Bugün ortaya çıkan savaş gündemi sermayedarlara krizin yanında ikinci
bir bahane daha yaratmış durumda. Sınıfın ezici çoğunluğunun örgütsüz
olması, örgütlü olan işyerlerinde de sendikaların işçilerin çıkarlarını
korumaktan uzak durması, patronların işini daha da kolaylaştırıyor. Aymasan
ve benzeri birkaç örgütlü direniş istisna tutulursa, tensikatlar hiçbir
ciddi karşı koyuşla karşılaşmadan gerçekleştiriliyor. İşte böylesine bir dönemde tensikat saldırısına karşı tok bir yanıt Pirelli
işçilerinden geldi. İzmitteki Pirelli Lastik Fabrikası patronu, bilinen kriz bahanesiyle,
42si kadrolu, 70i geçici toplam 112 işçiyi kapının önüne koydu.
Arkadaşlarının işten çıkartıldığını öğrenen Pirelli işçileri, 10 Ekim
sabahı fabrikaya gelip kartlarını bastıktan sonra, işbaşı yapmayarak bahçede
toplanmaya başladılar. Yaklaşık 1000 işçinin toplanması üzerine DİSK Genel
Başkanı Vahdettin Karabay fabrikaya gelerek, işveren temsilcileriyle atılan
işçilerin durumunu görüştü. Fakat görüşmeden herhangi bir sonuç çıkmadı.
İşveren temsilcileri atılan işçilerin geri alınmayacağını kesin bir dille
belirttiler. Dışarı çıkan Karabay, İşçiler olarak biz büyük fedakarlık gösterdik.
Ama işveren bunları görmezden geliyor. Biz kötü niyetli değiliz. Amacımız
üretimi durdurmak ya da fabrikayı işgal etmek değil. Sorunlar büyürse
iki taraf da bundan zarar görebilir. diyerek, hem ortamı yumuşatarak
işçileri eylemden vazgeçirmeye, hem de işverene mesaj vermeye çalıştı.
Fakat Karabayın konuşması işçiler üzerinde etkili olmadı. Konuşan
işçiler, krizin ve savaşın faturasının kendilerine çıkartılmak istendiğini,
eğer bugün eyleme geçilmezse işten atılmaların artarak devam edeceğini
vurguladılar ve direnişe geçilmesi gerektiğini söylediler. İşçilerin yoğun
baskısı sonucunda direnişe geçilmesi fikri oylamaya sunuldu ve büyük çoğunlukla
kabul edildi. Şu anda fabrikada üretim yüzde 75 oranında gerilemiş durumda. Direnişe
geçen işçiler atılan arkadaşları geri alınıncaya kadar fabrikayı terketmeyeceklerini
açıkladılar. Fabrikada yaşanan gelişmeleri duyan işçi aileleri de fabrikanın
kapısı önünde toplanarak, içerdekilere destek amacıyla beklemeye başladılar.
Jandarma ise fabrikayı ablukaya aldı. Kocaelindeki diğer lastik
fabrikalarının işçileri ise Pirellideki gelişmeyi henüz izliyorlar.
Pirelli işçisinin tensikat saldırısına karşı sergilediği duruş oldukça
önemlidir. Örgütlü bir güç olarak harekete geçilmeden saldırıları ve işten
atmaları engellemek mümkün değildir. Pirelli işçisi direnişi tercih ederek
ilk doğru adımı atmıştır. Fakat bu sadece bir başlangıçtır. Sermaye alabildiğine örgütlü ve saldırıları
hayata geçirebilmek için elinde sayısız olanak var. Savaş gündemi ise
sermayenin daha da pervasız bir şekilde saldırmasının zeminini döşüyor.
Lastik-İş Sendikası yöneticilerinin kaypaklığı, zor karşısında mücadeleden
kaçan tutumu da gözönüne alındığında, Pirelli işçisine önemli görevler
düşmektedir. Direnişi, başta aynı sektördeki lastik fabrikaları olmak
üzere Kocaeli işçi sınıfına maletmek için bir an önce harekete geçmek
gerekir. Bu görevin yerine getirilmesi, işten atmalara, grev yasaklamalarına
karşı bugüne kadar hamasi nutuklar atmak dışında hiçbir şey yapmayan sendikacılardan
beklenemez. Sorumluluk Pirelli ve diğer lastik fabrikalarında çalışan
öncü işçilere düşmektedir. Lastik işçisi böyle bir görvin altından kalkmak
için gerekli deneyim ve mücadele birikimine sahiptir.
Ekmeğimizden çalmayı sürdürüyorlar
Emperyalist tekellerin birikmiş ürün stoklarını eritebilmek için bağımlı
ülkelerde pazar açmak, İMFnin temel icraatlarından biridir. Bu
ise ancak bağımlı ülkelerdeki üretimi yıkıma uğratmakla mümkündür. Reform
adı altında gündeme getirilen uygulamalar bu yıkıma zemin hazırlamak
içindir. Dünyanın birçok ülkesinde bu reformlar sonucunda işçi ve emekçiler
ayaklanmış, bunlardan bazılarına ekmek ayaklanması denilmiştir.
Türkiyede tarımı çökertmek amacıyla çok sayıda reformun
gündeme getirildiği bilinmektedir. Şeker, tütün vb. yasalar, tarıma
uygulanan sübvansiyonların kaldırılması, destekleme alımlarının asgariye
indirilip fiyatların düşük tutulması bu reformların birkaçıdır. Açılan
iç pazarda yerli üreticilerin emperyalist tekellerle rekabet etme şansı
yoktur. Zira aradaki verim farkı çok büyüktür. Örneğin Türkiyede
en verimli topraktan elde edilen hububat hektar başına azami 1.8 tondur.
ABD ve AB ülkelerinde ise 5 tondur. Bağımlı ülkelerde üretimin ucuz
emek-gücüyle yapılması sonucu değiştirmiyor. Sübvansiyonların kaldırılmasıyla
elde edilen kaynak borç faizi olarak emperyalist ülkelere aktarılırken,
destekten mahrum kalan tarım çöküşe sürüklenmektedir. Bu sayede emperyalistler
bir taşla iki ku vurmaktadır. Ekmek fiyatlarındaki artışta, İMF politikalarının yanısıra, asalak
tüccarlar da önemli bir rol oynamaktadır. Hasat döneminde üreticiden
kilosu 130 bin TLden buğday satın alıp stoklayan tüccarlar, 1.5
ay sonra kilosunu 230 binden satmaya başladılar. Bunun üzerine un fabrikatörleri
una %85 oranında, fırın ve ekmek fabrikaları da ekmeye %100e yakın
oranlarda zam yaptılar. Tarım Bakanlığı bu zamların spekülatif olduğunu
iddia etti ve Türkiyede yeterli miktarda buğday stoku olduğunu
açıkladı. Ancak bu açıklamalar ekmek zammını engellemedi. Sonuçta emekçilerin
ekmeği daha da küçüldü. Milyonlarca insanın ekmeği ile oynamaktan çekinmeyen bu asalaklar,
suçu birbirlerinin üstüne atarak kendilerini aklamaya çalışıyorlar.
Tarım Bakanlığını sorumlu tutan değirmenciler, "Toprak Mahsulleri
Ofisinin istikrarı sağlayamaması durumunda fiyatların artmaya
devam edeceğini" söylüyorlar. Fırıncılar ise, önlem alınmazsa
önümüzdeki haftadan itibaren başta Ankara olmak üzere birçok kentte
ekmek çıkaramayacaklarını açıkladılar. Tarım Bakanı Yusuf Gökalpın
bu spekülasyonlara müsaade etmeyeceğiz demesinin hiçbir
inandırıcılığı yok. Zira hemen ardından da fiyatlara müdahale edemeyeceklerini
açıklıyor. Böylece ekmek fiyatları artmaya devam ediyor. Buğday, un ve ekmeğin fiyatlarındaki artışın sorumlusu ister ithalat
lobisi olsun, ister un tüccarları ya da ekmek fabrikatörleri olsun,
emekçiler açısından sonuç ekmeğin küçülmesi olmaktadır. Ucuz ekmek kuyruklarının
her geçen gün uzadığı ülkemizde, ekmeğe yapılan yüksek oranlı zamlar
emekçilerin yaşamını daha da katlanılmaz hale getirmektedir. Başkasının ekmeği ile oynamak emekçiler tarafından aşağılanır
ve mahkum edilir. Kapitalist düzen ise milyonların ekmeği ile oynuyor.
Savaş ortamı ve saldırıları engelleyecek örgütlü bir tepkinin olmaması
bu kan emicileri cesaretlendirmiş görünüyor. Egemenler daha birkaç yıl öncesine kadar, Türkiyenin tarımı kendi
kendine yeten dünyadaki birkaç ülkeden biri olmasıyla övünürlerdi. Toprak
ve iklimin tarımsal üretime elverişli olduğu bir gerçek. Ancak ülke
değerlerini emperyalistlere peşkeş çeken işbirlikçi iktidar birkaç yıl
içinde ülkeyi ithalatçı konuma düşürdü. Ve bu yalnızca bir başlangıç.
Tarımda yıkım politikalarının ağır sonuçlarını önümüzdeki yıllarda yaşacağız.
İMF reçetelerini sonuna kadar uygulama olanağı bulabilirlerse, yani
saldırılar emekçilerin direnişiyle engellenemezse, yıkımın faturası
çok daha ağır olacak. İşçi ve emekçiler, halkın ekmeği ile oynamanın bir bedeli
olduğunu göstermek, bu suçu işleyenlerden hesap sormak zorundadır. |
|||||