13 Temmuz'02
Sayı: 27 (67)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin siyasal krizi dibe vuruyor...
  İMF-TÜSİAD çetesinden siyasal krize çözüm arayışları
  Emperyalizmin üç memuru düzen siyasetinde başrole soyunduruluyor!
  Yorulan at değiştirilir!
  Çöken sadece Ecevit hükümeti mi?
  Saldırıya karşı etkili bir kampanyanın sorunları
  Sınıf seferberliği ve sendikalar
  İşçi sınıfının sendikal örgütlülüğü yoğun saldırı altında
  İSDEMİR işçisi Yargıtay'daki davayı kazandı
  Kapitalizm işçi kanı öğütmeye devam ediyor!
  ABD emperyalizmi "demokrasi ve refah" değil "sömürü ve yıkım" demektir!
  Esnek üretim saldırısı: Sermayeye daha azgın bir sömürü güvencesi
  ABD'de şirket skandalları...
   Yatırım Danışma Konseyi toplantısının hazırlıkları yapılıyor...
   Bir tecrit mahkumunun mektubu...
   Amerikan emperyalizmi Irak'a saldırı hazırlığında
   Kapitalizm doğayı da yıkıma uğratıyor...
   "Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi" sorunundaki emperyalist çekişme
   BİR-KAR Gençlik Kampı'na çağrı...
   Bir kitap: "Örgütsel sorunlar"
   Esenyurt'ta işçi gezisi
   Ücretliler yüzde 30 yoksullaştı
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Düzen siyasetinde tıkanma ve arayış...

Yorulan at değiştirilir!

Uzun bir dönem iktidarda bulunan DSP-MHP-ANAP hükümeti nihayet bir tıkanma ve dağılma süreciyle yüzyüze geldi. Bir süredir Ecevit’in hastalığı üzerinden sermaye cephesinde yürütülen yeni hükümet tartışmaları, Hüsamettin Özkan ve bir grup milletvekilinin DSP’den ayrılmasının ardından yeni bir boyuta taşınmış bulunuyor.

Bugünkü tabloda herşeyi yerli yerine oturtabilmek için biraz geçmişe dönmek gerekiyor. ‘98 Haziran’ında İMF ile imzalanan stand-by anlaşması emperyalist tekellerin ve sermayenin ihtiyaçları üzerinden gündeme gelmişti. Fakat düzen siyasetinin parçalı ve kırılgan yapısı bu programın istenildiği şekilde uygulanmasına, krizlerin faturasının işçi ve emekçilere çıkartılmasına yeterince imkan vermiyor, emperyalistlerin istediği “yapısal dönüşümler” sürüncemede kalıyordu. Anasol-D hükümeti İMF-TÜSİAD saldırı programlarının uygulanması konusunda önceki hükümetlerden daha kararlı ve uşakça bir çizgi tutturmasına rağmen bu yeterli görülmüyordu.

Şu an dağılma sürecinin eşiğinde bulunan Ecevit hükümeti, 18 Nisan ‘99 seçimlerinin ardından emperyalizmin ve sermaye sınıfının ihtiyaç duyduğu politikaları hayata geçirmek üzere bir saldırı hükümeti olarak kuruldu. Düzen medyası tarafından hükümetin her bir bileşeni, özellikle de faşist MHP bu amaç doğrultusunda parlatıldı.

Gerçekten de yeni hükümet sermayenin bile ummadığı bir kararlılıkla kendisinden beklenen saldırı politikalarını hayata geçirmeye koyuldu. 18 Nisan’ın ortaya çıkardığı siyasal istikrarsızlık tablosu başka hükümet alternatiflerini hemen hemen imkansız kılıyordu ve Ecevit kabinesi biraz da zorunluluktan tercih edilmişti. Fakat saldırıları hayata geçirmede gösterdiği kararlılık çok geçmeden bu hükümeti emperyalizmin ve sermayenin gözdesi haline getirdi. Öcalan’ın yargılanması sırasında örgütlenen şovenist histeri kampanyası da, hükümetin konumunu sağlamlaştırmak için özel bir tarzda kullanıldı.

Açıklanan hükümet programı İMF-TÜSİAD programlarının harfi harfine uygulanacağını gösteriyordu, öyle de oldu. Daha kurulduğu andan itibaren işçi ve emekçilere dönük ekonomik ve sosyal yıkım programları gündeme alındı. Hükümetin bu konudaki ilk ciddi sınavı mezarda emeklilik yasasının meclisten geçirilmesiydi.’99’un yaz aylarında hükümet bu konudaki çalışmalarını yoğunlaştırdı. Fakat buna karşı gözle görülür bir sınıf ve kitle hareketi de ortaya çıkmıştı. Temmuz ayı yaygın işçi-emekçi eylemlerine sahne oldu. Mezarda emekliliğe karşı giderek temposu artan sınıf ve kitle hareketinin önüne sendika bürokratlarının yanı sıra 17 Ağustos depreminin de çıkması hükümet için kolay bir başarının da önünü açmış oldu. Depremin yıkıntısı orta yerde dururken, hükümet mezarda emklilik yasasını meclisten geçirdi.

Mezarda emekliliğin meclisten geçirilmesi hükümetin sınıf ve kitle hareketine karşı ilk kapsamlı saldırısı ve önemli başarısıydı. Fakat arkası geldi. Yer yer iç uyumda sorunlar yaşasa da bu hükümet kendisinden istenen saldırı programlarını birbiri ardına yaşama geçirmesini bildi.

Kasım 2000 ve Şubat 2001 kriz deneyimlerinin ardından hükümet bizzat emperyalist kurumların temsilcisi olan Kemal Derviş’le takviye edildi. Kemal Derviş’in fiili başbakan olarak kabineye girmesinden itibaren saldırı politikaları hem hızlandı, hem de ağırlık noktası daha fazla “yapısal dönüşüm”lere kaydı.

Bankacılık ve finans sektörünün yeniden yapılandırılması; bu çerçevede bazı bankalar özelleştirilirken birçok özel bankaya da el konulması, tarımsal üretimin tasfiyesi için gerekli bir dizi yasanın çıkartılması, tarımsal üretimin tümüyle piyasa koşullarına terkedilmesi ve bu çerçevede devlet desteklerinin kaldırılması, özelleştirmenin ve yabancı sermaye girişinin önündeki yasal engellerin birer birer temizlenmesi ve uluslararası tahkimin kabul edilmesi, kamunun küçültülmesi adına zorunlu emekliliğin dayatılması, maaş ve ücretlerin her sözleşme ya da zam döneminde biraz daha aşağı çekilmesi, yeni vergilerin konulması ve KİT ürünlerine sistemli ve sürekli bir şekilde zam yapılması... Hükümet tüm bu uygulamaları kimi zaman zorlanarak, yer yer dağılmanın eşiğine de gelerek hayata geçirmeyi başardı. şçi ve emekçilere dönük sömürü ve yıkım programlarını uygulamada tam bir pervasızlık, buna karşılık emperyalizme ve sermayeye tam bir sadakat bu hükümetin kimliği haline geldi.

Fakat tüm bu ağır yıkım saldırılarının hayata geçirilmesi bile sermayenin yapısal krizlerine, emperyalizmin bitip tükenmeyen isteklerine yanıt vermekte yetersiz kalıyordu.

Saldırıların giderek derinleştirilip pervasızlaştırılması, daha ileri bir düzeye taşınması düzenin bir parça nefes alması için tek imkanken, hükümet bunun gereklerini yerine getirmekte giderek daha fazla zorlanıyor, iç sürtüşmeler saldırıların “gereksiz yere” zamana yayılmasına yolaçabiliyordu. AB üzerinden atılması istenen adımlar bunun son somut örneği oldu. AB kriterleri ve Kıbrıs türünden gündemlerde hükümet emperyalistlerin ve sermayenin çıkarlarının gerektirdiği açılımları yapmakta yetersiz kaldı. Kemal Derviş ve İsmail Cem türünden adamların çabaları da bu kilitlenmeyi aşmaya yetmedi.

Oysa ki hem İMF politikalarının giderek daha da derinleştirilerek uygulanması, hem AB sürecinde adımlar atılması, hem de emperyalistlerin Ortadoğu’daki bir dizi ihtiyacı (ABD’nin Irak planları gibi) hükümetin daha güçlü, kararlı ve istikrarlı bir görüntü içinde olmasını zorunlu kılıyordu. Son 3-4 yıldır emperyalizme ve sermayeye uşaklıkta hiçbir sınır tanımayan hükümet ise bunun gereklerini yerine getirme yeteneğini giderek yitiriyordu. Bu, ne pahasına olursa olsun aşılması gereken bir tıkanma demekti.

Böylece emperyalizm ve sermaye için “yorulan atı değiştirmek” giderek bir ihtiyaç haline gelmeye başladı. Türkiye’nin durumunun ve verilen ek niyet mektubunun görüşüldüğü son İMF toplantısının ardından dile getirilen “ekonomi iyi yolda, ama siyasal istikrarsızlık gidişi olumsuz etkiliyor” türünden açıklamalar, emperyalistler cephesinden bir takım arayışların habercisiydi. Aynı dönemde içerde de tekelci sermayenin temsilcileri ve burjuva medya “siyasal istikrar” talepli bir kampanya yürütmeye girişmişlerdi bile. Bu kampanya ağırlıklı olarak AB kriterlerinin yerine getirilmesi noktasında hükümetin işini beceremediği noktasında düğümleniyor, Ecevit’in hastalığı üzerinden yeni bir hükümet arayışı gerekçelendiriliyordu. Kemal Derviş’in belli bir arayla yaptığı “seçim tarihi açıklansın” ve “daha aktif siyaset yapacağım” açıklamaları ise hem tartışmaları alevlendiriyor, hem de arayışlara adres gösterme amacı taşıyordu.

Ecevit’lerin Hüsamettin Özkan’ı partiden tasfiye girişimi bir yerde hükümetin devreden çıkarılmasını önlemeye dönük bir çabaydı. Fakat ters tepti. Hüsamettin Özkan’la birlikte birçok bakan ve 40’a yakın milletvekili de DSP’den koptu.

Bu kopuş ve altüst oluş düzen siyasetinde ne tür alternatifleri ortaya çıkaracak, bunu ileriki günlerde göreceğiz. Belli gelişmeler ve Derviş, Cem, Özkan isimleri üzerinden bir takım sistemli manüplasyonlar olmakla birlikte, henüz somut bir tablo ortaya çıkmış değil.

Fakat her ne olursa olsun şimdiden bilinen gerçek şudur. Emperyalistler ve sermaye tarafından ortaya atılacak çözüm düzen siyasetinin yaşadığı yapısal krize gerçek bir çözüm olamayacaktır. En fazlasından ömrü şimdikinden de sınırlı yeni bir saldırı hükümeti kurmakla yetinmek durumunda kalacaklardır.

Seçimden önce ya da seçimden sonra; yeni bir saldırı hükümetinin kurulması ise işçi ve emekçilere dönük yıkım politikalarının bir kez daha hız kazanması anlamına gelecektir.

O nedenle işçi ve emekçiler şu dönemde ve muhtemel bir seçim atmosferinde önlerine uzatılan sahte umutlara bel bağlamak yerine mücadele görevlerine daha sıkı sarılmak durumundadırlar.

İşçi ve emekçiler için gerçek umut ve gerçek kurtuluş örgütlü mücadelededir.