ABD başkanlık seçimleri
Burjuva demokrasisinin sirk gösterisi
Son günlerde medyanın temel gündem maddelerinden biri, ABDdeki başkanlık seçimleri. Temel gündem maddelerinden biri olmasına rağmen Al Gore ve George Bushun neler söylediğini ya da birbirinden farkını anlamak pek olası değil. Bize yansıtılan şekliyle (her ne kadar büyük bir hayranlıkla sunulsa da) seçimler bir sirk gösterisinden ya da bir televizyon yarışmasından farklı değil.
Aslında gerçekte de durum bu. Türk medyası daha çok hangi adayın anketlere göre önde gittiğini günü gününe vermekten öteye gitmiyor. Fakat aktarılanlardan oy oranlarının neden böyle yükselip düştüğünü anlamak mümkün değil. Adayların alabileceği oy oranlarındaki bu günlük değişim, loto-toto oyunları ya da borsa endekslerindeki değişime benzetilebiliyor. Ancak, kapitalizmin nabzının attığı yer olan borsanın yaşadığı yükseliş veya düşüşlerin sebeplerini oy oranlarındaki değişimle karşılaştırmak, deyim uygunsa abesle iştigaldir.
Adayların oy oranlarındaki değişim, kaşı, gözü, yürüyüşü gibi o kadar apolitik sebeplere bağlanıyor ki, insan bir an kendini bir yarışma programında sanıyor. Fakat işin aslını anlamaya ve biraz perde arkasını aralamaya çalıştığınızda, bu apolitik tutumun hiç de şaşırtıcı olmadığını görüyorsunuz.
İki adayın birbirinden farkına ilişkin olarak, ABD Yeşiller Partisinin başkan adayı Ralph Nader şunları söylüyor: Aralarındaki tek fark, şirketler kapılarını çaldığında diz çökmelerindeki hız. Gore ve Bush dışında başka başkan adayları var mıydı sorusu burada aklınıza gelecektir. Çünkü medyanın yansıttığı kadarıyla, sadece iki başkan adayı yarışıyor. Bu tutum (ki Türk medyası esasta burada Amerikan medyasının tutumunun izleyicisidir) Naderin açıklaması ile birleştiğinde, ABD seçimlerinin niteliğini çok açık bir şekilde ortaya seriyor. Aslında seçilmek istenen tekellerin çıkarlarını en iyi şekilde savunacak olandır. İcra edilen oyunun amacı budur. Türkiyenin büyük sermayedarlarından Vehbi Koçun bir seçim sırasında kim kazanırsa kazansın, sandıktan ben çıkacağım mealindeki sözleri hatırlanacaktır. ABD seçimlerinde hangi aday kazanırsa kazansın, sonuçta Koçun söylediklerine benzer bir durumla karşılaşacağız. Bugüne kadar yapılan seçimlerde ya cumhuriyetçilerin ya da demokratların adayları kazandı. Bu sefer de böyle olacak. Sorun yine aynı: Hangisi? Dünyanın en demokratik ülkesi olarak bizlere sunulan ABDde yaşanan, dünyanın en apolitik seçimidir. Tekeller saltanatlarını sürdürmek için kendilerine en iyi baş memur arıyorlar.
Durum böyle iken, seçime neden ihtiyaç duyuyorlar? Böylece emekçiler kandırılıp tekellerin tercihlerine yedekleniyor. Seçilen memurun konumu kitlelerin gözünde (ABD sözkonusu olduğunda dünya çapında) meşrulaştırılıyor. Ayrıca cumhuriyetçileri ve demokratları farklı tekeller destekliyor ve bu tekellerin desteklediği memuru başa geçirmek istemesi oldukça doğal. Seçimler için milyonlarca dolar harcıyorlar, bir bakıma kumar oynuyorlar. Destekledikleri aday kazandığında, yatırdıklarını fazlasıyla geri alıyorlar. Ama seçilen memurun örneğin cumhuriyetçilerden olması durumunda diğer tekellere karşı tutum alacağı anlamına gelmiyor. Çünkü o herşeyden önce bütün tekellerin baş memuru.
Al Gore ve George W. Bush arasında kuşkusuz ayrıntılarda ve esasa ilişkin olmayan konularda farklılıklar var. Ama örneğin Filistinin işgali ve El Aksa intifadası sonrasında yaşanan İsrail katliamlarına ikisi de karşı değil. Yani geleneksel ABD tutumunu benimseyip İsraili destekliyorlar. Daha da ötesinde, genel olarak ABD dış politikası sözkonusu olduğunda, aralarında hiçbir farklılık yok. Hangisi seçilirse seçilsin, emperyalist ABD dünya üzerindeki jandarmalığına devam edecek. Bundan kimsenin kuşkusu yok. Nitekim Türk sermaye çevreleri ve politikacılarındaki genel kanı da, Gore ya da Bush hangisi seçilirse seçilsin ABDnin Türkiyeye yönelik bakışında ve politikalarında bir değişiklik olmayacağı yolunda.
Farkları fiyatları
Bu söylediklerimizden sonra pek gerekli görünmemekle birlikte, biz yine de iç politikaya ilişkin farklılıklarına değinelim.
Demokrat Gore yeni vergiler düşünüyor, Bush ise vergi muafiyetinden bahsediyor. Fakat bundan yıllık geliri 35 bin dolar olanlar yararlanabilecekler. Sağlık sözkonusu olduğunda Bushun da Goreun da düşündüğü pahalı sağlık sigortaları. Gore alacağı bazı sosyal sigorta vergilerini özel yatırıma aktarma niyetinde olduğunu söylüyor. Spekülatörler için iyi bir alan olacak bu. Çevreye gelince, elbetteki ikisi de çevreci (!) Fakat nedense ikisi de benzinden pahalı olan ve daha fazla kirlilik yaratan etanol kullanımından yana. Gore kürtajdan yana, Bush ise karşı. Silahların sahiplerinin korunması ile ilgili yasayı onaylayan Gore seçimlerde silah kontrolünü savunuyor. Bush ise silahlanmadan yana.
Diğer adaylar
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, dünyanın en demokratik ülkesinde yaşanan gerçekte bir tam seremonidir. Tekellerin has adayları dışındakiler en demokratik medya tarafından yok sayılıyor. Bu adaylardan yukarıda ismi geçen Nader de, Goreun oylarını böldüğü için sözkonusu ediliyor. Başka bir aday ise Reform Partisinin başındaki Patrick Buchanan. Aslında ABDde seçimlere giren-girmeyen yüzlerce parti bulunuyor, fakat en demokratik medya bunların hepsini yok sayıyor.
ABD seçimlerinde bundan önceki dönemlerde, neredeyse otomatiğe bağlı bir tarzda, her üç dönemde iki kez demokratlar bir kez de cumhuriyetçiler kazanmaktaydı. Clintonın ikinci kez seçilmesi bu bakımdan süpriz oldu. ABD seçimlerinin başka süprizleri de dönem dönem süren bu kısır döngüyü kırmaya çalışanlar. Buchananın başında bulunduğu partinin kurucusu Ross Perot bir petrol milyarderi olarak paranın gücünü kullanarak seçimlerde %16 oy almıştı 1992de.
Bush ve Gore sürekli televizyon ekranlarında boy gösterirken, onları takip eden Nader aldığı oylarının kritik önemine rağmen televizyon programlarına katılamadı.
Aykırı bir aday olarak tanımlanan Nader, Goreu Bush karşısında zor duruma düşürmek ve iki partili sistemi mahvetmekle suçlanıyor. Fakat Nader bu eleştiriyi Mahvedilecek ne kaldı ki? diye yanıtlıyor. Nader bir tüketici hakları savunucusu. Çok-uluslu şirketlerin yayıncılığına karşıt olarak The Multinational Monitor adlı bir dergi çıkardı. Ayrıca emperyalist tekellerin ABD hükümetiyle ilişkilerinin durumu konusunda dersler verdi.
Emekçi sınıflar
Emekçi sınıflar sözkonusu olduğunda, Gore ve Bush tam bir umursamaz tutum sergiliyorlar. Tersinden ABDli emekçiler de Gore ve Bushun seçim kampanyasına karşı benzer bir umursamaz tavır içerisindeler. Örneğin Missisipide geçen seçimlerde sandığa gidenler, seçmen sayısının yalnızca %33ü idi.
ABD servet-sefalet uçurumunun en keskin şekilde yaşandığı ülkelerin başında geliyor. Binlerce evsiz, onbinlerce mevsimlik çalışabilen pamuk işçisi, siyahların yaşadığı ve beyazların yıllardır uğramadığı, tam bir sefalet tablosunu yansıtan yerleşim yerleri, kamplara hapsedilmiş kızılderililer... Bunlar, ne Goreun ne de Bushun umrunda.
Kısacası, 7 Kasım tarihi ABDli emekçiler açısından yeni hiçbir şey ifade etmiyor.
|