektiği İMF ile yapılan Stand-by anlaşmasında da vurgulandı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) başına geçecek kimsenin atama tarihi bile Stand-by’a girdi. Ancak bugün ABD’de patlak veren şirket skandalları “şeffaflık” perdesi ile ört¨lmek istenen yolsuzluk ve rüşvet gerçeğini ortaya çıkardı. Kitlelerin siyasilere ve siyaset kurumlarına karşı duyduğu güvensizlikten dolayı, rüşvet ve yolsuzluğu önlemek için ekonomi ve siyaset birbirinden ayrılmalı diyerek resmi denetim firmaları yerine özel denetim firmalarının getirilmesi hiçbir işe yaramadı. Bugüne kadar ABD’de bağımsız denetim sisteminin en önemli kurumu olarak gösterilen Arthur Andrsen, Enron ile Worldcom şirketlerinin de mali denetimini yapmaktaydı. Buralarda yaşanan mali oyunların, usulsüzlüklerin, rüşvetin de baş aktörünün tam da bu kurumun kendisi olduğu açığa çıktı. Dikkate değer bir diğer konu da Arthur Andersen’in birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de özelleştirilecek firmaların danışmanı olması ve batan birçok bankayı bu denetim şirketinin kontrol etmesidir.

Uluslararası bir sömürü mekanizması

Mali sermaye dünya ölçeğinde bir sömürü mekanizması oluşturmuş bulunuyor. Tekellerin kârları yatırıma dönüşmesi gereken miktardan çok daha fazla düzeyde gerçekleşiyor. Aşırı üretim bunalımı nedeniyle sistem bir yerden sonra kilitleniyor. Sermayeyi sanayi yatırımlarından daha fazla kâr getiren mali spekülasyon alanına yöneltiyor. Kapitalist sistem kendini ihtiyaç duyduğu her alanda yeniliyor ve bu sistemin temelini oluşturan tekellere dolaysız olarak yansıyor. Bu yenileme, ABD’deki şirket skandallarıyla da ortaya çıktığı gibi, usulsüz muhasebe işlemleri sonucu kâr oranlarının yükseltilmesi, mali oyunlar, rüşvet ve yolsuzluk gibi binbir türlü dalevereden oluşuyor. Bu yolla borsadan milyarlarca dolar vuruyor, paradan para kazanıyorlar.

Banka operasyonları soygunun bir parçası

Finans sermayesinin bir ayağını banka sermayesi oluşturuyor. Daha önce Brezilya’da, Meksika’da, Güney Kore’de olduğu gibi Türkiye’de de iki yıldır yaşanan kriz sürecinde yabancı bankaların etkinliğinin hızla artması, kârlarının yükselmesi bu açıdan dikkat çekici. En son Pamukbank’a da el konulup hızlı bir şekilde satılığa çıkarılacağının belirtilmesinin ardından ATO Başkanı Sinan Aygün şunları söylüyor: “Demirbank nasıl HSBC’ye peşkeş çekildiyse Pamukbank da yabancı sermaye için hazırlanacak... Asıl ana hedef, ağızları sulandıran ise 13 milyon aboneli Turkcell’dir”.

Türkiye’de faaliyet gösteren 20 yabancı sermayeli bankanın pazar payının ‘99’da %3 iken bugün %6’ya ulaşması bunu doğruluyor. 74 banka içerisinde aktif toplamlarına göre en arkada yeralan yabancı bankalar kâr oranına göre en ön sıradalar. Yabancı bankaların en önde gelenlerinden HSBC aktif toplamına göre 30. sırada yeralırken tüm bankalar içerisinde en yüksek kâr açıklayan 4. banka; Citibank ise aktifine göre 27. sırada yeralırken en çok kâr eden 7. banka oldu. Turkcell’in ortağı Murat Vargı sıranın kendisine geleceği endişesiyle diyor ki; “Endonezya örneğine bakın; orada beş yıl önce 68 tane milli banka vardı, hepsi batırıldı. Şimdi 5 banka var 5’i de yabancı!.. Endonezya’nın finans sistemini teslim almış bu 5 yabancı bankanın aracılığıyla zora düşen yerli şirketler bir bir yabancıların eline düşüyor. Hem de Endonezya halkının parasıyla!”

Yalnızca Endonezya’da değil, Meksika, Arjantin, Brezilya ve uzak doğu ülkelerinde de yabancı bankaların pazar payları krizlerden sonra anormal derecede yükselmiş bulunuyor. Meksika’da yabancı bankaların pazar payı %4 iken krizden sonra %63’e yükseldi. Arjantin’de %14.9’dan %44.7’ye, Brezilya’da ise %6’dan % 21’e çıktı. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi ülkelerde son beş yılda yabancı bankaların pazar paylarının %60’lara kadar çıktığı belirtiliyor.

Bu örnekler yabancı sermaye yatırımlarının gerçekte ne anlama geldiğini gösteriyor. Derviş başkanlığında 15 aydır uygulanan İMF programı sonucu 15 bin fabrika ile 400 bin KOBİ kapanarak 2 milyon insan işsiz kaldı. Pamukbank’a el konulup satılacağının açıklanmasının ardından İMF 1.1 milyar dolarlık kredi dilimini serbest bıraktı ve bu “büyük bir başarı” olarak sunuldu. Oysa bu işlem emekçilerin sırtına 2 milyar dolarlık bir yük daha bindirdi. Ve İMF’den gelen 30 milyar dolarlık kredinin 1 doları bile ekonomiye katkı yapmadı. Tamamı borç faizi ödemelerine gitti.

Çivisi çıkan sistem her yandan sallanıyor

Kapitalist sistemin omurgası olan ABD’de yaşanan skandallar sistemdeki tıkanma ve çürümenin geldiği yeri gösteriyor. Bunun faturası her zaman olduğu gibi işçi ve emekçilere ödettirilmek isteniyor. Bu ise dünyanın her yanında sınıf çelişkilerinin derinleşmesine yol açıyor. Emperyalist-kapitalist sistemin anavatanlarında yaşananlar, kapitalizmin ebediliği ve tek geçerli sistem olduğuna ilişkin sözleri her geçen gün daha geniş kitleler nezdinde tartışmaya açıyor, emekçi kitlelerin daha geniş kesimlerini mücadeleye yöneltiyor.