22 Aralık '01
Sayı: 40


  Kızıl Bayrak'tan
  İMF'nin yıkıma sürüklediği Arjantin'de halk ayaklanması
  Doğal afet değil kapitalizm öldürüyor
  İyimserlik yalanları ve gerçekler
  Kapitalist gelişme ve toplumsal eşitsizlik
  19 Aralık katliamı lanetlendi
  Sendikal ihanet çetesinden yeni manevralar
  Hedeflenen Filistin halkının direnişçi kimliğidir
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Girişimi Bülteni'nden...
  Öncü işçi platformları
  Ekim Gençliği'nden
  Öğrenci gençliği yönelik saldırılar yoğunlaşıyor
  Trabzon'da kamu emekçileri taban örgütlerini oluşturdular
  "Kadın-erkek ortak mücadele etmeli"
  "Çağdaş demokratik uygarlık" dedikleri barbarizm!
  ÖO direnişçisinden mektup...
  Esenyurt İşçi Bülteni'nden...
  Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Trabzon’da kamu emekçileri taban örgütlerini oluşturdular

Emperyalistler bunalımından çıkmak için debelenirken, bir yandan da katliamcı militarist yüzlerini işçi ve emekçilere gösteriyorlar. Bunalımdan çıkmanın bir yönü enerji kaynakları üzerindeki denetimi sağlamlaştırmak. İkinci yönü ise krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek. Bu ise işçi ve emekçileri baskı altında tutmalarını zorunlu kılıyor.

Krizin ağır bir biçimde yaşandığı ülkelerden biri olan Türkiye’de de aynı politikalar uygulamaya konuluyor. Özel konumundan dolayı (devrimci tutsakların direnişinin hala bastırılamamış olması ve sermayenin her an kendiliğinden bir patlama beklemesi) sermaye devleti saldırılarını “ulusal” kampanyalarla örterek, işçi ve emekçileri bir umut beşiğinde uyutmayı (“Bu ülke için seve seve”, “2. kurtuluş savaşımız”, “TL’ye itibar”) ve “milli birlik ve beraberlik” ruhu ile emekçi tepkilerini boğmayı hedeflemektedir.

Saldırının diğer yönü ise işçi ve emekçilerin örgütlülükleri olan sendikalara yönelmiş durumda. Sendikasızlaştırma saldırılarının had safhaya ulaştığı şu günlerde, var olan sendikalarda da “çatışmacı değil uyumlu, bozucu değil yapıcı sendika” veya “üretimin planlanmasında etkin rol oynayan sendika” anlayışını hakim kılınarak, işçi ve emekçiler kontrol altında tutulmak istenmektedir.

Sermayenin bu politikaları işçi sendikaları üzerinde uygulaması çok da zor olmamıştır. Çünkü, “işçinin sofrasındaki iki zeytinden birisini sermayeye peşkeş çekecek” sermaye ajanları yıllardır işçi sendikalarının tepesine çöreklenmiş durumdalar. Efendilerinin emirlerini harfiyen yerine getirmektedirler.

Kamu emekçileri cephesinde ise, bugüne kadar büyük bedellerle yükseltilen mücadele ve bu mücadelenin yarattığı sendikal gelenek bir yol ayrımına gelip dayanmış durumdadır. Özellikle sahte sendika yasasının çıkış süreci, bu yol ayrımına ilişkin önemli veriler sunmaktadır. Devletin 1 Aralık sonrası soruşturma saldırısına karşı pasifist bir tutum takınan KESK yönetimi, sahte yasanın gündemde olduğu dönemde de meclis gündemine bağlı eylem planlarıyla mücadeleyi sürekli erteleyerek emekçileri yıldırma tavrıyla, sahte yasanın çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Özellikle bu dönemde kamu emekçilerinin mücadele isteğine ve azmine ket vurmaya, bunu engelleyemediği koşullarda eylemleri birer hava boşaltma eylemine çevirmeye ve kamu emekçilerini sahte umutlarla oyalamaya çalışmaları, KESK yönetiminin hesabının kamu emekçileinin hesabıyla aynı olmadığını göstermektedir.

KESK yöneticileri, sahte yasanın çıkışından sonra bir taraftan kamu emekçilerinin dikkatini sürekli yetki alma yönüne çekerken, diğer yandan da sendikaların tüzük kurultaylarında sendika içi demokrasiyi boğmaya ve sendikaları “söz, yetki ve karar” yönünden merkezileştirmeye çalışmaktadırlar. Bütün bu erozyonun bir sonucu olarak, daha önce kapalı kapılar arasında yapılan gruplar arası pazarlıkların bugün açıktan yapıldığı görülmektedir. Kamu emekçilerine güvenmeyen, çoğulculuk değil çoğunluk anlayışına sahip bir bürokrat sendikal anlayış, grev ve toplu sözleşme mücadelesini tutarlı bir şekilde yürütemez, kamu emekçilerinin demokratik haklarını koruyamaz ve geliştiremez. Olsa olsa kamu emekçilerinin tepkilerini sistem içerisinde eritme misyonunu yerine getirir.

Sendikal mücadelenin önünde iki yol ve bu iki yola uygun düşen iki örgüt yapısı bulunmaktadır. Birincisi sermayenin yoludur. Sistemin bir parçası olmayı ve sermayenin kamu emekçilerini denetim altında tutabileceği tepeden yönetilen bir örgütlenmeyi gerekli kılar.

Bu yollardan ikincisi ise emeğin yoludur. Bu yol tabanın söz sahibi olduğu, kamu emekçilerinin mücadelesinin önünü tıkayan değil ateşleyicisi olan, yasalcılığı değil meşruluğu ve fiili mücadeleyi savunan bir örgütü gerekli kılar.

Bu basit gerçeğin kamu emekçilerinin öncü kesimleri tarafından uzun süredir bilinmesine karşın, bugüne kadar eylem anlarında ortaya çıkan kendiliğinden kitle tepkilerinin ve bireysel eleştirilerin dışında bir müdahale olamamıştır. Bu da doğaldır. Çünkü müdahale edebilmenin yolu örgütlü taban tavrından geçmektedir. Bu durum öncü kamu emekçilerini taban örgütlülüklerini kurma göreviyle karşı karşıya bırakmaktadır.

Bu gerçekten hareket eden Trabzon kamu emekçileri, yol ayrımında emeğin yolunu seçerek, Trabzon Taban İnisiyatifi’in ve Trabzon Katılımcı Sendikal İnisiyatif’in katılımıyla Sendikal İnisiyatif’i kurdular.

Bu taban örgütlenmesi Türkiye’nin her yerinde kurulacak taban örgütleriyle ortak mücadele ilkeleri çerçevesinde birleşebildiğinde etkili olabilecektir. Bu, bugün kamu emekçileri hareketinin en acil ihtiyacı, öncü kamu emekçilerinin en acil görevidir.

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Yaşasın grevli-toplu sözleşmeli sendika mücadelemiz!
Yaşasın genel grev genel direniş!

S.Y. Kızıl Bayrak okuru bir kamu emekçisi/Trabzon