Büyük kavgamızın ışıldayan iki şairi ve neferi...
Nazım Hikmet ve Ahmet Arif
Öyle şahıslar vardır ki dünyaya izlerini bırakarak veda ederler. Türkiye devrim tarihi de bu açıdan zengin örneklerle doludur. Aydınından sanatçısına, işçisinden öğrencisine Türkiye devrimci hareketi bu gibi değerlere fazlasıyla sahiptir.
Nazım Hikmet bu yönüyle ele alınabilecek örneği az bulunur bir insandır. Devrimci kimliğini şiirlerine yansıtmış, mücadele dolu yaşantısıyla her sanatçıya örnek olmuştur. Başından itibaren komünizmi seçmiş, komünist partisi üyesi olmayı kendisi için en büyük onur saymıştır. Nazım Hikmet tüm yaşamı boyunca sanatsal kimliğini komünist kimliğiyle birleştirmiş, adeta ikisini özdeşleştirmiştir. Nazımın özgün yanları olmuş olabilir; ama bu özgünlükler Onu asla davasıyla, komünist kimliğiyle ve partisiyle karşı karşıya getirmemiştir.
Nazım Hikmet devrimin ve
komünizmin şairidir
Nazım Hikmet gerek şiirlerinde gerekse yazılarında işçi sınıfından hiçbir zaman kopmamış, kendini hep bu ülkenin gerçekliği üzerinden var etmiştir. Şiirl ve sanat anlayışında özellikle taraf olmaktan uzak tarzları eleştirmiştir. Sosyalist gerçekçilik temeline oturan kendi şiir tarzını ve sanatını yeni sanat olarak nitelendirirken, eskinin suya sabuna dokunmayan sanat anlayışını mahkum etmiştir;
Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine
idare lambası yanan adam!
Behey armut satar gibi
sanatı okkayla satan sanatkar
Ettiğin kâr kalmayacak yanına !
Soksanda kafanı dükkanına,
dükkanını yedi kat yerin dibine soksan;
yine ateşimiz seni
yağlı saçlarından tutuşturarak
bir türbe mumu gibi damla damla eritecek!
Çek elini sanatın yakasından çek!
Çekiniz!
Bıyıkları pomadalı ahenginiz
sürüyor gözlerini hala
koyda çıplak yıkanan Leylaya karşı
fakat bugün ağzımızda ateş borularla
çalınıyor yeni sanatın marşı!
Yeter ertık Yenicami traşı, yeter!
Ayağa kalkın efendiler
Yüzüncü doğum yıldönümünü vesile ederek onu ehlileştirmeye çalışanlar, ülke gündemi değiştirmek için Nazıma yaslananlara, vatandaşlık gibi kısır çalışmalarla onun tüm devrimci kimliğini aşındırmaya çalışanlara, kavgası yerine aşklarını tartışanlara en güzel yanıtı bizzat Nazımın şiirleri veriyor. Bu böyle olsa bile, Onun gerçek mirasçıları, izleyicileri ve yoldaşları olan komünistler ve devrimciler, Nazım Hikmetin devrimci kimliğini ve sanatını kavga alanlarında daha da bayraklaştırarak, onu ehlileştirmeye ve etkisizleştirmeye çalışanlara gerekli yanıtı vereceklerdir.
O Sevdalınız komünisttir diyerek, bu tanımı yeri geldikçe şiirlerinde yineyerek safını ve kimliğini tanımlamış bir büyük devrimci şairdir. Onu ehlileştirme ve etkisizleştirme çabaları boşunadır. Şiirleri bugün olduğu gibi gelecekte de komünistlerin ve Türkiye işçi sınıfının elinde mücadele klavuzu olmaya devam edecektir.
Türkiyede mücadelenin yükseldiği dönemlerde sistemin saldırılarına maruz kalan hapislere atılan, sürgüne yollanan bir çok aydın, şair asla fikirlerinden vazgeçmemişlerdir. Nazım bir şiirinde bunu bizzat kendi yaşam ve mücadele deneyimi üzerinden şöyle ifade ediyor;
Yani övünmek gibi olmasın ama,
ben bir çırpıda bir kurşun gibi delip geçtim on yılını esirliğimin.
Ve akciğer sancısını bırakırsak bir tarafa,
gönül yine o gönül, kafa yine o kafa
(1947)
Anadolunun hüznü, sevinci ve kavgası: Ahmet Arif
Ahmet Arif de devrimci tarihimizin ve devrimci sanatımızın bir parçasıdır. O Nazımın açtığı yoldan yürüyen şairlerin en önemlileri arasında yer almaktadır. Şiirlerinde Anadolu insanını anlatmış, yoksul insanların sesi olmuştur, öfke ve direnme ruhunu ateşlemiştir. Şiirinin öznesi insandır. İnsana verdiği değeri her kelimesi altın olan şiirlerinde görebilmek mümkün.
Kavgacı külhandır delikanlısı derken Çukurova gencini anlatır. "Anadoluyum ben, tanıyor musun" derken Anadoluyu ve onun yaşadığı istilaları, sömürü düzenlerini ve Anadolunun bağrında açan isyan çiçeklerini (Dadaloğlunu, Pir Sultanı, Bedreddini) anlatmıştır.
O da Nazım gibi suya sabuna dokunmayan aydınları ve sanatçıları mahkum etmiştir. Ahmet Arif de defalarca yargılanmış, hapishanelere atılmıştır. Hapiste yazdığı şiirlerinde yine memleketine ve devrime özlemini anlatmıştır. Siyasi poliste ve mahkemelerde direnmiştir. Sanatçı kimliğini devrimci kimliği ile bütünleştirmiştir. O da şiirlerinde direngenliği anlatırken, direnenler ise onun şiirinden ilham ve güç almışlardır.
Şiirlerinde haksızlıklar karşısındaki kinini, düşmanın suratına haykırır Ahmet Arif.
"Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene."
O umudunu hiç yitirmedi. Aydınlık ve direngen bir toprakta yetişmiş genç devrimcilere öğütüydü her zaman direniş. O direnişin sesidir. Ahmet Arifin öğüdüne uyan devrimciler asla direniş geleneğine leke sürdürmemişlerdir. Bu toprakların çokta yabancısı olmadığı direniş geleneğini bakın nasıl dizelere dökmüş ozan...
"Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?"
O umudunu direnen insanlara bağlamış ve bunu her fırsatta dile getirmiştir.
Ölüm yıldönümleri nedeniyle devrimci tarihimizin iki büyük şairini saygıyla anıyor, anıları önünde derin bir saygıyla eğiliyoruz.
|