Dünya üzerindeki en etkili askeri güç, dünyanın en fakir, en harap
Müslüman halkına yönelik bombardımanına başladı. Bombalarımızla birlikte
kaç somun ekmek atıldığının bir nebze önemi yok, bunu şükranla karşılayacak
bir Müslüman çıkacak mı ki? Afganistanda suçluların yanısıra masumları da öldürmediğimize
-en sofistike füzelerimizle bile- inanmak mümkün mü, akla yatkın mı?
Usame Bin Ladini cezalandırdığımızı söyleyebiliriz. Buna inanabiliriz
de. Peki ama Müslüman dünyası buna inanacak mı? Geçen dört hafta boyunca, koalisyona dair ne çok görüşme yapıldı. Oysa
bu koalisyon hiçbir Müslüman halkı barındırmıyor, her ne kadar Pakistan
ve Suudi Arabistan ve Özbekistanda yükselen küçük diktatörlük
bu kervanın içine çekilmiş olsa da. Afganistan semalarındaki gece uçuşunda
hiçbir Suudi Arap veya Kuveytli pilot yer almadı. Bu bir Batı-Müslüman
koalisyonu değildir. Bu, Batının tek başına, Ortaçağdakine
benzer bir yaşam süren bir Müslüman ülkesini bombalamasıdır. Bombalama,
sanıyorum ki, televizyonların prime-time yayınları için
iyi bir zamanlamayla yapıldı. Peki biz, Usame Bin Ladinin ve adamlarının
bu şekilde yakalanacağına inanıyor muyuz gerçekten? Başkan George Bush, uzun süreli, çok yönlü ve acımasız
operasyonlardan bahsetti. Bundan öte nereye gidecek ki? Kosova Savaşının başlangıcını -veya Iraka hava bombardımanının
başlangıcını- hatırlayanlarımız, rakiplerimizin birkaç gün içinde barış
için yakarmaya başlayacaklarına nasıl inandırıldığımızı anımsayacaklardır.
Fakat böyle bir şey gerçekleşmedi ve Talibanın, iki İttifak
dostumuz Pakistan ve Suudi Arabistan tarafından yaratılan canavarın
da kollarımıza atılmasını beklemek boşuna. Bin Ladinin eğitim
kamplarından en az 12sine füze yollayacağımız ve bomba atacağımız
ortada. Bunda zorlanacağımızı düşünmüyorum. Özellikle de tüm kampların
bundan 20 yıl önce, Bin Ladin ve arkadaşları için bizim tarafımızdan
-daha doğrusu CIA tarafından- inşa edilmiş olduğu düşünülünce. Daha
çok zaman ve emek ayırsaydık, daha geniş bir ittifakı derleyebilirdik
belki, ancak şu anda yaptığımız cihat kültürünün tam orasına dalış yapmak.
Aslolan, dün gece veya bugün kaç bomba attığımız değil, önümüzdeki
24 saat içinde başlayacak çatlakların nerede görüleceğidir. Zira Suudi
Arabistan, Pakistan ve Afganistan dünyadaki en tehlikeli politik tektonik
alanda yer alıyorlar. Daha önce olmazsa eğer çarşamba günü, Katardaki
İslam konferansı açıldığında, cevabı öğrenebiliriz. Müslüman liderlerin
biraraya gelince ağızlarından çıkacakları dinlemek ilgi çekici -belki
de biraz ürkütücü- olacak. Evet, Bush bombaların içinde insani yardım da atarak, sus payı vermek
için elinden geleni yaptı. Tabii ki, Afganların düşmanımız olmadığını
söylüyorlar. 1991de Irakı bombalamadan önce da aynen bunu
söylüyorduk. 1985te Libyayı bombalamadan evvel de söylediğimiz
buydu. 1982de Amerikalıların Lübnanı topa tutmadan önce
söylediği de buydu. Ve, gariptir ki, 1956da Mısırlıları Süveyş
Kanalında bombalamadan önce de onlara böyle demiştik. Peki ama,
Müslüman dünyası buna inanacak mı? Ve, sadece 21inci yüzyıl tarihinin bu tatsız anına bir dipnot
düşmek açısından soruyorum: Kötü adamların hukuk tarafından cezalandırılmasını
garantiye almak için herhangi bir adli süreç, dava, veya yasama oluşturacak
mıyız? Bu, önümüzdeki birkaç gün içinde liderlerimizden alamayacağımız
cevaplardan biri. The Independent/(Çev: Evrensel, 9 Ekim 01)
Seni besliyorum, seni öldürüyorum
Şu ana kadar, ABD ve İngilterenin karşılığı beklendiği gibi oldu.
Aktarılan haberlere göre, Cruise füzeleri ve yüksek irtifa bombardıman
uçaklarının saldırılarına Taliban kontrolündeki bölgelerin (ülkenin
büyük kısmı) dışında havadan gıda atılması -öyle şeffaf bir PR hareketi
ki saklamaya gerek yok- eşlik ediyor. Saldırılar, gördüğümüz kadarıyla,
muhtemelen protesto gösterileri korkusuyla, Müslüman dünyasının tamamen
dışında üsleniyor. Kesin bir tesbitte bulunabilmek için hâlâ çok erken,
çok az bilgiye sahibiz. Ama, Kahiredeki hoşnutsuzluğu, Boston
Globeın Protestolar ve korku ABD saldırısını selamlıyor
başlığıyla, Mısırlı bir garsonun Seni besliyorum ve seni öldürüyorum.
Bunu düşünmek bile beni delirtiyor sözlerine yer vermesi ile
anlayabiliyoruz. ABDnin Tony Blair aracılığıyla sunduğu kanıtların ne kadar zayıf
olduğuna oldukça şaşırdım. Tarihteki en geniş uluslararası soruşturma
çabasında, 11 Eylül saldırılarıyla bin Ladin arasında -benim kaynaklar
olmadan kendi kendime speküle ettiğimden bile- çok az bağlantı bulunabildi.
Bu durum, pek çok uzmanın tahminini destekler nitelikte: Yani saldırganlar,
merkezi olmayan bir ağa mensup; muhtemelen aralarında son
derece sınırlı bir iletişim var ve bu ağa nüfuz etmek çok
zor. Taliban karşısındaki suçlamaların fiili bir gerçekliği yok: Eğer, şüphelenilen
teröristleri barındırmak, bombalamayı gerektiren bir suçsa, ABD de dahil
olmak üzere, dünyanın büyük bir bölümüne derhal harekat başlatılmalı.
Bu yoruma bile gerek olmayacak derecede açıktır. Ayrıca, biz Talibanın
müzakere ve bin Ladinin teslim edilmesi tekliflerinin ciddi olup
olmadığını bilmiyoruz. Çünkü Batı dünyası, geleneksel bir tutumla bombalamayı
tercih ederek bu teklifleri çok basit bir şekilde gözardı etti. Geçmişteki sistematik düzmecilik kendi içinde acınacak düzeydedir,
ancak bir kez daha gördüğümüz gibi, ciddi insani sonuçları vardır. 11 Eylül saldırılarından çok daha yıkıcı hareketlere maruz kalan diğer
devletler tarafından izlenen hukuki araçlar hâlâ var. Bunların değerlendirmeye
bile alınmaması çok çarpıcı. Uluslararası Adalet Divanı ve Güvenlik
Konseyine dayanarak alınan uygun ve tartışmasız emsal kararlardan
bahsedildiğini bile duymadım: Orwelli utanç içerisinde ağzı açık
bırakacak tarihi revizyonizmin başarısı ve önemli bir ideolojik kazanım,
bugünün başlıklarında gördüğümüz gibi... Bombardımanın, ABDnin talebiyle kapatılan Pakistan sınırının
ve ilk gün itibariyle sadece havadan atılma yoluyla değil kamyon konvoylarıyla
da sağlanabilecek olan -ki bunu kimse engellemedi- gıda yardımını yapmamanın
sonucu, kaç tane zavallı ve masum Afganın şu ana kadar öldüğünü
tahmin etmek imkansız. Yürekten isterdim ki geleneksel davranış biçimlerinden
sapmalarla bazı sürprizler olsun. Bu olmadıkça, Afgan halkının yakın
geleceği çok ümitsiz görünüyor. Şiddet döngüsü benzer bir tutumla tırmanabilir,
sonuçlarını ise tasarlamak bile hoş değil... ZMagazine/09 Ekim 2001
Dr. Hikmet Kıvılcımlı: Mücadeleye adanmış bir yaşam
Bu kısa biyografiden de görülebileceği gibi Kıvılcımlı yaşamının yaklaşık
17 yılını burjuvazinin zindanlarında geçirdi. Fakat zindanlar onu değil,
o zindanları eskitti. Kalın duvarlar onu devrimci siyasal yaşamdan kopartmaya
yetmedi. Fakat Kıvılcımlının devrimci kişiliğini zindanlarda sergilediği
dirençten ibaret görmek ona saygısızlık olur. O aynı zamanda sol siyasal
tarihimizin önemli bir düşünce ve eylem adamıdır. Toplumsal-siyasal
konularda bir çok emek ürünü kitap ve makale kaleme almıştır. Teorik
plandaki yanılgıları ne olursa olsun, yeni devrimci kuşakların Dr. Hikmet
Kıvılcımlının sosyalizme adadığı yaşamından ve eserlerinden öğreneceği
çok şey vardır. Zira o tüm yaşamı boyunca inandığı davaya bağlılık göstermiş,
tüm güçlüklere ve eziyetlere rağmen inançlı bir dava adamı olarak hareket
etmiştir. Ölümünün 30. yılı vesilesiyle onu bir kez daha saygıyla anıyoruz. |
|||||