Saldırgan emperyalist ittifak Afgan halkına karşı yıkım saldırısını
başlattı. Birkaç gün içinde birçok kent bombalandı, masum insanlar katledildi.
Haftalardır savaş çığırtkanlığı yapan emperyalist basın tekelleri ve
Türk medyası, mazlum halkların kanını dökecek bu yıkım savaşını meşrulaştırmak
için kirli kampanyalar yürütüyor. Yalan, demagoji, manipülasyon, çarpıtma
vb. üzerine kurulu olan bu psikolojik savaş en iğrenç yöntemlere dayanıyor.
Emperyalist savaşlarda sık sık başvurulan yol, uydurma haberlerin yayılmasıdır.
Burjuvazi ve onun medyası bu konuda oldukça deneyimlidir. Sermaye basınının
son günlerde öne çıkardığı haberlerden biri, Taliban yönetiminin nasıl
korkunç işkenceler yaptığıdır. Bu haberin kaynağı eski bir Taliban gizli
polisidir. İngiliz basınına konuştuğu iddia edilen bu polisin kendisi
de eski bir işkencecidir. Bu şahıs kendisine, çığlıklar yüzünden
kümesteki horozların bile ürkeceği kadar korkunç işkence yöntemleri
bulması emri verildiğini anlatmış. Taliban yönetiminin çağ dışılığı
ortadadır. Ama bu yönetimin emperyalizmin bir ürünü olduğunu bilmeyen
yoktur. Anlatılan hikaye doğru olsa bile, bunun asıl sorumlusu ABD emperyalizminin
kendisidir.
Savaş dönemlerinde tırmandırılan yalan propagandaya çarpıcı bir örnek,
birinci paylaşım savaşı öncesinde İngiliz basınının Alman askerlerini
Belçikalı bebekleri havaya atıp süngüyle yakalamakla suçlayan propagandasıdır.
Uydurma olduğu sonradan anlaşılan bu haberin değişik bir versiyonu Körfez
savaşı döneminde piyasaya sürüldü. Olay modern bir Kuveyt hastanesinde
geçiyor. Buna göre, hastaneyi basan Iraklı askerler erken doğmuş
bebekleri kuvözlerinden fırlatıp atarlar. Çünkü kuvözler Iraka
gönderilecektir.
Bu hikaye ilk defa Daily Telegraph tarafından 5 Eylül 90da
yayımlandı. Ancak haber kanıttan yoksundu. Bu eksiklik kısa sürede giderildi.
Kendilerine Özgür Kuveyt Vatandaşları diyen bir örgüt (sürgündeki
Kuveyt Hükümeti tarafından finanse ediliyordu), Irakın Amerikanın
müdahalesiyle Kuveytten çıkarılmasına yönelik bir kampanya için
Amerikanın büyük halkla ilişkiler şirketlerinden Hill&Knowlton
ile on milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı. ABD Kongresinin
insan hakları komisyonu Ekim ayında toplandı. Hill &Knowlton, kongreye
bebeklerin hikayesini anlatacak onbeş yaşında Kuveytli bir kız ayarladı.
Bu genç kız anlatımında oldukça başarılıydı!
Körfez savaşı öncesi başkan baba Bush bunu izleyen beş hafta boyunca
Saddam rejiminin kötülüğünü anlatmak için tam altı kez bu hikayeye göndermede
bulunacaktı. Senatonun Iraka askeri müdahaleyi tartıştığı oturumda,
yedi senatör kuvözdeki bebekler hikayesini hatırlattı. Savaş yanlıları
oylamayı sadece beş oy farkla kazandı. Gerçek iki yıl sonra ortaya çıktı.
Hikaye bir uydurma, bir masaldı. Hill&Knowltonun Kongre komisyonunda
ifade vermesi için hazırladığı kız, Kuveytin ABD büyükelçisinin
kızından başkası değildi. (Radikal , 6 Ekim 01)
Körfez savaşı dönemindeki ünlü karabatak hikayesini ise
hatırlatmakla yetinelim.
Bu ve benzer örnekler sayısızdır. Dünyanın küçüldüğü, bütün insanların
gelişmeleri anında öğrendiği koca bir yalandır. Basından öğrendiklerimiz
sansürden geçen bilgilerle sınırlıdır. Uydurma ve çarpıtılmış hikayelerle
ise kamuoyu sürekli aldatılır. Bu, savaş gibi kritik dönemlerde günlük
uygulama halini alır. 19 Aralık katliamı döneminde Türk sermaye basınının
iğrenç yayınları buna çarpıcı bir örnektir.
Bugün savaş çığırtkanlığı yapmayan sınırlı sayıdaki aykırı ses ise kısılmaya
çalışılmaktadır. Adalet ve özgürlük adına teröre
karşı savaştıklarını halklara yutturmaya çalışan emperyalist dünya,
daha ilk adımda temel demokratik hakları gasp etme yolunu tutmakta,
küresel boyutta bir sansür uygulamasına yönelmektedir. Katliamlarının
ve ikiyüzlülüklerinin açığa çıkmasına yol açacak yayınların önü kesilmeye
çalışılmaktadır. Zira karabatak ya da kuvözdeki bebekler
türünden hikayelerin kısa sürede deşifre olması onları zora sokabilir.
Sansürle ilgili yaşanan en çarpıcı örnek Katarın El Cezire televizyonuyla
ilgili olanıdır. Uydudan Arapça yayın yapan El Cezire TVsi karşıt
görüşleri karşı karşıya getirmesiyle tanınıyor. Afganistanla ilgili
haberleri sık sık yayınlaması ve savaş karşıtı eylemlere geniş yer vermesi
ABD emperyalizmini oldukça rahatsız ediyor. Üstelik El Cezire en çok
Araplar tarafından izleniyor. Ortadoğuya savaşa destek bulma ziyareti
gerçekleştiren ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, Katar Emirinden El
Cezire TVsine sansür uygulamasını talep etti. Demokrasi kahramanları
şeyhlerin de gerisine düşmüş durumdalar. Bu, ABD karşıtı seslerin kısılmaya
çalışılacağı yeni bir sürecin başlaması anlamına geliyor.
Bu arada, Stratejik Araştırmalar Vakfında istihdam edilen emekli
bir Türk generali de ABDye, El Cezire televizyonunu susturması
gerektiği yönünde çağrıda bulundu. Kirli savaş konusunda uzman olduğu
anlaşılan bu Türk generalinin, propagandanın kirli savaşta taşıdığı
önemi çok iyi bildiği anlaşılıyor.
Afganistan halkının tepesine bomba ve füzelerin yağdırıldığı vahşi bir
savaşın başlaması, başta Amerikancı basın tekelleri olmak üzere bütün
gerici basının önemini daha da artırmış bulunuyor. Savaş öncesinde savaşa
meşru zemin hazırlamak yönlü yayınlar yeterli oluyordu. Ama savaşın
vahşetini haklı göstermek sanıldığı kadar kolay değil. Emperyalist medya
bu iğrenç savaşı meşrulaştırabilmek için, gerçekleri çarpıtmanın yanısıra,
her gün yeni yalanlar üretmek zorunda.
Savaş emperyalist-kapitalist sistemin iğrenç yüzünü tüm çıplaklığıyla
ortaya seriyor. Demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü vb. demagojiler
bir yana bırakılıyor, maskeler bir tarafa atılıyor. Artık herşey emperyalizmin
çıkarlarına göre belirleniyor. Bu çıkarlar 21. yüzyılı halklar açısından
bir cehenneme çevirmekten başka bir anlama gelmiyor. Emekçi halkların
özlemleri ise bambaşkadır. Sınıfsız, sömürüsüz, özgür ve savaştan arınmış
bir dünya emekçilerin gerçek özlemidir. Bunlara ulaşmak ise, bütün savaşların
kaynağı olan kapitalizmi yıkmaktan geçiyor.
(...) Savaşı en ileri teknoloji ürünü araç-gereçlerle donatılmış çok
sayıda muhabirin izlemesi kamuoyunun sağlıklı bilgiler edinmesi anlamına
gelmiyor. Casusluk ve savaş tarihi konularında uzmanlaşmış İngiliz gazeteci
Phillip Knightley, eklerle yeniden yayımladığı The first casualty:
The war correspondent as hero and myth-maker from the Crimea to Kosova
(İlk vukuat: Kırımdan Kosovaya kadar, kahraman ve efsane-yapıcı
olarak savaş muhabiri) kitabında, savaşların, savaşanlar (özellikle
güçlüler) tarafından nasıl manipüle edildiğine canlı tanıklıklar sunuyor.
Cezayir Savaşını da yazan savaş tarihçisi Alistair Horne, Kosova,
belleklerimizdeki en gizli-kapaklı savaş haline dönüştü demiş
sözgelimi. Sky televizyonundan Jake Lynch, Elimize bol bol malzeme
tutuşturdular, ama hiç bilgi vermediler tespitini iletmiş. Peter
Dunn sebebi şöyle açıklamış: Kosova, basın sözcüleri tarafından
yürütülen ilk uluslararası ihtilâftı...
Aslında bunda şaşılacak bir durum da yok. Daha Birinci Dünya Savaşı
sırasında, Gen. Sir Ian Hamilton, askerlerin savaş muhabirleriyle ilgili
düşüncelerini veciz bir biçimde ifade etmişti: İyi yönetilen bir
ülkenin savaş muhabirine ihtiyacı yoktur. Savaş muhabiri dediğin, halka,
savaşın nasıl kazanılacağı konusunda fikirlerini iletir. Eğer savaşı
kazanmak için gerçeği söylemek gerekirse gerçeği aktarır; eğer savaş
yalanla kazanılacaksa, onun görevi yalan söylemektir.
Asker kafalı politikacılar da açık sözlü. Hamiltonun görev aldığı
savaş sırasında başbakanlık koltuğunda oturan David Lloyd George, Guardian
gazetesi yayın yönetmeni C. P. Scotta, samimi bir görüşme sırasında
savaşlarla ilgili acı gerçeği açıklayıvermişti: Eğer
halk (gerçekleri) bilseydi, savaş yarın dururdu. Tabii, bilmiyorlar,
bilemeyecekler de...
Gerçekler yerine sunulanın ne olduğunu tahmin herhalde güç değil: Yalanlar...
Kore Savaşını (1952) izleyen UPI muhabiri Robert C. Miller, kendi
başından geçenleri lâfı eğip bükmeden şöyle anlatıyor: Koreden
ulaşan, gazete yönetimlerinin basmakta tereddüt etmedikleri bazı bilgi
ve haberler bütünüyle uydurmaydı... O haberleri gönderen bizler de onların
yanlışlığını biliyorduk, ancak askerî karargâhta yetkili ağızların yaptığı
resmî açıklama oldukları için yazmak zorundaydık; o açıklamaları yapanlar
da gerçek olmadığını biliyor, ama yayınlanmasını bekliyorlardı.
Afganistan üzerine yağdırılan bombalar yüzünden hiçbir sivilin burnunun
kanamadığını iddia ediyor ABD yetkilileri; bizimkiler de dahil dünya
medyası, Tâlibân kaynaklı 20den fazla sivil hayatını kaybetti
haberini inanmaz ifadelerle nakletmekle yetiniyorlar. ABD uçaklarının
yağdırdığı bombalar öyle akıllı imişler ki, isteseler bile
sivil hedefleri vuramazlarmış... Sonuçta, Amerikalılar ne diyorlarsa
o doğru kabul edilir ya... Oysa, ABDnin geçmiş savaşlardaki bilgi
kirliliği sâbıkası, savaşan taraflardan güçlü olanın söylediklerini
bu defa da kuşkuyla karşılamayı zorunlu kılıyor.
İşte bir örnek: 20 Aralık 1989 günü ABD 24 bin askerle Panamayı
işgal etti. Noriegayı adalete teslim etmek için yapılan bir operasyondu
bu. Unutmayalım, Noriega da, tıpkı Bin Laden ve Tâlibân gibi, vaktiyle
CIAnin itibar ettiği bir kişiydi, ama gözden düşmüştü. Gazeteciler
Panamaya da koştular, ama Sizler için bir düzenleme yapılmadı
denildiği için yüzgeri oldular. Panama işgali, bir çok kitapta, Kansız
askerî müdahale örneği olarak gösteriliyor. Oysa, Latin Amerikada
İspanyolca yayımlanan gazeteler, En az ikibin ölü, 70 bin de yaralı
vardı iddiasındalar.
Bir başka örnek daha: 13 Şubat 1991 tarihinde, Amerikan uçakları, Bağdatın
Emiriyye mahallesindeki bir sığınağa bomba yağdırdı. Amerika, oranın
sığınak değil Cumhuriyet Muhafızlarına ait askerî bir birim olduğunu
iddia etti ve medyayı da bu yolda yönlendirdi. Peter Arnett (CNN), John
Simpson (BBC) ve Brent Sadler (ITN) dışındaki gazeteciler de söyleneni
aktardılar. Bu üçü ayıplanmayı bile göze alarak kuşkularını ifadeden
çekinmedi. Emiriyyenin orta halli Bağdatlıların oturduğu
bir mahalle, bombalanan yerin de gerçekten bir sığınak olduğu sonunda
anlaşıldı. Sığınakta çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 1600 sivilin hayatını
kaybettiği de...
Açılmış savaşı ilk bizim muhabirler dünyaya duyuruyor da, resmî yalanları
bakalım ilk kimden öğreneceğiz?