Kürtler açısından barışın anlamı!.. Kuşkusuz Kürtlerin de bir barış politikası olmalıdır. Ancak her şeyden önce kendi kaderleri, yaşamları ve gelecekleri ile ilgili bir programları, özgürlük ve bağımsızlık ufukları, aynı anlama gelmek üzere bir iktidar perspektifleri olmalıdır. Barış anlayışı ve politikası, böyle temel bir programa ve perspektife bağlandığı zaman bir anlam, bir değer ve devrimci bir öz ifade eder. Devrimci bir programa, devrimci iktidar perspektifine oturmayan barış anlayışı ve politikalarının, reformizm bile denemeyecek teslimiyetçi bir çizgi anlamına geleceği çok açıktır. Barışın genel, evrensel bir tanımı, ölçüleri ve olmazsa olmaz önkoşulları var. Kuşkusuz her savaşın sonunda öyle veya böyle bir barış anlaşması yapılır. Ama unutmamak gerekir ki, yapılan bu barış anlaşması savaş sürecinde kendini kabul ettiren iradenin damgasını taşır. Eğer savaşta taraflar yenişememişse, bu durumda ortaya çıkan barış da bu durumu yansıtır. Başka bir deyişle savaş nasıl ki politikanın şiddet araçlarıyla sürdürülmesiyse, barış da genelde politikanın, özelde savaş politikasının şiddeti yoğunca içeren, ama çıplak şiddet araçları yerine müzakereler, pazarlıklar gibi araçlarla devamıdır. Burada barış politikasını, barış görüşmelerini politikadan, savaş politikasından, tarafların güç konumundan, güç ilişkilerinden, başka bir ifadeyle açığa çıkan ve potansiyel güç ilişkilerinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Dolayısıyla nasıl ki savaşta kendi iradesini, kendi politik hedeflerini zorla, şiddet araçlarıyla hasım tarafa kabul ettirmek esassa, bu savaşın tanımı ise; barış da, savaşta yakalanan üstünlüğü, potansiyel güç olanakları ve ilişkilerini de kullanarak masa başında karşı tarafa kabul ettirme girişimidir. Silahlarla savaş meydanlarında kazanılan üstünlüğü karşı tarafa kabul ettirerek kalıcılaştırmak, meşruiyet kazandırmak savaş diplomasisinin temel işidir. Burada sadece araçlar biçim değiştirmiştir, yoksa politik hedefler aynıdır. Bir kez daha vurgulamakta yarar var: Savaşın da, politikanın da, diplomasinin de, barışın da dili güçtür, kuvvettir. En sıradan bir hak elde etmenin, kazanılan bir hakkı ve olanağı tescil ettirmenin tek bir dili vardır. Bu da güçten başka bir şey değildir. Bu dünyada, bu emperyalizmin barbarizm aşamasında politikanın temel, ana yasası budur. Politikanın ardında hatırı sayılır bir güç varsa o etkili olabilir, dengelerde söz sahibi olabilir. Bunun dışında söylenecek en tumturaklı laflar bile laf olmaktan öte bir anlam ifade etmez! Burada devam etmeden kısa bir örnek verelim:15 ŞubatÕtan önce PKK, Türkiye ve Ortadoğu, hatta Avrupa ve dünya siyasal düzleminde politik bir ağırlığa ve etkiye sahipti. Çünkü açığa çıkardığı bir halkın iradesi, politik hedefleri ve bunu hayata geçiren mücadele araçları vardı. Kendi kaderine sahip çıkmak için ayağa kalkan bir halk politik bir güçtür, kurulu düzenler için bir tehdittir. Ancak 15 ŞubatÕtan sonra Kürtlerin önce bağımsızlık ve özgürlük amaçları yok edildi, iktidar ufukları karartıldı. İdeolojik, politik ve stratejik-askeri açıdan silahsızlandırıldı. Bir halkın bu biçimde iradesizleştirilmesi ve her açıdan silahsızlandırılması, hatta iradesinin düşmanın politikalarına bağlanması durumunda o halkın politik bir ağırlığı, etkisi ve daha önemlisi bir itibarı kalır mı? Kalmadığını, bu son iki yılı aşkın süre fazlasıyla doğrulamıştır. Devam ediyoruz. Evet, Kürtlerin bir barış politikası olmalıdır. Ama her şeyden önce Kürtlerin bir iradesi olmalıdır, kendi yaşamı ve geleceği üzerine kendi söz söyleme ve karar verme durumu ve gücü olmalıdır. Bugün Kürtlerin ortada etkili, kendi çıkarlarını esas alan bir iradeleri var mı? İmralıÕya bağlanan irade Kürtlerin iradesi olabilir mi? Kürtler öncelikle kendi omuzları üzerinde kendi kafalarını taşımak durumundadırlar. Bunu başardıkları zaman, bunun olanaklarını ve kurumlarını yarattıkları zaman kendi çıkarlarına uygun savaş ve barış politikalarını yapabilir ve izleyebilirler. Tersi durumda, en hafif yorumla, havanda su dövmekten öte bir şey yapmış olmayacaklarıdır. Barışın
genel bir tanımı, ölçüleri ve temel koşulları var: Öncelikle barış süreçlerinde
taraflar var ve bunlar birbirini tanırlar. Taraflardan biri diğerini kimliği
ve varlığı ile tanımıyorsa, orada bir barış sürecinin başlaması denilen
şeyi de barış olarak tanımlamak mümkün değildir. Kürtleri inkar eden,
varlığını ve kimliğini yok etmeyi kendi varlık koşulu sayan, bütün ideolojik,
politik yapılanmasını, idari kurumlaşmasını buna göre biçimlendiren, iç
ve dış politikasını buna göre çizen bir devletle, bu konumunda en sıradan
bir esneme yapmayan ve bunu her defasında şiddetle tekrarlayan TC ile
barışmak ne demek? Ya da böyle bir devlete Kürtlerin haklarını kabul ettirmenin
yolu nereden geçer? Yalvarmakla mı, hak ve "barış" dilenciliği yapmakla
mı? Hadi diyelim bu süreç "barış süreci", İmralı PartisiÕnin azami hedefi nedir? Kimi kültürel kırıntılardan öte bir programları, istemleri var mı? Yok! "Var" diyen varsa 7. Kongre programına baksın! Kaldı ki sorun, bundan önce bir halkın kendi özgür iradesine sahip olması, bunu kurumsal bir ifadeye kavuşturmasıdır. Bir: Kendisinin
saygın bir taraf olarak kabul edilmediği; Kürtler yıllardır "barış", "barış süreci" adına yollarda yürütülüyor, çeşitli mücadele biçimlerine yöneltiliyor. 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla çeşitli etkinlikler düzenleniyor. "Ankara Yürüyüşü" bunlardan en önemlisi olarak değerlendiriliyor. Politik Kürtlerin önemli bir bölümü yine bu etkinlikte şu veya bu düzeyde yer alacaklardır. Burada en önemli itici etken Kürtlerin ulusal istemleri ve bu noktadaki kararlılıklarıdır. Yıllardır geliştirilen bilinç karartması, çarpık ve teslimiyetçi barış politikaları ciddi bir yanılsamalı durum yaratsa da yine de Kürtler ulusal istemlerinden vazgeçmiyor. Paradoksal da olsa anılan etkinliklerde yer alıyor. Elbette yıllardır verilen mücadele, bunun ortaya çıkardığı bilinç ve duygular düzeyi bunda en önemli bir etken. Bu düzeyin kısa sürede tümden yok edilmesi ise mümkün değildir... Anılan yürüyüş ve etkinlikleri, temel ölçülere ve ilkelere vurduğumuzda, Kürtlerin temel çıkarlarına ve özgürlük istemlerine vurduğumuzda, gerçek anlamda bunları "barış politikası"nın etkinlikleri olarak değerlendirmek mümkün mü? Kimileri bu süreci ve o bağlamda geliştirilen etkinlikleri "reformizm" olarak değerlendiriyor. Hayır, bu da doğru bir değerlendirme değildir. Af dilenciliğinden öte bir anlamı olmayan, Kürdün iradesinden kırıntılar bile taşımayan, saygın bir taraf olarak kabul edilmeyi bile "TC özgündür" içi boş laflarıyla geçiştirerek dıştalayan, Kürtler ve devrimci yurtseverler açısından özünü boşaltma hareketinden başka bir şey olmayan bu süreci ve etkinliklerini ne pasifizm, ne reformizm, ne de başka bir terimle tanımlamak mümkün değildir. Bu, herhangi bir teslimiyet de değildir. Bu, tarihsel değerlerimize kadar uzanan bilinç, ruh ve bellek katliamı hareketidir... Kürtlerin
bugünkü temel sorunu, savaş mı, barış mı sorusu değildir! Barış kavramının en yoğun ve yaygınca tartışıldığı günümüzde, Kürtler açısından barışın anlamını ana çizgileriyle hatırlatmakta yarar görüyoruz: Bir: Önkoşul
olarak Kürtleri, varlıkları ve kimlikleriyle kabul etmeyen hiçbir girişim
ve süreç onurlu barış olarak tanımlanamaz! Kürtler, bu üç ölçüye vurarak içine çekildikleri süreci değerlendirmeliler ve ona göre kendilerine dayatılanın barış süreci mi, yoksa barış cilasıyla süslenmiş ve üstü örtülmüş teslimiyet ve tasfiyecilik batağı mı olduğuna karar vermelidirler! Elbette güç yasasının egemen olduğu bir dünyada Kürtler güç olmadan bir kırıntı dahi elde edemezler. Peki, güç olmayanların, hatta amaçlarını ve tüm silahlarını yok edenlerin bir politik ciddiyetleri, ağırlıkları ve saygınlıkları olabilir mi? İradesi ve saygınlıkları olmayanların barışı da olmaz! PKK-Devrimci
Çizgi Savaşçıları |
|||||