21 Temmuz'01
Sayı: 18


Kızıl Bayrak'tan
Cenova'daki "savaş durumu"nun politik anlamı ve önemi

Cumhuriyet mandacıları siyasetin iplerini tümden teslim etmiş durumdalar

Zafere olan inançla dayanışmayı yükseltelim

Devrim şehitleri ölümsüzdür!
Günü kurtarmak değil, geleceği kazanmak için!..
Saldırgan askeri ittifak yeni projelerle boyutlanıyor
Sınıf hareketi
Düzen bekçileri hazırlanıyor
Tutsaklardan açıklama
Telekom Bülteni'nden
Uluslararası hareket
PKK-DÇS'nin açıklaması: Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür!
Ölüm Orucu direnişçilerinden mektup

Açıklamalardan

Mücadele Postası

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi'nin özü:

Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür!

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi üzerinden tam 19 yıl geçti. Bu 19 yılda Kürdistan'da ve dünyada çok şey değişti, sayısız gelişme yaşandı. Ülkemiz, tarihinin en büyük alt üst oluşlarına sahne oldu. Halkımız, küllerinden adeta yeniden doğdu. Özgürlük ve bağımsızlığı soludu, kendi kaderine sahip olmanın tanımlanamaz tadını yaşadı. Tam da özgürlük ve bağımsızlığın eşiğine gelmişti ki bir kez daha sırtından hançerlendi; hem de hançerlenmenin en korkuncu ve en tahripkar olanıyla...

Hiç kuşkusuz bütün bu devrim değerindeki gelişmelerin ve değerlerin temelinde 14 Temmuz gibi tarihsel direnişler, kahramanlıklar, büyük küçük sayısız mücadele ve bunlara ruh veren, can katan devrimci direnişçi çizgi var. Bu devrimci direnişçi çizgi, halkımızın tarihsel direniş damarının devrimci sosyalizm ideolojisiyle buluşturulması ve onunla yeniden üretilmesidir. Başka bir ideolojik çizginin bu kadar büyük alt üst oluşlara yol açması mümkün değildi... Bugün yenilgiye uğratılsa da, halkımızın gelecek umudu yine bu çizgidedir...

Ancak ne yazık, İmralı mutlak teslimiyetiyle, devrimimiz ve partimiz, halkımızın yarattığı bütün değerler eşine az rastlanan bir tasfiye sürecine alındı. Bu teslimiyet ve tasfiye çizgisi, öncelikle devrimci direniş bilincini, ruhunu ve belleğini hedeflemektedir. Öcalan'ın her türlü direnişi her fırsatta mahkum etmesi, teslimiyeti ve biat etmeyi bilinçlere şırınga etmesi boşuna değildir. Özgürleşen, kendisi için düşünen beyinlerin yeniden sömürgeleştirilmesi sağlanmadan sömürgeci rejimin istikrar kazanması, iflah olması mümkün değildi...

İmralı, özgürleşen Kürt beyinlerin yeniden sömürgeleştirilmesi operasyonu ve sürecidir!.. Devrimci direnişçi bilinci ve ruhu katletme operasyonu ile demagojik ve sahte bir tarzda devrimci değerlerimize sahip çıkma çabaları at başı götürülüyor, bu ikisi birbirini tamamlayacak tarzda yürütülüyor. İmralı Partisi yönetenleri bir kez daha 14 Temmuz direnişine sahip çıkacaklar, konuyla ilgili bir yığın laf edecek, etkinlik düzenleyeceklerdir. Ama bu lafların ve etkinliklerin özü ve ruhu yoktur. Aslında yaptıkları, değerlere sahip çıkma adına değerlerin canına okumaktan başka bir şey değildir. Açık ki, İmralı çizgisine biat etmekle, bu çizginin kusursuz yürütücüsü olmakla 14 Temmuz'a sahip çıkılmaz. Eğer çıkılırsa bu, düpedüz sahtekarlık olur. 14 Temmuz'a sahip çıkmak, onun özü ve ruhu olan devrimci direnişçi çizgiyi bir yaşam ve mücadele tarzı haline getirmekten geçer. Bunun güncel anlamı, İmralı iradesini ve çizgisini bütün sonuçlarıyla birlikte reddetmekten başka bir şey değildir!
14 Temmuz'u 14 Temmuz yapan çizgiyi ve ruhu kavramadan, bugün halkımıza dayatılan ve pratikte epey yol alan İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğine karşı etkili bir tavır almak mümkün değildir. 14 Temmuz'u anlamak, gerçekleştiği tarihsel koşulları, oynadığı tarihsel misyonu, başardıklarını, buna ruh ve can atan çizgiyi kavramakla mümkün. Özetlemek gerekirse;
Bilindiği gibi, 12 Eylül faşizmi, Kürtleri imha politikasını, Kürtleri tarihten silme stratejisini gerçekleştirme ve bu konuda finali oynama kararındaydı, bu, bir bakıma kendilerinin var oluş nedenlerinden biriydi. PKK, geliştirdiği devrimci yurtsever düşünceler ve direnişlerle, Kürt ulusal uyanışını ve kurtuluş umudunu geliştirmişti. Dolayısıyla PKK ve onun şahsında ulusal kurtuluş hareketi ezilmeden, kurtuluş umudu betonlanmadan, Kürdistan hayali yok edilmeden, anılan stratejinin yaşama geçirilme şansı yoktu.

Faşist cunta, kısa süre içinde Türkiye ve Kürdistan'daki toplumsal ve ulusal direniş ve muhalefet hareketlerini etkisizleştirmiş, böylece kendi programını rahatlıkla uygulama zeminini ve ortamını yaratmıştı. "Dışarıyı" halleden 12 Eylül cuntası, bu kez "içeriye", zindanlara yöneldi. Zindanları teslim almadan, zindanları teslimiyet ve ihanet odakları haline getirmeden kendi programını rahatlıkla ve başarıyla yerine getiremeyeceğini biliyordu.
Geçerken vurgulamalıyız ki, bugün F tipi olarak dayatılan politika özünde aynı politikadır. F tipi zindan politikası son yirmi yıllık zindan direnişlerinin rövanşı niteliğindedir. Bu nedenle F tipi zindan saldırısına karşı olmak, direnmek, güncel görevler bakımından olduğu kadar tarihsel zindan direniş çizgisini büyüterek sürdürmek bakımından da bir zorunluluktur.
Hedefleri; zindanları teslim almak, bu teslimiyet üzerinden ulusal kurtuluş umutlarını ve bilincini yok etmek, ihaneti dalga dalga bütün bir ülkeye ve her Kürde egemen kılmak ve böylece kendi küllerinden yeniden doğmaya başlayan Kürtlerin defterini nihai olarak dürmek, ulusal imha programını gerçekleştirmek!

Hedefleri korkunç ve sınırsız vahşi olduğu için, uygulama yöntem ve araçları da o düzeyde korkunç ve barbarcaydı. Diyarbakır zindanlarındaki işkence ve vahşetin akıl almaz boyutlarda oluşunun nedeni buydu, yani aracın vahşeti, amacın vahşeti tarafından belirleniyordu. Yoksa bunu, uygulayıcıların sadizmiyle açıklamak tarihi olayları saptırmaktır. Bu yönüyle ancak Hitler faşizmiyle karşılaştırılabilirdi.

12 Eylül darbesinin geçekleştiği günden başlayarak zindanlara yöneldiler, teslimiyet ve ihanet programlarını bir plan çerçevesinde adım adım yürürlüğe koydular. Elbette buna karşı direnildi, 7-8 ay kadar kıran kırana süren bir direniş yaşandı. Ancak sayısız nedenden dolayı direniş kırıldı, genel bir yenilgi yaşandı ve bunun sonucunda inisiyatif sömürgeci devletin eline geçti. Yenilgi ortamında teslimiyet genelleştirilmeye ve derinleştirilmeye çalışıldı. Ô81 sonu ile Ô82'nin başları itirafçılaştırmanın çok yaygın ve şiddetli bir biçimde uygulandığı süreçtir. Bu uygulamayı da hemen topyekûn olarak dayatmadılar, yine tek tek bireyler üzerinde hesap yapıyorlardı. Kendilerince bireyleri tahlil ediyor; sorgu sürecinden o günkü duruşuna kadarki çizgisini inceleyerek, zaaflarını tespit etmeye çalışıyorlardı. Kendilerince zaaflı gördükleri ve sonuç alabileceklerini düşündükleri kişilerin isimlerini bir listede toplayarak, onları itirafçılaştırmaya çalışıyorlardı. Tabii, bu öyle bir itirafçılaştırmaydı ki, kesin sonuç almak istiyorlardı.

Bu süreçte direniş arayışları vardı, mahkeme kürsülerinde devrimci düşünceler savunuluyordu. Ama yine de bu arayışları çözüm yoluna sokacak, çıkış gücüne dönüştürecek bir kıvılcıma, bir ışığa ihtiyaç vardı. Mazlum DOĞAN yoldaşın eylemi böyle bir kıvılcım rolünü oynadı. Çıkış yolunu gösterdi. Mesaj çok açıktı. İçinde bulunduğumuz durum, yaşadığımız açmazlar aşılmadan, düşman politikası geri püskürtülemezdi. Bu anlamda eylem, yapılması gerekenler konusunda kesin bir tavırdı da. Düşman bizim yaşamımızı bizi teslim almada, kendi gerçeğimize ihanet ettirmede bir silah olarak kullanıyordu. O zaman bu silahı düşmanın elinden alıp düşmana doğrultmamız ve düşman politikalarını vuracağımız bir silaha dönüştürmemiz gerekiyordu. Mazlum yoldaşın eyleminin anlamı budur. Bu eylemi aslında Kürdistan tarihinin o binlerce yıllık direniş ile teslimiyet, ihanet etme ve Kürdistan'ı egemenlik altında tutma politikasının zindandaki çatışmasıdır. Böyle tarihsel bir çatışmada çözüm yolunun ortaya konulması çok önemliydi.

O güne kadar mahkemelerde takınılan tavırların yetmediği görüldü. Düşman politikalarını geri püskürtmek, ulusal imhanın önüne geçmek için ideolojik-politik bir duruşu ve bunun pratik eylem gücünü ortaya koymak gerekiyordu. Mazlum yoldaş eylemiyle bunun başarılabileceğinin umudunu, inancını geliştirdi. Bu eylem artık teslimiyete, ihanete dur demekti. Bütün yurtseverleri, devrimcileri, PKK'lileri direnişe çağırma kıvılcımıydı...

Açık ki, burada mücadele dar bir boğazda boğdurulmak isteniyordu ve bu, bir halkın varlığını, yokluğunu ilgilendiren bir dar boğazdı. Bu anlamda son derece tehlikeli bir dönemeçti. Kurtuluş ya da tükeniş, bu darboğazın aşılıp-aşılmaması noktasında düğümleniyordu. İşte kahramanlık dediğimiz olay da budur aslında. Toplumlar tarihinde ve diğer dünya devrimlerinde de böyle gerçekleşmiştir. Bir halk, bir topluluk, bir parti ölüm-kalım anında bir ışığa, bir çıkışa, mücadeleye ihtiyaç duyar ve o mücadeleyi bir kişi yaparsa, işte bu bir kişi yaptığı mücadeleyle bir tarih yazar. Bir topluluğa veya bir halka çıkış yolunu gösterir. Bu anlamda bireysel bir kahramanlık değildir. Sosyalist ideolojiyi savunmak ve korumak için bütün insanlık adına gerçekleşen bir kahramanlık eylemidir.

Unutmamak gerekir ki, burada "Berxwedan Jiyane" şiarı tek yaşam seçeneğidir. Direnişin dışında bir yaşam şansı yok. Bu yüzden "Direnmek yaşamaktır" sözünü bireysel veya dar sosyal anlamda düşünmemek gerekir. Sözcüğün gerçek anlamıyla, ulusal, toplumsal yaşam koşullarının yaratılması ve yolunun açılması olarak düşünülmelidir. Burada direniş ve yaşamın diyalektik ilişkisi çok önemlidir ve doğru kavranmak gerekir. Deneyimlerde görüldüğü gibi, düşmanı geriletecek, politikalarını boşa çıkaracak tek seçenektir. Direniş çizgisi buydu. Hareket noktası bu esas çizgiye dayanmak koşuluyla bazı durumlarda kimi taktik adımlar atılabilir ki, direniş pratiğimizde bu da vardı. Bu tür adımlar direniş sürecinde soluk alma olanaklarını geliştiriyor, ama tabii ki, inisiyatif elde olmak koşuluyla. Geri adım atılsa bile, amaca, siyasi kimliğe uygun bir yaşam ve mücadele çizgisi hiçbir zaman yitirilmiyor. Dolayısıyla, o geri adımlar bile temel ve yaşamsal olanı korumak için atılıyor. Direnişi de dar anlamda kavramamak, ideolojik-politik, ruhsal olarak ideallere bağlı bir yaşam seçeneği olarak algılamak gerekiyor. Direniş, yaşamı kazandıracak, düşmanı geriletecek tek seçenektir.

Bunun dışında teslimiyete yol açabilecek bütün geri adımların götüreceği nokta ihanet ve tükeniştir.

Bu noktada 15 Şubat üzerinde kısaca durmakta, bazı hatırlatmalarda bulunmakta yarar var: 15 Şubat da PKK ve Kürt halkı için tarihsel bir dönemeçtir. Ya direniş çizgisi esas alınır, dayatılan uluslararası karşı-devrim çizgisi püskürtülür; ya da teslim olunur, uluslararası karşı-devrimci iradenin, TC'nin yetmiş yıldır başaramadığı ulusal imha politikasının basit bir aleti olunur! Başka bir yol, seçenek, ara yol yoktu. Ya o, ya bu! Direniş, zafere götürürdü; tıpkı 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişinde olduğu gibi... Teslimiyet, ihanete ve topyekûn tasfiyeye... İmralı'da olduğu gibi...

12 Eylül'de Diyarbakır zindanında dayatılan politika ile 15 Şubat'ta dayatılan politikanın özü aynıdır; her iki dönemde kesişen koşullar, Kürtler açısından tarihsel bir dönemece işaret ediyordu. Koşullar hiçbir ara yol ve seçenek bırakmamıştı. Ya direniş, ya teslimiyet! Diyarbakır, direnişi seçti, o yaşamsal dönemeçte düşman politikasını yenilgiye uğrattı. Sonuçları, 15 Ağustos, yükselen, milyonlaşan, zaferin eşiğine gelen bir devrim! İmralı, mutlak teslimiyetin adı oldu. Sonucu, uluslararası karşı-devrimci politikanın başarısı, topyekûn bir teslimiyet ve tasfiye süreci, etkileri on yılları bulacak büyük bir yıkım, sayısız kırılma, çözülüş ve çürüme...

Devam ediyoruz. Mazlum arkadaşın eyleminin ardından Dörtlerin eylemi gerçekleşti. Dörtlerin eylemi, artık kurtuluş yolunu çok kesin, net ve geri dönülmez bir biçimde ortaya koydu. Tehlike çok büyüktü. Şahsımızda bir ulusun kurtuluş umutları yok edilmek isteniyordu. Halk olarak, çatlatılan beton mezara yeniden ve daha kalın betonlanarak gömülmek isteniyorduk. Tehlike bu denli büyüktü. O zaman en büyük görev, bu tehlikeye karşı direnmekti. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmalıydı.

Dörtlerin eylemlerine rağmen, itirafçılaştırma politikası daha da yoğunlaştırılarak sürüyordu. Yıldırım Merkit ve diğerlerinin itirafları başlamıştı. Diyarbakır ve Mardin gruplarında da itirafçılar vardı. O süreçte Ölüm Orucu kararı kesinleşmişti artık. Ama henüz başlamamıştı. İtiraf edenlerle savunma yapanlar arasında bir saflaşma yaşanıyordu. Parti zaten savunuluyordu ama, bu konuda tereddüt içinde olanlar da vardı. Onlar da savunma çizgisinde netleşmeye başladılar. Bu ayrışmayla birlikte bir direnme eğilimi de giderek gelişme olanağını buldu.

14 Temmuz'a geldiğimizde artık mevcut direnme düzeyiyle düşmanın politikasının boşa çıkarılmayacağı daha net anlaşıldı. Artık tarihi bir kararla tüm bu direnişlerin zaferle sonuçlandırılması, doruklaştırılması gerekiyordu. Bu tarihsel müdahale 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eylemiyle yapıldı. 14 Temmuz, Kürdistan'a dayatılan sömürgeci politikaların, en son olarak TC'nin geliştirdiği ulusal imha politikasının cepheden karşılanmasıdır. Özellikle zindanlarda yoğunlaşan 12 Eylül vahşetine karşı bir zafer abidesidir.

Kazanmak kaçınılmazdı. Kazanmanın dışında bir seçeneğimiz yoktu. Bu zafer sadece tarihi bir zafer değil, aynı zamanda geleceği de o günde kazanmaktı. Geleceği en azından sembolik bir düzeyde, embriyon düzeyde kazanacak, zaferi bu düzeyde kesinleştirecek bir eylem olmak zorundaydı. Bu anlamda M. Hayri DURMUŞ yoldaşın, "başardık, başardık" sözünü sadece direnişi başlatmanın işareti, bunun başarısı olarak düşünmemek gerekir. "Başardık, başardık" sözü, ulusal imhaya karşı atılması gereken bir adım, verilmesi gereken tarihi bir karar ve bu tarihi kararın zafere götürülmesi anlamındadır. Hayriler, Kemaller kesin ikirciksizdiler. Kazanmanın dışında en ufak bir duyguları, düşünceleri yoktu. Bunun için kendilerini tamamen amaçlarına, ilkelerine kilitlemişlerdi. Oynadıkları rolün tarihsel bilinci içindeydiler. Kürdistan halkının, partinin geleceğinin o adımda düğümlendiğini çok iyi biliyorlardı. Bunun için tek bir nokta haline gelmişlerdi. Amaçlarına kilitlenerek, sınırsız bir feda ruhu ile kendilerini ideallerine bağladı ve adadılar. 14 Temmuz eyleminin özü, 12 Eylül'ün Kürdistan ve PKK politikasının boşa çıkarışlması, tersyüz edilmesidir. Bunun karşısında PKK ideolojisinin, PKK'nin öncülük ettiği UKM'nin zafer kazanmasıdır. Bu büyük muharebede düşman yenilgiye uğratılmıştır. Bu tarih, bir zaferdir. Semboliktir ama, büyük bir zaferdir, sadece manevi anlamda değil, maddi olarak da büyük bir zaferdir.

M. Hayri DURMUŞ, mahkeme savunmaları üzerinde ısrarla duruyordu. Elbette bu ısrarı boşuna değildi. Mahkeme ve zindanlar bir bütündür. Burada PKK ve PKK şahsında UKM bitirilmek isteniyordu. Mahkeme kürsüleri ihanetin yayıldığı, yüreklere ve beyinlere işlendiği bir kürsü haline getirilmek isteniyordu. Buna karşı davayı savunmak, hem de en zor, en olanaksız, en umutsuz koşullarda; umudu canlandırmak, umudun dili, özgürlüğün dili olmak çok önemliydi. Dayatılan imha politikasına karşı, devrimci ideolojiyi savunmak aynı zamanda özgür geleceği savunmaktı ve düşmanı mahkum etmekti. Partili militanlar açısından kendi davalarında samimi olup-olmadıkları ve amaçlarında tutarlı olup-olmadıklarının en önemli ölçütlerinden biri de mahkeme salonlarında takındıkları devrimci tavırdı.

14 Temmuz, bu anlamda sadece sömürgeci imha politikasının boşa çıkarılması eylemi değildir. Aynı zamanda zaferin de adıdır. Devrime inancın, ilkelerde tutarlılığın, samimiyetin, ilke uğruna her şeyini ortaya koymanın ve buna kilitlenmenin adıdır.

15 Ağustos ve daha sonra gelişecek büyük devrim, yaşanan büyük alt-üst oluşlar; 14 Temmuz'un mücadelemizin ve halkımızın gelişiminde, atılan her adımda somutlaştırılmasıdır. Bu anlamda 14 Temmuz'a ve onun kahramanlarına gerçekten çok şey borçluyuz. Özellikle zindandakiler açısından partiyle yeniden buluşmada, özgürleşmede, 14 Temmuz bir dönüm noktasıdır. Yine partimiz için de yeniden toparlanmada, ülkeye dönüşte, 15 Ağustos Atılımının ve daha sonraki süreçlerin gerçekleşmesinde bir dönüm noktasıdır. Daha sonra zindanlarda gelişen rehabilitasyon, sağa yatmalar, reformist teslimiyetçi ve hatta işbirlikçiliğe varan eğilimler; aslında 14 Temmuz'un ters-yüz edilmesidir. 14 Temmuz buna karşı bir direniştir.

Hayri arkadaş, 14 Temmuz eyleminin kararını açıklarken; -bu aynı zamanda onun tarihi vasiyeti olarak da düşünülmelidir- şöyle demişti: "Eğer bağımsız ve özgür bir Kürdistan yaratmak istiyorsak, bu temelde amaçlarımızı hayata geçirmek istiyorsak; silahlı mücadeleyi temel bir mücadele biçimi olarak uygulamak zorundayız. Bir Parti, grup veya kişi açısından öncelikle esas alınması gereken budur."

Hayri arkadaşın silahlı mücadelenin altını özellikle çizmesi boşuna değildi. Bu sadece teorik bir belirleme de değildi. Elbette Hayri arkadaş, silaha tapmıyordu, silah sevdalısı değildi. Ama ulusal kurtuluş ve sosyalizm davasında samimi ve tutarlı olunacaksa bunun dışında başka bir yolun olmadığını, o güne kadarki zindan pratiğinden ve tarihinden, TC gerçekliğinden, TC'nin ulusal kurtuluş ve özgürlük taleplerimiz karşısındaki tavrından, emperyalist-kapitalist sistemin genel karakterinden ve diğer genel gelişmelerden çıkarmıştı. Nitekim, o günden bu yana tüm gelişmelerin önünün silahlı mücadele, gerilla mücadelesi tarafından açıldığını çok net görüyoruz ve bu tartışılmaz bir olgudur.

Hayri arkadaşın, "Zaferin yolu silahlı mücadeleden geçer. Devrimin dili, yöntemi, devrimci savaştır, silahlı mücadeledir" sözü ve vasiyeti, bugün için çok daha önemlidir. Uluslararası karşı-devrimci hareketin öncelikle gerillayı hedeflemesi, TC'nin bütün olanaklarını, iç ve dış politikasını özel savaşa bağlaması boşuna değil, bunlar, Hayri DURMUŞ'u tartışmasız bir biçimde doğrulamaktadır. Mücadelenin yarattığı yirmi beş yıllık değerlere karşı düşman planları göz önüne getirildiğinde; silahlı direnişin, başka bir ifadeyle, 14 Temmuz çizgisinin, ruhunun her zamankinden çok daha fazla geçerli olduğunu, buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımızın olduğunu çok net vurgulamamız gerekiyor.

14 Temmuz PKK ideolojisinin doğrulanmasıdır. Amaçta, ilkede ısrar, ideolojiye ölümüne bağlılıktır. 14 Temmuz ölümde yaşamı yaratmaktır. Ölümde özgür geleceği kurmaktır. Ölümü, imhayı düşmanın elinde bir silah olmaktan çıkartıp düşmana karşı güçlü bir yaşam ve zafer silahına dönüştürmektir. 14 Temmuz'a, Hayrilere, Kemallere, Mazlumlara ve diğer ölümsüz kahramanlarımıza bağlılığın özü budur. 14 Temmuz, devrime inançtır. Amaca, ilkeye tutkuyla bağlılıktır. Devrimin, amaçlarımızın gerçekleşebileceğine inancın yitirildiği noktada tersine dönüş, çözülüş ve bitiş başlar. Bizi biz yapan, değerlerimizi yaratan, amaçlarımız, ütopyamız, özlemlerimizdir. Bunlar olmaksızın yaşam, koca bir hiçtir.

İmralı etkisinde olan partililer, yurtseverler ve halkımız, 14 Temmuz ve şehitlerini andığımız bugünlerde içinde bulundukları durumu bir kez daha gözden geçirmeli, üzerinde derinlemesine düşünmelidirler. İmralı çizgisi ile 14 Temmuz çizgisini karşılaştırmalı ve kararlarını vermelidirler!

Bugün, kendi değerlerimiz etrafında kenetlenmek, düşünce ve duygu gücümüzü, yeteneklerimizi ayaklandırmak ve tüm saldırılara ve tasfiyeciliğin her türüne karşı devrimci düşünceyi, devrim umudunu yeniden canlandırmak, devrimci direnişi güçlü bir tarzda ayakları üzerinde doğrultmak zorundayız. Günün vazgeçilmez devrimci yurtsever görevi budur! 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eyleminin çizgisi bunu emrediyor.

Kahrolsun teslimiyet ve tasfiyecilik!
Hayriler, Kemaller, Akifler, Aliler yolumuzu aydınlatan ışıktırlar!
Yaşasın 14 Temmuz çizgisi ve onda ısrar direnişi!

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları
12 Temmuz 2001