26 Ocak '02
Sayı: 04 (44)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kürt sorunu ve "ana dilde eğitim" hakkı
  "AB'ye uyum yasaları" adı altında faşist rejim tahkim ediliyor
  Sermayenin yeni saldırı hamlesi
  Soygun yasası onaylandı
  Türkiye nasıl "dünya devleti" oldu?
  Sınıfın kazanımlarına yönelik saldırı kurumlarına bir yenisi ekleniyor
  Emperyalist tekellere sınırsız sömürü özgürlüğü
  F tipi "sohbet genelgesi"
  "F tipinde isyan", "Hain tuzak" ya da "The Day After"
  Dünya ölçüsünde güçlenen sınıf mücadeleleri
  Nazım Hikmet'e mektup...
  Siyonist terör kıskacında boğulmak istenen Filistin direnişi
  İsrail şimdi daha mı güvende?
  "Anadilde eğitim" kampanyası ve gerçekler...
  Sorunlarımızı devrimci mücadele programıyla aşabiliriz
  Mücadele tarihimizden...
  TİSK saldırı hazırlığı içinde
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İsrail’in çıkmaz sokağı...

İsrail şimdi daha mı güvende?

Edward Said

Mahmud Derviş FKÖ’nün 1982 Eylül’ünde Beyrut’tan çekilişinin ardından, “Yerküre üzerimize kapanıp bizi son çıkıştan dışarı itiyor; ve bizler geçebilmek için kollarımızı ve bacaklarımızı koparıp atıyoruz” diyordu. “En son huduttan sonra nereye gitmeliyiz? Kuşlar en son gökyüzü de bittikten sonra nerede uçmalı?”

Ondokuz yıl sonra Filistinlilere o zaman Lübnan’da olanlar şimdi Filistin’de başlarına geliyor. Geçtiğimiz Eylül’de başlayan El Aksa İntifada’sından sonra Filistinliler İsrail ordusu tarafından sayıları en az 220 olan birbirinden kopuk gettolara hapsedilip, çoğunlukla haftalarca süren periyodik sokağa çıkma yasaklarına maruz bırakıldılar. Kimse, genç ya da yaşlı, hasta ya da sağlıklı, ölmek üzere olan ya da hamile, öğrenci ya da doktor kaba ve özellikle aşağılayıcı tavır takınan İsrail askerlerinin beklediği barikatlardan saatlerce beklemeden geçemez haldedir. Ben bu satırları yazarken 200 Filistinli, İsrail askeri güçleri “güvenlik sebebiyle” tıbbi merkezlere/hastanelere gitmelerini engellediği için diyaliz tedavisinden mahrum durumdadır.

İsrail-Filistin çatışmasını izleyen yabancı medyanın sayısız mensuplarından herhangi biri askeri vazifelerinin ana kısmı olarak Filistinli sivilleri cezalandırma eğitimi almış bu zalimleştirilmiş/gaddarlaştırılmış İsrail askerlerini konu alan bir haber yapmış mıdır? Hiç sanmıyorum.

Yaser Arafat’ın 10 Aralık’ta Katar’da İslam Konferansı Örgütü’nün dışişleri bakanlarının acil toplantısına katılmak üzere Ramallah’taki ofisinden çıkmasına izin verilmediği için, bu toplantı için hazırlamış olduğu konuşma bir yardımcısı tarafından okundu. Gazze’ye 15 mil uzaklıkta olan havaalanı ve Arafat’ın eskimeye yüz tutmuş iki helikopteri bir önceki hafta İsrail uçakları ve buldozerleri tarafından tahrip edilmişti. Bu cüretkar askeri saldırı, engellemek bir yana dursun, kendilerini kontrol edecek bir kimse ya da gücün dahi bulunmadığı günlük saldırıların bir parçasıydı. Gazze Havaalanı Filistin Bölgesi’ne direk girişi sağlayan tek sınır kapısı idi, ve aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana geçerli hiçbir nedeni olmadan sebepsizce tahrip edilen tek sivil havalimanı.

Geçen Mayıs’tan bu yana, ABD tarafından cömertçe sağlanmış İsrail F-16’ları Filistin şehir ve köylerini düzenli olarak Guernica usulü* bombalayıp ağır makineli ateşine tuttular. Bunun sonucu olarak birçok güvenlik görevlisi ve sivil öldü ve çok sayıda maddi hasar meydana geldi. Filistin tarafında bu saldırılara karşı insanları koruyacak ne kara, ne deniz, ne de hava gücü mevcut. Yine ABD tarafından verilmiş olan Apache saldırı helikopterleri geçmiş veya gelecekteki -iddia edilen - terörist faaliyetler öne sürülerek 77 Filistinli liderin katledilmesinde kullanıldı. İsrail istihbaratı içinde kimlikleri bilinmeyen bir grup, muhtemelen her defasında İsrail Kabinesi’nin -ve daha genel bir ifadeyle ABD’nin- onayı ile bu suikastlerin kararlaştırılması ve eyleme konmasında söz sahibi durumundadır. Bu helikopterler aynı zamanda Filistin Otoritesi’nin hem sivil hem olis birimleri üzerinde de becerilerini gösterdi.

5 Aralık 2001 gecesi İsrail Ordusu, Ramallah’taki Filistin Merkezi İstatistik Bürosu’nun beş katlı binasına girerek, ofislerdeki bilgisayarlara ve dosyalarla raporların birçoğuna el koydu; götürülen bilgisayar ve dosyalarla birlikte Filistin ortak yaşamının bütün kayıtları da fiilen silinip ortadan kalkmış oldu. 1982’de aynı ordu, aynı komutanın emri altında Beyrut’taki Filistin Araştırma Merkezi’ne girip döküman ve dosyaları götürmüş ve ardından binayı yerle bir etmişti. Bundan birkaç gün sonra da Sabra ve Şatilla katliamları gerçekleşmişti.

Kasım ayındaki hareketsizliğin ardından Hamas lideri Mahmud Ebu Hanud’un öldürülmesini aniden emrettiğinde, Şaron Hamas ve İslami Cihad’ın cinayetin arkasından faaliyete geçeceklerini çok iyi biliyordu; nitekim öyle de oldu. Bu cinayeti Hamas’ı provoke ederek/kışkırtarak misillemeye sevketmek ve İsrail ordusunun Filistinlileri katletmeye devamına imkan sağlamak için işletmişti.

***

Sekiz yıl süren kısır barış görüşmelerinin ardından Filistin halkının % 50’si işsiz ve % 70’i günde iki doların altında bir gelirle fakirlik içinde yaşamakta. Her yeni gün kendi ile birlikte karşı konulması imkansız toprak gaspları ve ev yıkımlarını getirmekte. Hatta İsrailliler Filistin topraklarındaki ağaçları ve meyve bahçelerini dahi özellikle imha etmekteler. Her ne kadar geçtiğimiz birkaç ay içinde her İsrailliye karşılık beş ya da altı Filistinli ölmüş de olsa, yaşlı savaş delisi Şaron, İsrail’in, Bin Ladin’in ortaya koyduğu terörizmin aynısının kurbanı olduğunu söyleyebilecek cürete sahiptir.

Bütün olanların en önemli noktası İsrail’in 1967’den bu yana illegal bir işgali yürütmekte olduğudur; bu işgal tarihteki en uzun süreli ve şu an dünyadaki tek işgal olma sıfatını taşımaktadır. Aslında bu işgal, Filistin kaynaklı bütün şiddet eylemlerinin yöneltildiği ilk asil ve daimi şiddet eylemidir. Örnek verecek olursak: 10 Aralık’ta biri 3 biri 13 yaşlarında iki çocuk Hebron’da İsrail bombaları ile can verirken, Avrupa Birliği temsilci heyeti Filistinlilerin şiddet içeren ve terörist nitelikli eylemlerini durdurmalarını istemekteydi. 11 Aralık’ta Gazze mülteci kamplarında beş kişi daha -hepsi sivil olmak üzere- helikopter bombardımanı sonucunda öldü.

İşin daha da kötüsü, özellikle 11 Eylül saldırılarının bir sonucu olarak “terörizm” kelimesinin artık Filistin’deki askeri işgale karşı ortaya konulan haklı direniş hareketlerini susturmak, gözlerden gizlemek için kullanılır hale gelmiş olmasıdır. Ayni mantıkla (benim her zaman için karşı olduğum) sivillerin dehşet verici bir şekilde katledilmesi ile Filistin’de 30 küsur yıldır devam eden toplu cezalandırma arasında nedensel, hatta kronolojik/tarihi bir bağlantı kurulması da yasaklanmaktadır.

Filistin terörizmi konusunda kendi görüşlerini tek doğruymuş gibi ortaya koyan her Batılı bilirkişi veya resmi görevli kendine, Filistin’in işgal altında olduğu gerçeğini unutmanın terörizmin durdurulmasına nasıl olup da yardım edeceğini sormak durumundadır.

***

Arafat’ın hüsran ve yanlış tavsiyeler sebebiyle yapmış olduğu hata, 1992’de Amerika’nın Cambridge şehrindeki Amerikan Fen Edebiyat Akademisi’nde, iki köklü Filistin ailesinin mensupları ile MOSSAD arasında yapılan “barış” görüşmelerini onaylayarak işgalle uzlaşmaya çalışmış olmasıydı. Bu toplantılarda sadece İsrail’in güvenliği görüşüldü; Filistin’in güvenliği konusunda hiç ama hiçbir şey konuşulmadı. Arafat’ın kendi halkının bağımsız bir devlet kurma mücadelesi bir yana bırakıldı. Gerçekten de, İsrail’in güvenliği başka herşey konu dışı bırakılarak, önceliği uluslararası kabul edilmiş bir mesele haline geldi. Bu durum general Zinni ve Javier Solana’ya, FKÖ’ye akıl verirken işgal konusunda hiç rahatsız olmadan sessiz kalma şansını verdi.

Fakat aslında İsrail bu görüşmelerden Filistin tarafından çok daha avantajlı olarak ayrılmadı. İsrail tarafının hatası, Arafat ve ekibini sonu gelmez tartışmalara çekip onlara küçük tavizler vererek Filistin genelinde bir sükunet yaratacaklarını hayal etmekti. Bugüne kadar uygulanan her resmi İsrail politikası şartları iyileştirmek yerine daha da kötüleştirdi. Kendinize sorun: İsrail bugün on yıl öncesine kıyasla daha güvenli ve daha kabul gören bir durumda mı?

1 Aralık civarında Hayfa ve Kudüs’te sivillere karşı girişilen korkunç ve kanaatimce aptalca olan intihar saldırıları tabii ki kınanmalıdır; fakat bu kınamaların bir mana ifade edebilmesi için, bahsi geçen saldırılar bir önceki hafta meydana gelen Ebu Hanud suikasti ve beş çocuğun İsrail bubi tuzaklarıyla öldürülmesi bağlamında ele alınmalıdır. Yıkılan evler, Gazze ve Batı Şeria’nın her yanında katledilen Filistinliler, sürekli meydana gelen tank baskınları, Filistin halkının 35 yıldır sonu gelmez bir şekilde dakika dakika öğütülen arzuları, umutları? Bunların hepsi bu saldırıları değerlendirirken akılda tutulması gereken şeyler arasında.

Sonuçta çaresizlik ancak kötü sonuçlar doğurur; ama hiçbir çaresizlik, Şaron 2 Aralık’ta Amerika’da iken kendine George W. Bush ve Colin Powell’dan almış gözüktüğü yeşil ışık kadar kötü sonuçlara gebe değil (Bu durum Şaron’un 1982 Mayısı’nda Alexander Haig’den aldığı yeşil ışığı kuvvetle akıllara getiriyor). Bu ikilinin desteği ile beraber her zamanki, Filistinlileri ve bahtsız, beceriksiz liderlerini birden bire kendi suçlularını adalet önüne getirmek zorunda olan dünya çapında saldırganlar durumuna sokan açıklamalar da duyuldu. Garip olan, tutuklamaları gerçekleştirmesi kendinden beklenen Filistin polis teşkilatının İsrail askerleri tarafından sistematik olarak imha ediliyor olmasıydı.

Arafat dost düşman herkese karşı, Filistin’in temsil ettiği herşey olma şeklindeki temelsiz arzusunun ironik bir sonucu olarak bütün taraflardan sıkışmış durumda; aynı zamanda hem acıklı hem de beceriksiz bir kahraman portresi çiziyor. Bugün hiçbir Filistinli onun liderliğe layık olamadığını söylemeyecektir; oldukça basit bir sebepten dolayı: Bütün içi boş işleri ve hatalarına rağmen Arafat bugün sadece Filistinli bir lider olduğu için cezalandırılmakta ve aşağılanmaktadır. Ve onun sadece Filistinli bir lider olarak var olması bile, Şaron ve Amerikalı destekçileri gibi tam temizlik yanlılarını rahatsız etmeye yetmektedir. (...)

Arafat’ın HAMAS’la, HAMAS’ın geçtiğimiz Haziran’daki bombalamalarından sonra oluşan ve halka iyi duyurulmuş bir çeşit anlaşması vardı: Arafat İslamcı partileri kendi hallerine bıraktığı sürece HAMAS İsrailli sivillerin peşini bırakacaktı. Şaron bu anlaşmayı Ebu Hanud suikasti ile bozdu. HAMAS misilleme yaptı ve ortada Şaron’un, Amerika’nın da desteğiyle, Arafat’ın boğazını sıkıp canını almasını engelleyecek hiçbir şey kalmamış oldu. Şaron, Arafat’ın güvenlik ağını çökertip, hapishanelerini ve ofislerini imha ettikten, Arafat’ın kendisini de fiziksel olarak hapsettikten sonra yerine getirilemeyeceklerini bildiği taleplerde bulundu. Buna rağmen Arafat elinde kalan birkaç kartı kullanarak şaşırtıcı bir şekilde bu taleplerin yarısını yerine getirmeyi başardı.

Şaron aptalca Arafat’ı devre dışı bıraktıktan sonra, bölgesel savaş patronları ile bir dizi bağımsız anlaşmalar yapabileceğine ve Batı Şeria’nın %40’ı ile Gazze’nin çoğunu sınırları İsrail ordusunca kontrol edilecek, birbirine sınırı olamayan çok sayıda birimlere bölebileceğine inanmaktadır.

(...) İsrail’in Filistin’i işgal ediyor olduğu gerçeği dikkatlerin odağı haline geldikçe ve her geçen gün daha fazla İsrailli 35 yıllık işgali sonsuza kadar devam ettirmenin imkansızlığını gördükçe, Filistin-İsrail çatışmasındaki ahlaki cephenin haklılık ibresi yakında İsrail yerine artık Filistin tarafına işaret edecektir.

Ayrıca, Amerika’nın terörizme karşı başlattığı savaş yayıldıkça daha fazla karmaşa neredeyse kesin gözüküyor; sorunları çözmek bir tarafa, ABD gücü problemleri artık kontrolü mümkün olmayabilecek hale getirecek biçimde kötüleştirecek gibi gözüküyor

Filistin sorununun yenilenmiş bir dikkatle tekrar gündeme gelmesinin ABD ve Avrupa’nın Taliban karşıtı bir koalisyonu muhafaza etme ihtiyacının bir sonucu olarak ortaya çıkışı çok güzel bir ironi örneğidir. (El Ahram/20-26 Aralık 2001)

* Guernica: Kuzey İspanya’da Bask bölgesinde bulunan bir şehir; 1937’de iç savaş sırasında isyancı güçlere hizmet eden Alman uçakları tarafından bombalanıp yerle bir edilmiştir.