ARSIVANA SAYFA
 
26 Ağustos '00
SAYI: 31
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Saldırı bir kez daha tüm sınıfadır
"Bu grev sokakta bitirilecek"
"Hakkımızı alıncaya kadar mücadele edeceğiz"
Kimya Teknik grevi üzerine
EXSA işçisi patronun ayak oyunlarını boşa çıkarıyor
Hacıbektaş Şenlikleri’ne yönelik saldırı ve direniş
Hacıbektaş Şenlikleri’nde başarılı çalışma
KESK yönetimi KHK saldırısı karşısında tam bir acz içinde
Tarımda yıkım sürüyor, tepkiler büyüyor!
Depremin yıldönümünde medyanın timsah gözyaşları
Hücre saldırısına karşı emekçilere sesleniş!
İstanbul Tabib Odası’nın F tipi üzerine...
Bu tutumlarla siz burjuva demokratları bile olamazsınız!
Esnek üretim saldırısı ve işçi sınıfının görevleri
F tipi (hücre) karşıtı mücadelemizin dayandığı eşik
Fehriye Erdal koşulsuz olarak serbest bırakılmalıdır!
Sermayenin kölelik zincirlerini ve hücre duvarlarını parçalayalım!
Katiller sürekli karşılarında yeni Habipler ve Ümitler görecekler
EXSA işçilerine mektup ve çağrı
Özünde gerici olan bir kampanya üzerine
Onu vururlarken insan soyunun yüreğini hedeflemişlerdi
Mücadele Postası
 



 
 
İMF uşağı sermaye iktidarı
topyekûn saldırı programını uygulama kararlılığında...
Belediye işçilerinin de grevleri ertelendi...

Saldırı bir kez daha tüm sınıfadır
Çözüm de bir kez daha “Sınıfa karşı sınıf!” tutumundadır...


Bu toplusözleşme döneminin ilk grevi lastik işkolunda başlatılmış ve başlar başlamaz sermaye hükümetinin erteleme engeline takılmıştı. TİS görüşmelerinde uzlaşmazlığa düşen ve greve çıkan ikinci sektör belediye oldu. O da aynı saldırı ile karşı karşıya kalmış durumda. Ardardına gelişen bu iki yasak, sermaye hükümetinin, İMF’nin istikrar programını (bu programdaki sıfır zam dayatmasını) “ne pahasına olursa olsun” uygulama kararlılığını ortaya koyuyor. Faşist-gerici koalisyon hükümeti, sermaye sınıfının kayıtsız-şartsız hizmetinde olduğunu tüm pervasızlığıyla ilan ediyor. Saldırılar karşısında sınıfın parçalı tablosu değiştirilemediği, hareketteki durgunluk aşılamadığı sürece, bu pervasız saldırganlığı sürdüreceklerinden kuşku duyulmamalıdır.

Sendikal hareketin (ve elbette belediyelerde örgütlü sendikaların) en kırılgan noktalarından biri, sermayenin topyekûn saldırı programını bütünlüğü içinde ele (karşılarına) almamaları, şu saldırı bize-bu saldırı size ayrımına giderek, sınıf dayanışmasının yolunu tıkamalarıdır. Dayanışma eğiliminin tabandaki yaygınlığına rağmen sınıf hareketinin parçalı tablosunun bir türlü ortadan kaldırılamaması, önemli ölçüde sendikaların bu tutumundan dolayıdır. Çünkü, sınıfın örgütlü kesiminin dayanışması sağlanmadan en geniş sınıf dayanışmasının örülebilmesi mümkün değildir. Sınıfın bu birliği gerçekleşmeden de, hiçbir sektörün, hiçbir kesimin sermayenin saldırılarından kendini koruması mümkün görünmemektedir. Belediyelerdeki grev yasağı, bu acı gerçeği bir kez daha yüzümüze vurmuştur.

Lastik grevinin ertelendiği Mayıs ayından itibaren yaşanan gelişmelere kabaca gözattığımızda, karşısına toplu olarak dikilemediğimiz her saldırıyı yeni bir saldırının izlediği görülecektir. Lastik işçileri yasağa karşı etkin bir mücadele yürütemedi, sınıfın desteğini alamadı, hemen ardından baraj saldırısı geldi. Yetkisi düşürülen sendikalar bir-iki basın açıklaması dışında kitlelerini harekete geçirmedi, ortak bir tepki geliştirmedi, diğer sendikaların desteğini alamadı; hemen ardından kamu emekçilerine KHK saldırısı geldi. KESK’in KHK saldırısı karşısındaki tutumu tam bir iflas ve utanç tablosu oldu, kamu emekçileri hiçbir eylemli tepki geliştiremedi, dolayısıyla sınıfın diğer bölükleri de sesini çıkarmadı; hemen ardından belediye grevleri yasaklandı.

Birbirine eklemlenip giden bu uğursuz zincirin halkalarını artık bir yerden ve acilen kırmak gerektiği gün gibi ortadadır. Bir o kadar açık olan, yürüyüşün başına hedef tahtasındakilerin geçmesi zorunluluğudur.

Elbette bu saldırı sınıfadır. Dün lastik, bugün belediye... Ve yarın kimbilir hangi sektörde TİS hakkı bu yolla gaspedilecektir. Ancak saldırının okları bugün belediye grevini vurduğuna göre, belediye işçilerine düşen görev ve sorumluluk da daha fazla olmak durumundadır. Topyekûn saldırının karşısına birleşik bir sınıf hareketiyle çıkmak bir temenni olarak kalmayacaksa eğer, birilerinin bu birleşik harekete giden yola girmesi, yolu açması, yürüyüşün başını çekmesi zorunludur. Önde gitmek, öncülük yapmak zor olmakla birlikte son derece onurlu bir görevdir. Ve bugün bu görev belediye işçisinindir. Belediye işçisinin grev yasağına karşı direnişi, hem kendi yaşam hakkını savunmak, hem de sınıfı bu topyekûn saldırıya karşı uyandırmak-harekete geçirmek-birleştirmek yolunda atılacak ilk ve hayati önemde bir adımdır. Bu adımı atmadan ne bu TİS’i kazanmak ve ne de sınıftan bir destek, dayanışma beklemek sözkonusu olabilir. Daha da önemlisi, bu saldırıyı birleşik bir eylemlilikle püskürtmeden yeni saldırıların önü alınamaz.

Mezarda emeklilik, tahkim, sosyal güvenliği tümüyle tasfiye planları, baraj, grev yasakları... Son bir yılda gerçekleşen bu saldırılara rağmen sınıf hareketindeki durgunluğun sürdüğü koşullarda, belediye işçisinin önüne dikilen görevin kolay bir iş olduğunu söylemek mümkün değildir. Sınıf hareketinde sorun ve zaaflar dağ gibi birikmiş durumdadır. Ancak, bir o kadar birikmiş durumda öfke ve tepkiyi de hesaba katmak gerekir. Ve buradan bakıldığında, zorlukların fazlaca büyütülmemesi gerektiği de ortaya çıkar.

İşe son derece bilinçli, örgütlü, planlı hareket etmekle başlamak gerekiyor. Örgütlülüğün olmazsa olmaz ayağını taban örgütlülükleri oluşturuyor. TİS ve grev komiteleri derhal yeni sürecin ihtiyaçlarına uygun hale getirilmeli, olmayan birimlerde derhal direniş komiteleri kurulmalıdır. Ve bundan sonraki sürecin inisiyatifi kesinlikle komitelerde merkezileştirilmelidir. Direniş ve dayanışma komiteleri tarzındaki bu taban örgütlenmeleri, alternatif bir sendikal örgütlenme değildir. Sendikaları devre dışı bırakmayı değil, cesaretlendirmeyi, harekete geçirmeyi ve denetlemeyi hedeflemelidir. Ancak, sendikal hareketin (özellikle de merkezi bürokratizmin sınıf ihanetinin) verili durumunda, inisiyatifi elden kaçırmamak hayati önemdedir.

Sürecin başında ve hiç zaman yitirmeden her türlü propaganda malzemesiyle (yazılı, sözlü, eylemli) sınıfın en geniş kesimi sınıf dayanışmasına-birleşik mücadeleye çağrılmalıdır. Üstünde, “Sınırsız grev ve genel grev hakkı!” şiarının yazılı olduğu mücadele bayrağıyla öne düştüğü takdirde, belediye işçisinin ardındaki safların hızla büyüyeceğinden kuşku duyulamaz. Yeter ki, tabandaki “direne direne kazanacağız” bilinci, yukarıdaki “çalışa çalışa kazanacağız” safsatasını sustursun. Görevden kaçmanın bu demagojik komedisine son versin. Mücadelenin onurunu yükseltsin.

Sınıf hareketinin önünde yürümek nasıl ki örgütlü kesimin göreviyse bu kesimi grev ve direniş komitelerinde örgütlemek ve harekete geçirmek de, sınıf bilinçli-öncü işçilerin görevidir. Belediye işkolundaki bilinç düzeyinin bu sorumluluğu hakkıyla üstlenecek düzeyde olduğu ise bilinmektedir. Belediye işçileri, özelleştirme-taşeronlaştırma uygulamaları ve seçimler yüzünden sık sık tensikat saldırısı, ücret kısıntısı, hak gaspı vb. ile karşılaşan ve güçlü direnişlere imza atan bir kesimdir. Sınıf hareketine çürütücü bir durgunluğun hakim olduğu son yılların en hareketli iki sektöründen biridir belediyeler. Dolayısıyla, bu mücadele sürecinin biriktirdiği küçümsenemez bir deneyim ve bilinç sözkonusudur. Şimdi bu bilinci, bu deneyim ve dersleri kullanmanın tam zamanıdır.

Öncü işçilere ve taban örgütlenmelerine odaklanan bu sorumluluk çağrısı, elbette, sektörde örgütlü sendikaların sorumluluğunu azaltmıyor. Grevi ertelenen Belediye-İş kadar, greve hazırlanan Genel-İş’in de kitlesinin öfke ve tepkisini sokağa dökmesi zorunludur. Bu sendikalar bu görevden kaçınamaz, kaçınmamalıdır. Belediye-İş grevinin ilk günlerinde Genel-İş’e hakim olan suskunluğun ertelemenin hemen öncesinde gerçekleşen eylemde bozulmuş olması, yasağa karşı birleşik mücadele için olumlu bir işarettir. Aynı şekilde, grev yasağının açıklandığı ilk saatlerde Belediye-İş’ten gelen tepki de herşeye rağmen anlamlıdır. Bu sendika, grev öncesinde ve sırasındaki tüm zaaflarına rağmen, saldırıya kolayından boyun eğmeyeceğini açıklamıştır. Şimdi sıra bu tutumu geliştirmek, ilerletmek ve bunun üzerinden eski zaafları yenerek mücadeleyi yükseltmektedir. Fakat bir kez daha vurgulamakta yarar var, bunu sağlamanın yolu, tabanın örgütlü gücünden geçmektedir.

Buraya kadar hareketin “kendiliğinden” yanına, onun sorun ve zaaflarına ve bunları aşmanın yollarına işaret etmiş olduk. Tüm bunlardan doğallığında çıkacak sonuç, görev ve sorumluluğun azamisinin, “sınıfın en bilinçli ve örgütlü kesimi” olan devrimci öncüye düştüğüdür. Sınıf hareketinin önündeki engellerin aşılmasında temel halkanın siyasal önderlik sorununun çözülmesi olduğu değerlendirmemiz de gözönüne alındığında, belediyelerde grev yasağına karşı mücadelenin örgütlenmesi çerçevesindeki görevler yeterince açıktır. Eğer partinin programı sınıfın mücadelesine yol gösterecek, örgütleyecek, ilerletecekse, bu, somut gelişmelere pratik politikayla müdahale etmeksizin mümkün olmayacaktır. Devrimci programımızın devrimci sınıfın mücadelesinde yaşam bulması, ete-kemiğe bürünmesi, kağıt üzerindeki soyutlamadan günlük yaşamdaki eylemliliğe taşınması, ona hakettiği değeri veren ve böylece sınıfın öncülüğünü hak eden kadrolar eliyle gerçekleşecektir.

Sınıfımıza, partimize ve şehitlerimize karşı sorumluluğun gerektirdiği ciddiyet ve özveriyle grev yasağına karşı mücadeleye sarılmak, tüm sınıf devrimcilerinin öncelikli görevidir.