22 Aralık '01
Sayı: 40


  Kızıl Bayrak'tan
  İMF'nin yıkıma sürüklediği Arjantin'de halk ayaklanması
  Doğal afet değil kapitalizm öldürüyor
  İyimserlik yalanları ve gerçekler
  Kapitalist gelişme ve toplumsal eşitsizlik
  19 Aralık katliamı lanetlendi
  Sendikal ihanet çetesinden yeni manevralar
  Hedeflenen Filistin halkının direnişçi kimliğidir
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Girişimi Bülteni'nden...
  Öncü işçi platformları
  Ekim Gençliği'nden
  Öğrenci gençliği yönelik saldırılar yoğunlaşıyor
  Trabzon'da kamu emekçileri taban örgütlerini oluşturdular
  "Kadın-erkek ortak mücadele etmeli"
  "Çağdaş demokratik uygarlık" dedikleri barbarizm!
  ÖO direnişçisinden mektup...
  Esenyurt İşçi Bülteni'nden...
  Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ölüm Orucu direnişçisi Alaattin Karadağ’dan bir yoldaşına mektup...

Umutla, dirençle, yoldaşça sevgi
ve bağlılıkla...

“Aşka çamurlar sürüyor her gün
Zamana duvarlar örülüyor
Saksılar yine sulanıyor oysa
Sevgiler yine yeşeriyor
Herşey bir yanılma gibi karanlıkta
Yer üstünde kaçanlar
Yer altında savaşanlar yürüyor”
A. Yücel

Sevgili yoldaş,

(...) 22 Kasım’da mahkemem vardı. Dava karara bağlandı. Parti üyesi olduğum iddiasıyla 168/2’den 12.5 yıl verdiler. Benimle gözaltına alınan bir arkadaş vardı, onu tahliye ettiler. Verilen karar benim için süpriz olmadı, bekliyordum bunu. DGM’lerin, özellikle de İzmir DGM’nin bu konudaki kötü şöhretini herkes bilir. Dosyanın kapsamına bakıldığında bu ceza olacak şey değil, ama oldu işte. Faşist DGM’ler ne işe yarar ki zaten! Parti üyeliği iddiasını kanıtlayacak hiçbir delil yok ortada. Gözaltına alındığımız alan belli, yasal bir işçi mitingi bu. Burada yapılan parti kuşlamaları iddiası ve üzerime verilen ifade, aldığım cezanın sözde kanıtları sayıldılar.

Yazılı bir savunma hazırladım ve bulunduğum bu koşullarda verebileceğim cevabı verdim. Savunmamı orda okudum, şiarlarımı haykırdım. Çok da önemli değildi benim için bu ceza. İçinde bulunduğumuz tarihsel süreç, bu sürecin verdiği bir bilinç, bu bilincin kattığı muazzam bir coşku ve güç var orta yerde. Yaşanan bunca süreçten sonra bu türden cezalara aldıracak halimiz yok. Onların hiçbir çabası davamıza inancımızda, zafer coşkumuzda zerre kadar bir sarsıntı yaratamaz.

Aslında Habip, Ümit ve Hatice yoldaşlar tarzında bir savunma yapmak isterdim. Fakat bunun koşullarından önemli ölçüde yoksundum. Uzun süredir Ölüm Orucu direnişindeyim ve bir hücrede bir başımayım. Yanı sıra başından beri avukatımın bürokratik ve apolitik yaklaşımları da bunda belirli bir rol oynadı. O da kendince haklıydı, zira dosyanın kapsamı, ortada ciddi bir delilin yokluğu, biraz daha ölçülü olmayı düşündürebiliyordu. Fakat yine de Habip gibi yapmak en iyisiydi, zira burjuvazinin mahkemeleri bizim için sınıfa ve emekçi kitlelere sesleneceğimiz bir kürsü olmak durumundadır.

Ben iyiyim sevgili yoldaş moralim ve devrimci coşkum her zamanki gibi, en ileri düzeyde. Sağlık yönünden de iyi sayılırım. Bugün ...(Cezaevi yönetimince karalanmış) günüm. Günlerimin ilerlemesinden dolayı artık bazı etkiler kendini hissettiriyor, çok normal. Ama genel anlamda yine de iyiyim, iyi sayılırım. B1 ve sıvı alımım da şimdilik iyi. Mahkemeye gidiş ve dönüş yolculuğu biraz yordu beni. İki gün dinlendikten sonra her zamanki gibi toparladım kendimi.

Hala üç kişilik hücrede tek başıma kalıyorum. Önceki mektupta bahsetmiştim sanırım, yanıma refakatçi bir arkadaşın verilmesi için dilekçe vermiştim, birkaç kez. Bir kaç gün önce de “cezaevi psikolog heyeti” geldi. Ölüm Orucu direnişinde olanların yanına birisini vermeme gibi bir kararlarının olduğunu, ama merdivenlerden çıkıp indiğimde yoruluyorsam eğer, beni tek kişilik hücrelere götürebileceklerini, bunun için de bir delikçe vermem gerektiğini söylediler vs. Bu birkaç gün içersinde beni tek’lilere götürebilirler. Ben hariç şu an bütün direnişçiler tek’lilerde kalıyorlar.

Biz direnişçilere sayım tantanası devam ediyor, mesela genelde oturuyoruz. Gelip kibarca kaldırıyorlar, bazen kibarlıklarını aşıyorlar, o zaman da gereken yanıt veriliyor tabii. Kısa bir süre öncesine kadar adeta yağlı güreşlere duruyorduk adamlarla. Hepsinin boş beyhude çabalar olduğunu onlar da yaşayarak görüyorlar işte. Son bir aydır havalar çok soğumaya başladı. Kısa bir süre önce kaloriferleri yakmaya başladılar, o biraz kırsa da nafile ... (Cezaevi yönetimince karalanmış) Üçüncü battaniyeyi verdiler bu arada vs., vs.

Buraya son günlerde diğer ...(Cezaevi yönetimince karalanmış...) bir aylık ödülünü de verdiler tabii. ...(Cezaevi yönetimince karalanmış) son kaç gündür bazı arkadaşları götürüp geri getiriyorlar. Tabii arkadaşlar ...

... (Cezaevi yönetimince uzanca bir paragraf karalanmış...)

Önceki mektuplarda da belirtmiştim. Burda genel olarak cezaevinin hiçbir faaliyetini kullanmıyoruz. Bazı kişilerin istisnai “kütüphaneyi kullanma” tutumları oluyor tabii. Sevklerin buraya gelmesiyle bağımsızlar, EMEP’liler, çorbacılar çoğaldı. Bazıları gönülleri bizden yana, yaptırımlara aynı tutumu göstererek şiarları bizimle birlikte haykırıyorlar. Ama birçoğu yaptırımlara uyuyor, kütüphaneyi kullanıyorlar. Ama genel anlamda gönülleri yine de bizden yana. Tabi bu durum görüntü açısından öyle yansıyor olsa da buraya getirildiğimizden beri coşku ve moral üstünlüğümüz yüksek.

Yapıların genel düşünce ve eğilimlerini daha önce yazmıştım, ekleyeceğim yeni bir şey yok. Olanaklar çerçevesinde iletişimimiz sürüyor, göbeğimiz çatlayıncaya kadar birbirimize seslenip sohbet edebiliyoruz. Tüm sorunlar ÖO direnişinin sonucuna endekslendiği için başkaca iyi veya kötü bir gelişme yok.

Aralarda epey adli de kalıyor burda. İlk günlerde gerici sloganlar attılar yer yer, sonra sesleri çıkmaz oldu. Günlerimiz ilerlediği için de biraz daha ılımlı yaklaşmaya, kontrolde tutmaya çalışıyorlar. Dün cezaevine yeni bir “cezaevi heyeti” geldi. Sorunlar üzerine konuşmak istediklerini, sorunların çözümü için girişimde bulunabileceklerini, istemlerimizi iletebileceklerini vs. söylediler. Ben de “sorunlarımızın gerçekten çözülmesi gibi bir niyetiniz varsa kamoyuna deklare ettiğimiz taleplerimiz var, temsilciliğimizle görüşün, taleplerimizi, sorunlarımızı konuşun. Taleplerimiz kabul edildiğinde, sorunlarımız çözülür, mesele kalmaz. Aksi takdirde direnişimiz tüm kararlılığıyla devam eder” vs. dedim.

Sevgili yoldaş, geçen mektupta da ailemden bahsetmiştim. Günlerimin ilerlemesinden ve sanki mahkemeden dolayı son iki görüştür geliyorlar. Memleketten geldikleri için de uzak, masraflı oluyor, her hafta gelemiyorlar. Duygusal olarak etkilendiler tabii. Bütün yoldaşlara her zaman selam söylüyorlar. Müsait olabildiği için sadece abim gelebiliyor. Annem ile babam ise sağlık bakımından rahatsız. (...)

Bu ay şanlı Ekim Devrimi’nin yıl dönümünü yine büyük bir çoşkuyla andık. Kasım ayının bizim içinde ayrıca özel bir anlamı vardı. Bu çakışma inancımızı daha da perçinledi, yüreğimizdeki kor ateşi daha da harlandı, coşkumuza coşku kattı. Bu coşku ve heyecanla hepinizi kutluyor, sevgiyle kucaklıyorum. (...)

Sizleri kazanacağımıza olan sonsuz inancımla, coşkumla sıkıca kucaklıyorum.
Umutla, dirençle, yoldaşça sevgi ve bağlılıkla...

Alaattin Karadağ
28 Kasım 01



Alaattin Karadağ yoldaşa...

“Diz çökerek yaşamaktansa
dövüşerek ölmek yeğdir!”

Yoldaş, kaybettiğimiz umudu ve güneşimizi bize yeniden kazandıran sen ve senin gibileri selamlıyoruz. Daha önce sana yazdığımız mektupta “Biz kazanacağız” demiştik ve gerçekten biz kazanıyoruz. Yeni Ölüm Orucu ekipleriyle direniş geleneği devam ediyor çünkü. Bizler bükülmektense kırılmayı yeğleyen bir geleneğin temsilcileriyiz. Bundandır ki, sonsuza yolladığımız her karanfil düşmanın suratına bir tokat gibi inerken, fabrikalarda işçiler, tarlalarda köylüler alanları tutmanın öngünündeler. Direnişin açtığı yolda yürüyecekler. Bu yolda çalışan sen yol işçisi yoldaş, seni yüreğimizin tüm sıcaklığıyla selamlıyor, direnişin coşkusuyla kucaklıyoruz.

Sen ve senin gibi yoldaşlar, kaybettirilmeye çalışılan onurumuzu bize yeniden kazandırdığınız için, bizi tekrar aydınlığa çıkardığınız için, yaktığınız mücadele ateşinizi ve direnişinizi candan kucaklıyor ve sahip çıkıyoruz, “Diz çökerek yaşamaktansa dövüşerek ölmek yeğdir!” sloganımızın bilinciyle hareket ediyoruz. Ve söz veriyoruz; “Zafer bizim olacak!” Hoşçakal demiyoruz, çünkü tekrar görüşeceğimiz günler yakındır.

Kavga yoldaşların...



Ölüm Orucu Direnişçisi Alaattin yoldaşa...

Umutla, dirençle, yoldaşça sevgi
ve bağlılıkla...

Merhaba dostum!..

Bugün, yüreğini avucunun içine alarak sabırsızca katıldığın Ölüm Orucu kervanının dördüncü ayını tamamladığı gün. Evet sabırsızca, içine sığmayan, taşıp kabaran coşkunla ve sınıf bilincinle bir an önce direnişteki yerini alman gerekiyordu. Bu yüzden 6. ekibi beklemedin, 15 gün önce başladın.

Annen bana yıllar önce (‘96 Ölüm Orucu dönemiydi) senin için şunları söylemişti: “Alaattin için çok endişeleniyorum. Çünkü o kafasına taktığı bir şeyi ne olursa olsun yapar. Hiç kimse onu bundan geri tutamaz. Herşeyde bir sınır var, ama o sınır tanımıyor. Herkese karşı geliyor, çok inatçı. Onu bir gün cezaevinde görmekten korkuyorum. Orada devletin insanlara ne yaptığını görüyoruz.”

Baban ise seni zaptedebilmek için sana bir işyeri açmaktan (durumu iyi olmamasına rağmen), Almanya’ya göndermekten bahsediyordu. Bunları yapabileceğinden değil ama, bu yıkılası düzenin emekçilerde yarattığı korku ve sinmişlik duygusuydu böyle düşünmesine neden olan. Sonra babanın gerçekleri görmesi zor olmadı, kabullenmek istemediği gerçeklerle şimdi daha yakından yüzyüze.

Sen söylediğini yapıyor, düşündüğünü uyguluyordun. Bu tutarlılığın çevrendeki insanlarda etki bırakıyordu. Kurtuluş okuru bir işçi dostun bunun etkisiyle hayranlığını gizlememiş, seni kendine örnek almıştı. Sadece düşündüğünü pratiğe geçirmek değildi üstünlüğün, etrafındaki insanlarla yoldaş olmayı, sorunlarına çözüm üretmeyi de bilirdin sen. İşte bunun için her zaman seni arayıp soran olur, çevren durmadan genişlerdi.

Bütün bunların içinde bana da zaman ayırır, sorunlarımı dinler, çözme yolunda adım atmamı sağlardın. Ben de artık etrafımdaki insanları etkilemeye başlıyordum. İlk elden çevremdeki arkadaşlarla tartışır, kendimden örnek vererek yardımcı olurdum. Halbuki kısa zaman öncesine kadar seni sadece uzaktan izlerdim. O zamanlar daha şekillenmemiştim, söylediklerini pek anlamıyordum. Uzaktan izlerken hayranlığım artmış, kısa zamanda en yakınında olmuştum. O günden sonra yakınlığımız kendini yoldaşlıkta ifade etmeye başladı.

Şimdi bunları düşünürken, annenin kişiliğinle ilgili söylediklerine çok önem veriyorum. Üstelik bunları daha önce bilmeme rağmen. Nitekim bizi yanıltmadın. Her zamanki gibi en önde yürüyenlerin kervanına yoldaş sabırsızlığıyla katıldın. Ateş Saçan Yürekli Hatice’nin bakışları, yalınlığı ve sevdasını, yangın yürekli Habip’in zulme karşı cesaret ve direngenliğini, yolundan hiç şaşmayan, kavganın ve direncin oğlu Ümit’in korkusuzluğunu ve isimli-isimsiz devrim şehitlerimizin ve davamızın yenilmez gücünü yanına alarak... İzmir’den bir yoldaşın sözleriyle; “Direnişimizin sarsıcı adımları –belki bugün- yeri göğü inletmiyor, ama biz sesimizin var gücüyle haykıracak ve gireceğiz işçi sınıfının yüreğine.”

Şimdiki sessizlik rüzgarı hiç kimseyi yanıltmasın. Çünkü artık Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri devrimci bir program ve partiye sahiptir. Yılların biriktirdiği zulüm ve acıların, baskı ve zorbalığın hesabını bu düzenden sormasını mutlaka bilecektir.

Mektubumu burada noktalarken, en içten sevgilerimle, yüreğimi avucumun içine alıp yüreğinin yanına katarım.

Yoldaşça selamlar, yangın yüreklim...

Bir yoldaşın