21 Temmuz'01
Sayı: 18


Kızıl Bayrak'tan
Cenova'daki "savaş durumu"nun politik anlamı ve önemi

Cumhuriyet mandacıları siyasetin iplerini tümden teslim etmiş durumdalar

Zafere olan inançla dayanışmayı yükseltelim

Devrim şehitleri ölümsüzdür!
Günü kurtarmak değil, geleceği kazanmak için!..
Saldırgan askeri ittifak yeni projelerle boyutlanıyor
Sınıf hareketi
Düzen bekçileri hazırlanıyor
Tutsaklardan açıklama
Telekom Bülteni'nden
Uluslararası hareket
PKK-DÇS'nin açıklaması: Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür!
Ölüm Orucu direnişçilerinden mektup

Açıklamalardan

Mücadele Postası

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Günü kurtarmak değil
geleceği kazanmak için!..

Y.Maden

Devletin stratejik bir plan çerçevesinde yürüttüğü hücre saldırısı özünde devrimci hareketin tasfiye edilerek düzeniçi liberal bir tortu haline getirilmesi hedefine bağlanmaktadır. Çerçevesi MGK "Siyaset Belgesi"nde çizilen saldırı birbirini tamamlayan belli aşamalara sahiptir ve bunun en üst noktasını hücre saldırısı oluşturmaktadır.

Düzen, stratejik planı gereğince, sistematik biçimde devrimci hareketin direnç noktalarının en aza indirilmesi, toplumsal planda "marjinalleştirilmesi", siyasal planda silahsızlandırılması amacıyla hücre saldırısını ölümcül bir darbe olarak yürürlüğe sokmuştur. Amaç toplumsal-siyasal planda etkisizleşmiş, silahları köreltilmiş devrimci hareketin, hücre saldırısıyla beraber moral değerleriyle parçalanması ve atomize edilmesidir. Adım adım örülen bu tasfiye operasyonuyla devrimci hareketin büyük oranda etkisizleştirilmesi planlanmaktadır. Elde edilecek başarının kalıcı olmayacağı açıktır. Ama düzenin, emekçilerin yıkımı üzerinden kapsamlı bir yeniden yapılandırma operasyonuna tabi tutulduğu bir dönemde, bir süreliğine de olsa devrimci hareketin etkisizleştirilmesi, düzen açısından büyük bir kazanım olacaktır.

Hücre saldırısının anlamı ve kapsamı üzerine bu söylenenler devrimci hareket saflarında genel olarak kabul edilmektedir. Ancak böylesine kapsamlı bir stratejik saldırıya karşı devrimci hareketin ortaya koyduğu politika ve pratik oldukça zayıf ve iç karartıcı bir tabloya sahiptir. Devletin sistematik biçimde yarattığı boğucu atmosfer içerisinde kaybolanlar, bu siyasal doğrulara gözlerini kapamakta, belirsizlik içerisinde kendilerini akıntıya bırakmaktadırlar. Dolayısıyla hücre saldırısının anlamı ve kapsamı konusunda yukarıda bir kez daha belirtme gereği duyduğumuz temel olgular, bugün mevcut tabloyu değiştirme yönünde ortaya konulacak her iradenin, sıkı sıkıya sarılınması ve tüm siyasal pratiğini üzerinden şekillendirilmesi zorunlu olgulardır.

Birkaç ay önce yaptığımız bir değerlendirmede zindan çatışmasının bir kilitlenme yaşadığını belirtmiştik. Devlet, sistemli politikalarla toplumsal yalıtmaya tabi tuttuğu direnişi kırmak için akıl almaz işkencelere başvurmuş, ama başarıya ulaşamamıştır. Bu anlamıyla direniş karşısında acz içerisindedir. Diğer yandansa direniş zindanlarda olağanüstü bir kararlılıkla sürmesine karşın, devlete diz çöktürecek güçleri henüz çıkaramamakta, toplumsal yalıtılmayı kıramamaktadır. Onlarca şehit de bu tabloyu değiştirememiştir. Bu kilitlenmeyi devrim lehine aşmak, zindanlarda yaşanan çatışmaya uygun bir taraflaşmaya toplumsal planda somutluk kazandırmaktan geçmektedir. Bunu yapacak olanlar öncelikle devrimcilerdir. Ama hücre saldırısını önceleyen süreçte bir hayli zayıflatılmış ve silahları köreltilmiş devrimci hareket, ÖO direnişi ile bu durumu bir nebze olsun olumlu anlamda değiştirmekle beraber aşamamış, 19 Aralık gibi bir operasyona hazırlıksız yakalanmıştır. Bu ise mevcut zayıflığı, önemli güç ve mevzi kayıplarıyla beraber derinleştirmiştir.

Ama yine de zindan katliamına karşı gösterilen büyük direnişin sağladığı moral üstünlük bu zayıflığı orta vadede aşmanın olanaklarını yaratmıştır. Önemli olan bu zayıflık tablosuna ve devletin boğucu saldırılarına karşı, direnişin anlamına ve ruhuna uygun bir direngenliğin ortaya konulmasıdır. Elbette bu dar kadrosal eylemlilikler değildir. Direngenlik, devletin sistematik olarak yarattığı boğucu atmosferi parçalamak üzere, devrimci güçlerin zindan direnişinin yarattığı moral değerlerle beslenerek, direnişi sahiplenmeyi örgütleme yönünde güç ve imkanları küçük hesaplara takılmadan kesintisiz bir çaba içerisine sokmasıdır. Ancak ne yazık ki geleneksel devrimci-demokrat akımların önemli bir bölümü, ne devletin katliam sonrasında yarattığı boğucu atmosferi parçalayacak bir bakışa sahiptirler, ne de direnişin etkisini toplumsal planda yayıp örgütleyecek irade ve çabaya. Öyle ki, katliam sonrası süreçte genelde geleneksel devrimci akımlar cephesine şaşkınlık ve çaresizlik ile yeni şehitlerle sürecin devrim lehine değişeceği yönlü kolaycı bir beklenti hakim olmuştur.

Katliam sonrasında yeni şehitlerle devletin sistematik olarak ördüğü yalan perdesiyle beraber sessizlik duvarının yıkılması doğaldır. Önemli olan şehitlerle beraber oluşacak toplumsal duyarlılığı direniş lehine somut bir güce dönüştürmek, bu yönde yoğun bir çaba içerisine girmekti. Ama ne yazık ki katliam sonrasında süreci değiştirme yönünde anlamlı bir çaba içerisinde olamayanlar, şehitlerle beraber de bu tutumlarını sürdürmüşlerdir. Dahası kendi rollerini liberal-reformistlere havale etmiş, kendilerini sürecin basit bir destekçisi durumuna indirgemişlerdir. Oysa peşpeşe gelen şehitlerle beraber anlamlı bir toplumsal duyarlılık oluşmuş, devrimci müdahale ile somut bir toplumsal hareketliliğe dönüştürülecek imkanlar elde edilmiştir. Örneğin şehitlerin peşpeşe geldiği ilk dönemde, daha önce hücre karşıtı mücadelede önemli bir yer tutan öğrenci gençlik kitleleri içerisinde kendisini bir eylem arayışıyla ifade eden önemli bir duyarlılık ortaya çıkmıştır. Komünistlerin bu duyarlılığı harekete geçirme yönünde devrimci-demokrat yapılara götürdükleri açık eylem önerileri, güçlerin sınırlılığı ve "nesnel durum" gerekçeleriyle kabul edilmemiştir. Oysa şehitlerin gelmesiyle beraber hem devletin düştüğü acz, hem de oluşan toplumsal duyarlılık, yapılacak ilk ciddi çıkışla beraber süreci devrimciler lehine dönüştürebilecek bir dönüm noktası olabilirdi. Ama devrimci irade zayıflığı sürecin seyrinin bir kez daha devletin ellerine teslim edilmesine neden olmuştur. İlk dönemlerde şehit cenazeleri mevcut duyarlılık için bir kanal işlevi görmüşse de, zaman içerisinde bunlar da işlevlerini yitirmişlerdir. Sonuçta süreç bir kez daha zindanlara daralmıştır. Devrimci tutsaklarla devlet arasındaki bir iradi çatışma biçiminde devam etmiştir.

Şehitlerle beraber sürecin devrim lehine dönüştürülememiş olması direniş cephesinde de belli gedikler açmıştır. Sürecin ağırlığını artık taşıyamayacak durumda olanlar direniş saflarından dökülmüşlerdir. En ciddi dökülmeler bu dönem yaşanmıştır. Bu da yine dışarıda olumsuz sonuçlar yaratmıştır.
Tüm bunlar her ne kadar devlette direnişi kırma umutları yaratmasa da, onu kayıtsız bir bekleme sürecine sokmuştur. Devletin bu noktada amacı, direnişi zorla tedavi işkencesiyle bitiremese dahi, devrim saflarında siyasal bir kırılmayı olgunlaştırma yönündedir.

Bu süreç esasta düzen ve devrim cephesi arasında yürüyen bir irade savaşını işaretlemektedir. İrade savaşını devrim lehine kazanmak, dışarıda direnişin anlamına ve ruhuna uygun bir siyasal duruş içerisinde olmak, yoğunlaşmış bir kitle çalışmasıyla toplumsal duyarlılığı geliştirmek ve bunun için her alanda devrimci bir cüret ve inisiyatif içerisinde olmaktan geçiyordu. Bunun başarılabilmesi için ise, herşeyden önce, güne geleceği kazanma bakış ve sorumluluğuyla yaklaşmak zorunlu bir önkoşuldu. Ama ne yazık ki tüm süreç boyunca kendisini gösteren bu zayıflık aşılamamıştır.

Siyasal kırılmanın olgunlaşan koşulları

Tüm zayıflık ve nesnel zorluklara karşın güne geleceği kazanma bakış ve sorumluluğuyla yaklaşmak, ayakta kalmanın yanısıra geleceği kazanmanın biricik koşuludur. Aksi durumda, geleceği kazanmak bir yana, günün ihtiyaçlarına da yanıt verilemez ve ayakta kalınamaz. Sonuç siyasal planda kırılma ve tükeniştir. Devrimci hareketin önemli bir kesimi açısından bugünkü güncel sorun budur. Güncel görevlere geleceği kazanma bakışı çerçevesinde yaklaşmayanlar, bugün siyasal bir kırılma tehlikesiyle yüzyüzedirler. Bunun somut örnekleriyle her geçen gün daha sık karşılaşmaktayız. Örneğin daha dün hücre saldırısının anlamı ve kapsamı konusunda sayfalar dolusu anlamlı değerlendirmeler yapanlar, hatta yer yer sekterliğe varan tutumlar alabilenler, bugün düzenin bazı kurumları ile emperyalist politikalar üzerinden meşruluk arayışı içerisine girebilmektedirler.

Elbette bunlar şaşırtıcı değil, sözkonusu yapıların yapısal zayıflıklarının mantıki sonuçlarıdır. Ve direnişin güncel görevleri, düzenle her alanda dişe diş bir mücadeleyi gerektirdiği gibi, söz konusu eğilimlerle hesaplaşmayı da zorunlu kılmaktadır. Bu geleceği kazanmanın güncel planda birbirini tamamlayan iki özel görev alanıdır.

Ayrışma ve saflaşma zemini olgunlaşıyor

Zindan direnişi, devrimci hareket içerisinde yaşanmakta olan ayrışma ve saflaşmanın somut bir ifadesi olmuştu. Bu herşeyden önce hücre saldırısının kapsamı ve ön hazırlık aşamaları üzerinden anlamını bulmuştur. Devletin hücre saldırısını önceleyen dönemde yürüttüğü sistematik politikalar sonucu, reformist-liberal solun önemli bir bölümü düzen bataklığına doğru yeni adımlar atmışlardır. Aynı dönemde devrimci-demokrat saflarda da liberal solun boşalttığı konuma doğru evrilme yönünde belli eğilimler olduğu bilinmektedir. PKK'nin teslimiyeti bunu daha da derinleştirmiştir.

Bu tablo üzerinden yaşanmakta olan ayrışma ve saflaşma zemini üzerinde başlayan direniş, katliama kadarki süreçte yarattığı etki ve ortaya çıkardığı güçle, sol hareket içerisinde tasfiyeci cereyandan etkilenen güçleri yeniden devrimde ısrar yönünde etkiledi ve sarstı. Bu anlamda zindan direnişi düzenin hesap ve yönelimlerinde önemli gedikler açtı. Katliam devletin bu direniş odağına bir yanıtıydı. Katliam ve sonrasında yürüttüğü sistematik saldırılarla inisiyatifi yeniden eline alarak, tasfiyeci kuşatmayı güçlendirdi. Tüm bunların sonuçları bugün gözler önündedir. Katliam sonrasında liberal-solun düzen solu ile girdiği ilişkiler, devrimci-demokrat akımlar şahsında son dönemde somut ifadeler kazanan düzen için çözüm arayışları ile devrimci moral değerlerdeki erozyon, bu gerçeğin yalın göstergeleridir. Hiç kuşku yok ki, bugün derinden derine yaşanan yenilgi ruh hali, önümüzdeki dönem daha açıktan ve siyasal ifadeleriyle kendini gösterecektir. Bu, bugün zindanlarda büyük bedellere rağmen sürdürülen başeğmez direniş ile devrim cephesi açısından kuşkusuz büyük bir tehlikedir. Ama önüne geçilemezse, bugünkü tablo ve eğilimler dikkate alındığında, kaçınılmazdır.

Tüm bunlar, zindan direnişiyle kendisini yalın bir biçimde ortaya koyan ayrışma ve saflaşmanın derinleşerek yeni bir düzey kazandığının göstergeleridir.

Devrim cephesinin kazanmaktan
başka yolu yoktur!

Hücre saldırısının anlamı ve kapsamı düşünüldüğünde, devrimciler cephesinden kazanıncaya kadar direnmekten başka bir yol yoktur. Hücre saldırısı eğer bir tasfiye ve imha saldırısıysa, sürecin yenilgiye evrilmesinin devrimci harekete faturası çok ağır olacaktır. Tam da bu nedenle, hangi bedel pahasına olursa olsun direnilecektir. Bu, devrimci güçlerin fiziki olarak tasfiyesiyle sonuçlansa dahi böyle olmak durumundadır.

Katliam sonrasında yapılan değerlendirmelerde, katliam saldırısına karşı sergilenen militan direniş ile Ô71 kuşağı ve sonrası süreç arasında bir paralellik kurulmuştu. İşte bugünü ve bugünkü görevlerin anlamını buradan anlamak durumundayız. Düzen bugün 19 Aralık katliamını süreklileştirmiş durumdadır. Ya imha ya teslimiyet dayatılmaktadır. Dolayısıyla geleceği kazanmak için direnmek devrimci hareketin tek seçeneğidir. Bu böyle anlaşılmak, gerekleri yerine getirilmek durumundadır.

Bu söylediklerimiz zindanlar için olduğu gibi, esasta dışarıya dönüktür. Zindanlardaki yoldaşlarımız ve siper yoldaşlarımız bu bilinçle direnişi bu noktaya getirdiler. Önemli olan onların direngenliğini ve başeğmezliğini dışarda varedebilmektir.

Süreci devrim lehine kazanmak için
güç ve olanaklar mevcuttur

Süreç, tüm olumsuzluklara, sessizlik ve suskunluk tablosuna, devrimci saflarda yaşanan umutsuzluk ve yenilgi ruh haline karşın, önemli güç ve olanakları da biriktirmektedir. Kararlılıkla süren direniş, direnişe dönük ilgiyi artırmaktadır. Devletin yalan ve demagojiyle örtmeye çalıştığı katliamcı kimliğinin belgelenmesi de direnişe dönük ilgi ve sempatiyi arttırmıştır. Tüm bunlar son dönemin gözlemlenebilir somut olgularıdır. Örneğin 15 Temmuz mitinginin yasaklanması üzerine yapılan Sultanahmet eylemi ve aynı gün yapılan Sevgi Erdoğan'ın cenazesine katılım, sergilenen kararlılık ve coşku bunun somut ifadeleridir.

Bu eylemlilikler şahsında kendisini ortaya koyan duyarlılık ve öfke, 15 Temmuz mitingine dönük sınırlı ama anlamlı ön hazırlık çalışmasıyla birlikte anlaşılmalıdır. Elbette devlet yasağına rağmen gösterilen iradenin önemli bir rolü vardır. Miting ön hazırlık çalışmaları temelde önemli merkezlerde ve emekçi semtlerinde yaygın olarak yapılan çağrılara dayanmıştır. Ama bu sınırlardaki bir çaba dahi direniş lehine anlamlı bir atmosfer yaratmıştır. Tüm bunlar üzerinden mevcut duyarlılığa bir kanal açılmış ve devlet yasağına karşı gösterilen iradeyle beraber coşku son dönem eylemlerinde görülmeyen bir düzeyde kendisini ortaya koymuştur.

Tüm bunlardan hareketle şunu söyleyebiliriz. Bugün süreci devrim lehine değiştirmek için zorunlu iki koşul vardır. Birincisi mevcut duyarlılığa kendisini ifade edebileceği bir kanal açmak için yoğun ve sistematik bir kitle çalışması yürütmek; ikincisi, bu pratik çabayı devrimci inisiyatif ve iradeye dayandırmaktır.

Bu anlamıyla her düzeyde zindan direnişinin anlamına ve ruhuna uygun bir devrimci cüret ve irade gösterilmek durumundadır. Planlı ve programlı bir biçimde kitlelere yönelerek, yoğun ve sistemli bir kitle çalışmasını bir eylem sürecine bağlamalıyız. Bu doğrultuda geçmişte anlamlı örnekleri görülen hücre karşıtı, ÖO ile dayanışma amaçlı platform ve birlikleri her alanda oluşturmalıyız. Bugün devrimcilerin ve komünistlerin güncel ve yakıcı görevleri bunlardır. Bu çerçevede mutlaka her alanda ve her düzeyde güncel görevler tartışılmak ve somut planlamalara bağlanmak durumundadır.

Günü kurtarmak değil, geleceği kazanmak perspektifiyle hareket etmeliyiz.