ÖO Direnişi'ne karşı kanıksama ve ataleti yaymak devletin taktiği, bunu kırmak bizim görevimizdir... Zafere
olan sarsılmaz inançla Devletin Ölüm Orucu Direnişi'ne karşı yeni bir zayıflatma taktiği olarak tahliyeleri denediği bir süreçte, 19 Aralık katliamına ilişkin Adli Tıp raporları yayınlandı. Rapor katliamın bir kez daha tescillenmesi anlamına geliyordu. Raporla birlikte, bu katliama açıkça destek vermiş olan kimi medya kuruluşları bile katliamdan sözetmek zorunda kaldılar. Aslında sadece raporun haberini yapmaları bile yeterliydi, zira katliam bütün vahşetiyle orta yerde duruyordu. Katliam,
devrimci tutsakların direnişini kırmak amacıyla düzenlenmişti. Ancak katliamla
bu başarılamadığı gibi direnişin daha da büyümesi-yaygınlaşması sonucunu
yarattı. Sonraki tüm kırma çabaları da, yeni ekiplerin Ölüm Orucu'na başlamasıyla
boşa çıkarıldı. Nitekim,
geçtiğimiz hafta sonu Sultanahmet'te yapılan eylem ve Sevgi Erdoğan'ın
cenaze töreni, dışarıdaki kırılmanın aşılmaya başlandığının açık göstergelerini
ortaya koymuş bulunuyor. İstanbul Emniyeti Abide-i Hürriyet'te yapılmak
istenen mitingin başvurusunu geri çevirmekle tepkileri dağıtmayı başaramadığı
gibi, tersine öfkenin yükselmesine hizmet etmiş oldu. Sultanahmet eylemindeki
coşku, öfke ve kararlılık, dışarıda aylar süren durgunluğun aşılmakta
olduğunu/aşılabileceğini dosta-düşmana gösterdi. Eylem, katılım açısından
da umut vaadeden bir düzeydeydi. Üstelik son anda yasaklanan miting yüzünden
duyurunun yeterince yapılamadığı, epeyce insanın Abide-i Hürriyet'e, oradan
Taksim'e eylem için dolaştığı hesaba katıldığında, 1500 civarında bir
kitle azımsanacak bir sayı değildir. Bu son gelişmelerin hücrelerde süren direnişin seyrini etkileyeceği ortadadır. Ancak, tıpkı katliam öncesinde olduğu gibi, henüz örgütsüz bir tepkidir sözkonusu olan. Bunların derlenip-toparlanması, tek bir kanala akıtılması durumunda gücü ve etkisi artacak, aksi halde yeni saldırılarla yeniden dağılma riskiyle karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır. Devrimciler, yaşanan 8 aylık direniş sürecinin derslerinden de yararlanarak, yeniden yükselmeye başlayan bu muhalefete karşı görev ve sorumluluklarına büyük bir ciddiyetle sarılmalıdırlar. Bugün, gelişen zemin üzerinden, hücre karşıtı platformlar yeniden gündeme getirilebilir. Ancak, platformların eski bileşenlerini toparlamaya çalışmaktan ziyade, yeni sürecin öne çıkardığı en zinde güçleri biraraya getirmeye çalışılmalı, yeni süreç yeni güçlerle göğüslenmelidir. Böyle bir toparlanmayla, dışarıda tutuşturulacak direniş kıvılcımları, sistemin farklı alanlardan sürdürdüğü yıkım saldırılarına karşı kitlelerin biriken öfkesini ateşlemede de etken olabilecektir. Emekçi kitle mücadelesinin bir evresine damgasını vuran, "Direne direne kazanacağız!" şiarını yeniden etkin kılacak olan, yeni direniş mevzilerinin açılması, sürmekte olan direnişlerin zaferle sonuçlandırılmasıdır.
Kokuşmuş
düzenin medyası Medyanın ülkenin bu günlerdeki haraç-mezat satışını nasıl hararetle desteklediği genelde biliniyor. Ancak zaman zaman kullanılan tabirler, düşkünlükte ve onursuzlukta sınır tanımadıklarını gösteriyor. CNN Türk'ün bir ekonomik yorum programında; Enis Öksüz'ün istifası, doların 1 milyon 600 bine vuran tırmanışı ve bir dediği iki edilmediği halde İMF'nin daha ne istediği üzerine konuşuluyor. Getirilen yorum ve öneri, kadın tellallarının çamurluğuna rahmet okutacak iğrençlikte. İMF'nin isteklerini yerine getirmek yetmezmiş, bunu iştahla yaptığınızı da göstermeliymişsiniz. Mesela hükümet meclisi olağanüstü toplamalı ve Eylül-Ekim aylarında ele alınması planlanan satışlar için hemen çalışmaya başlamalıymış... Eski Türk filmlerinin, "bedenimi satın alabilirsin ama ruhumu asla" komedisini bile soyluluk derecesine yükselten bu düşkünlük karşısında insanın tüyleri ürpermeden edemiyor. Biz nasıl bir sınıfın, nasıl bir düzenin elinde kaldık? Rezaletin bu düzeyine nasıl tahammül edebiliyoruz ve daha nereye kadar katlanacağız? Burjuva medya/burjuva aydının bu rezaleti, aslında burjuva sınıfa tutulmuş bir aynadır aynı zamanda. Bu baylar, bu sınıfın ve bu düzenin sözcülüğünü yapıyorlar. Söyledikleri TÜSİAD patronlarının söylediklerinden özde bir farklılık içermiyor. Sadece, patronlar patron diliyle, uşaklar uşak diliyle konuşuyorlar. Ve soysuz uşakların ağzından dökülen soysuz kelimeler, çenelerine yapışıp kalan iğrenç salyalara dönüşüyor. Ama bu sayede, tüm iğrenme duyguları, tüm öfke bu uşaklara yöneldiği için, hizmet ettikleri sınıf ve düzen hedef dışı kalmış oluyor. Uşakların sergilediği pislik düzenin lağımına örtü işlevi görüyor. Ama bu kadar da değil. Uşaklar sahne önünde bu şarlatanlığı sergilerken, arkada batan geminin malları üzerinde yağma tüm hızıyla sürüyor. Yağmanın aslan payını ise, her zamanki gibi en güçlüler, yani emperyalistler devletler ve tekeller götürüyorlar. Şarlatanların rolü, emperyalist soygunu da perdelemeye hizmet ediyor. Bu hizmetleri karşılığında, küçücük de olsa önlerine bir kemik parçası atılıp atılmayacağıyla da ilgilenmiyor uşak takımı. Ruhlarını öylesine satmışlar ki, kendilerindeki "kendini iştahla pazarlama" düşkünlüğünü hükümette de görmek istediklerini arsız bir pervasızlıkla dillendirebiliyorlar. Uşak takımının bu düşkünlüğü iğrenme ve öfkenin azamisini hakediyor kuşkusuz. Ve yine kuşku yok ki, tüm aşağılık uşakların hakettiği muameleyi de göreceklerdir. Ama, öfke ve tepkinin Ğve hesap sormanın- asıl olarak uşaklara değil efendilerine, bu soygun düzeninin sahipleriyle dışarıdaki ortaklarına yöneltilmesi gerekiyor. Ülkenin gerçek sahipleri, ülkenin ve bugün yağmaya açılmış olan tüm değerlerinin yaratıcısı olan işçi ve emekçilerin gerçek muhatabı egemen sınıf olarak burjuvazidir. Ancak burjuva sınıfı ve düzenini karşısına alan bir mücadele sayesindedir ki, düzenin yalakaları ve yardımcıları da saf dışı edilebileceklerdir. Emperyalist yağmaya son vermenin tek geçerli yolu, ülkeyi yağmaya açan bugünkü sahiplerinin elinden kurtarmaktır. "Yaşama hakkına saygı" mitingini yasaklayanlara anlamlı ve militan yanıt: Coşkulu
ve kararlı bir kitle Çalışması günler öncesinden başlayan "Yaşama hakkına saygı" mitinginin yasaklanmasından sonra, mitingin düzenleyicileri Sultanahmet Adliye'sinde suç duyurusu eylemi gerçekleştirdiler. Mitingin son anda yasaklanması, Sultanahmet eylemi duyurusu için yeterli çalışma yapılamamasına neden oldu. Bu eksikliğe rağmen eyleme 1500'ün üzerinde coşkulu bir kitle katıldı. Eylem saatinden
önce gelen bir grubu gözaltına alan polis, Adliye önüne de çevik otobüsleri
ve polisleriyle barikat kurdu. Eylem saatine doğru sayısı artan kararlı
ve öfkeli kitle karşısında geri adım atmak zorunda kalan polis, otobüslerini
Adliye binasının önüne doğru çekmeye başladı. Kararlı duruşuyla polis
engelini aşan kitle Adliye'ye doğru sloganlarla yürüyüşe geçti. Binanın
önü polis ve otobüslerle dolu olduğu için kitle caddeye doğru taştı. Şehitlerin fotoğraflarının taşındığı eylemde kitlenin attığı "Bedel ödedik bedel ödeteceğiz!", "Katil devlet hesap verecek!", "Devrimci tutsaklar onurumuzdur!" sloganları, reformist parti ve anlayışlar tarafından peşi sıra atılan "Tecridi kaldırın ölümleri durdurun!", "Yeni ölümler istemiyoruz!", "İçerde dışarda hücreleri parçala!" sloganlarıyla denetim altına alınmak istendi. Yeni ölümlere tahammülü kalmayan kitle, bu denetime rağmen ısrarla devletin katliamcı yüzünü teşhir eden ve hesap soran sloganlarla devrimci tutsakları sahiplenen sloganları atmaya devam etti. Eylemin
denetimlerinden çıkması nedeniyle devletin baskı ve terörüne maruz kalmak
istemeyen reformist gruplar eylem biter bitmez, "yürüyüş yapmıyoruz, hemen
dağılıyoruz" anonslarıyla kitleyi dağıtma derdine düştü. Uzun zamandır gerçekleştirilen cılız eylemlerden sonra kitleselliği, kararlılığı ve coşkusuyla kitlelerin suskunluğunu parçalayan Sultanahmet eylemi, artık insanların ne devlet terörüne ne de reformizmin dizginleyici çabalarına tahammülü kalmadığını göstermiştir. Gerçek devrimcilere düşen güncel yakıcı görev, bu tahammülsüzlüğü en iyi biçimde örgütlemek ve devrimci tutsakların canlarını ortaya koyarak yükselttikleri direnişi etkin biçimde sahiplenmektir. SY Kızıl Bayrak/İstanbul
|
|||||