ARSIVANA SAYFA
 
26 Ağustos '00
SAYI: 31
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Saldırı bir kez daha tüm sınıfadır
"Bu grev sokakta bitirilecek"
"Hakkımızı alıncaya kadar mücadele edeceğiz"
Kimya Teknik grevi üzerine
EXSA işçisi patronun ayak oyunlarını boşa çıkarıyor
Hacıbektaş Şenlikleri’ne yönelik saldırı ve direniş
Hacıbektaş Şenlikleri’nde başarılı çalışma
KESK yönetimi KHK saldırısı karşısında tam bir acz içinde
Tarımda yıkım sürüyor, tepkiler büyüyor!
Depremin yıldönümünde medyanın timsah gözyaşları
Hücre saldırısına karşı emekçilere sesleniş!
İstanbul Tabib Odası’nın F tipi üzerine...
Bu tutumlarla siz burjuva demokratları bile olamazsınız!
Esnek üretim saldırısı ve işçi sınıfının görevleri
F tipi (hücre) karşıtı mücadelemizin dayandığı eşik
Fehriye Erdal koşulsuz olarak serbest bırakılmalıdır!
Sermayenin kölelik zincirlerini ve hücre duvarlarını parçalayalım!
Katiller sürekli karşılarında yeni Habipler ve Ümitler görecekler
EXSA işçilerine mektup ve çağrı
Özünde gerici olan bir kampanya üzerine
Onu vururlarken insan soyunun yüreğini hedeflemişlerdi
Mücadele Postası
 



 
 
Özünde gerici olan bir kampanya üzerine...
Nazım’a vatandaşlık mı?



A. Savaş


Bir süredir Sosyalist İktidar Partisi tarafından yürütülmekte olan bir kampanya var. Nazım Hikmet’in yeniden vatandaşlığa alınması, moda deyimle “iade-i itibar”ı isteniyor. Bu amaçla ellibin imza toplanmış, bu imzaların beşyüzbine çıkarılması hedefleniyor. Bu konuda hazırlanmış afişler var. Uzunca bir süredir duvarları süsleyen bu afişlerle, Nazım’a vatandaşlık kampanyasına destek çağrısı yapılıyor.

Yurtdışına çıktıktan sonra N. Hikmet’in TC vatandaşlığı bir hükümet kararıyla elinden alınıyor. Nazım’ın buna üzüldüğü de biliniyor. Fakat kaybettiği vatandaşlığı yeniden edinmek için Nazım’ın herhangi bir girişimde bulunmadığı, komünist ve enternasyonalist kimliğinden hiçbir ödün vermediği de biliniyor. Kaldı ki Nazım bunu çok önemsemiş, hatta bu konuda hukuki bir girişimde de bulunmuş olabilirdi. Bizim tartışmak istediğimiz bu değil.

Vatandaşlık burjuva hukukuna ait bir kavram. Bir burjuva devletin uyruğunda olmayı anlatıyor. İnsanların büyük ölçüde feodalitenin yarı-köle serflik hukukuna tabi olarak yaşadığı döneme göre bir ilerlemeyi ifade ediyor. Burjuvazi feodalite karşısında zafer kazanırken, feodal serflik kurumunu eziyor ve üzerine vatandaşlık bayrağını dikiyor. Ve insanlara, artık feodallerin serfleri değilsiniz, sizleri yasa önünde eşit olarak gören ve aynı yasalara tabi olarak değerlendiren benim adil devletimin uyruğusunuz, diyor. Burjuvazi hükümranlık sürdüğü topraklarda herkesi “vatandaş” haline getiriyor ve tüm vatandaşları yasalar karşısında eşitlemiş oluyor.

“Yasalar önünde eşitlik”! Bu eşitlik, vatandaşlık konumu üzerinden bir eşitliği anlatıyor. “Yasalar önünde eşitlik”; vatandaşların vatandaş olmayanlar karşısında üstünlüğü de demek oluyor bu. Kimin karşısında? Tabii ki bir başka devletin vatandaşları karşısında. Zaten burjuva devletlerin kuruluşu ve burjuva hukukunun oluşumuna mutlaka, hızla şoven bir karakter kazanan bir milliyetçilik eşlik ediyor. “Bir Türk cihana bedeldir!”, “Türk, öğün, çalış, güven!”, “Türküm, doğruyum, çalışkanım!” vb.

Bu tarihsel sürece dönük ilk kapsamlı eleştiri, bilimsel sosyalizmin kurucuları Marks ve Engels’ten geliyor. Marks ve Engels, asıl olarak burjuvazinin yasalar önünde eşitlik ilkesinin burjuva düzende işçi sınıfı ve emekçiler için ne anlama geldiğini deşifre ediyorlar. Marks ve Engels, vatandaşlık hukukunun dar, yüzeysel ve biçimsel, dahası toplumsal gelişme tarafından hızla aşılan çerçevesinin karşısına geçiyorlar. Daha Komünist Manifesto’da, burjuva milliyetçi önyargılara karşı, “İşçilerin vatanı yoktur!” temel enternasyonalist düşüncesini formüle ediyorlar.
Vatandaşlık meselesinin tarihsel içeriği kabaca böyle.

Konumuza dönersek; bırakalım herhangi bir komünisti, herhangi bir devrimcinin dahi vatandaşlık meselesine yaklaşımının genel çerçevesi yaklaşık 150 yıldır bu.

Kuşkusuz burada, Nazım’ın vatandaşlık meselesi üzerinden TC’nin anti-demokratik özünü teşhir etmek gibi bir yan olduğu ileri sürülebilir. Fakat TC’nin anti-demokratik faşist niteliği teşhir edilecekse eğer, Nazım’ın vatandaşlık meselesi ne denli uygundur? Burjuva gericiliğinin yıllardır tam da bu aynı yolla Nazım’ı “rehabilite” edip, ehlileştirip, düzen için zararsız bir azize dönüştürmeye çalıştığı bilinmiyor olabilir mi? Eğer gerçekten mesele TC vatandaşlığı üzerinden Nazım’a iade-i itibar sağlamak ise, bu kimin işidir? Ya da sözkonusu olan bu sinsi rehabilitasyona soldan verilen bir destek midir?

İkinci sorudan başlarsak, bunun iki yönü olduğunu görürüz. Birinci yön, Türkiye’de faşist bir hukukun geçerli olduğudur. Bu hukuk komünist şair Nazım Hikmet’e pek çok zulüm ettikten ve yıllarca onu zindanlara kapattıktan sonra, sonunda vatandaşlık hakkını da elinden almıştır. İkinci yön ise, bu faşist hukuk karşısında nasıl mevzilenildiğidir. Eğer sorunu vatandaşlık düzleminde koyar ve Nazım’ın komünist ve enternasyonalist kimliğini ve kişiliğini gözardı ederseniz, sonuçta burjuvazinin ideolojik-hukuksal çerçevesi içinde kalmış olursunuz. Böyle olunca, örneğin Mesut Yılmaz da sizin meselenize rahatlıkla sahip çıkar. Ve sizin kampanyanız devletin faşist karakterini teşhir etmeye hizmet etmez, tam tersine ona bir asma yaprağı bile olur. Bu tarz bir yaklaşım belki tutarsız bir burjuva-demokratının yaklaşımı olabilir. Ama bir devrimcinin, bir sosyalistin yaklaşımı asla olamaz.

Bugün bu kampanyayı örgütleyenlerin niyeti Nazım’ın vatandaşlık sorunu üzerinden Nazım’ı kitlelere tanıtmak değilse eğer (ki bugün böylesi bir tanıtıma en az ihtiyacı olan şair Nazım’dır), öyleyse devletin faşist karakterinin teşhiri üzerinden, Nazım’ın da temsilcisi olduğu komünist değerlerin propagandasını etmek olmalıdır. Oysa bu kampanyada komünist Nazım yok, TC vatandaşı Nazım var. Kaldı ki, içinden geçmekte olduğumuz böylesi bir dönemde devletin faşist karakterini teşhir etmek ve buna karşı mücadele etmek isteyenlerin işleyeceği tema herhalde Nazım’ın vatandaşlığı meselesi olmasa gerek. Bir de bugün devlet için bunun hiç de mesele olmadığı ve “bunu yapan o günkü iktidardır” deyip işin içinden sıyrılabileceği düşünülürse, bu kampanyanın herhangi bir teşhir yanı da kalmaz. Ve zaten bu yönde bir çaba da yok.

Bugün Türk devleti tarihinin en kapsamlı emek düşmanı programlarından birini uyguluyor. Emekçiler günbegün yoksullaşıyor. Devletin baskı ve terörü almış başını gidiyor. F (hücre) tipi cezaevleri gündemde ve sokaklarda, cezaevlerinde kıran kırana bir mücadele sürüyor. Tam da bu süreçte, SİP’in aklına Nazım’ın vatandaşlığı geliyor. SİP tam da kendi konumuna oturan zararsız ve masum bir meşgale buluyor kendine. Devletin Kültür Bakanlığı eliyle Nazım’ın mezarına temsilci gönderdiği bir sırada, SİP “Nazım’a vatandaşlık” kampanyasıyla güya solculuk yapıyor! Düşünün ki bu kampanyaya en manidar yanıt, bugünkü azgın saldırı hükümetinin bir temsilcisinden geliyor: Mesut Yılmaz, “olabilir, N. Hikmet yeniden vatandaşlığa alınabilir, hatta mezarının Türkiye’ye getirilmesi de iyi olur” diyor. Bu, bu kampanyanın kimlerin değirmenine su taşıdığının da bir göstergesi oluyor.

Nazım herşeyden önce inançlı bir komünisttir, şair ve edebiyatçı kişiliği hiçbir biçimde bundan ayrı düşünülemez. Ve o bir dünya şairidir, üstelik dünyanın bütün ilerici ve devrimci güçleri tarafından bilinen, tanınan, en derin bir sevgi ve saygıyla yürekten benimsenen... İnsanlığa malolmuş bu evrensel kişiliği yanında, Nazım’ın TC vatandaşı olup olmamasının zerre kadar bir önemi ve değeri yoktur. Dahası bu, bu kokuşmuş devleti onurlandırmaya kalkmaktan başka bir şey değildir. Nitekim devlet son yıllarda bu onuru üzerine almak için zaten sinsi ve hesaplı bir hazırlık içerisindedir. Nazım’ın 100. doğum yıldönümü için UNESCO nezdinde girişimleri de bizzat bu devletin Kültür Bakanlığı yürütmektedir. Tüm bunlar bilinmiyor olabilir mi? Tüm bunların anlamı kavranmıyor olabilir mi? Düzenin gerici ve hesaplı girişimlerine dolgu malzemesi olmak ne zamandan beri sosyalist geçinenlerin işi oldu?

Nazım Hikmet herşeyiyle elbette öncelikle bu topraklara aittir; fakat bunu burjuva vatandaşlık konumu üzerinden ele almak solculuk adına tam bir skandaldır. Nazım, bu topraklara ait pek çok güzellik gibi, faşist devletin hışmına uğramış, en büyük zulümlere hedef olmuş, “vatan haini” ilan edilmiştir. Ve Nazım kendisini vatandaşlıktan çıkarıp “vatan haini” ilan edenlere, onların devletine, yanıtını zamanında ünlü “Vatan haini” şiiriyle tüm açıklığı ile vermişti. Bu şiiri Nazım Hikmet’in vatandaşlık sorununa yaklaşımının da bir yanıtı sayabiliriz.

Bu topraklara ait olmak ile bu devletin vatandaşı olmak tümüyle farklı şeylerdir. Hiçbir komünist için bir burjuva devletin vatandaşı olmak övünç nedeni olmamıştır, dolayısıyla bu vatandaşlığı kaybetmiş olmak da (politik çalışmayı güçleştirmesi vb. nedenler dışında) kayıp değildir. Nazım ülkeyi terk etmek zorunda kaldığında, Rusya’ya ya da rastgele herhangi bir ülkeye değil, fakat Sovyet proletaryasının Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne gitmiştir.

Nazım’ın davası vatandaşlık davası ya da mezar davası değildir. Nazım’ın davası dünya proletaryasının enternasyonal davasıdır, komünizm ve enternasyonalizm davasıdır. Komünizm ve enternasyonalizm davasına bağlılık ise bugün bu ülkenin fabrikalarında, sokaklarında sermayeye ve onun faşist devletine karşı kıran kırana mücadeleden geçmektedir. TC Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü’nden değil...

Türkiye proletaryasının ve devrimcilerinin gündeminin böylesine dolu ve yakıcı olduğu bir dönemde, “Nazım’a vatandaşlık kampanyası”nın Nazım’ın komünizm davasına bir katkısı olamayacağı ortadadır. Bu, SİP reformizminin özellikle 28 Şubat sürecinden beri İP’in devlet solcuğu çizgisine duyduğu belirgin eğilimin bir yansımasıdır ve olsa olsa onun kendini devletin kemalist odaklarına beğendirme hesaplarına bir katkı sağlayabilir.

Vatan haini
“Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.”
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran
puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
“Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.”
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperversiniz, siz yurtseversiniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığınızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.

Nazım Hikmet
Temmuz ‘62