31 Ekim '01
Sayı: 30


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'nin Avrasya macerası ve Amerikancı iktidarının ihaneti
  Emperyalist savaşa karşı ezilen halkların yanında yer alalım!..
  Emperyalist savaşa karşı savaş!
  Ya barbarlık ya sosyalizm!
  Emperyalist savaşa karşı eylemler...
  Pirelli işçisi işten atmalara karşı direniyor
  Savaş, anti-emperyalist mücadele ve Parti Programı
  Proletarya devriminin askeri programı
  Zaferi direniş kazanacak
  1. yılına girerken Ölüm Orucu Direnişi-1
  Emperyalist haydutluk savaşı
  Psikolojik savaş, "özgür dünya" ve küresel sansür
  Ekmeğe sarılı bombalar
  "Çöküş içindeki ABD ve Batı çıkış için savaşa başvuracak"
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ekmeğe sarılı bombalar


Robert Fisk

Dünya üzerindeki en etkili askeri güç, dünyanın en fakir, en harap Müslüman halkına yönelik bombardımanına başladı. Bombalarımızla birlikte kaç somun ekmek atıldığının bir nebze önemi yok, bunu şükranla karşılayacak bir Müslüman çıkacak mı ki?

Afganistan’da suçluların yanısıra masumları da öldürmediğimize -en sofistike füzelerimizle bile- inanmak mümkün mü, akla yatkın mı? Usame Bin Ladin’i cezalandırdığımızı söyleyebiliriz. Buna inanabiliriz de. Peki ama Müslüman dünyası buna inanacak mı?

Geçen dört hafta boyunca, koalisyona dair ne çok görüşme yapıldı. Oysa bu koalisyon hiçbir Müslüman halkı barındırmıyor, her ne kadar Pakistan ve Suudi Arabistan ve Özbekistan’da yükselen küçük diktatörlük bu kervanın içine çekilmiş olsa da. Afganistan semalarındaki gece uçuşunda hiçbir Suudi Arap veya Kuveytli pilot yer almadı. Bu bir Batı-Müslüman koalisyonu değildir. Bu, Batı’nın tek başına, Ortaçağ’dakine benzer bir yaşam süren bir Müslüman ülkesini bombalamasıdır. Bombalama, sanıyorum ki, televizyonların ‘prime-time’ yayınları için iyi bir zamanlamayla yapıldı. Peki biz, Usame Bin Ladin’in ve adamlarının bu şekilde yakalanacağına inanıyor muyuz gerçekten?

Başkan George Bush, “uzun süreli, çok yönlü ve acımasız” operasyonlardan bahsetti. Bundan öte nereye gidecek ki?

Kosova Savaşı’nın başlangıcını -veya Irak’a hava bombardımanının başlangıcını- hatırlayanlarımız, rakiplerimizin birkaç gün içinde barış için yakarmaya başlayacaklarına nasıl inandırıldığımızı anımsayacaklardır. Fakat böyle bir şey gerçekleşmedi ve Taliban’ın, iki ‘İttifak’ dostumuz Pakistan ve Suudi Arabistan tarafından yaratılan canavarın da kollarımıza atılmasını beklemek boşuna. Bin Ladin’in eğitim kamplarından en az 12’sine füze yollayacağımız ve bomba atacağımız ortada. Bunda zorlanacağımızı düşünmüyorum. Özellikle de tüm kampların bundan 20 yıl önce, Bin Ladin ve arkadaşları için bizim tarafımızdan -daha doğrusu CIA tarafından- inşa edilmiş olduğu düşünülünce. Daha çok zaman ve emek ayırsaydık, daha geniş bir ittifakı derleyebilirdik belki, ancak şu anda yaptığımız cihat kültürünün tam orasına dalış yapmak.

Aslolan, dün gece veya bugün kaç bomba attığımız değil, önümüzdeki 24 saat içinde başlayacak çatlakların nerede görüleceğidir. Zira Suudi Arabistan, Pakistan ve Afganistan dünyadaki en tehlikeli politik tektonik alanda yer alıyorlar. Daha önce olmazsa eğer çarşamba günü, Katar’daki İslam konferansı açıldığında, cevabı öğrenebiliriz. Müslüman liderlerin biraraya gelince ağızlarından çıkacakları dinlemek ilgi çekici -belki de biraz ürkütücü- olacak.

Evet, Bush bombaların içinde insani yardım da atarak, sus payı vermek için elinden geleni yaptı. Tabii ki, Afganların düşmanımız olmadığını söylüyorlar. 1991’de Irak’ı bombalamadan önce da aynen bunu söylüyorduk. 1985’te Libya’yı bombalamadan evvel de söylediğimiz buydu. 1982’de Amerikalıların Lübnan’ı topa tutmadan önce söylediği de buydu. Ve, gariptir ki, 1956’da Mısırlıları Süveyş Kanalı’nda bombalamadan önce de onlara böyle demiştik. Peki ama, Müslüman dünyası buna inanacak mı?

Ve, sadece 21’inci yüzyıl tarihinin bu tatsız anına bir dipnot düşmek açısından soruyorum: Kötü adamların hukuk tarafından cezalandırılmasını garantiye almak için herhangi bir adli süreç, dava, veya yasama oluşturacak mıyız? Bu, önümüzdeki birkaç gün içinde liderlerimizden alamayacağımız cevaplardan biri.

The Independent/(Çev: Evrensel, 9 Ekim ’01)




“Seni besliyorum, seni öldürüyorum”


Noam Chomsky

Şu ana kadar, ABD ve İngiltere’nin karşılığı beklendiği gibi oldu. Aktarılan haberlere göre, Cruise füzeleri ve yüksek irtifa bombardıman uçaklarının saldırılarına Taliban kontrolündeki bölgelerin (ülkenin büyük kısmı) dışında havadan gıda atılması -öyle şeffaf bir PR hareketi ki saklamaya gerek yok- eşlik ediyor. Saldırılar, gördüğümüz kadarıyla, muhtemelen protesto gösterileri korkusuyla, Müslüman dünyasının tamamen dışında üsleniyor. Kesin bir tesbitte bulunabilmek için hâlâ çok erken, çok az bilgiye sahibiz. Ama, Kahire’deki hoşnutsuzluğu, Boston Globe’ın “Protestolar ve korku ABD saldırısını selamlıyor” başlığıyla, Mısırlı bir garsonun “Seni besliyorum ve seni öldürüyorum. Bunu düşünmek bile beni delirtiyor” sözlerine yer vermesi ile anlayabiliyoruz.

ABD’nin Tony Blair aracılığıyla sunduğu kanıtların ne kadar zayıf olduğuna oldukça şaşırdım. Tarihteki en geniş uluslararası soruşturma çabasında, 11 Eylül saldırılarıyla bin Ladin arasında -benim kaynaklar olmadan kendi kendime speküle ettiğimden bile- çok az bağlantı bulunabildi. Bu durum, pek çok uzmanın tahminini destekler nitelikte: Yani saldırganlar, merkezi olmayan bir ‘ağ’a mensup; muhtemelen aralarında son derece sınırlı bir iletişim var ve bu ‘ağ’a nüfuz etmek çok zor.

Taliban karşısındaki suçlamaların fiili bir gerçekliği yok: Eğer, şüphelenilen teröristleri barındırmak, bombalamayı gerektiren bir suçsa, ABD de dahil olmak üzere, dünyanın büyük bir bölümüne derhal harekat başlatılmalı. Bu yoruma bile gerek olmayacak derecede açıktır. Ayrıca, biz Taliban’ın müzakere ve bin Ladin’in teslim edilmesi tekliflerinin ciddi olup olmadığını bilmiyoruz. Çünkü Batı dünyası, geleneksel bir tutumla bombalamayı tercih ederek bu teklifleri çok basit bir şekilde gözardı etti.

Geçmişteki sistematik düzmecilik kendi içinde acınacak düzeydedir, ancak bir kez daha gördüğümüz gibi, ciddi insani sonuçları vardır.

11 Eylül saldırılarından çok daha yıkıcı hareketlere maruz kalan diğer devletler tarafından izlenen hukuki araçlar hâlâ var. Bunların değerlendirmeye bile alınmaması çok çarpıcı. Uluslararası Adalet Divanı ve Güvenlik Konseyi’ne dayanarak alınan uygun ve tartışmasız emsal kararlardan bahsedildiğini bile duymadım: Orwell’i utanç içerisinde ağzı açık bırakacak tarihi revizyonizmin başarısı ve önemli bir ideolojik kazanım, bugünün başlıklarında gördüğümüz gibi...

Bombardımanın, ABD’nin talebiyle kapatılan Pakistan sınırının ve ilk gün itibariyle sadece havadan atılma yoluyla değil kamyon konvoylarıyla da sağlanabilecek olan -ki bunu kimse engellemedi- gıda yardımını yapmamanın sonucu, kaç tane zavallı ve masum Afgan’ın şu ana kadar öldüğünü tahmin etmek imkansız. Yürekten isterdim ki geleneksel davranış biçimlerinden sapmalarla bazı sürprizler olsun. Bu olmadıkça, Afgan halkının yakın geleceği çok ümitsiz görünüyor. Şiddet döngüsü benzer bir tutumla tırmanabilir, sonuçlarını ise tasarlamak bile hoş değil...

ZMagazine/09 Ekim 2001




Dr. Hikmet Kıvılcımlı:

Mücadeleye adanmış bir yaşam


Hikmet Kıvılcımlı 1902’de Makedonya’nın Priştine kasabasında doğdu. Balkan savaşından sonra ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etti. İstanbul Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken Kurtuluş ve Aydınlık dergileri aracılığıyla sosyalizmle tanıştı, devrimci mücadeleye atıldı. 1 Ocak 1925’te yapılan TKP 2. Kongresi’ne katıldı ve MK üyeliğine seçildi. Şubat 1925’te Takrir-i Sükun yasasına dayanılarak 10 yıl kürek cezasına çarptırıldı. Fakat bir yıl sonra çıkan aftan faydalanarak tahliye oldu. Mayıs 1929’da siyasal faaliyetleri nedeniyle tutuklanıp 4.5 yıl hapse mahkum oldu. Ekim 1933’te çıkan afla tahliye oldu. 1938’de Donanma Davası’ndan yargılanarak 15 yıl hapse mahkum oldu ve 1950’ye kadar hapiste kaldı. 12 Mart darbesinden sonra aranır duruma düştüğü için yurtdışına çıktı. 11 Ekim 1971’de Belgrad’da öldü.

Bu kısa biyografiden de görülebileceği gibi Kıvılcımlı yaşamının yaklaşık 17 yılını burjuvazinin zindanlarında geçirdi. Fakat zindanlar onu değil, o zindanları eskitti. Kalın duvarlar onu devrimci siyasal yaşamdan kopartmaya yetmedi.

Fakat Kıvılcımlı’nın devrimci kişiliğini zindanlarda sergilediği dirençten ibaret görmek ona saygısızlık olur. O aynı zamanda sol siyasal tarihimizin önemli bir düşünce ve eylem adamıdır. Toplumsal-siyasal konularda bir çok emek ürünü kitap ve makale kaleme almıştır. Teorik plandaki yanılgıları ne olursa olsun, yeni devrimci kuşakların Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın sosyalizme adadığı yaşamından ve eserlerinden öğreneceği çok şey vardır. Zira o tüm yaşamı boyunca inandığı davaya bağlılık göstermiş, tüm güçlüklere ve eziyetlere rağmen inançlı bir dava adamı olarak hareket etmiştir.

Ölümünün 30. yılı vesilesiyle onu bir kez daha saygıyla anıyoruz.