31 Ekim '01
Sayı: 30


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'nin Avrasya macerası ve Amerikancı iktidarının ihaneti
  Emperyalist savaşa karşı ezilen halkların yanında yer alalım!..
  Emperyalist savaşa karşı savaş!
  Ya barbarlık ya sosyalizm!
  Emperyalist savaşa karşı eylemler...
  Pirelli işçisi işten atmalara karşı direniyor
  Savaş, anti-emperyalist mücadele ve Parti Programı
  Proletarya devriminin askeri programı
  Zaferi direniş kazanacak
  1. yılına girerken Ölüm Orucu Direnişi-1
  Emperyalist haydutluk savaşı
  Psikolojik savaş, "özgür dünya" ve küresel sansür
  Ekmeğe sarılı bombalar
  "Çöküş içindeki ABD ve Batı çıkış için savaşa başvuracak"
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Pirelli işçisi işten atmalara karşı direniyor


Krizi bahane eden patronlar aylardır işçi atıyorlar. Şubat krizinden bu yana iki milyondan fazla işçi kapının önüne konuldu ve tensikatlar tüm hızıyla sürüyor.

Bugün ortaya çıkan savaş gündemi sermayedarlara krizin yanında ikinci bir bahane daha yaratmış durumda. Sınıfın ezici çoğunluğunun örgütsüz olması, örgütlü olan işyerlerinde de sendikaların işçilerin çıkarlarını korumaktan uzak durması, patronların işini daha da kolaylaştırıyor. Aymasan ve benzeri birkaç örgütlü direniş istisna tutulursa, tensikatlar hiçbir ciddi karşı koyuşla karşılaşmadan gerçekleştiriliyor.

İşte böylesine bir dönemde tensikat saldırısına karşı tok bir yanıt Pirelli işçilerinden geldi.

İzmit’teki Pirelli Lastik Fabrikası patronu, bilinen kriz bahanesiyle, 42’si kadrolu, 70’i geçici toplam 112 işçiyi kapının önüne koydu. Arkadaşlarının işten çıkartıldığını öğrenen Pirelli işçileri, 10 Ekim sabahı fabrikaya gelip kartlarını bastıktan sonra, işbaşı yapmayarak bahçede toplanmaya başladılar. Yaklaşık 1000 işçinin toplanması üzerine DİSK Genel Başkanı Vahdettin Karabay fabrikaya gelerek, işveren temsilcileriyle atılan işçilerin durumunu görüştü. Fakat görüşmeden herhangi bir sonuç çıkmadı. İşveren temsilcileri atılan işçilerin geri alınmayacağını kesin bir dille belirttiler.

Dışarı çıkan Karabay, “İşçiler olarak biz büyük fedakarlık gösterdik. Ama işveren bunları görmezden geliyor. Biz kötü niyetli değiliz. Amacımız üretimi durdurmak ya da fabrikayı işgal etmek değil. Sorunlar büyürse iki taraf da bundan zarar görebilir.” diyerek, hem ortamı yumuşatarak işçileri eylemden vazgeçirmeye, hem de işverene mesaj vermeye çalıştı. Fakat Karabay’ın konuşması işçiler üzerinde etkili olmadı. Konuşan işçiler, krizin ve savaşın faturasının kendilerine çıkartılmak istendiğini, eğer bugün eyleme geçilmezse işten atılmaların artarak devam edeceğini vurguladılar ve direnişe geçilmesi gerektiğini söylediler. İşçilerin yoğun baskısı sonucunda direnişe geçilmesi fikri oylamaya sunuldu ve büyük çoğunlukla kabul edildi.

Şu anda fabrikada üretim yüzde 75 oranında gerilemiş durumda. Direnişe geçen işçiler atılan arkadaşları geri alınıncaya kadar fabrikayı terketmeyeceklerini açıkladılar. Fabrikada yaşanan gelişmeleri duyan işçi aileleri de fabrikanın kapısı önünde toplanarak, içerdekilere destek amacıyla beklemeye başladılar. Jandarma ise fabrikayı ablukaya aldı. Kocaeli’ndeki diğer lastik fabrikalarının işçileri ise Pirelli’deki gelişmeyi henüz izliyorlar.

Pirelli işçisinin tensikat saldırısına karşı sergilediği duruş oldukça önemlidir. Örgütlü bir güç olarak harekete geçilmeden saldırıları ve işten atmaları engellemek mümkün değildir. Pirelli işçisi direnişi tercih ederek ilk doğru adımı atmıştır.

Fakat bu sadece bir başlangıçtır. Sermaye alabildiğine örgütlü ve saldırıları hayata geçirebilmek için elinde sayısız olanak var. Savaş gündemi ise sermayenin daha da pervasız bir şekilde saldırmasının zeminini döşüyor. Lastik-İş Sendikası yöneticilerinin kaypaklığı, zor karşısında mücadeleden kaçan tutumu da gözönüne alındığında, Pirelli işçisine önemli görevler düşmektedir. Direnişi, başta aynı sektördeki lastik fabrikaları olmak üzere Kocaeli işçi sınıfına maletmek için bir an önce harekete geçmek gerekir. Bu görevin yerine getirilmesi, işten atmalara, grev yasaklamalarına karşı bugüne kadar hamasi nutuklar atmak dışında hiçbir şey yapmayan sendikacılardan beklenemez. Sorumluluk Pirelli ve diğer lastik fabrikalarında çalışan öncü işçilere düşmektedir. Lastik işçisi böyle bir görvin altından kalkmak için gerekli deneyim ve mücadele birikimine sahiptir.



Ekmeğimizden çalmayı sürdürüyorlar


Türkiye gibi ülkelerde emekçilerin karınlarını doyurabilmelerinde ekmeğin çok özel yeri bilinir. İMF reçetelerinin uygulandığı tüm bağımlı ülkelerde ekmek fiyatları astronomik düzeylerde artmıştır. İMF’nin tarımı çökertme politikalarının bir sonucu olarak, Türkiye’de de sıra ekmeğe gelmiştir.

Emperyalist tekellerin birikmiş ürün stoklarını eritebilmek için bağımlı ülkelerde pazar açmak, İMF’nin temel icraatlarından biridir. Bu ise ancak bağımlı ülkelerdeki üretimi yıkıma uğratmakla mümkündür. “Reform” adı altında gündeme getirilen uygulamalar bu yıkıma zemin hazırlamak içindir. Dünyanın birçok ülkesinde bu reformlar sonucunda işçi ve emekçiler ayaklanmış, bunlardan bazılarına “ekmek ayaklanması” denilmiştir.

Türkiye’de tarımı çökertmek amacıyla çok sayıda “reform”un gündeme getirildiği bilinmektedir. Şeker, tütün vb. yasalar, tarıma uygulanan sübvansiyonların kaldırılması, destekleme alımlarının asgariye indirilip fiyatların düşük tutulması bu reformların birkaçıdır. Açılan iç pazarda yerli üreticilerin emperyalist tekellerle rekabet etme şansı yoktur. Zira aradaki verim farkı çok büyüktür. Örneğin Türkiye’de en verimli topraktan elde edilen hububat hektar başına azami 1.8 tondur. ABD ve AB ülkelerinde ise 5 tondur. Bağımlı ülkelerde üretimin ucuz emek-gücüyle yapılması sonucu değiştirmiyor. Sübvansiyonların kaldırılmasıyla elde edilen kaynak borç faizi olarak emperyalist ülkelere aktarılırken, destekten mahrum kalan tarım çöküşe sürüklenmektedir. Bu sayede emperyalistler bir taşla iki ku vurmaktadır.

Ekmek fiyatlarındaki artışta, İMF politikalarının yanısıra, asalak tüccarlar da önemli bir rol oynamaktadır. Hasat döneminde üreticiden kilosu 130 bin TL’den buğday satın alıp stoklayan tüccarlar, 1.5 ay sonra kilosunu 230 binden satmaya başladılar. Bunun üzerine un fabrikatörleri una %85 oranında, fırın ve ekmek fabrikaları da ekmeye %100’e yakın oranlarda zam yaptılar. Tarım Bakanlığı bu zamların spekülatif olduğunu iddia etti ve Türkiye’de yeterli miktarda buğday stoku olduğunu açıkladı. Ancak bu açıklamalar ekmek zammını engellemedi. Sonuçta emekçilerin ekmeği daha da küçüldü.

Milyonlarca insanın ekmeği ile oynamaktan çekinmeyen bu asalaklar, suçu birbirlerinin üstüne atarak kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Tarım Bakanlığı’nı sorumlu tutan değirmenciler, "Toprak Mahsulleri Ofisi’nin istikrarı sağlayamaması durumunda fiyatların artmaya devam edeceğini" söylüyorlar. Fırıncılar ise, “önlem alınmazsa önümüzdeki haftadan itibaren başta Ankara olmak üzere birçok kentte ekmek çıkaramayacaklarını” açıkladılar. Tarım Bakanı Yusuf Gökalp’ın “bu spekülasyonlara müsaade etmeyeceğiz” demesinin hiçbir inandırıcılığı yok. Zira hemen ardından da fiyatlara müdahale edemeyeceklerini açıklıyor. Böylece ekmek fiyatları artmaya devam ediyor.

Buğday, un ve ekmeğin fiyatlarındaki artışın sorumlusu ister ithalat lobisi olsun, ister un tüccarları ya da ekmek fabrikatörleri olsun, emekçiler açısından sonuç ekmeğin küçülmesi olmaktadır. Ucuz ekmek kuyruklarının her geçen gün uzadığı ülkemizde, ekmeğe yapılan yüksek oranlı zamlar emekçilerin yaşamını daha da katlanılmaz hale getirmektedir.

Başkasının “ekmeği ile oynamak” emekçiler tarafından aşağılanır ve mahkum edilir. Kapitalist düzen ise milyonların ekmeği ile oynuyor. Savaş ortamı ve saldırıları engelleyecek örgütlü bir tepkinin olmaması bu kan emicileri cesaretlendirmiş görünüyor.

Egemenler daha birkaç yıl öncesine kadar, Türkiye’nin tarımı kendi kendine yeten dünyadaki birkaç ülkeden biri olmasıyla övünürlerdi. Toprak ve iklimin tarımsal üretime elverişli olduğu bir gerçek. Ancak ülke değerlerini emperyalistlere peşkeş çeken işbirlikçi iktidar birkaç yıl içinde ülkeyi ithalatçı konuma düşürdü. Ve bu yalnızca bir başlangıç. Tarımda yıkım politikalarının ağır sonuçlarını önümüzdeki yıllarda yaşacağız. İMF reçetelerini sonuna kadar uygulama olanağı bulabilirlerse, yani saldırılar emekçilerin direnişiyle engellenemezse, yıkımın faturası çok daha ağır olacak.

İşçi ve emekçiler, “halkın ekmeği ile oynama”nın bir bedeli olduğunu göstermek, bu suçu işleyenlerden hesap sormak zorundadır.