5 Mayıs'01
Sayı: 07


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs'ın gösterdikleri
  1 Mayıs ve sendika bürokrasisi
  İstanbul'da coşkulu 1 Mayıs!
  Sınıf ve emekçi hareketine ayna, hücre karşıtı muhalefete moral
  Yurdun dört bir yanında 1 Mayıs!
  1 Mayıs ön hazırlık çalışmaları
  Dünyada ve Türkiye'de 1 Mayıs
  Dünyada 1 Mayıs'ın gösterdikleri
  Ölüm Orucu ile dayanışma etkinikleri
  Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
  Zaferi biz kazanacağız!
  Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan...
  Ölüm Oruçlar'yla ilgili açıklamalar
  Mücadele Postası


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

1 Mayıs deneyimim


Sınıf bilinçli bir işçi olarak ben de 1 Mayıs’a tek de olsam katıldım. Normalde tek katılmanın (yani fabrikadan arkadaşları götürememe durumu) pek de yeterli olmayacağını düşündüğüm için katılma olasılığım zayıftı. Bir arkadaş bunun yanlış olduğunu ve fazla rahat davrandığımı söylemişti. Sonra yanlış düşünmüş olduğumu hemen anladım. Böyle düşünmemin biraz da izin alma konusunda etkisi vardı. Çünkü bu zamanda işsiz kalmak benim için zordu. 1 Mayıs mitingine gitmek için üstüste mesaiye kalarak böylece izin aldım. Gideceğimi birkaç işçi arkadaşa söyledim. Kendine yurtsever diyen işçi arkadaş kendine dikkat et, oralarda ezilmeyesin diye takıldı. Ben de biz hergün burada ezilmiyor muyuz, ezilmenin kendisi işte bu arkadaş dedim.

Benim 1 Mayıs’a gideceğim kulaktan kulağa yayılmış. Ertesi gün işe gittiğimde işçiler etrafımda toplanıp nasıl geçti, neler yaptınız diye sormaya başladılar. Ben de anlattım tabii. O gün günboyu sohbet konusu bu oldu. Başka bölümlerden işçilerde duymuş, kimi yanına çağırıp sordu. Mesela usta yanıma gelip gittin de ne oldu, hak mı kazandın diye söyleniyor, yanımdaki arkadaş beni savunarak, bizi temsil etti diye cevap verdi. Bizim adımıza gitmiş oldu, dedi. Arkadaşın biri “ne sloganları attınız” diye sordu. Sıraladım atılan sloganları, en çok da hücre karşıtı sloganlar atıldı dedim. “İçerde, dışarda hücreleri parçala!” Ben bunları anlatırken o bana kolunu göstererek baksana tüylerim diken diken oldu dedi. Gerçekten de öyleydi. Bu bile çok anlamlıydı. Katılmamıştı, ama gönüllü olarak savunuyordu.

Bu yazıyı yazmamın en önemli nedeni bu konuda yaptığım acemilikti. Çünkü bu durum kulaktan kulağa yayıldığı için, rahatlıkla patrona ulaşması da mümkün. Bunun için bu çalışmaları daha dikkatli yürütmek gerektiğini anladım. Bunun en iyi yönü ise, işçi arkadaşların eyleme gidemeseler de gönülden destekledilerinin ortaya çıkmasıydı. Birkaçı da fırsat olsaydı gitmek istediğini söyledi.
Bir öteki nokta, bizler sınıf olarak ne kadar bölünmüş, örgütsüz olsak da, sınıfsal sorunlarımızın bizi nasıl da birbirimize yaklaştırdığı ve ortak yönlerimizi açığa çıkardığı gerçeğidir. Bu nedenle, çalıştığımız yerlerde günün çoğu saatini beraber geçirdiğimiz, aynı masada yemek yiyip sorunlarımızı paylaştığımız sınıf kardeşlerimizle haklı davamız için birleşelim, mücadele edelim. Kendimize ve birbirimize güvenelim.

SY Kızıl Bayrak okuru bir işçi




1 Mayıs’a hatalı katılım tarzına eleştiri

 
Kızıl Bayrak’ın sayfalarını dolaşırken 1 Mayıs’a yönelik geçmiş değerlendirmeleri okuyorum. Perspektif ve bakışaçısı beni çok etkiliyor. Hiç böyle düşünmemiştim diyorum. Yıl 1998, yazı 1 Mayıs’a yönelik, deniyor ki yazıda; “Herkes partili ya da sempatizan kendi bulunduğu yerelliği politikleştirerek alana taşımaya çalışmalı. Orası kafa yarıştırma yeri değil. Orası uzlaşmaz iki sınıfın bir araya geldiği alan. Orası devlet güçleri ile çatışma yeri değil. Sınıfla bütünleşmek sınıfı politikleştirmek ve sınıfı sosyalizme kazandırmak için bir yıl boyunca emeklerinizin değerlendirmesi olan alan.”

Bu anlatım tarzı, bu bakışaçısı, çok etkili bir perspektifin ifadesi. Yazı devam ediyor, örnekleyerek; “Ankara’da örgütlerin en fazla kitle sayısının 250 olduğu bir eylemde, Ekim pankartı açıldı ve ... yaklaşık 200 kişilik bir kitle pankartın arkasına geçti” diyor yazının devamında. Ardında şu eleştirilerle devam ediyor “Fakat bu yararlı mı oldu, hayır. Birçok yoldaşımız kendi bulunduğu ortamı bırakarak (bir tekstil işçisi kendi sendikasının içindeki işçileri bırakarak geldi. Bir öğrenci kendi okulundaki insanları bırakarak) geldi kortejimize. Bu neye yolaçtı, her yoldaşımız kendi alanını politikleştirme çabasını bir yana bıraktı. İşçi kendi sınıf arkadaşlarını sendika bürokrasisine, öğrenci belki de kendi arkadaşlarını reformizme bıraktı. Peki bizim perspektifimiz bu muydu?”

Ardından eleştiriye anlamlı görüşlerle devam ediliyor...

Geçen seneki 1 Mayıs, bu perspektifi çok güzel uyguladığımızı, bu değerlendirmeden çok iyi sonuçlar çıkardığımızı düşünüyordum. Fakat bu sene bir dizi sorun yaşadım, bu konuyla ilgili olarak. Alana toplu halde girilmesinin ardından dağılanacağı söylendiği halde biz alanda, bu çok eleştirdiğimiz geleneksel hareketin konumuna düştük. Liseli gençlik platformu ve öncü işçi inisiyatifinin arka arkaya yürümesi, bizim sendikalardaki yoldaşlarımızın bu kortejlerde yürümesi, bu sendika içindeki işçi ve emekçileri sendika bürokrasisine bırakmaktan başka neye işarettir? Tamam bu kitle bizi moral olarak motive etti. Hep biraradaydık. Bu çok güzeldi, fakat bu yukardaki değerlendirmelere ters düşmüyor muydu? Bu noktada aklıma şu zaaf alanı geliyor. Eskiden politik olarak bir güçken kitlelerde az çok bağımız ve kitleler üzerinde bir etkimiz varken, bu çok olumlu bir politikaydı. Yani sizin gücünüz var-kitle olarak- ve siz sınıf içinde dağılıp sınıfı politikleştirmek gibi bir perspektife sahipsiniz. Fakat bu tam da bu toplumsal hareketin dibe vurduğu bir noktada bir zaaf alanı olarak ortaya çıkıyor gibi görünmektedir. Tamam alana birçok kişiyi taşıdık, fakat bunu ne adına yaptık, bunu unutmamalıyız!

Bir okur/İstanbul




Son sözü direnenler söyleyecek!

 
Ölüm Orucu Direnişi’ni gönülden destekliyor ve bir kez daha son sözü direnenlerin söyleyeceğini haykırıyoruz. Tüm insanları bu tarifsiz katliam karşısında duyarlı olmaya çağırıyoruz.

Gülsuyu’ndan
Ekim Gençliği okurları




Devrimci tutsaklar verdikleri onurlu mücadeleyi
mutlak kazanacaklar!

 
Merhaba yoldaşlar,

Her geçen gün dünyayı yerinden sarsacak haberler çıkıyor, adeta fışkırıyor zindanlardan. Bugün Ölüm Orucu Direnişi’nde 190’lı günlere yaklaşıldı ve her gün ülke yeni şehitlerle sarsılıyor.

Devrimci tutsaklar içerde tutsak yakınları dışarda ölüme yatmış, yaşatmak için ölmeyi göze almışken, mevcut sistemin koruyucuları pisliklerini ve korkaklıklarını gizliyorlar. “Neden ölüyorlar, onları yönlendirenler var, bunu baskıdan dolayı yapıyorlar” diyerek, küçük bir çocuğu bile kandıramayacak sözlerle halkın karşısına çıkıyorlar. Öyle pişkinler ki, kendileri gibi düzenden pay alanları galeyana getirerek devrimcilere karşı tepki oluşturmaya çalışıyorlar. Oysa devrimci-demokrat, aydın ve gerçekleri gören insanlar, ölüme yatmış tutsakların insana yaraşır bir ülkede yaşamak için bedenlerini feda ettiklerini çoktan anladılar.

Devrimcileri emperyalistlerin dikte ettirdiği F tipi cezaevlerine zorla atan, orada onları susturacaklarına inanan katil devlet, şimdi de onurlu bir şekilde mücadele eden insanları “kullanılıyorlar” diyerek, zavallı konumuna düşürmeye çalışıyor. Aslında kimin zavallı ve bir o kadar yüzsüz olduğu anlaşılmaz değil.

Cengiz Soydaş’ın şehit düşmesinden kısa bir süre evvel “öleceklerine inanmıyorum” diyenler, direnişçilerin bir bir düşmesinden sonra rezilliklerini ve yüzsüzlüklerini gizlemek bir yana, hala kendilerini haklı çıkarmak çabasındalar.

Bu senaryoların aynısı 1996 Ölüm Oruçları esnasında da oynanmış, ama çark devletin değil devrimcilerin lehine dönmüştü. İnancımız ve öfkemizle şunu söylüyoruz ki, devrimci tutsaklar verdikleri onurlu mücadeleyi mutlak kazanacak. Yine kazanan devrimciler olacak. Her şehidin ardından ettiğimiz yeminler, gün gelecek katil devletin suratında bir tokat gibi patlayacak.

Onlar şehit düşerken bunların bilincinde olduklarını her seferinde ortaya koydular. İnancımızla öfkemizi bileyip kendimizi devrime hazırlıyoruz. Ve inanıyoruz ki, devrimci tutsakların onurlu mücadelesi zaferle sonuçlanacak, katil devletten şehitlerin hesabı sorulacaktır.

Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!

Sivas’tan SY Kızıl Bayrak okurları