01 Eylül '01
Sayı: 24


  Kızıl Bayrak'tan
 Emperyalizm ve tekelci sermayenin safında "demokrasi mücadelesi"

  Derinleşen yıkıma karşı mücadeleyi yükseltelim

  Yeni kıyımlar, hak gaspları ve "esnek çalışma" kapıda

  Ankara Öncü İşçi Platformu'nun kampanya faaliyetleri

  ABD emperyalizminin taşeronu Türk generallerinin Bakü'de gövde gösterisi
  "Toplumsal patlama" "Sivil itaatsizlik" var!
  Sümerbank direnişinin deneyim ve dersleri
  Exsa grevinin ardından

  Türk dış politikası üzerine/4

  Zindan çatışmasının güncel görevleri
  "Kazanmaya mahkumuz"
  Zaferi direniş kazanacak
  Küresel ısınma/3
  Filistin halkının bağımsızlık ve özgürlük iradesi teslim alınamaz!
  ICE-Werk Süd işçisi direnişi kazanacak!
  Kürtler açısından barışın anlamı
  Ölüm Orucu Direnişi 317. gününde
  Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Muharrem Kurşun'la konuştuk...

"Kazanmaya mahkumuz!.."

- Mevsimleri deviren bir direnişin içerisinden geliyorsun... Böyle anlamlı ve sarsıcı olan bu süreç hakkında düşüncelerin nelerdir?

Direnişin 273. gününde tahliye edildim. Bu 273 gün boyunca yaşadıklarım sadece devrimci yaşamımda değil, bir bütün olarak yaşamımda belki de en çok ders çıkardığım bir süreç oldu. Zaten sadece direnişin içinde olanlar için değil, ciddi bir biçimde direnişi takip eden herkes için derslerle dolu bir süreç. İhanetle yiğitliğin nasıl koyun koyuna yaşandığını görüyor insan bu süreçte. Sadece bu bile kendi başına kapsamlı bir değerlendirme konusu... Süreçten çıkarılacak dersleri ise artık buna göre düşünün. Bu nedenle burada değinip geçme durumundayım.

Devrimciler açısından süreci iki boyutuyla ele almak gerekiyor. Birincisi içe dönük, yani devrim cephesinin kendine dönük boyutu. Sermaye devleti ile esaslı bir çatışma yaşanıyor. Bu çatışma sırasında devrimci yapıların duruşu, bir yerde, bu yapıların geleceğini tayin edecek. 20 Ekim'de başlayan ayrışma giderek derinleşiyor, billurlaşıyor. Süreç sonunda kimileri devrim cephesinden düşecek, bundan kuşku duyulmasın. Partimiz bugüne dek açık bir biçimde süreç içinde güçlendi. Bundan sonra daha da güçlenecek.

İkincisi ise düzen cephesi boyutudur. Şu an düzen cephesi bu çatışmada avantajlı durumda görünüyor. Ama bu görüntü çok da sağlam temellere oturmuyor. Bir anlamda düzen bu alanda bizim güçsüzlüğümüz oranında güçlü. Bunu tersine çevirmek yine devrim cephesinin tutumuna ve pratiğine bağlı. Henüz bitmemiş bir süreç olduğu için, dünü yarından kopuk ele alamayız. Bu yüzden bundan sonraki tutumu fazlasıyla önemsiyorum. Sürece de bu gözle bakıyorum.

- 19 Aralık'ta Çankırı'daydın... Çankırı Cezaevi'ndeki katliam operasyonunu ve sonrasındaki gelişmeleri genel hatlarıyla anlatır mısın?

Öncelikle söylemem gerekir ki Çankırı zindanı, Bayrampaşa, Ümraniye ve Çanakkale'den farklıydı. Bu üç zindana açık bir biçimde katliam için girilmişti. Ama Çankırı için aynı şeyi söyleyemiyorum. Buradan yola çıkarak yanılgıya düşmemek gerekiyor. Pek çoğumuz eğer bugün yaşıyorsa, deyim ne kadar uygun bilemiyorum ama, şans eseridir. İlk sinir gazı atıldığında "sona geldim" diye düşündüm. Birkaç saniye sonra öleceğimi duyumsuyordum. Bu, bana özgü bir durum sanıyordum. Ama sonradan konuştuklarımdan biliyorum, o anda hemen herkes aynı şeyleri duyumsamış.

Havalandırmada başımızdan aşağıya yağan kiremit parçalarından kurtulmuş olmak ayrı bir şans. Yani Çankırı'da belki diğer üç zindana saldırdıkları gibi açıktan bir katliam yoktu, ama öldürmek konusunda da herhangi bir çekinceleri yoktu.

19 Aralık'ı anımsarken düşünce ve duygularımın merkezine Hasan (Güngörmez) ve İrfan (Ortakçı) yerleşiyor. Onların yiğitçe ölümün üstüne yürüyerek kendilerini feda edişlerini hiçbir zaman unutamam. Özellikle Hasan'ı her zaman saygı ve sevgiyle anacağım. Hasan, kendime örnek aldığım bir devrimcidir. 19 Aralık'ta yaşadıklarım elbette daha uzun bir anlatımın konusu. Burada söylediklerim, ancak böyle bir anlatımın başlıkları olabilir.

- F tiplerindeki koşullar ve devrimci tutsakların bu koşullarda yaşam ve duruşlarını anlatır mısın?

F tipi zindanlar 19 Aralık öncesinde, hep hücreleri kafamda canlandırmama neden oluyordu. Sincan F tipine götürüldükten sonra yaklaşık 3 ay boyunca hücrede yaşadım. Hücreler için daha önce söylediğimiz herşeyin doğru olduğunu yaşayarak gördüm.

Sincan hücrelerine girmeden önce kapıda bekleyen askerlerin saldırısına maruz kaldık. Bu saldırıda sağ kaburgamdan yaralandım. Yaklaşık 2 ay boyunca sağ tarafıma yatamadım. Üç kişilik bir hücreye konuldum. Çoklukla burada iki kişi kaldık. Başka kimseyi göremedim desem yeridir. Görüşler sırasında başkalarını sadece görebiliyordum. Bir ara Çankırı'dan bir DHKP-C'li arkadaşla kucaklaşma fırsatı yakaladım. O da ben de, bu kucaklaşma sırasında müthiş duygulandık, mutlu olduk. Bu kısacık an, hücrelerin insanları ne duruma getirdiğini çarpıcı bir biçimde ortaya seriyor.

Öte yandan hücreler ne devrimci duruşa, ne de örgütlülüğe bir engel oluşturabiliyor. Hücrelerde halen ve hem de yeni ekiplerle ÖO direnişinin sürmesi de bunu göstermektedir.

- Direniş ve geleceği hakkında son olarak neler söylemek istersin?

19 Aralık'tan bu yana içerde tüm eksikliklerine, zaaflarına rağmen, deyim yerindeyse sıkı bir devrimci duruş sergilendi. Kimilerinin vermeye çalıştığı gibi, bugün bir yenilgiden söz etmek içeridekilere gerçek bir haksızlık olur. Çatışma hala sürmektedir ve bitmemiş bir çatışmada kimin yendiği kimin yenildiği bugünden söylenemez. Bir durum tespiti olarak devletin bugün için daha avantajlı olduğunu söyledim. Ama ekledim, bu bizim güçsüzlüğümüz oranında bir güçlü olma durumu.

Bizi güçlendirecek olansa dışarıda yeniden bir canlanmanın başlaması olur. Unutmamalı ki zindan direnişi, zindan sınırlarını aşan bir içeriğe sahiptir. Sadece bu bile dışarıya büyük görev ve sorumluluk yüklüyor. Zafer için dışarıda etkin bir siyasal çalışma ve kitlesel hareketlilik şarttır. Verili durumda ise ÖO direnişi, hatta şehitler bile kanıksanmış durumda. Bir ÖO şehidinin gömülme törenine katılıma bakıyorum, yüreğim burkuluyor. Sözünü ettiğimiz devrimci hemen yan odamda şehit düştü. Ölümü yiğitçe karşıladı. Ölümsüzlüğe uğurlanırken o denli az katılım, herşey bir yana, bu yiğitliğe haksızlıktır, saygısızlıktır.

Demek oluyor ki öncelikle dışarıda, devrimci güçler sarsılıp canlanmalı, üstlerine düşen sorumlulukları güven, cesaret ve enerjik bir çabayla üstlenmeli. İşçi sınıfı ve emekçilerde canlanma da ancak bunun sonrasında sağlanabilir.

Aklımızdan hiç çıkmaması gereken şey, kazanmaya mahkum olduğumuzdur. Evet, kazanmaya mahkumuz!..