Tüm bunlar ele almakta olduğumuz konunun teorik ve pratik önemini artırmaktadır. Savaşa karşı mücadele kapitalizme Savaş konusunda en temel sorunlardan biri, geçen bölümün sonunda da üzerinde
önemle durduğumuz gibi, haksız, gerici ve emperyalist savaşlar ile haklı
ve devrimci savaşlar arasında temel önemdeki ilkesel ayrımı yapabilmektir.
Emperyalist koalisyonun dünyamızı uzun süreli, çok yönlü ve acımasız savaşlarla
tehdit ettiği şu günlerde, bu ilkesel ayrımın taşıdığı olağanüstü politik
ve pratik anlam ve önem ortadadır. 89 çöküşünü izleyen dönemde devrimci
sınıf mücadelesinde yaşanan ve henüz aşılamayan zayıflamanın reformcu
burjuva, küçük-burjuva akımları güçlendirmesi ve bunun da savaş gibi temel
bir sorunda kendini pasifizm olarak üretmesi, konunun önemini daha da
artırmaktadır. Nitekim halihazırda savaşa karşı sesler, önemli ölçüde, duygusal tepkiler
ve iyi dilekli temennilerden ibarettir. Oysa tarih, özellikle de emperyalizm
çağı, gerici ve emperyalist savaşların korkunç yıkıcılığı karşısında bu
türden duygusal tepki ve temennilerin pratik herhangi bir değer taşımadığını
tüm açıklığı ile göstermektedir. Leninin, tam da her türden savaşa
karşıt ve silahsızlanma yandaşı küçük-burjuva pasifistlerinin yanılgılarını
sergilerken vurguladığı gibi, Kapitalist toplum daima ucu bucağı
olmayan bir dehşettir. Emperyalist ve gerici savaşlar ise bu
dehşetin bir uzantısı, insanlık için en yıkıcı, acılı ve barbarca olan
biçimleridir. Fakat bu, kapitalizmin dehşetine teslim olmayı değil, tam
tersine, ona karşı kararlı bir mücadeleyi gerektirmektedir. (Leninin,
savaş sorununu sağlam teorik ve ilkesel temeller üzerinden ortaya koyan
Proletarya Devriminin Askeri Programı başlıklı makalesini belli
kısaltmalarla ekte yayınlıyoruz. Şu günlerde tüm devrimcilerin bu makaleyi
büyük bir dikkatle incelemesinde büyük yarar var.) Toplumun çok küçük bir azınlığını oluşturan asalak yönetici sınıfların
bencil çıkarları uğruna sürdürülen emperyalist ve gerici savaşlara karşı
mücadelede mesafe ve sonuç almanın temel koşulu, haklı ve devrimci savaşların
gerekliliğini kabul etmek, bu savaşlar içinde etkin bir biçimde yer almaktır.
Daha çok burjuva ve küçük-burjuva hümanist ya da pasifist çevrelerden
yükselen savaş çözüm değildir, şiddet çözüm değildir
türünden sesler, sınıflı toplumların ve emperyalist dünya düzeninin acımasız
gerçekleri karşısında papazca vaazlardan öteye gidemezler, gidememektedirler.
Toplumsal hayatın her alanında sürekli şiddet üreten, şiddetle beslenen,
şiddeti kendi varlığını sürdürebilmenin ve çıkarlarını koruyabilmenin
temel koşulu olarak gören bir sistem gerçekliği karşısında bu sözler
tümüyle anlamsızdır. Bu tür duygusal temenniler herhangi bir pratik sonuç
yaratmamakla kalmazlar, yanı sıra, dünya ölçüsünde, tepeden tırnağa silahlanmış
emperyalist dünya karşısında ezilen halkları; toplum ölçüsünde ise, tepeden
tırnağa silahlanmış egemen burjuva sınıfı karşısında işçi sınıfı ve emekçileri,
çaresizlik içinde oyun eğmeye mahkum ederler. Bu son derece masum görünen
yaklaşımın tehlikeli ve zararlı yanı da buradan gelir. Bugünün kudurganlık içerisindeki emperyalist dünyasına, halihazırda bu dünyanın jandarmalığını yapan ABD emperyalizmine bakalım. Onlar, dünyaya egemen kılmak istedikleri yeni düzenlerini, halklara ve gerektiğinde ülkelere, tam da emperyalist savaş makinasının gücüyle dayatmaya ve kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bugünün Türkiyesine bakalım. İşbirlikçi burjuvazi toplumun ezici çoğunluğuna kendi sınıf çıkarlarının gerektirdiği tüm önlemleri baskı ve terör aygıtlarının gücüyle dayatıyor ve bu son 20 yıldır süreklileşmiş en temel yöntem olarak kullanılıyor. Bu güncel örnekler, temel tarihi-toplumsal gerçeklerin güncel tezahürlerinden
başka bir şey değildir. Bu nedenledir ki, savaşa ve şiddete karşı mücadele
bunların toplumsal ve sınıfsal kaynaklarına karşı mücadeleden ayrı düşünülemez.
Emperyalizme ve gericiliğe karşı her türden ilerici-devrimci savaşın gerekliliği,
zorunluluğu ve haklılığı da buradan gelir. Evrensel barış, şiddetin, savaşların
ve militarizmin kesin olarak son bulması, bunlar sosyalizmin en temel
amaçları ve idealleri arasındadır. Ama marksistler, bunlara ulaşmanın
ancak bunları üreten tarihsel-toplumsal zeminin kurutulmasıyla, yani kapitalizmin
yeryüzünden kesin olarak silinmesiyle olanaklı olacağını da çok iyi bilirler.
Kapitalizm savaş demektir, barış sosyalizmle gelecek! şiarı
bunu anlatır. Sınıf savaşımının genelleşmiş ve Partimizin programı bu temel tarihsel ve toplumsal gerçekleri/yasallıkları
hareket noktası olarak alır. Haksız ve gerici savaşların karşısına işçi
sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların haklı ve zorunlu devrimci savaşlarıyla
çıkar. Geçen bölümde bunu, çağımızın haklı ve devrimci savaşlarını, milli
kurtuluş devrimleri, halk devrimleri ve proletarya devrimleri üzerinden
örneklemiştik. Bunlara burada devrimci sınıf mücadelesinin ileri, genelleşmiş
ve yoğunlaşmış bir aşaması olarak içsavaşlar da eklenmelidir. Devrimci iç savaşları da öteki savaşlar gibi bir savaş türü olarak tanımlayan
Lenin, Sınıf savaşımını kabul eden herkes iç savaşı da kabul etmek
zorundadır der ve bunu şöyle gerekçelendirir: Her sınıflı
toplumda iç savaş doğal ve bazı koşullarda sınıf savaşımının kaçınılmaz
devamı, gelişmesi ve şiddetlenmesidir. Bu, her büyük devrimle doğrulanmıştır.
İç savaşı kabul etmemek ya da görmezlik gelmek, büyük bir oportünizme
düşmek ve sosyalist devrimi yadsımak olur. Partimizin programı, bu marksist teorik-ilkesel bakış açısını, tüm programa
sinmiş genel bir anlayıştan öteye, somut bir program maddesi olarak da
içerir. Stratejik ve taktik ilkelere ayrılmış VIII.
Bölümün 3. maddesinde, bunu en özlü biçimiyle formüle eder: Proletarya
devrimi ve sosyalizm için verilen kavganın dünya tarihinin gördüğü en
zorlu iç savaş olduğunun bilincinde olan TKİP, işçi sınıfı ve emekçileri
bu tayin edici mücadeleye bugünden hazırlamak için sistematik bir çaba
harcar. Bu formülasyon bu haliyle bize, ilkesel bir çerçevenin yanı sıra, son
derece önemli bir stratejik ve taktik görevler alanı da tanımlamaktadır.
Savaşları ve silahlanmayı ortadan Parti programının teorik bölümünün Toplumsal devrim, sosyalizm
ve komünizme ayrılmış II. alt bölümü, bu temel görüşlerin genel
teorik-ilkesel çerçevesini ayrıca verir. Devrimci sınıf savaşımı; bu savaşımın
yoğunlaşmış ve genelleşmiş bir üst aşaması olarak devrimci iç savaş; ve
nihayet, burjuva sınıf egemenliğinin şiddete dayalı bir devrimle yıkılması
ve yerine bir geçiş dönemi devleti olarak proletarya diktatörlüğünün
kurulması olarak proletarya devrimi... Devrimci sınıf mücadelesinin bu
tarihsel gelişim seyrine ilişkin genel yasallıklar, programımızın bu bölümünde
yer alır. Pratik bölüm olarak da tanımlanan ve Türkiye devriminin stratejik
ve taktik sorunlarına ayrılmış bulunan II. ana bölümde ise, tüm bu sorunlar,
Türkiyenin özgül koşullarına uyarlanmış pratik bir çerçeve içerisinde
ortaya konulur, pratik anlamı ve sonuçlarıyla ifade edilir. Bu teorik ve pratik bütünlüğü içerisinde programımız, savaşların kaynağını
vermekle, haklı ve haksız savaşlar arasında ilkesel bir ayrım yapmakla
kalmaz; yanı sıra savaşları ve dolayısıyla militarizmi ortadan kaldırmanın
tarihsel ve toplumsal koşullarını da tanımlar. Konuyu fazla dağıtmamak
için bu konuda bazı maddelere işaret etmekle yetineceğiz burada. Örneğin, teorik bölümün 12. maddesi (II. alt bölüm), toplumsal devrimin,
kapitalizme özgü çeşitli türden toplumsal sorunların yanı sıra savaşların
ortadan kaldırılmasının da yolunu açtığını tespit eder. Bunu, bu alanda
kesin ve kalıcı sonucu, proletarya devriminin temel tarihi sonuçlarına
evrensel bir çerçevede ulaşması zorunluluğuyla ilişkilendirir
(13. madde). Emperyalizm ve dünya devrim sürecini ele alan III.
alt bölümün 23. maddesi ise, insanlığın savaşların yıkım ve felaketlerinden
kurtulmasının ancak uluslararası proletarya önderliğinde zafere
ulaştırılabilecek dünya devrimiyle olanaklı olabileceğini saptar.
Bu, marksist açıdan çok temel önemde bir görüştür. Savaşların kaynağı
bir bütün olarak kapitalist-emperyalist dünya sisteminin kendisidir. Bu
nedenledir ki, bir ya da birkaç ülkede proletarya devriminin başarıya
ulaşması ve sosyalizme geçişi başlatması, kendi başına savaşları ortadan
kaldıramaz ve dolayısıyla, silahlanma sorununu bu ülke ya da ülkelerin
kendi içinde bile çözemez. Kapitalist dünya sistemi ayakta olduğu sürece, proletarya devriminin
bu sınırlar içinde bir başarısı, başarıya ulaşmış bu devrimlerin içten
karşı-devrimin ve dıştan ise emperyalist müdahalelerin, saldırı savaşlarının
hedefi olma olasılığını ortadan kaldırmaz. Teorik gerçeklerden öteye,
sosyalizmin bütün 20. yüzyıl deneyiminin yeterli açıklıkta ortaya koyduğu
bir durumdur bu. Bir ya da birkaç ülkede proletarya devriminin başarıya
ulaşması ve sosyalizmin kuruluşu sürecine geçiş, bu ülkelerde burjuvazinin
sınıf egemenliğinin tasfiyesi anlamına geldiği için, işte yalnızca bu
sınırlar içerisinde, gerici ve haksız savaşların toplumsal-sınıfsal kaynağının
ortadan kaldırılması anlamına da gelir. Buradan, bu sorunla bağlantılı olarak, parti programımızın Türkiye
devrimine ayrılmış V. alt bölümüne geçebilir ve sorunu daha
pratik bir çerçevede ortaya koyabiliriz. Devrimimizin zaferinin ilk adımda başaracağı siyasal görevler kapsamında
ortaya konulan önlemlerden ikisi üzerinden örnekleyelim bunu. Burjuva
devlet aygıtının parçalanması, ordu, polis ve bürokrasi türünden militarist-bürokratik
kurumların ezilip dağıtılması (1. madde) ve Devrilen sınıfların
tüm mensuplarının silahsızlandırılması (3. madde), işçi sınıfı
ve yoksul müttefiklerinin genel silahlanması ile birlikte bu devrimci
önlemler, Türkiye devriminin zaferi üzerinden militarizme vurulmuş büyük
bir tarihi darbe olacaktır. Bu, emperyalist dünya sisteminin Türkiye halkasındaki bir gericilik,
saldırganlık ve savaş kaynağının ortadan kaldırılması anlamına gelmekle
kalmayacak, ülkemizi emperyalizmin komşu halklara karşı bir savaş üssü
olmaktan da çıkaracaktır. Dahası, devrimin Türkiyesi, bölge devrimleri
ve bir bütün olarak dünya devrimi için önemli bir dayanak noktası haline
gelecektir. Türkiyenin içinde bulunduğu bölgenin güncel tablosu,
Türk burjuvazisinin emperyalizmin bölgesel vurucu gücü konumu, Türkiyenin
emperyalizmin bölgedeki saldırganlık ve savaş üssü olarak kullanılması
gerçekleriyle birlikte düşünüldüğünde, tüm bunların tarihsel devrimci
anlamı ve önemi çok daha somut anlaşılabilir. Fakat bu tarihsel başarı, yani Türkiyede proletarya devriminin
zaferi, Türk burjuvazisinin sırtını dayadığı emperyalist dünya güçleriyle
başarılı bir hesaplaşma olmaksızın olanaklı değildir. İşte bu temel önemde
gerçeklik bizi programımızın anti-emperyalist mücadele boyutuna getiriyor.
Emperyalizme karşı mücadelenin enternasyonal çerçevesi Programımız, emperyalizme karşı mücadeleyi, Türkiye devriminin ötesinde,
onun da içine oturtulduğu genel-evrensel bir çerçevede ele alır. Programımızın
teorik bölümü, proletarya devrimi sorununa ilişkin genel teorik-ilkesel
çerçeveyi ortaya koyar ve ardından Emperyalizm ve dünya devrimi
süreci başlıklı alt bölüme bağlanır. Bu bölüm ise, kapitalizmin
içinde bulunduğumuz tarihi aşamasının, yani emperyalizm ve proletarya
devrimleri çağının en temel sorunlarını tanımlar. İnsanlığın karşı karşıya
bulunduğu temel sorunlara ancak enternasyonal bir çerçevede, yani dünya
devrimi perspektifi ve süreci içerisinde çözümler bulunabileceği gerçeğini
saptar. Emperyalist zincirin en zayıf halkasını oluşturan bir ya da birkaç
ülkeden başlayarak gelişse bile dünya devrimi sürecinin bir bütün olduğunu
vurgular. Bizzat program maddeleri üzerinden ayrıntılandırılabilecek olan (ki burada
buna gerek yoktur) bu perspektif, partimizin emperyalizme karşı mücadeleyi
genel planda emperyalist dünya düzenine karşı mücadele olarak ele alan
kavrayışını yansıtır. Bu kavrayış, gerçekte, proletaryanın devrimci
sınıf mücadelesinin uluslararası karakterine ilişkin ilkesel
yaklaşımın (Teorik bölümün giriş paragrafı) emperyalizm çağına uyarlanmasından
başka bir şey değildir. Aynı kavrayış kendini Sosyalizm deneyimine ayrılmış
IV. alt bölümde de göstermektedir. Burada, sosyalizmin 20. yüzyılda karşılaştığı
temel önemde sorunlara, öncelikle proletarya devriminin enternasyonal
karakteri üzerinden yaklaşılır. Ulusal çerçeveyi amaçlaştıran
ulusal sosyalizm anlayışı mahkum edilir ve bu şu
görüşe bağlanır: Sosyalizme geçiş sorunuyla öncelikle yüzyüze
kalan ülke proletaryas?, kazan?mlar?n? kal?c?laşt?rmak istiyorsa, kendi
devriminin kaderini hiçbir biçimde uluslararas? devrimin kaderinden koparmamal?d?r.
(32. madde) Tüm bunların somut anlamı şudur: Parti programımızda emperyalizme karşı
mücadele, öncelikle ve genel planda, emperyalist dünya sistemine karşı
mücadele olarak kavranmaktadır. Türkiye coğrafyasındaki kendine özgü mücadelenin
yalnızca genel çerçevesi değil, fakat bağlanacağı, tabi olacağı ana eksen
de budur. Bunu ülke devriminin dünya devrimine bağlı olarak ele alınması
biçiminde de kavrayabiliriz. Emperyalizme karşı devrimci mücadeleyi bu evrensel çerçeve içinde ele
almayan, onu salt belli bir ülkenin sınırları içine daraltan ve burada
devrim yapmaya indirgeyen bir görüş ve yaklaşım, küçük-burjuva dargörüşlülüğünün
ve milliyetçiliğinin bir ifadesi ve yansıması olabilir ancak. Bu dar ve
sınırlı perspektifle hareket eden bir devrimin, bir ülkenin kendi sınırları
içerisinde başarılı olması da olanaklı değildir. 20. yüzyıl sosyalizminin
yaşadığı yozlaşma ve akibet, bunu tarihsel olarak da anlaşılır hale getirmiştir. *** Parti programımızın sonuç bölümünde birbirini izleyen ve tamamlayan iki
vurgulu ifadeye yeniden dönelim. Bunlardan ilki şöyleydi: Bu program, insanlığı, uygarlığı ve
doğayı yıkıma sürükleyen emperyalist-kapitalist dünya düzenine karşı,
Türkiye topraklarından yükseltilen devrimci bir savaş bayrağıdır.
Üçüncü ve son bölümde, güncel gelişmelerle de bağı içinde bu konuyu ele
alacağız. (Devam edecek...) |
|||||