1 Mayıs deneyimim
Benim 1 Mayısa gideceğim kulaktan kulağa yayılmış. Ertesi gün
işe gittiğimde işçiler etrafımda toplanıp nasıl geçti, neler yaptınız
diye sormaya başladılar. Ben de anlattım tabii. O gün günboyu sohbet
konusu bu oldu. Başka bölümlerden işçilerde duymuş, kimi yanına çağırıp
sordu. Mesela usta yanıma gelip gittin de ne oldu, hak mı kazandın diye
söyleniyor, yanımdaki arkadaş beni savunarak, bizi temsil etti diye
cevap verdi. Bizim adımıza gitmiş oldu, dedi. Arkadaşın biri ne
sloganları attınız diye sordu. Sıraladım atılan sloganları, en
çok da hücre karşıtı sloganlar atıldı dedim. İçerde, dışarda hücreleri
parçala! Ben bunları anlatırken o bana kolunu göstererek baksana
tüylerim diken diken oldu dedi. Gerçekten de öyleydi. Bu bile çok anlamlıydı.
Katılmamıştı, ama gönüllü olarak savunuyordu. Bu yazıyı yazmamın en önemli nedeni bu konuda yaptığım acemilikti.
Çünkü bu durum kulaktan kulağa yayıldığı için, rahatlıkla patrona ulaşması
da mümkün. Bunun için bu çalışmaları daha dikkatli yürütmek gerektiğini
anladım. Bunun en iyi yönü ise, işçi arkadaşların eyleme gidemeseler
de gönülden destekledilerinin ortaya çıkmasıydı. Birkaçı da fırsat olsaydı
gitmek istediğini söyledi. SY Kızıl Bayrak okuru bir işçi
1 Mayısa hatalı katılım tarzına
eleştiri Bu anlatım tarzı, bu bakışaçısı, çok etkili bir perspektifin ifadesi.
Yazı devam ediyor, örnekleyerek; Ankarada örgütlerin en
fazla kitle sayısının 250 olduğu bir eylemde, Ekim pankartı açıldı ve
... yaklaşık 200 kişilik bir kitle pankartın arkasına geçti diyor
yazının devamında. Ardında şu eleştirilerle devam ediyor Fakat
bu yararlı mı oldu, hayır. Birçok yoldaşımız kendi bulunduğu ortamı
bırakarak (bir tekstil işçisi kendi sendikasının içindeki işçileri bırakarak
geldi. Bir öğrenci kendi okulundaki insanları bırakarak) geldi kortejimize.
Bu neye yolaçtı, her yoldaşımız kendi alanını politikleştirme çabasını
bir yana bıraktı. İşçi kendi sınıf arkadaşlarını sendika bürokrasisine,
öğrenci belki de kendi arkadaşlarını reformizme bıraktı. Peki bizim
perspektifimiz bu muydu? Ardından eleştiriye anlamlı görüşlerle devam ediliyor... Geçen seneki 1 Mayıs, bu perspektifi çok güzel uyguladığımızı, bu değerlendirmeden
çok iyi sonuçlar çıkardığımızı düşünüyordum. Fakat bu sene bir dizi
sorun yaşadım, bu konuyla ilgili olarak. Alana toplu halde girilmesinin
ardından dağılanacağı söylendiği halde biz alanda, bu çok eleştirdiğimiz
geleneksel hareketin konumuna düştük. Liseli gençlik platformu ve öncü
işçi inisiyatifinin arka arkaya yürümesi, bizim sendikalardaki yoldaşlarımızın
bu kortejlerde yürümesi, bu sendika içindeki işçi ve emekçileri sendika
bürokrasisine bırakmaktan başka neye işarettir? Tamam bu kitle bizi
moral olarak motive etti. Hep biraradaydık. Bu çok güzeldi, fakat bu
yukardaki değerlendirmelere ters düşmüyor muydu? Bu noktada aklıma şu
zaaf alanı geliyor. Eskiden politik olarak bir güçken kitlelerde az
çok bağımız ve kitleler üzerinde bir etkimiz varken, bu çok olumlu bir
politikaydı. Yani sizin gücünüz var-kitle olarak- ve siz sınıf içinde
dağılıp sınıfı politikleştirmek gibi bir perspektife sahipsiniz. Fakat
bu tam da bu toplumsal hareketin dibe vurduğu bir noktada bir zaaf alanı
olarak ortaya çıkıyor gibi görünmektedir. Tamam alana birçok kişiyi
taşıdık, fakat bunu ne adına yaptık, bunu unutmamalıyız! Bir okur/İstanbul
Son sözü direnenler söyleyecek! Gülsuyundan
Devrimci tutsaklar verdikleri onurlu
mücadeleyi Her geçen gün dünyayı yerinden sarsacak haberler çıkıyor, adeta fışkırıyor
zindanlardan. Bugün Ölüm Orucu Direnişinde 190lı günlere
yaklaşıldı ve her gün ülke yeni şehitlerle sarsılıyor. Devrimci tutsaklar içerde tutsak yakınları dışarda ölüme yatmış, yaşatmak
için ölmeyi göze almışken, mevcut sistemin koruyucuları pisliklerini
ve korkaklıklarını gizliyorlar. Neden ölüyorlar, onları yönlendirenler
var, bunu baskıdan dolayı yapıyorlar diyerek, küçük bir çocuğu
bile kandıramayacak sözlerle halkın karşısına çıkıyorlar. Öyle pişkinler
ki, kendileri gibi düzenden pay alanları galeyana getirerek devrimcilere
karşı tepki oluşturmaya çalışıyorlar. Oysa devrimci-demokrat, aydın
ve gerçekleri gören insanlar, ölüme yatmış tutsakların insana yaraşır
bir ülkede yaşamak için bedenlerini feda ettiklerini çoktan anladılar. Devrimcileri emperyalistlerin dikte ettirdiği F tipi cezaevlerine zorla
atan, orada onları susturacaklarına inanan katil devlet, şimdi de onurlu
bir şekilde mücadele eden insanları kullanılıyorlar diyerek,
zavallı konumuna düşürmeye çalışıyor. Aslında kimin zavallı ve bir o
kadar yüzsüz olduğu anlaşılmaz değil. Cengiz Soydaşın şehit düşmesinden kısa bir süre evvel öleceklerine
inanmıyorum diyenler, direnişçilerin bir bir düşmesinden sonra
rezilliklerini ve yüzsüzlüklerini gizlemek bir yana, hala kendilerini
haklı çıkarmak çabasındalar. Bu senaryoların aynısı 1996 Ölüm Oruçları esnasında da oynanmış, ama
çark devletin değil devrimcilerin lehine dönmüştü. İnancımız ve öfkemizle
şunu söylüyoruz ki, devrimci tutsaklar verdikleri onurlu mücadeleyi
mutlak kazanacak. Yine kazanan devrimciler olacak. Her şehidin ardından
ettiğimiz yeminler, gün gelecek katil devletin suratında bir tokat gibi
patlayacak. Onlar şehit düşerken bunların bilincinde olduklarını her seferinde
ortaya koydular. İnancımızla öfkemizi bileyip kendimizi devrime hazırlıyoruz.
Ve inanıyoruz ki, devrimci tutsakların onurlu mücadelesi zaferle sonuçlanacak,
katil devletten şehitlerin hesabı sorulacaktır. Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz! Sivastan SY Kızıl Bayrak okurları |
|||||