ARSIVANA SAYFA
 
26 Ağustos '00
SAYI: 31
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Saldırı bir kez daha tüm sınıfadır
"Bu grev sokakta bitirilecek"
"Hakkımızı alıncaya kadar mücadele edeceğiz"
Kimya Teknik grevi üzerine
EXSA işçisi patronun ayak oyunlarını boşa çıkarıyor
Hacıbektaş Şenlikleri’ne yönelik saldırı ve direniş
Hacıbektaş Şenlikleri’nde başarılı çalışma
KESK yönetimi KHK saldırısı karşısında tam bir acz içinde
Tarımda yıkım sürüyor, tepkiler büyüyor!
Depremin yıldönümünde medyanın timsah gözyaşları
Hücre saldırısına karşı emekçilere sesleniş!
İstanbul Tabib Odası’nın F tipi üzerine...
Bu tutumlarla siz burjuva demokratları bile olamazsınız!
Esnek üretim saldırısı ve işçi sınıfının görevleri
F tipi (hücre) karşıtı mücadelemizin dayandığı eşik
Fehriye Erdal koşulsuz olarak serbest bırakılmalıdır!
Sermayenin kölelik zincirlerini ve hücre duvarlarını parçalayalım!
Katiller sürekli karşılarında yeni Habipler ve Ümitler görecekler
EXSA işçilerine mektup ve çağrı
Özünde gerici olan bir kampanya üzerine
Onu vururlarken insan soyunun yüreğini hedeflemişlerdi
Mücadele Postası
 



 
 
EXSA işçilerine mektup ve çağrı:

F Tipi hücrelere kaşı mücadele,
işçi sınıfının sorunudur



Bu üçüncü mektubumla yeniden merhaba diyorum size. Bir işçi kardeşimizin Kızıl Bayrak’ta yayınlanan mektubu bizi ne kadar heyecanlandırdı anlatamam. Tekrar tekrar okuduk, tekrar tekrar düşündük. İçimden bir an şöyle geçti: Biz işçiler bir birlik olsak, dünyayı değiştirmek ne kadar kolay olur. Hiçbir şey, hiçbir kimse önümüzde duramaz. Ah, gözümüzün bağı bir açılsa. Görüversek şu dünyanın gerçeğini. Yalana dolana kanmasak. İndirsek tüm fabrikaların şalterlerini, ondan sonra da seyreylesek şu dünyanın halini. Eli kanlı katiller, yetim hakı yiyenler yönetiyor da memleketi, biz mi yönetemeyecek mişiz? İşçiler cahilmiş, eğitimleri yokmuş, yönetemezlermiş ülkeyi! Bizi cahilliğe itenlere inat, hem kendimizi yönetmeyi öğreneceğiz, hem de memleketi.

Dostlar, size bu mektubumda F tipi hücrelerden bahsedeceğim. Demem o ki, bu mesele yalnızca devrimci tutsakların meselesi değildir. Çünkü bizim tutsaklığımız ve devletin bize yönelik saldırılarının temel nedeni, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilere gözdağı vermektir. Devlet şöyle düşünüyor: “Bu teröristlerin temel amacı işçileri, yoksulları örgütlemektir. Bunları cezaevlerinde yatırmak, işçilerden koparmak yetmiyor. Onları teslim almalıyız. Tümüyle boyun eğdirmemiz lazım. Ne kitap okuyabilsinler, ne de biraraya gelip sohbet edebilsinler. Tek tek hücrelere tıkarsak her türlü baskı ve şiddetle teslim alırız onları. Boyunlarını bükerler, inançlarından vazgeçerler. Böylece işçiler de hiçbir şeye seslerini çıkaramaz, koyun sürüsü gibi sürmeye devam ederiz onları.”

Arkadaşlar, burda söylenenleri açmaya çalışacağız. Sanılmasın ki, ben işçiyim, çalışır karnımı doyururum, gerisi benim meselem değildir. Türkiye’de ve dünyada her olup biten bizim meselemizdir. Yalnızca fabrikanın kendi sorunlarını çözmeye kalkarsak burnumuzun önündeki meseleleri göremeyiz. Mesela sizler greve çıkmazdan önce, ya da sendikalaşmadan önce, hangi grevi desteklediniz? 1 Mayıs’a neden katılmadınız? Adana’da birçok miting yapıldı, niye ilgi göstermedik? Sizden hemen önce Sasa’da grev vardı, dayanışmak için gittik mi yanlarına? Başkalarının sorunlarını kendi sorunlarımız olarak görmediğimiz sürece, (oysa “başkalarının sorunları” diye bir şey yoktur gerçekte) yalnızca kendi fabrikamızın çıkarları üzerinden düşündüğümüzde, bu zulüm, bu sömürü hep devam edecektir.

Hergün akşam evlerinizde televizyonlarınızın başına geçtiğinizde, F tipi hücre saldırısına karşı bir avuç tutsak yakınının yaka-paça dövülerek gözaltına alındığını görüyorsunuz. Niye böyle oluyor, nasıl böyle oluyor diye düşünüyor muyuz? Bu mesele, bir avuç devrimci tutsağın ailesi ve yakınını mı ilgilendiriyor? Neden bu insanlar bir avuç? Biz işçiler nerdeyiz? Neden bu meseleyi kendi meselemiz olarak görmüyoruz? Dikkat ederseniz, devlet bir yandan devrimcilere saldırıyor, diğer yandan fabrikaları özelleştiriyor, her fabrikaya taşeron sokuyor, %10 barajıyla sendikaları yok ediyor, Bayram Meralleri, Rıdvan Budakları satın alarak bizden daha fazla fedakarlık istiyor. Yani saldırı çok yönlü bir saldırı. Ve bu saldırının merkezinde hep işçi sınıfı var. Devrimcileri zindanlara atmak, işkenceden geçirmek, bu yetmezmiş gibi tek kişilik hücrelere tıkmak! Yapılmak istenen açık değil mi? Yani mesele, adli vakalardan tutuklu ve hükümlülerle ilgili değil. Bu saldırı doğrudan siyasi tutsaklara yöneliktir.

EXSA işçisi olarak siz şöyle düşünebilir misiniz: “Biz grevi kazanmak istiyoruz, bizim istediğimiz başka bir şey yok. Siyaset karın doyurmaz, bana ne elalemin derdinden...” Oysa boğazımızdan geçen her lokmada siyaset yok mu? Sınıfımızın, ülkemizin meselelerine yabancı olursak gerçekten boğazımızdan geçen lokmayı çoğaltabilir miyiz?

Siz de bilirsiniz, işçiler fabrikada çalışırken birbirleriyle konuşmasınlar, daha fazla üretsinler, örgütlenmesinler diye, postabaşılar, ustabaşılar sürekli aramızda gezerler. Yalaka işçiler de, ispiyonculuk yaparak idareye sürekli bilgi verirler. Dikkat edin, her hareketimizi izleyerek kontrol altında tutmaya çalışırlar.

Devlet, bizleri de hücrelere koyarak birbirimizle ilişkimizi kesmeyi istiyor. Örgütlenmemizi, haksızlıklara karşı koymamızı engellemeye çalışıyor. Her işçi günde sekiz-on saat çalışır. Ve burnundan fitil fitil getirilir. İşçi hep evini özler. Bir an önce çalışma bitse de nefes alsak diye düşünür. Sermaye düzeninde fabrikalar biraz da zindanlara benzer. Devrimcileri de zindanlarda çürütmeye çalışırlar. Mantık hep aynı: Boyun eğdirmek!

Sizin fabrikanızda eskiden nasıldı bilmiyorum, ama başka tekstil fabrikalarından işçi arkadaşlar, tuvalete bile sırayla gittiklerini, her istedikleri zaman gidemediklerini, hatta tek çeşit yemekle on saat çalıştıklarını söylüyorlardı. Düşünebiliyor musunuz? Böyle bir şey olabilir mi? Ama patronların gözünde insanın hiçbir değeri yoktur. Ona ne kadar üretirsen, senin değerin o kadardır. Aç kalmışsın, ölmüşsün, kalmışsın, onlar için hiç farketmez.

Televizyon ve gazetelerden duymuşsunuzdur, tutsaklar, cezaevlerinde hastalıkları tedavi edilmediği için sürekli ya sakat kalıyor ya da ölüyorlar. Daha yakın zamanda Burdur Cezaevi’nde, tutsaklar tek tek işkenceden geçirildi, birinin kolu koparıldı, birkaç bayan devrimciye tecavüz edildi. Devlet, cezaevlerinde ameliyatların bile parasını bizden istiyor. Paran yoksa öl diyorlar. Sen bir vatan hainisin, yaşamaya hakkın yok diyorlar. Ya sizler, viziteye çıktığınızda ne tür zorluklarla karşılaşıyorsunuz? Hele o hastanelerdeki kuyruklar... SSK bile artık kimi tedavilerin ve cihazların parasını işçilerden istiyor.

Dönüp bakın mahallelerinize, insanlar eski insanlar mı? Herkes birbirinin kuyusunu kazmaya çalışıyor. Birbirimize hergün biraz daha düşman haline geliyoruz. Hani bazen aklımızdan geçmiyor mu, nerde kaldı eski insanlık diye. Düğünlerin, bayramların bile eski tadı kaldı mı? Yaşadığımız mahallede başımıza bir hal gelse, kim dönüp yardım elini uzatıyor?

Yani diyorum ki, sermaye düzeni bizi hergün biraz daha yalnızlaştırıyor, bencilleştiriyor, yabancılaştırıyor. Paran kadar değerin var demeye getiriyor. Her yer, herşey hücreleştiriliyor. Sustukça sıra bize geliyor. Mesela düşünün, fabrikada işçilerin herhangi bir hareketliliği ya da talebi olduğunda, patronlar işçilerle toplu şekilde görüşmek istemezler. Tek tek personel müdürünün odasına çağrılır. İşçi de ne söylenirse boyun eğer, sesini çıkarmaz. Onlar bilir ki, işçiler toplu olunca, birlik olunca haklarını alırlar. Tek bir insanı korkutmak, sindirmek daha kolaydır. Bizleri, F tipi hücrelere sokmak istemeleri de ondandır.

İnsanlar onurları için yaşarlar. İnsanız diyebilmemiz bile, insanca bir yaşam için mücadele etmekten geçiyor. Yoksa bizim, nefes alıp veren hayvanlardan ne farkımız kalır. Bakın, bu düzen bizi ne hale getirmiş: Adana’da binlerce işçi kardeşimiz var, ama neden sahip çıkmıyorlar grevimize? İşçinin düşmanı, tek patronlar olsa iş kolay. Ama içimizden çıkan, beş paraya patronlara kendini satan öyle çok insan var ki! Koltuklarını patronlara satan öyle çok sendika ağası var ki! Sınıf düşmanlarımız bizi her taraftan sarıp sarmalamışlar.

Yani herşey hücreleştirilmeye çalışılıyor. İnsan sanki sosyal bir varlık değil de, tek tek bireylermiş gibi kafalarımızın içini hücreleştiriyorlar, tek tip insan yaratmaya çalışıyorlar: Boyun eğ, sesini çıkarma, herşeye bana ne de! Yanı başındaki işçi arkadaşının bir derdi mi var, sana ne? Bu memlekette işkence varmış, sakın kanma! Devrimciler, sokakta kurşunlanıyormuş, yalan bu! Devlet sana ne diyorsa, onu yap! Örgütlenme, birlik olma, sesini çıkarma, biz size ne verirsek ona şükret! Birbirinize hiç güvenmeyin! Açlıkmış, sefaletmiş, kesin sesinizi, oturun oturduğunuz yerde! Böyle gelmiş, böyle gidecektir bu düzen! Bu bir kaderdir, alnınıza böyle yazılmış, yapacağınız bir şey yok! Bu dünyada sıkın dişinizi, öbür dünyada cennet ayaklarınızın altında! Yeter ki bu dünyada boynunuzu eğin!
Patronların ve devletin bu isteklerine nasıl cevap veriyorsak kaderimizin nasıl olacağı da öyle belirleniyor demektir.

Dostlar, F tipi hücrelere kaşı mücadele, tüm işçi sınıfının sorunudur. Yani size seslenirken tüm işçilere seslenmek istiyorum. EXSA işçisi, mitinglerde, basın açıklamalarında, kitle örgütlerinde, diğer fabrikalarda sesimiz kulağımız olmalı. Bu soruna karşı işçilerin ortak hareket etmesi için çaba harcanmalıdır. Adana’da yapacağınız basın açıklamaları ve mitinglerde, “Hücreler ölümdür izin vermeyeceğiz!”, “Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!” diye haykırışlarınızı, pankartlarınızı duymak ve görmek istiyoruz. Tutsak analarına ve yakınlarına sahip çıkmanızı istiyoruz.

Arkadaşlar, sizinle sorunlarımızı paylaşmak, sorunlarınızı çözmenize yardımcı olmak, her komünist işçinin, her sınıf devrimcisinin görevidir. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum.

Sizleri tüm sıcaklığımızla yürekten kucaklıyoruz.

14 Ağustos 2000
Ceyhan Cezaevi’nden komünist bir işçi