31 Ekim '01
Sayı: 30


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'nin Avrasya macerası ve Amerikancı iktidarının ihaneti
  Emperyalist savaşa karşı ezilen halkların yanında yer alalım!..
  Emperyalist savaşa karşı savaş!
  Ya barbarlık ya sosyalizm!
  Emperyalist savaşa karşı eylemler...
  Pirelli işçisi işten atmalara karşı direniyor
  Savaş, anti-emperyalist mücadele ve Parti Programı
  Proletarya devriminin askeri programı
  Zaferi direniş kazanacak
  1. yılına girerken Ölüm Orucu Direnişi-1
  Emperyalist haydutluk savaşı
  Psikolojik savaş, "özgür dünya" ve küresel sansür
  Ekmeğe sarılı bombalar
  "Çöküş içindeki ABD ve Batı çıkış için savaşa başvuracak"
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalist savaşa karşı ezilen halkların yanında yer alalım!..

ABD’nin Avrasya macerası ve
Amerikancı iktidarın ihaneti

Yönetenler dünyasındaki kokuşmuşluk

Ticari ve askeri merkezlerine yönelik 11 Eylül saldırısının şokunu atlatır atlatmaz intikam çığlıkları eşliğinde “düşman”ını arayan ABD’nin başını çektiği emperyalist haydutlar, sözde “Sonsuz özgürlük” operasyonu adı altında, barbarlık örneği yeni bir savaşı daha başlattılar. Hedefin Washington ve New York saldırılarının faili olarak ilan edilen Usame Bin Ladin’le, amacın onun cezalandırılmasıyla sınırlı olmadığı-olmayacağı daha ilk günlerde sağa sola savrulan tehditlerden belliydi.

ABD’nin başını çektiği emperyalist haydutlar karşılarında diz çökmeyen bütün halklara düşmandır. Direnen herkes bugünkü saldırının açık hedefidir. Öyle ki, bu haydutlar, karşı çıkmak bir yana, bu savaş karşısında tarafsız kalmayı ya da eleştirel bir tutum almayı bile saldırı hedefi olmayı haketmenin bir gerekçesi sayıyorlar. Binbir hileyle seçim kazandırılan silah ve petrol tekellerinin temsilcisi Bush, bunu, “bu çatışmada tarafsız kalmak yok, bizden yana değilsen düşmanımızsın” anlamına gelen bir açıklıkta ve tam bir kabadayılıkla ifade etmeyi sürdürüyor.

Bu savaş emperyalist barbarların talan savaşıdır

Bu barbarca savaşın kapsamını, sınırlarını ve gerçek amacını, kızışan rekabet ortamında ABD emperyalizminin elini güçlendirecek olan yeni siyasal ve iktisadi kozlar elde etme ihtiyacı belirliyor. Bin Ladin tarafından planlandığı peşinen iddia edilen saldırıyı böyle bir açılıma vesile ederek Afganistan’a yerleşmek, böylece Orta Asya ve Ortadoğu’nun zengin doğal kaynaklarının talanında kendisine ayrıcalıklı bir denetim imkanı sağlamak ve pay kapmak, artık kör gözlerce bile görülen bir gerçek. ABD emperyalizminin akıl hocalarından biri bunu tüm açıklığıyla ortaya koyuyor: “Amerika’nın Orta Asya’daki askeri varlığını terör karşıtı bir-iki operasyondan öteye taşıyacağını yadsımak dürüstlük ve akıllılık değil artık” dedikten sonra, gerçek niyetlerini şöyle açıklıyor: “Afganistan’dan uzak durmamızın sebepolduğu zararı hatırlayalım; Amerika artık savaş bittiğinde meydanı öyle kolayca terk edemez.” (S. Sestanoviç, Kolombiya Üniversitesi Profesörü, 5 Ekim ‘01)

Emperyalistler, uşaklığa dünden hazır ve razı olan Kuzey İttifakı türünden düşkünleri kurulacak hükümete getirme yoluyla hizmetlerine koşarak, Pervez Müşerref yönetimindeki Pakistan’ı tehdit ve vaadlerle yanlarına çekerek, bu amaçlarına bir meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar. Kaba kuvvet ve tehditlerle, kendileri için başağrısı olmayı sürdüren diğer ülkeler üzerinde de bu yolla tam bir denetim kurmayı hesaplıyorlar. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld gibi en yetkili ağızlardan “ölümler için pişmanlık duymuyoruz” diyerek, bu uğurda pervasızca büyük katliamları gerçekleştireceklerini peşinen ilan ediyorlar. Hedefe çakılan isim olmasına rağmen savaşın hemen başında “Usame Bin Ladin’i en sona bırakacağız” demeleri de boşuna değil.

Böylece New York ve Washington saldırılarını kimin hangi amaçla yaptığının da onları gerçekte hiç mi hiç ilgilendirmediği açığa çıkıyor. Asıl dertleri bunu hedefleri doğrultusunda nasıl kullanacaklarıdır. Asıl kaygıları, bir saat içinde gerçekleştirilen saldırıların yerle bir ettiği prestijlerini yeniden kazanmak, haydutlukta sınır tanımayan gücünden bir şey kaybetmediğini herkese göstermek ve süngü zoruyla çıkarlarını genişletmektir.

Emperyalistler bölge halklarına,
dünya işçi ve emekçilerine savaş açtılar

Afganistan’dan sonra sıranın Irak, Yemen, Suriye gibi ülkelere geleceği, saldırmak için teröre destek verdikleri yönünde herhangi bir somut kanıta ihtiyaç olmadığı şimdiden ifade ediliyor. Bu yeni barbarlık örneği savaşın kapsamı o kadar geniş tutuluyor ki, dünyanın herhangi bir yerindeki bir ülke, ABD’nin başını çektiği haydutların çıkarına ters düşecek bir tutum aldığında saldırı hedefi haline geliyor. Savaşın kapsamı bunun için geniş tutuluyor, saldırı hedefleri ve gerekçeleri tam bir keyfilikle belirleniyor.

Hiç beklemedikleri bir anda yaşanan böylesine büyük bir saldırının yarattığı şoku yoğun propaganda eşliğinde terör demagojisine tahvil ederek, “terörizme karşı savaş” bahanesi altında saldırıları bütün dünyadaki devrimci, ilerici güçlere kadar genişletmek; giderek işçi ve emekçilerin yığınsal katılımıyla genişleyen ve militanlaşmaya başlayan küreselleşme karşıtı eylemlilikleri dizginleyip zayıflatmanın bir imkanı olarak kullanmak da bu emperyalist haydutların kirli hesapları içinde. Afganistan’a saldırı ile işe başlanmış olması, hiç de bu kirli hesabın bu cephesinin önemini azaltmıyor. Emperyalist haydutlar şimdiden farklı türden bir işbirliği dönemine girileceğini beyan ediyor, ilerici ve devrimci güçlere karşı başlatacakları sürek avı için listeler oluşturuyor ve sıkı bir işbirliği ile hep birlikte tedbir alacaklarıı dile getiriyorlar. Çıkarlarına aykırı olan herşeyi “terör”, herkesi “terörist” ilan ederek, barbarlığa ve sefalete karşı yükselecek tepkileri ve mücadeleyi daha güçlenmeden boğmayı planlıyorlar. Şimdiden buna uygun askeri ve siyasi düzenlemeler yapılıyor bile. Emperyalist metropollerde yabancı düşmanlığı tırmandırılıyor, baskılar artırılıyor vb. Savaşın faturası bölge halklarına olduğu gibi kapitalist metopellerde çalışan işçilere de çıkarılıyor. Daha şimdiden yalnızca ABD’deki hava yolu şirketleri 145 bin işçiyi işten çıkarmış bulunuyor. Avrupa’daki işçileri de benzer bir saldırı bekliyor.

Emperyalistlerin politikası:
Ya teslim ol ya öl!

Kuşkusuz savaşın en ağır bedelini bugün Afganistan halkı ödüyor. Milyonlarca Afganistanlı canını kurtarmak için komşu ülke sınırlarına akın ediyor. Bombalardan canını kurtaranlar açlık, sefalet ve çetin doğa koşullarıyla savaşıyor. Yerle bir edilen Afganistan şehirlerinde kalanlarla ilgili en küçük bir haber sızdırılmıyor medyaya. Büyük bir başarıymış gibi her gün canlı yayınlara konu olan bu bombalamaların, yakın geçmişte yüzbinlerce Iraklının canına malolduğu ve katliamın asıl tablosunun savaştan sonra açığa çıktığı hala hafızalardadır.

Bu aynı yıkıma bugün Afganistan halkı maruz kalmaktadır. Üstelik Afganistan halkının kendisini savunacak hiçbir silahı bulunmuyor. ABD emperyalizminin başını çektiği katiller ordusunun kullandığı bir tek uçağın (B-2 bombardıman uçağı) bedeli (2.2 milyar dolar), 27 milyon nüfuslu Afganistan’ın 20 yıllık ihracatını (1.6 milyar dolar) aşıyor. Emperyalist haydutlar 500 milyar dolar değerindeki silahlarla, savunmasız ve çaresiz bir halkı katletmenin hiç kimse tarafından bir zafer olarak görülemeyeceğini bilmiyor değiller. Ama onların amacı, ne Usame Bin Ladin ne de yarın ihtiyaç olduğunda tekrar iktidara getirmekten çekinmeyecekleri Talibanlar’dır. Asıl amaç, kendi çıkarları için dünyayı kana bulamak, silah zoruyla halklara ve emekçilere boyun eğdirmektir.

Öte taraftan emperyalist haydutlar, Afganistan halkına şirin görünmek için bombalarla beraber yardım paketleri gönderdikleri propagandasıyla, istemeden de olsa çektirdikleri acıların yaralarını sardıklarına ikna etmeye çalışıyorlar dünya kamuoyunu. Oysa gerçekler daha ilk günde su yüzüne çıktı. Emperyalist kuvvetler ellerindeki en ağır silahlarla taş üstünde taş bırakmamacasına saldırıyorlar. Bombalar doğrudan kentleri, yani sivil halkı hedef alıyor. Basına yansıdığı kadarıyla ve şimdilik, yüze ulaşan sivil ölü sayısı “sivil halka zarar vermeyeceğiz” demagojisini daha ağızlardan çıkmadan yalanlıyor.

Etkisi onyıllarca sürecek ve kitlesel ölümlere yol açacak Uranyumlu bombaların kullanılması ise emperyalist barbarlığın bir başka örneği. Irak ve Yugoslavya’da kullanılan ve ancak kendi askerlerinin de etkilenerek ölmeye başlaması vesilesiyle kamuoyunun gündemine girebilen bu bombalardan binlercesiyle ölüm kusuluyor Afganistan’da. Düşünün ki, bu aynı süreçte ABD’de “biyolojik silahlı saldırılar olacak” yönlü bilinçli haberler medyada geniş bir yer bulabilmektedir. Asıl gerçeklerin üstü, dünyanın birçok yerinde pekçok kez olduğu gibi, bir kez daha yaratılan panik ve korku perdesiyle örtülmeye çalışılmaktadır.

Uşaklıktan cellatlığa kölece bağımlılık örneği: Türkiye!

Emperyalistlerin bir dediğini iki etmeyen faşist sermaye iktidarı, günlerce efendilerinin kendilerine görev vermelerini beklediler. Nihayet emir geldi, görev tanımlandı: Gayrı Nizami Savaş Kuvvetleriyle (esası kontr-gerilla birlikleridir), yürütülecek operasyonlarda tetikçi olmak(!) Hükümetin bu görevi icra etmesi için meclis olağanüstü bir hızla toplandı. Gerekli yasal düzenlemeler yapıldı. Anayasa’nın 92. ve 117. maddelerine dayanılarak süresi ve kapsamı kendisinin belirleyeceği biçimde sınır dışına asker gönderme ve ülke topraklarına asker bulundurma yetkisi verildi. Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet bu kadar kısa bir sürede, tartışmasız buk kadar geniş yetkilerle donatılmamıştır. Şimdilik bir tuğgeneral ve altı uzman subay komutasındaki 300 kişilik bir birlik emperyalistlerin emrine sunuldu. 800 kişilik ayrı bir kuvvet gönderilmek üzere hazır tuuluyor. Giderek bu sayının artacağı ise açıktır.

Yetkili ağızlar ve medyanın satılık kalemleri, kontr-gerilla eski şefleri, öteden beri böyle bir görevi en iyi biçimde Türk ordusunun yürütebileceğinin propagandasını yapıp duruyorlardı. İstedikleri nihayet oldu. Şanlı(!) Türk ordusu, Kürt halkı üzerinde kazandığı kanlı tecrübeyi, katliamcılıkta kazandığı ustalığı Afganistan halkı ve yarın gerektiğinde Irak ve diğer bölge halkları üzerinde uygulamak üzere teyakkuzda bekliyor. Sermaye iktidarı, bir kez daha kırıntılar uğruna sürdürdüğü uşaklığını gönüllü cellatlığa kadar vardırabileceğini, kardeş halkların kanına ekmek doğramaya hazır olduğunu göstermiş oluyor. Bütün hazırlıklarını can-ı gönülden yerine getiriyor. İçinde debelendiği kriz koşullarında bu, bir parça işine de geliyor.

En başta, kriz bahanesine savaş durumu mazeretini de ekleyerek, gittikçe kabaran faturayı işçi ve emekçilerin sırtına yüklemenin yeni bir fırsatı olarak değirlendirmeyi düşünüyor bu emperyalist savaşı. Şimdiden bunun adımlarını atıyor. Onbinlerce memurun ikramiyesini tırpanlayarak 500 trilyonluk bir tassarruf sağlamayı hesaplıyor. 200 bin memurun res’en emekliliği gündemde. Başta tekel ürünleri olmak üzere yeni zamları devreye soktu bile. Yarın savaş bütçesi oluşturma adına yeni vergiler yeni hak gaspları gündeme gelecektir. Yıllardır “teröre karşı savaş” gerekçesiyle çiğnenen demokratik hak ve özgürlüklerin iyice kısıtlanması, grev, gösteri vb. etkinliklerin yasaklanması için savaşa aktif olarak katılmayı bile beklemeden bir dizi karar aldılar. Kısacası sermaye iktidarı, Türkiyeli işçi ve emekçilerin sırtına, emperyalist kirl savaşa alet olmanın yanısıra başka faturalar da yüklüyor.

Dünya halkları, işçi sınıfı ve emekçiler tarifsiz acılar, yeni yıkımlar, büyük kayıplar demek olan haksız ve barbarca bir savaşla karşı karşıyalar. Bu emperyalist savaşa karşı çıkmak, savaşın ve her türlü yıkımın sorumlusu olan emperyalist barbarlara karşı mücadele etmek, bu savaşın kurbanı olmamanın, savaşa ortak olmamanın, savaşın faturasının ödememenin tek çıkar yoludur. İnsanlık bu vesileyle bir kez daha “ne için savaş”, “kimin için savaş” sorularına doğru yanıtlar bulmak, gerçek bir barışa çözüm üretmek sorunu ve sorumluluğuyla karşı karşıyadır. İşçi ve emekçiler şahsında insanlık, bir kez daha emperyalist barbarlığın yıkıma uğratacağı değerleri korumakla yükümlüdür.

Türkiye işçi sınıfına ve bölge halklarına bu konuda çok onurlu bir görev düşüyor. Çürüyen kapitalizm demek olan emperyalizmi, bir kez de bu topraklarda yere sermek, onun kanlı hesaplarını boşa çıkarmak mümkün ve zorunludur. Yeter ki safımızı doğru belirleyelim ve her türlü bedeli göze alarak sınıfsal kurtuluş savaşımızı yükseltelim.




ABD ne istiyorsa onu yapıyorlar...
Amerikancı iktidarın üstlendiği rol “ABD’ye maşalık”...

Halklara ihanette yeni safha

 

öAmerikancı hükümet nihayet Afganistan’a asker gönderme kararını da açıklamış bulunuyor.

Zaten kimse ABD’nin bu onursuz uşaklarından başka türlü bir davranış beklemiyordu. Daha Amerika’nın saldırıya uğradığı ilk gün yapılan “sonuna kadar yanındayız” açıklamaları, iktidarın niyetini yeterince ortaya koymaktaydı. Sonrasındaki tüm açıklama ve gelişmeler, sadece bu niyetin ayrıntılarının netleşmesine yaradı.

En son olarak ülkede yabancı asker bulundurma ve dışarıya asker gönderme konusunda meclise sunulan fezleke, Genelkurmay’ın aldığı karar ve yaptığı hazırlıklar durumu iyice netleştirdi. Amerika’ya yönelik saldırıdan, daha özelde de Amerika’nın Afganistan’a yönelik saldırısının başlamasından bu yana, devlet cephesinden gayr-ı resmi olarak yayılan “desteğe evet, asker göndermeye hayır” dedikodularının da, sadece kamuoyunu oyalamaya yönelik olduğu ortaya çıkmış oldu. Zaten yapılan tüm resmi açıklamalar bu tür söylentilerin aslı-astarı olmadığını yeterince anlatıyordu. Ecevit’in her fırsatta yinelediği “bize henüz bir talep gelmedi” sözleri, “Amerika talep ettiğinde tabii ki göndereceğiz” dışında nasıl okunabilir ki? Kimileri bunu “eli mecbur gönderecektir” şeklinde yorumladılar. Ancak sözkonusu Ecevit ve ş¨rekası olduğunda, bunu “koşa koşa göndeririz” diye yorumlamanın çok daha gerçekçi olacağı açık.

Türkiye’ye biçilen (ve Türkiye’nin başındaki onursuz uşaklar tarafından güle oynaya benimsenen) rol böylesine açıkken, bunu görmemekte, hatta tam tersi yorumlar yapmakta ısrarcı tek kişi Perinçekçiler oldu denilebilir. Bu tür dönemlerde TV kanallarının reyting malzemesi olarak kullandığı (sadece böyle dönemlerde hatırlayıp programlara çıkardığı) bu zat, bu savaşta Türkiye’nin safını Asya’dan yana belirlediği, ordunun ABD’nin emrine asker vermeye karşı olduğu fikrini yineleyip durdu. Elbette bu savların hiçbir dayanağı yoktu. Şimdi kuvvet gönderme kararı alınarak hazırlıklarının yapılması, sistemin onu kamuoyunu oyalama aracı olarak kullandığını gösteriyor.

Türkiye’ye biçilen rolün “ABD’ye maşalık” olduğu son derece net. Üstelik bu rol bugünkü savaşla netleştirilmiş de değil. Türk devleti bu role uzun zamandır hazırlanıyor. ABD-İsrail-Türkiye ittifakı bu rolün resmen dünyaya ilan edilmesiydi. ABD’nin Ortadoğu ve Asya’ya yönelik hakimiyet savaşında İsrail’i müttefik, Türkiye’yi maşa olarak kullanma arzusu, iktidardaki ABD uşaklarının olağanüstü çabalarıyla ve sıcak savaşın başlamasıyla, nihayet gerçek haline getirilmiş bulunuyor.

ABD’nin Afganistan’da işinin zor olacağı konusunda nerdeyse tüm dünya hemfikir. Afganistan’a uzattığı el yanacağı için, ABD ateşi maşayla tutmayı tercih edecektir. Afganistan’da ya da artık nerdeyse resmen açıklanmış kadar netleşmiş bulunan Irak saldırısında, ABD’nin uçak ve füzeleri, Türkiye’nin ise askeri harcanacaktır. Para üzerine kurulu bu düzenin efendileri açısından bu da gayet mantıklıdır. Herkes kendi “fazlalık”larını gözden çıkaracaktır. Amerika’da bombadan, Türkiye’de askerden bol bir şey bulunmadığına göre, elbette öncelikle bunlar harcanacaktır.

Ancak bunlar sadece iktidar sahiplerinin kirli niyet ve planlarını gösteriyor. Planlarını uygulayıp uygulayamayacakları, hedeflerine ulaşıp ulaşamayacakları ise sadece kendilerine bağlı değil. Örneğin, Pakistan’ın başındaki Pervez Müşerref daha şimdiden ABD yanlısı kararlarının bedelleriyle karşılaşmaya başladı. Pakistan halkı sokaklara çıkarak, ABD’nin yanında yer almanın hesabını soruyor. Türkiye’dekilerin akibeti de farklı olmayacaktır.

Üstelik Türkiye’dekiler sadece destek vermekle yetinmek istemiyor, komşu halklara yönelik bu emperyalist köleleştirme savaşında ABD’nin piyonluğuna soyunuyorlar. Devletin başındakiler bunu uşaklıklarının bir gereği olarak yaparken, işbirlikçi kapitalistler de menfaatlenme hesabı içindeler. Atak davranmadığı için hükümeti eleştiriyorlar. Meclisten alınan onayın da ardından, Türkiye’nin ABD ordusunun karargahı haline getirilmesine, Türk askerine biçilen piyon rolüne karşı bir tek ses bu cepheden duyulmuyor. Çünkü maddi-manevi faturası tümüyle halka ödetilecek olan bu savaştan pazarlık paylarını ve kârlarını artırarak çıkabileceklerini düşünüyorlar.

Emperyalist savaşın karşısında durabilecek, onu engelleyebilecek tek güç, bu savaştan en fazla zarar görecek olan işçi sınıfı ve emekçilerdir. Pek çok Asya ülkesinde ABD saldırganlığına ve iktidarlarının ABD’nin yanında yer almasına karşı emekçi halkların tepki ve öfkesi sokağa dökülmüş durumda. Bu tepkilerin iktidarları zorladığı da açık. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin önünde de, Amerikancı iktidarın üstlendiği emperyalizme maşalığı engelleme görevi duruyor. Emperyalizmin ülkeye biçtiği rolü reddetmek elimizdedir, reddetmek zorundayız.