ARSIVANA SAYFA
 
4 Kasım '00
SAYI: 41
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Hücre saldırısına karşı etkin bir kampanya
Af manevrasıyla hücrelerin zemini döşeniyor
Sermayenin “af oyunu”nu bozalım!
Hiçbir yalan ve demagoji eylemimize gölge düşüremez!
“İmaj tazeleme”nin ardından faşist zorbalık!
Deneyimlerin ışığında daha güçlü mücadelelere hazırlanalım!
Sınıf hareketinden haberler
BES Kongresi yapıldı
İMF karşıtı eylemler
Batman’da seri intiharlar
YÖK’e ve YÖK düzenine hayır!
SAG direnişine güçlü bir desteği örgütlemek için Nasıl bir çalışma?
SAG ve ÖO süreci ve zindanlar cepesindeki sorumluluklarımız
Güçlü direnişe zayıf destek
Tüm hapishanelerdeki DHKP-C, TKP(ML) ve TKİP tutsaklarından çeşitli kesimlere açıklamalar
Gebze Cezaevi’nde katliam hazırlığı
“Devrimci basın susturulamaz!”
Almanya’da faşizme karşı onbinlerce kişi alanlardaydı!
İşgale ve sosyal yıkım paketine hayır
ABD başkanlık seçimleri
Rüzgarlı çocukların geçidi
Ekim Devrimi ve Parti
Mücadele Postası
 



 
 
Rüzgaratlı Çocuklar Geçidi


I
Geçiyorlar!
tahta kılıçlar kuşanan çocukların
rüzgaratları
suları ve göğü köpürdeterek
geçiyorlar!
kristal bir hüzün tadı bırakarak gözlerimize
geçiyorlar!

bir ışık hüzmesi
bir çiğ tanesi
bir defne yaprağı gibi
bir bir düşüyorlar toprağa,
çok kanamalı bir dipnot olarak
düşüyorlar
mermer alnına tarihin

geçiyorlar kuşatmalardan ve uzaklardan
umudun güneyli esmer kahramanları
kara göğümüzü aydınlatmak için
diziliyorlar ellerimizin üstüne
gözleri taştan da katı gözleri kara gözleri yukarda

II

Bir düşten, bir oyundan, okul yollarından
barikata koşarken vurulan küçük generallerin
en sonuncuydu oğlum Vael,
sırasını saymadı-ağlamadı
hayır, daha cesur değildi diğerlerinden
bir oyuna dalarcasına şehvetle, girdi kavgaya
bir oyundan çıkarcasına sakin, çekildi köşesine
-rüzgaratlı çocuklar ülkesine
Yerine koştu Mustafa(*) henüz 9 yaşında
Yüreğinden kopan fırtınayı sürdü sapanına
Geçiyor şimdi bir başkası eller üstünde
göğsünde bir parça bulut
-parola niyetine
bir elinde sapan, avuçlarında taş
geçiyor kalbinden vurulmuş
ardında armağan gibi bir çocukluk
-kavgaya sunulmuş
yarasına sarılmış çaputtan kan atlanarak
geçiyor portakal çiçekleri arasından
heceleyerek gecenin alnında parlayan yıldız adlarını
geçiyor son pusudan da elvedasız

III

Ey göğsünü yırtan ağıtları halkımın!
Ey tarihin boğazını düğümleyen hırıltı!
söyleyin ey kutsal kitaplar, tapınaklar!
yakarmak neye yarar, susmak neye?
Adaklar neye yarar dualar neye?
Nereye uçar bu çocuklar?
böyle zamansız, böyle cesur, böyle acele
umut ki toprağın suya hasretidir
bölünür durur kuru dere yataklarına
daha kaç çeşit acıyla tanışmalı kalbimiz?
toprak ki, çölartığı azığıdır Arabın,
-çakallar sofrasından arta kalan
daha kaç çocuğun kanıyla harmanlanmalı
özgür bir vatan kıvamına varmak için?

IV

kinini savur rüzgara Arap kardeşim
acını göm dişlerinin arasına
taş atmaya yetmese de gücümüz
kavgaya çocuklar doğurtacak kadar
yerindedir gücümüz kuvvetimiz henüz

çocuk yapmalıyız öyleyse çocuk
sütdişinden ve masaldan
yumuşak tenden ve yakılmış tarlalardan
kandan, terden ve katıksız düşten çocuk

her düşenin ardından
bıkmadan usanmadan
çocuk yapmalıyız yeniden
gülden ve menekşeden yani
çocuk: taştan ve sapandan

çocuklar yani
özgürlüğün taştan elleri
hiç bitmeyen hasretimiz.

(*) Vael’in katledilmesinin ardından Mustafa’nın söylediğidir: “Öldürüleceğimi biliyorum, ancak bu önemli değil. Topraklarımızı terketmeleri için İsrail askerlerine taş atmak istiyorum” (Hürriyet gazetesi)


27 Ekim 2000
A. Aras





Ramiler’in boşalmaz yerleri


taş generallere...-

Kare kare ölümünü
görüyorum katillerin gazetelerinde
Korku var
minicik yüreğinde
Sımsıkı sarılmış baba ve oğul
-kanınız üzerinden pazarlığa
oturanların konaklarının yan sokağındaki-
elektrik kutusu siperiniz
Korkun ki taşıyor
senin resimlerinden bile
taştı
siyonist cellatları boğacak kadar
ve isyanını taşır yeni intifadaların
Kim demiş korkmaz diye
taş generaller
çocuk kadar saf
savaş kadar katı
yüreklidir onlar
korktular fakat
korkak olmadılar
Kim demiş taş generaller
ölmez diye
onlar ölümsüz
ölülerimizdendir
Çünkü kapkara bir
boşluktur ölüm
fakat boşalmaz
yeri onların

T. Yılmaz
Ekim ‘00