21 Temmuz'01
Sayı: 18


Kızıl Bayrak'tan
Cenova'daki "savaş durumu"nun politik anlamı ve önemi

Cumhuriyet mandacıları siyasetin iplerini tümden teslim etmiş durumdalar

Zafere olan inançla dayanışmayı yükseltelim

Devrim şehitleri ölümsüzdür!
Günü kurtarmak değil, geleceği kazanmak için!..
Saldırgan askeri ittifak yeni projelerle boyutlanıyor
Sınıf hareketi
Düzen bekçileri hazırlanıyor
Tutsaklardan açıklama
Telekom Bülteni'nden
Uluslararası hareket
PKK-DÇS'nin açıklaması: Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür!
Ölüm Orucu direnişçilerinden mektup

Açıklamalardan

Mücadele Postası

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Cumhuriyet mandacıları siyasetin iplerini de tümden teslim etmiş durumdalar


Ekonomik krizin siyasal krizi de beraberinde büyüteceği, siyasal krizin ise bir hükümet krizinden ibaret olmadığı bilinmektedir. Düzenin efendileri, uşakları, sözcüleri, kalemşörleri ise bugüne dek bu gerçeklere hep yan çizme yoluna gittiler. ABD dayatması bir Dünya Bankası memurunun el atmasıyla ekonomik krizin aşılacağı, ülkenin düze çıkacağı yalanıyla halkı 6 ay boyunca oyalamayı başardılar.

Ancak gelinen noktada, Derviş'in de, DB-İMF'nin de ekonomiyle sınırlı bir misyon üstlenmedikleri iyice açığa çıkmış bulunuyor. Telekom meselesinde de böyle oldu, Enis Öksüz istifasında da... Artık dayatmalar, "şu şu ekonomik kararların alınması" sınırlarını çoktan aştı. İş, Telekom'un yönetimi, hükümetin bileşenleri, hangi bakanlığa kimin getirileceği, bakan sayısının kaç olması gerektiği gibi "iç" sorunlara müdahaleye gelip dayandı. Şimdi burjuva medyanın mandacı kalemşörleri, devrimcilerin yıllardır yineleyip durdukları gerçeği yeni keşfetmiş gibi, "kimbilir daha neler isteyecekler" demeye başladılar. Meclis şarlatanı Kamer Genç yakın süreçte bunun yanıtını vermişti aslında. Daha dün Genç'in, "Yarın donunuzu isteyecekler, onu da verecek misiniz?" sorusuna celallenenler, bugün verme konusunda "iştahlı" olup olmama tartışması yapmaktadırlar. Üstelik bu "istekli görünme" tavsiyesi sadece içerdeki uşakların marifeti de değil. 19 Temmuz tarihli Cumhuriyet'in aktardığına göre, İngiliz ekonomi gazetesi Financial Times, Türkiye'nin İMF'nin şartlarına uyma konusundaki "isteksizliği"nden, AGSK ve Kıbrıs konusundaki tutumundan vb. bahisle, Batılı kulüplerdeki etkinliğinin zayıflayacağı uyarısı yapıyor.

Özetle, artık içerde de dışarda da, İMF programlarının salt ekonomik bağımlılık yaratmakla sınırlı kalmayacağı, siyasetin iplerinin de teslim edilmesi gerektiği daha doğrudan ifade edilmeye başlanmış durumda.

G-8'lerin Cenova toplantısında da Türkiye ve Arjantin'in masaya yatırılacağı ilan edilmiş bulunuyor. Bunun ise bir ameliyat masası değil, kurtlar sofrası olduğu ortada. Şölen bittiğinde masada Türkiye namına bir şey kalıp kalmadığını hep birlikte göreceğiz kuşkusuz. Aynı zamanda koalisyon ortaklarının "iştahlı" görünme konusundaki çabalarını izleyeceğiz. Gerçi başta başbakan olmak üzere, bu hükümetin ülkeyi peşkeş çekme programını uygulamada ne kadar istekli, ne kadar hevesli, ne kadar kararlı davrandığını bizler çok iyi biliyoruz. Bu heves ve bu kararlılık bizlere kanımız-canımız pahasına kanıtlandı. Ama emperyalist efendilerin bu kadarıyla yetinmek niyetinde değiller. Öyle saklı-gizli yok, tam ve açıktan teslimiyeti kendi ağzınızla ilan edeceksiniz, diyorlar. Cumhuriyet basınının bir zamanlar onca aşağıladığı Osmanlı mandacıları bile, bir kurdun saldırısına karşı bir başkasının "himayesi"ni kabul etmekten söz ediyorlardı. Cumhuriyetin mandacıları ise ülkeyi kurtlar sofrasına boylu boyunca yatırmış durumdalar.

Cumhuriyet Türkiyesi'nin 70 küsur yılda aldığı bu mesafe, aslında Türkiye burjuvazisinin 70 küsur yılda geçirdiği evrimi ortaya koymaktadır. Aynı zamanda sermayenin uluslararası evrimini de. "Globalizm", "yeni dünya düzeni" vb. adlarla propaganda edilen işte budur. Dünyanın en zenginleri tek kutuplu bir dünyanın tepesine konumlanacaklar. Ekonomiyi de siyaseti de onlar yönetecekler. Böylece bütün dünya halklarının, bütün dünya işçilerinin ve emekçilerinin kanını doğrudan emme imkanına kavuşacaklar.

Emperyalizmin Türkiye'deki ortaklarının ve uşaklarının bugünkü icraatları tümüyle bu amaca hizmet etmeye endekslidir. Emperyalizmin bu mandacı işbirlikçilerinin ve uşaklarının iktidarını yerle bir etmek için mücadeleyi yükseltmedikçe bu onursuzluğa dur demek mümkün olamayacaktır.


 

Kokuşmuş düzenin medyası
düşkünlükte sınır tanımıyor


Medyanın ülkenin bu günlerdeki haraç-mezat satışını nasıl hararetle desteklediği genelde biliniyor. Ancak zaman zaman kullanılan tabirler, düşkünlükte ve onursuzlukta sınır tanımadıklarını gösteriyor.

CNN Türk'ün bir ekonomik yorum programında; Enis Öksüz'ün istifası, doların 1 milyon 600 bine vuran tırmanışı ve bir dediği iki edilmediği halde İMF'nin daha ne istediği üzerine konuşuluyor. Getirilen yorum ve öneri, kadın tellallarının çamurluğuna rahmet okutacak iğrençlikte. İMF'nin isteklerini yerine getirmek yetmezmiş, bunu iştahla yaptığınızı da göstermeliymişsiniz. Mesela hükümet meclisi olağanüstü toplamalı ve Eylül-Ekim aylarında ele alınması planlanan satışlar için hemen çalışmaya başlamalıymış...

Eski Türk filmlerinin, "bedenimi satın alabilirsin ama ruhumu asla" komedisini bile soyluluk derecesine yükselten bu düşkünlük karşısında insanın tüyleri ürpermeden edemiyor. Biz nasıl bir sınıfın, nasıl bir düzenin elinde kaldık? Rezaletin bu düzeyine nasıl tahammül edebiliyoruz ve daha nereye kadar katlanacağız?

Burjuva medya/burjuva aydının bu rezaleti, aslında burjuva sınıfa tutulmuş bir aynadır aynı zamanda. Bu baylar, bu sınıfın ve bu düzenin sözcülüğünü yapıyorlar. Söyledikleri TÜSİAD patronlarının söylediklerinden özde bir farklılık içermiyor. Sadece, patronlar patron diliyle, uşaklar uşak diliyle konuşuyorlar. Ve soysuz uşakların ağzından dökülen soysuz kelimeler, çenelerine yapışıp kalan iğrenç salyalara dönüşüyor. Ama bu sayede, tüm iğrenme duyguları, tüm öfke bu uşaklara yöneldiği için, hizmet ettikleri sınıf ve düzen hedef dışı kalmış oluyor. Uşakların sergilediği pislik düzenin lağımına örtü işlevi görüyor. Ama bu kadar da değil. Uşaklar sahne önünde bu şarlatanlığı sergilerken, arkada batan geminin malları üzerinde yağma tüm hızıyla sürüyor. Yağmanın aslan payını ise, her zamanki gibi en güçlüler, yani emperyalistler devletler ve tekeller götürüyorlar. Şarlatanların rolü, emperyalist soygunu da perdelemeye hizmet ediyor. Bu hizmetleri karşılığında, küçücük de olsa önlerine bir kemik parçası atılıp atılmayacağıyla da ilgilenmiyor uşak takımı. Ruhlarını öylesine satmışlar ki, kendilerindeki "kendini iştahla pazarlama" düşkünlüğünü hükümette de görmek istediklerini arsız bir pervasızlıkla dillendirebiliyorlar.

Uşak takımının bu düşkünlüğü iğrenme ve öfkenin azamisini hakediyor kuşkusuz. Ve yine kuşku yok ki, tüm aşağılık uşakların hakettiği muameleyi de göreceklerdir. Ama, öfke ve tepkinin Ğve hesap sormanın- asıl olarak uşaklara değil efendilerine, bu soygun düzeninin sahipleriyle dışarıdaki ortaklarına yöneltilmesi gerekiyor. Ülkenin gerçek sahipleri, ülkenin ve bugün yağmaya açılmış olan tüm değerlerinin yaratıcısı olan işçi ve emekçilerin gerçek muhatabı egemen sınıf olarak burjuvazidir. Ancak burjuva sınıfı ve düzenini karşısına alan bir mücadele sayesindedir ki, düzenin yalakaları ve yardımcıları da saf dışı edilebileceklerdir. Emperyalist yağmaya son vermenin tek geçerli yolu, ülkeyi yağmaya açan bugünkü sahiplerinin elinden kurtarmaktır.