26 Ocak '02
Sayı: 04 (44)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kürt sorunu ve "ana dilde eğitim" hakkı
  "AB'ye uyum yasaları" adı altında faşist rejim tahkim ediliyor
  Sermayenin yeni saldırı hamlesi
  Soygun yasası onaylandı
  Türkiye nasıl "dünya devleti" oldu?
  Sınıfın kazanımlarına yönelik saldırı kurumlarına bir yenisi ekleniyor
  Emperyalist tekellere sınırsız sömürü özgürlüğü
  F tipi "sohbet genelgesi"
  "F tipinde isyan", "Hain tuzak" ya da "The Day After"
  Dünya ölçüsünde güçlenen sınıf mücadeleleri
  Nazım Hikmet'e mektup...
  Siyonist terör kıskacında boğulmak istenen Filistin direnişi
  İsrail şimdi daha mı güvende?
  "Anadilde eğitim" kampanyası ve gerçekler...
  Sorunlarımızı devrimci mücadele programıyla aşabiliriz
  Mücadele tarihimizden...
  TİSK saldırı hazırlığı içinde
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Siyonist terör kıskacında
boğulmak istenen Filistin direnişi

İsrail siyonizminin Filistin topraklarına yönelik saldırıları 11 Eylül olaylarından bu yana tırmanarak devam ediyor. Emperyalizmin dünya halklarına karşı “terörle mücadele” bahanesiyle açtığı savaşın yarattığı uluslararası gerici siyasal atmosferden de güç alan İsrail siyonizmi, Filistin halkına karşı 40 yıldır sürdürdüğü kirli ve kanlı savaşı pervasızca tırmandırırarak, bağımsız ve özgür bir Filistin mücadelesini boğmak için elinden geleni yapıyor. 11 Eylül’den bugüne kadar 100’den fazla Filistinli yönetici kadro düzenlenen “sürek avı”nda katledildi. Geçen yılın Eylül ayında başlayan İkinci İntifada’dan şimdiye kadar binden fazla Filistinli hayatını yitirdi, binlercesi sakatlandı. Evler yıkıldı, tarım alanları tahrip edildi. Filistin halkının yaşadığı kentler ablukaya alındı.

Saldırı ve katliamlar artık rutinleşmiş bir hal almış bulunuyor. Son saldırılar öncekilerden farklı olarak bir takım hesaplara ulaşmak için sistemli olarak tırmandırılıyor. Filistin toprakları İsrail tarafından işgal ediliyor.

Geçen hafta Hadera’daki düğün salonuna düzenlenen saldırıya karşılık vermek üzere hava destekli yüzlerce tankla Tulkarim’e giren İsrail askerleri kentin büyük bölümünü işgal etti. Ardından Nablus kenti abluka altında alındı. Evler tek tek aranarak insanlar tutuklandı. Yine insanlar katledildi, sokaklarda tam bir terör estirildi. Filistin yönetimine ait 7 katlı radyo binasına giren askerler talanın ardından dinamit döşeyerek binayı havaya uçurdular. Filistinin Sesi Radyosu barbarca bir yöntemle susturuldu. Tulkarim’de Filistin yönetimine ait bir karargahı bombalayan ve sekiz kamu binasına daha giren işgalcilerin Filistin bayrağını indirip İsrail bayrağını çekmesi ise sembolik bir mesaj niteliğinin ötesinde bir anlam taşıyor. Bu olaylar, ilk kez bir Filistin kentini bu ölçüde işgale kalkışanların niyet ve amaçlarının bir göstergesi. İsril şimdiye kadar eksik etmediği terör ve katliamlara ek olarak açık işgal niyetini de bu vesileyle göstermiş oldu.

İşgal niyetinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden bağımsız olarak, yerleşim birimlerinin bu ölçüde işgali ve kontrolü, mevcut Filistin yönetiminin fiili olarak devre dışı bırakılması sonucunu yaratıyor. Arafat yönetimine karşı artırılan politik baskılara paralel olarak başvurulan işgal girişimleri sonuçta halkın tepkisi ve direnişiyle karşılaşsa da, öbür taraftan mevcut Filistin yönetiminin itibarını, konumunu ve halk gözündeki meşruiyetini de sarsmaktadır. Son gelişmeler, açmazdaki Filistin sorununu bu yönden de iyice derinleştirmekte ve önderlik sorununa ciddi bir boyut kazandırmaktadır.

Terör ve katliam makinası olarak çalışan siyonist İsrail’in izlediği politikayla neyi hedeflediği İsrail’de yayınlanan Maarif gazetesinin 21 Ocak tarihli sayısında da açıkça ifade ediliyor. Gazeteye göre, son saldırılar İsrail ordusu tarafından, “Arafat’ın devrilmesi” ve “Filistin topraklarının geri alınması” amacına ulaşmak için bilinçli olarak tırmandırılıyor. Tıpkı ABD emperyalizminin Afganistan’da yaptığı gibi, “terörle mücadele ediyorum” görüntüsünün arkasına saklanarak adım adım Filistin yerleşim birimleri üzerinde denetim kurmak, Arafat ve Filistin yönetimini köşeye sıkıştırıp teslimiyete zorlamak için son olaylar İsrail’e büyük bir fırsat sağlıyor. Çaresizce başvurulan intihar saldırıları işgal ve katliamların gerekçesi olarak kullanılıyor. Böylece katil İsrail devleti, yıllardır katledilen e özgürlükleri elinden alınan Filistinliler karşısında “mağdur” taraf olarak gösterilmek isteniyor. Oslo’da masabaşında dillendirilen geri çekilme vaadinin ve barışın da ne denli sahte olduğu böylece açığa çıkıyor.

İçerdeki bu gelişmelere paralel olarak İsrail yönetimi Filistin’e yönelik desteği kırmak için de diplomatik atak içinde. Geçen hafta içinde İsrail Dışişleri müsteşarlığı düzeyinde yapılan ziyarette, Türkiye’nin Filistin politikasını değiştirmesi istendi. İsrail’le askeri ve siyasi ilişkileri ve emperyalizmin bölge politikası çerçevesinde bu iki ülkeye biçtiği misyon, bu konuda da ortak bir tutum almayı zorluyor. Şimdilik İsrail’in bu isteminin karşılanıp karşılanmayacağı açıktan ifade edilmese de, ihtiyaçlar ve gelişmelere bağlı olarak gerekli desteğin verileceğinden kuşku duymamak gerekir. Öte yandan işbirlikçi Arap devletlerinden de anlamlı bir desteğin gelmemesi, Filistin yönetimini uluslararası arenada iyice yalnızlaştırıyor.

Çaresizce köşeye sıkışan Arafat yönetimi ise, ölü doğan Oslo Anlaşması’ndan hala da medet umarak zaman dolduruyor. Bir yandan “biz intihar eylemlerini engellemek için güvenlik açısından ve siyasal düzeyde elimizden geleni yapıyoruz” diyerek İsrail’i ve emperyalist güç odaklarını ikna etmeye çalışırken; öte yandan, intihar saldırılarının İsrail’e Filistin halkını ve yönetimini lekelemek ve barış sürecini yıkmak için bulunmaz bir fırsat yarattığını söyleyerek islami örgütleri durdurma çabası, hiçbir sonuç vermiyor. Emperyalizmin savaş çığırtkanlığının kulakları sağır, terör üzerine kurulu demagojilerin gözleri kör ettiği bir uluslararası ortamda “barış”çı söylemlerle mesajlar vermek, Arafat’a eskiden olduğu gibi ne uluslararası planda destek bulma imkanı ne debir prestij sağlayabilir.

Hafta içinde işgalin hemen ardından Tulkarim Valisi İzzeddin Şerif’in direniş çağrısına uyan halk, Arafat’ı ve Filistin yönetimini destekleyen gösteriler düzenledi. Hamas, İslami Cihad ve El Fetih örgütleri genel seferberlik ilan ettiler. Buna rağmen halkın mevcut yönetime ve alternatiflere olan desteğinin giderek azaldığı ifade ediliyor. Halihazırda Filistin yönetiminin barış beklentisine dayalı politik çizgisi bunun en temel nedeni olarak gösteriliyor. Fiili işgal altındaki bir Filistin koşullarında yapılacak bir barışa hiçbir kesim razı olmayacaktır. Filistin güvenlik güçleri ile Arafat’a bağlı El Fetih örgütüne bağlı güçler de yönetimin aksi yöndeki telkinlerine rağmen zaman zaman çatışmalara katılıyorlar. Arafat yönetimi barışçı çizginin yol açtığı destek kaybını gidermek içi bazen sert açıklamalarda bulunsa da, bunun etkili olmadığı, politik önderlik sorununun ilk kez bu kapsamda halk tarafından hissedildiği ve farklı arayışlara yol açtığı gözleniyor.

Bir yanda boş vaatlere dayanan Oslo Anlaşması’nı diriltme ve kesilen görüşmelere yeniden dönme üzerine kurulu Arafat yönetimi politikasına yüz vermeyen geniş bir kesimin varlığı, diğer yanda İslami örgütlerin intihar eylemlerine ve misillemelere dayalı karşı saldırılarının yetersizliği ve yol açtığı başka sakıncalar, yeni bir çıkış arayışını zorunlu kılıyor. Son veriler, islami örgütlerin bu önderlik boşluğundan bir parça güçlenerek çıktığını gösterse de, halkın yarısından daha fazla bir kesiminin mevcut seçeneklerden hiçbirinden yana bir tercihte bulunmadığı yönünde.

İşgali ve işgalin yol açtığı kayıpları sona erdirmek, bağımsız, demokratik ve laik bir Filistin yaratmak amacıyla, çeşitli laik gruplar arasında koordinasyon sağlamak üzere, aralarında ünlü akademisyen Edward Said, bazı gazeteci ve yazarların da bulunduğu bir grup aydının başını çektiği yeni bir oluşum alternatif olma iddiasıyla ortaya çıkmış bulunuyor. İşgale son verecek demokratik-laik bir ulusal hareketin güçleri olarak gördükleri, Arafat yönetimi ve dinci grupların etki alanı dışındaki halkın yüzde 56’lık kesimini hedef alan bu girişimin ne ölçüde başarılı olacağını gelişmeler gösterecek. Politik olarak ne ifade ettiği bir yana, Arafat’ın uzlaşmacı çizgisini sert biçimde eleştiren, İsrail’deki barış yanlıları ve bir takım Avrupalı parlamenterlerle temas içinde olan bu oluşumun tanımladığı hedef kitleyi örgütlyecek geniş demokratik bir platformu hayata geçirmesinin önünde sayısız pratik engel var. Arafat’ın manevi otoritesinin herşeye rağmen ulusal ve uluslararası güçler tarafından kolayından gözden çıkarılamayacağı gerçeği hala da somut bir durum olarak varlığını koruyor. İsrail Dışişleri Bakanı Ş. Peres’in İsrail aşırı sağının Arafat’ı sürgün etme çağrısına verdiği yanıt, bu manevi acurren;ırlığın İsrail tarafından bile kolayından yok sayılamayacağının bir ifadesi. Peres, “Arafat’ın sürgün edilmesi gerektiğini söylemek kolay, ama o Filistinliler tarafından seçildi. Biz Filistinlileri kimin yöneteceğine karar vermek durumunda değiliz” diyor. Dolayısıyla yöneltilen eleştirilerin isabetli olup olmamasının ötesinde, mevcut çatışmalı politik ortam pratikte bir güç olmayı gerektiriyor. Bna her biri köklü bir politik örgütsel geleneğe sahip dinsel gerici örgütlerin varlığını, kısa zamanda silinemeyecek etki alanını ve tuttukları yeri de eklemek gerekiyor.

Filistin halkının yıllardır boyun eğmez bir mücadeleyle sergilediği kararlılık, ancak devrimci önderlik altında birleşik bir mücadeleyle bütünleşebildiğinde, bağımsız ve özgür bir Filistin’le taçlanabilir. Aşılması en güç ve en kritik sorun burada düğümleniyor. Bu sorun çözülemediği sürece, içerdeki çok parçalılığın ve farklı eğilimleri körükleyen uluslararası çıkarcı yaklaşımların terör ve şiddet bataklığında çözümsüzlüğe mahkum ettiği Filistin sorunu, bir devrim sorunu olarak güncelliğini ve yakıcılığını uzun bir süre koruyacaktır.