Emperyalist savaş,
Avrasya, Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan...
Emperyalist haydutluk savaşı
Açıkça ifade edildiği gibi başlayan emperyalist saldırı, salt Afganistanla
sınırlı kalmayacaktır. Irak, İran ve ABD için "baş ağrısı"
olarak tanımlanan diğer ülke ve güçler, anılan savaşın muhtemel hedefleri
durumundadırlar. Bunların ötesinde bu emperyalist savaşın uzun vadeli
hedefleri var ve bu hedeflere karşı birçok yöntemi ve aracı içeren bir
savaşı geliştirecektir. 11 Eylülde ilan edilen Emperyalist Haçlı Seferi, fiilen başlamıştır.
Bu noktada devrimcilerin, ezilen halklardan ve sınıflardan yana olan
güçlerin politikalarını çok net bir biçimde belirlemeleri ve bu bağlamda
harekete geçmeleri kaçınılmazdır, günün ertelenemez yaşamsal görevidir.
Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleri savaşın merkezi cepheleri olmaları nedeniyle
Kürdistan ve Türkiyeli devrimci güçler, politikalarını çok daha kesin
ve net bir biçimde belirlemek, bu çerçevede harekete geçmek durumundadırlar.
Özellikle Irakın savaşın ilk hedeflerinden biri olması kesine
yakın bir olasılık olması nedeniyle, Güney Kürdistan ve Kuzey Kürdistan
savaşın ve savaş politikalarının çok yönlü etkilerini yaşayacaktır.
Bu noktada Kürdistanlı devrimci yurtsever güçlerin bu savaş ve sonuçları
konusunda daha net bir ufka politik stratejiye ve çeşitli olasılıklara
karşı çok yönlü hazırlığa sahip olmaları yaşamsal önemdedir. Özellikle devrimimizin otuz yıllık birikimlerini ve dinamikleri tutsak
alan İmralı Partisinin etkisinde olan devrimci yurtseverler, gerçek
PKKliler, bu emperyalist savaş karşısında tavırlarını netleştirmek
durumundadırlar. Bu savaş karşısındaki tavır sorunu, bir kez daha Öcalan
ve İmralı gerçeğini netleştirecek, kimden yana olduğunu bir kez daha
deşifre edecektir. Deşifrasyon tek başına bir anlam ifade etmez, bunun
politik bir duruşa götürülmesi de gerekiyor. Bu emperyalist haydutluk
savaşında ayaklar altında ezilmemek için kendimize ait bir kafa, kendimizin
ulusal çıkarlarını bölge ve dünya halklarının çıkarlarıyla birleştiren
öz bir stratejiye sahip olmamız, güçleri bu strateji etrafında birleştirmemiz
kaçınılmaz olmaktadır. Şu veya bu stratejinin basit uygulayıcıları olmak
Kürtlere felaketten, büyük yıkımlar ve trajedilerden başka bir sonuç
getirmeyecektir. Son iki yü yıllık tarihimiz bunun sayısız örnekleri
ve kanıtlarıyla doludur. Dolayısıyla Kürtlerin yeni gelişmeler karşısında
tutumlarını, dostlarını ve düşmanlarını, mücadele çizgilerini çok iyi
ve çok doğru bir biçimde belirlemeleri şarttır! Bu emperyalist savaşa karşı sağlıklı bir politik duruşun sahibi olmak,
öncelikle doğru bir perspektifle bu savaşı ve buna yol açan politikaları,
ittifakları, ilişkileri ve üzerinde anlaşılan planları doğru kavramaktan
geçer. Her şeyden önce bu savaşı çok net ve kesin çizgilerle tanımlamak
gerekir. Bu savaşın niteliği nedir? Bu savaş hangi politikaların bir
devamıdır? Stratejik hedefleri, ittifakları ve ittifak zemini, ilişki
ve çelişkileri, kapsamı, üzerinde yürütüleceği alanlar nelerdir? Bu
soruların doğru değerlendirilmesi bize nasıl bir politik-stratejik duruş
içinde olmamız gerektiğinin doğru ipuçlarını da verecektir. *** Kuşkuya yer yok ki, ABDnin İngiltere ile Afganistana açtığı
savaş, bir emperyalist haydutluk, emperyalist hegemonya savaşıdır. Aslında
bu savaş, 1990lı yılların başında tüm dünyaya egemen kılınmak
istenen "Yeni Dünya Düzeni" stratejisinin ikinci hamlesidir.
Birinci hamlesi Körfez Savaşı ile başlamış, Balkan savaşlarıyla sürmüş,
ama istenilen sonuca ulaşmamıştı. Balkanlarda kısmi başarıya ulaşmış
görüntüsünü verse de Ortadoğuda ABDnin planı tam anlamıyla
çökmüştür. Daha da önemlisi, Kafkasya, Orta Asya ülkeleri ise istenilen
düzeyde kontrol altına alınamamış, bu alanlar çok yönlü bir hegemonya
mücadelesine konu olmuştur. ABDnin tek lider, rakipsiz bir jandarma
olarak tüm dünyaya egemen olabilmesi ve bu egemenliği uzun vadeli olarak
güçlendirerek sürdürebilmesi için Avrasyaya her açıdan egemen olması,
bu bölgenin zengin petrol ve gaz yataklarına, bunları metropollere bağlayan
yollara egemen olması kaçınılmaz görünüyordu. Ama ABD, tüm girişimlerine,
geliştirdiği tüm ilişkilere rağmen Kafkasya, Orta Asya ülkelerini denetimine
alamadı, bu alanda geleneksel hegemonyacı güçlerden başka yerel engeller
vardı, bunların aşılması gerekiyordu. Afganistan ve Taliban, soğuk savaş
politikalarının bir onucu olsa da bugün hegemonyacı politikaları önünde
bir engeldi, aşılması gerekiyordu. Pakistan da istenilen düzeyde Avrasya
politikasına karşılık vermiyordu, ülkenin içinde bulunduğu iç çelişkiler,
iktidarın yapısı buna tam elvermiyordu. Orta Asya ülkeleri Rusyanın
etkisi altında olmakla birlikte henüz istikrar kazanmış değildi. İran
Ortadoğu ve Avrasya politikasında önemli bir engeldi. Kendisinin kanatları
altında g&uul;çlense de Bin Ladin türü radikal İslam, ezilen halkların
ulusal ve toplumsal öfkesini ABDye yöneltmede önemli bir ideolojik
ifade aracı olarak işlev görüyordu. Bu önemli etkenlerin dışında Avrasya stratejisi karşısında Rusya, Çin
ve Hindistan duruyordu, bu üç devlet ABD ile açıktan ve cepheden bir
tavır almasalar da, yine kendilerini bu anlamda bir blok olarak tanımlamasalar
da geleneksel ve güncel politikalarıyla ABDnin Avrasya politikası
önünde stratejik bir engel durumundadırlar. Görüldüğü gibi, kendi dünya egemenliği için stratejik önemde değerlendirilen
Avrasya, sayısız zorluğu, etkisizleştirilmesi ve aşılması gereken sayısız
gücü ve engeli barındırmaktadır. Ama bu bölgeye egemen olmadan tek kutuplu
dünya politikasını sürdürmek olanaksızdı. Bu noktada 11 Eylül saldırısı
bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirilmiş ve o güne dek yaşama geçirilemeyen
ve geçirilen noktada başarısızlığa uğrayan Yeni Dünya Düzeni stratejisini
hemen uygulamaya sokmada bir basamak olarak değerlendirilmiştir. Avrasyaya
egemen olmak, bu hedef önünde duran engelleri etkisizleştirmek ve aşmak,
ya da kendi egemenliğinin bir eklentisi haline getirmek, Ortadoğuda
başarısızlığa uğrayan bölgeye yeni bir düzen verme politikalarına işlerlik
kazandırmak, bu bağlamda Irak ve İran ile diğer g¨çleri aşmak ya da
kendi çizgilerine çekmek, güncel sıcak emperyalist savaşın stratejik
hedefleri arasındadır. Elbette ABD ve emperyalist ülkelerin "yeni" konsepti, salt
bunlarla sınırlı değildir. Yılları bulacağı söylenen "terörizme
karşı global savaş"ın hedefinde tüm ezilen sınıflar ve halklar,
onların devrimci, ulusal kurtuluşçu ve sosyalist temsilcileri vardır.
İdeolojik alanda ırkçılığın, "Beyaz adam" şovenizminin, yabancı
düşmanlığının yeni döneme damgasını vurmaya aday bir gelişme olduğu
şimdiden görülebilir. Bugüne kadar yüzlerce yıllık mücadeleler sonucu
kazanılan demokratik hak ve özgürlükler olabildiğince budanacak ve sınırlandırılacaktır.
Dünyanın dört bir yanında "terörist" avı başlayacak, bu çoğu
kez tam bir sürek avı biçiminde geliştirilecektir. Kısacası emperyalist
savaşa siyasal gericilik ve özel savaş terörü, yeni bir faşizm çizgisi
eşlik edecektir. "Global savaş"tn anlaşılması gereken budur.
Yeni dönemde siyasal gericilik, ırkçılık ve faşizm konusu ayrıca üzerinde
durulması ve değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bunu ayrıca yapacağımızı
belirtip esas konumuza dönmek istiyoruz. *** Çok açıkça görüldüğü gibi bu savaş, emperyalist hegemonya savaşıdır,
Yeni Dünya Düzenini Avrasyaya, Ortadoğuya ve giderek tüm
dünyaya oturtma ve süreklileştirme savaşıdır. Bu anlamıyla bir "III.
Dünya Savaşı" olarak değerlendirilebilir. Diğer Emperyalist Savaşların
hedefi de dünyayı yeniden paylaşma ve bu paylaşımı kurumlaştıran bir
"Barış"la yeni bir dünya düzeni kurmaktı. Şimdi yapılmakta
olan da özünde bundan başka bir şey değildir. Elbette farklı boyutları,
ayırıcı noktaları da vardır, bunlara geleceğiz. Tüm haydutluğuyla süren
bu savaş, yeni bir dünya savaşı olarak değerlendirilebilir, ama bunun
başlama tarihi 7 Ekim değildir. Yeni dünya savaşı aslında Körfez Savaşıyla
başladı, Yugoslavya savaşlarıyla sürdü. Son on yılda yürütülen savaşlar,
dünya savaşının lk aşaması, ilk hamlesi niteliğindeydi. 7 Ekimde başlayan
savaş ise anılan sürecin ikinci aşaması niteliğindedir. Bu iki sürecin
ortak noktaları olduğu gibi birbirinden ayrılan noktaları da var. Temel
hedef ise dünyaya yeniden düzen vermek! Peki nasıl? Bu savaş, hiç kuşkusuz bir paylaşım savaşıdır, her emperyalist devletin
kendi gücü ve katılımı oranında pay aldığı, söz sahibi olduğu bir paylaşım
savaşıdır. Körfez Savaşı, bir bakıma ABDnin kendi hegemonik gücünü,
liderlik ve jandarmalık konumunu, başka bir ifadeyle kendisinin tek
başına egemen olduğu tek kutuplu dünyayı diğer emperyalist güçlere kabul
ettirme ve onaylatma savaşı, Yeni Dünya Düzenini meşrulaştırma
dayatmasıydı. Bu hedefinde önemli ölçüde başarılı oldu. Diğer emperyalist
güçler ile ABD arasında çelişkiler ortadan kalkmış değildir, dünya hegemonya
mücadelesinde onlar da geri durmak istemiyorlardı. Siyasal ve askeri
güçleri henüz ABDye kafa tutacak düzeyde değildi, ekonomik olarak
belli bir gücü ifade etseler de dünya politikasında ABDye rağmen
ve ona karşıt birblok olarak durma güçleri yoktu. Ama buna rağmen dünya
hegemonya siyasetinden kopmak da istemiyorlardı. Bosna ve Kosova savaşlarında
Avrupa Birliği devletleri ABDyle birlikte, NATO şemsiyesi altında
savaştılar ve sonuçta kazançlı da çıktılar. Biliyorlardı ki tek kutuplu
dünya geçici bir olguydu, bu, çok kutupluluğa doğru evrilecekti. Bu
geçiş sürecinde ABD ile olan çelişkilerini, dünya hegemony mücadelelerini
çatışarak değil, seyirci kalarak da değil, "uzlaşarak" sürdürmek
durumundaydılar. Burada uzlaşma, aslında hegemonya savaşında bir yöntemi,
bir mücadele biçimini anlatıyor. Yoksa tümden ABD politikaları peşinden
sürüklenme, kendisine yabancı bir stratejinin peşinden sürüklenme olarak
algılanmamalıdır. Bu anlamda şu anda yürütülen savaş, emperyalist ve
gerici bir koalisyon tarafından yüruuml;tülüyor olması, onun bir paylaşım
savaşı oluğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor, tersine bu koalisyonu oluşturan
güçlerin dünyaya yeni biçim vermede pay sahibi olma, kendi gücü ölçüsünde
pay ve etki sahibi olma planına dayanıyor. Elbette damgasını vuran güç ABD emperyalizmidir. İngiltere, kendisini
tamamen ABD stratejisi içinde görüyor, kendi çıkarlarını bu stratejik
ittifakta görüyor. AB ülkeleri, Almanya, Fransa ve diğerleri, ABDyi
desteklediklerini açıkladılar. Bir kez "Terörizme karşı global"
stratejide bütün emperyalist güçler hemfikirdirler; yani siyasal gericilikte,
demokratik hak ve özgürlüklerin tırpanlanmasında, devrimci, ulusal kurtuluşçu
ve sosyalist güçlerin bastırılması konusunda tam bir uyum ve işbirliği
içindedirler, bunu daha da geliştirme ve kurumlaştırma eğilimindedirler.
Ancak dünyaya egemen olma, bu egemenlikte pay sahibi olma konusunda
aralarında çelişkiler var, bu çelişkiler gelişme ve büyüme eğilimidir,
bu süreçte bu çelişkileri uzlaşarak aşma zorunda görüyorlar kendilerini.
Günlerdr süren diplomatik trafiğin temelinde bu uzlaşmanın esasları,
başka bir deyişle kimin ne kadar pay alacağı, kimin ne kadar söz sahibi
olacağı konusu var. Bu bağlamda Rusyanın tutumu birçok çevre tarafından şaşırtıcı
karşılanıyor. Görünürde öyle ama Rusya bu savaşta kazançlı çıkmanın
hesapları içinde. Bu savaş ortamında ABDye karşı cepheden tavır
alma gücü ve durumu yok. Bir iki protestoyu geçmeyen tutumuyla da ABDyi
engelleyemeyeceğini de biliyor. Yugoslavya savaşında bunu çok net gördü.
Seyirci kalmanın da hegemonya savaşından tümden geri kalmak anlamına
geleceğini de çok iyi biliyor. Geriye ABD ile uzlaşarak, kendi elindeki
kozları en etkili ve daha fazla sonuç getirici tarzda kullanarak hegemonya
savaşına katılmak ve gerekli payı kapma hesabı yapmak! Bir kez bu ara ABDnin Çeçenlere verdiği desteği kesmeyi, radikal
İslama karşı mücadele adına birçok gücün desteğini almayı düşünmüş,
bunu ABD ile pazarlık masasına koymuş ve öyle anlaşılıyor ki istediğini
de elde etmiştir. Yine öyle anlaşılıyor ki, Rusya, Avrasyanın
paylaşımında ABD ile belli bir uzlaşmaya varmıştır. Bu uzlaşmanın bütün
çizgileri ortaya çıkmamış olsa da Rusya, ABDyi geleneksel etki
ve hegemonya alanlarından uzak tutma vaadini koparmış gibidir. Kendisi
ve Orta Asya devletleri için bir sorun olan Taliban yönetimini ortadan
kaldırma ve kendi politikalarına yatan işbirlikçi bir yönetimi işbaşına
getirme politikasında da uzlaşmışlardır. Ancak savaşın Irak ve İranı,
Ortadoğuyu kapsaması durumunda Rusyanın tavrı ne olur, bu
konuda da bir mutabakat sağlanmış mıdır, sağlanmışsa hangi paylaşım
planlarında,sorularının yanıtları belirsizdir, net değildir. Fakat bunlar
bir yana, uzun vadede ABDnin ve Rusyanın Avrasya stratejileri
çatışmalıdır, uzlaşma yanı geçici, çatışma yanı ise süreklidir. Bu nedenle
bu bölgede Rusyanın ayrı bir blok olarak davranma eğilimi dün
olduğu gibi, bütün bu yeni gelişmelere rağmen bugün de vardır, önümüzdeki
dönemde, biraz toz bulutun durulmasından sonra bu eğiim daha belirgin
bir biçimde öne çıkacaktır... ABD emperyalizmi Avrasya stratejisini gerçekleştirmek için savaşı genişleterek
sürdürmek istiyor. Peki başarı şansı nedir? Bu da önemli bir sorudur
ve ayrı bir tartışmayı gerektiriyor. Ancak şimdilik şu kadarını belirtmekle
yetinelim: Yeni Dünya Düzenini egemen kılma savaşının bu ikinci
hamlesinde ABDnin kesin başarı şansı çok zayıf. Son on yılda dünya
çapındaki ezen ile ezilenler, sömüren ile sömürülenler çelişkisinin
birkaç kez katlanarak derinleşmesi, aslında metropollere sıçrayan çatışmaların
da temel nedenidir. 11 Eylül olayı ABDnin ektiği rüzgarın fırtına
biçiminde kendisine yansımasıdır. Şimdi savaş ekiyor, bunun tufan biçiminde
kendisine dönmeyeceğinin garantisini kim verebilir ki? *** Bizim açımızdan çok önemli diğer bir konu da, savaşın başta Irak ve
İran olmak üzere Ortadoğuyu kapsayacak biçimde genişleyip genişlemeyeceğidir.
Yapılan resmi açıklamalar savaşın genişleyeceği, Irakı da kesin
vuracağı yönündedir. Türkiyede egemenler katında yapılan tartışmalar
da bu merkezdedir. Basına sızdırılan bilgi kırıntılarına bakılırsa ABDnin
Irakı vuracağı kesin. TCnin ise ABDnin Irakı
vurmasını istemediği ve bu konuda ABDyi ikna etmek için yoğun
bir çaba sergilediği belirtiliyor. TCnin itiraz gerekçesi ise
Irakın belirsizliğe ve istikrarsızlığa düşmesi durumunda bir Kürt
devletinin uç vereceği, var olan oluşumun uluslararası bir statü kazanabileceği
kaygısıdır, oysa kendisi Güneyde bir Kürt devletinin oluşumunu
savaş nedeni sayaca&currn;ını ilan etmiştir. Bütün bu bilgi kırıntılarını,
ama daha da önemlisi, savaşın gelişme eğilimlerini, savaşın Irakı
ve Ortadoğuyu kapsayacak şekilde genişlemesini nasıl değerlendirmek
gerekir? Savaşın Irakı içine alacak biçimde genişlemesi çok güçlü bir
olasılıktır. Bu noktada TC nasıl bir tutum içinde olacak, bölge devletleri
nasıl bir pozisyon alacaklar? Kürtlerin ve onların çeşitli partileri
ve gruplarının tutumu ne olacak? Bu sorular ve yanıtları çok önemli?
TC, her fırsatta Irakın toprak bütünlüğünden yana olduğunu söylemiş,
Körfez Savaşından dolayı büyük siyasal ve ekonomik kayıplar yaşadığını
tekrarlayıp durmuştur. Aynı tutumunu bugün de sürdürüyor görünüyor.
Ancak 1925ten bu yana Musul-Kerkük hayalinden vazgeçmediği, Körfez
Savaşı döneminde Özal tarafından açıkça dile getirildiği bilinmektedir.
TC, fırsatçı olduğu kadar "gerçekçi" davranmayı da esas alır.
Bölge ve dünya dengelerinin kendisine Musul e Kerkükü yem ettirmeyeceğini
bilecek kadar da "gerçekçidir". Bununla birlikte Iraka
karşı geliştirilecek bir savaşta Körfez Savaşındaki tutumunu tekrarlayamayacağını,
bunun kendisine pahalıya patlayacağını hesaplamaktadır. Bu noktada ABD
ile sıkı bir pazarlık içinde olduğu da kesindir. Pazarlığın ilk ayağı,
basına sızdırıldığı gibi, ABDyi Iraka saldırmama biçiminde
olabilir. Aa ABDnin böyle bir planı varsa TCnin "ikna"
çabalarının bir anlamının olmayacağı açıktır. Bundan dolayı pazarlığın
ikinci ve esas ayağı devreye girmektedir. Bu da olası Irak savaşında
işgalci bir güç olarak yer almak! Bu konuda sayısız kez Güney Kürdistana
girip çıkan TCnin hatırı sayılır bir deneyimi var. Daha şimdiden
askeri güçlerinden bir kısmını, silah ve donanımıyla Zahoya konumlandrmış
bulunuyor. Peki, ABD Irak savaşında TCnin ordularıyla işgalci bir güç olarak
yer almasına izin ve onay verir mi? Ya da ne pahasına, hangi tavizler
karşılığında, nasıl bir planlama sonucunda? Bu soruların yanıtı da belirsiz
ve birçok zorluğu içinde taşımaktadır. TCnin işgalci bir güç olarak
katılması, daha sonra Irakın yeniden düzenlenmesinde nasıl bir
etkide bulunacak, Irak ve Güney Kürdistan bu savaştan sonra nasıl biçimlendirilecek,
bunda kim, hangi güçler söz ve etki sahibi olacak? Ya Kürtler, Kürt
örgütleri nasıl bir politik tutum alacaklar, kendilerinin bir fikri,
politik ve askeri hazırlığı var mı? Ortadoğuya kadar genişleyecek savaş, Körfez Savaşının bir
tekrarı olmayacak, daha sarsıcı ve kalıcı sonuçlar doğuracaktır. TCnin
savaş içindeki duruşu, Körfez Savaşındaki gibi olmayacak, doğrudan
müdahale ve işgal biçiminde somutlaşacaktır. Bu durumda genel olarak
Kürtlerin, özel olarak Güney Kürdistanın çok ciddi tehlikeler
ve yıkım olasılıklarıyla karşı karşıya olacağı kesindir. Savaş ortamının
ortaya çıkaracağı fırsatlar da olabilir, ancak bunları değerlendirmek
için "ulusal bir strateji"nin, bağımsız bir politik çizginin
ve bunu uygulayacak bir ulusal gücün varlığı gerekir. Ama ne yazık,
ortada ne Kürtlerin kendilerine ait bağımsız bir stratejileri
var, ne de bunu uygulayabilecek güçte bir yurtsever blok!.. KDP ve YNK,
geleneksel çizgilerini öteden beri sürdürmetedirler. Bunların geleceği
daha çok bağlandıkları stratejilerin kapsamına, niteliğine ve başarısına
bağlıdır. Deneyimler göstermiştir ki, yabancı güçlerin stratejileri
Kürtlere, yenilgi, yıkım, kırım ve sayısız trajedilerden başka bir şey
getirmemiştir. Bundan iki-üç yıl önce önemli bir politik ve askeri güç olan PKK ise
Öcalanın teslimiyetiyle ideolojik, politik ve askeri olarak tasfiye
edildi, geriye içi boşaltılmış bir gövde bırakıldı. Bu gövde de şimdi,
TCnin ve emperyalist sistemin eritici politikalarına bağlanmıştır.
Tüm teslimiyetçi ve tasfiyeci politikalarına, yalvaran duruşlarına rağmen
ne TC ciddiye alıyor, ne de ABD. Tersine bu güçler intikamlarını sonuna
kadar alma kararındadırlar. ABDnin "Terör örgütleri"
listesine alması İmralı Partisi yönetenlerini şaşırtmışa benziyor. Kendileri
ulusal ve toplumsal bilinçlerini yitirmişler, sanıyorlar ki emperyalizm
de sınıf bilincini ve kinini unutur! İmralı tasfiyeciliği mücadelemizin
değerlerini ve dinamiklerini tutsak almış, bu savaş ortamında halkımızın
elini kolunu bağlı hale getirmiştir. Bunu günlük olarak izlemek mükün.
İmralı Partisi yönetenlerinden Mustafa Karasu, Özgür Politika gazetesinde
çıkan bir demecinde, dünyaya savaş açan emperyalist haydutlara karşı
nasıl bir ham hayal içinde olduğunu net bir biçimde göstermekte ve halkımızın
bu kritik günlerde nasıl bir "iradeye" mahkum olduğunu kanıtlamaktadır.
Birlikte okuyoruz: "ABD ve Batılı güçler bu güçlerini demokrasinin
gelişimi için kullanmalıır. Bu dünya globalleşecekse, demokrasinin de
tüm dünyaya yayılması ve geliştirilmesi gerekiyor." Peki kimden
bekliyor bunu? Açık ki dünyayı sayısız kez yakıp yıkan, sayısız katliama
imzasını atmış ABD ve "Batılı güçlerden!" Toparlamakta yarar var: Sürmekte olan savaş, emperyalist haydutluk, paylaşım ve hegemonya savaşıdır! Bu savaş, dünya halklarını egemenlik altında tutma, yeniden sömürgeleştirme,
doymak bilmeyen çok uluslu tekellerin çıkarları doğrultusunda sömürme,
yağmalama ve ezme savaşıdır! Bu savaş, ezen emperyalist dünyanın ezilen
halklar dünyasına karşı açılmış haksız, gayrı meşru, gerici savaştır!
Bu savaş, bir avuç silah tekelinin kasalarını doldurma, krize giren
emperyalist ekonomiye soluk aldırma savaşıdır! Bu savaş yeni silahlanma
çılgınlığını tetikleme savaşıdır! Bu savaş, dünya ezilen halklarına yıkım, açlık, ölüm, hastalık, göç,
sefalet, tanımsız trajediler getirecektir! Bu savaş, dünya çapında düzen karşıtı güçlere, devrimci, sosyalist,
ulusal kurtuluş hareketlerine açılmış bastırma ve ezme savaşı, yeniden
biçimlendirilmiş özel savaştır! "Global düzeyde terörle mücadele"
sözlerinin altında yatan gerçeklik budur! Emperyalist savaş, siyasal gericilik, ırkçılık, "Beyaz adam"
şovenizmi, faşizm ve sınır tanımaz haydutluk demektir! Bu savaş, tüm düzen karşıtı eğilim ve güçlerin önünü bugünden alma,
21. yüzyıla bugünden egemen olma, tek kutuplu dünyayı 21 yüzyıl gerçeği
haline getirme savaşıdır! Bu özelliklerinden dolayı bu haydutluk ve hegemonya savaşına karşı
olmak, bu karşı duruşu daha derli toplu ve sonuç alıcı bir güce dönüştürmek,
bunun çabası içinde olmak demokrat olmanın, yurtsever olmanın, devrimci
ve sosyalist olmanın olmazsa olmaz gereğidir. Bu emperyalist savaşa karşı olmak demek, Bin Ladin ve Talibanla
aynı safta yer almak anlamına gelmiyor. Tuttuğumuz saf, durduğumuz yer,
kuşkuya yer vermeyecek kadar açık ve nettir: Bağımsız devrimci çizgimizde
dünya çapında emperyalizme ve emperyalist savaşa karşı durmak! Emperyalist savaşa hayır! 9 Ekim 2001 |
|||||