19 Eylül 2014
Sayı: KB 2014/38

Sınıf mevzilerine, direnişe!
Gerici çeteler ve polis İşçilerin Birliği Derneği’ne saldırdı
Mücadele mevzilerimizi koruyacağız!
“Anadilde eğitim hakkı” talebine saldırı
Saldırılara karşı okulları mücadele alanlarına dönüştürelim!
Tetikçi katiller
21 yıldır korunuyor
AKP iş güvenliği eylem planını açıkladı
İşçi katili devlet!
Şov sürüyor, işçiler ölüyor!
İŞKUR işçileri hakları ve gelecekleri için Ankara’da!

Maden işçisine işsizlik sopası

MİB MYK Eylül toplantısı

Emperyalist saldırganlık ve savaşın alanı genişletiliyor
Filistin halkına
İsrail zorbalığı
Abbas İsrail’in Lahey’de yargılanmasını engelledi
Lear işçileri saldırılara karşı bakanlığa yürüdü!
Kapitalizm ve gençlik
DGB faaliyetleri
STFA EML’de Oğuzhan için eylem ve anma
“Yürüyüşümüz ve adımlarımız hızlanıyor!”
Pandora'nın televizyonu
Ulucanlar'da
devrimci irade
kazandı, devrim kazandı!
Zindanlardaki hak ihlalleri devam ediyor!
Hayat boşluk tanımaz!
Van elinde bir öksüz havası Dağlı sevdaların kentli kavgası: Ruhi Su
Kavganın sürdüğü her yerde NERUDA ve şiiri yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Van elinde bir öksüz havası, dağlı sevdaların kentli kavgası: Ruhi Su

 

Vanlı bir Mehmet’in hikâyesidir, kimin çıkarına olduğunu bilmediği bir savaşın bedelini öksüz-yetim kalarak ödeyen, evinden, yurdundan olan minik bir bebeğin boş künyesidir. Bu künyeyi kendi emeğiyle dolduran, acıların, ayrılıkların, yoksullukların izlerine rağmen, umutlu bir geleceği haykıran Mehmet’in Su gibi saf ve temiz ömründeki direncinin bedelidir: Ruhi Su olmanın serüveni. Bu sayfalara sığmaz fakat ölümsüzlüğünün 29. yılında onun yiğit, emekçi ve sanatçı kimliğine ve bu uğurda ilmek ilmek ördüğü 73 yıllık ömrüne bir selam olur belki. Ruhi Su’yu aramızdan ayrılışının 29. yılında saygıyla anıyoruz…

Öksüz Mehmet’ten basbariton Ruhi Su’ya…

Mehmet, Ermeni bir ailenin çocuğu olarak 1912 yılında Van’da dünyaya gelir. Ama öyle bir dünyadır ki gözlerini açtığı, anasını-babasını elinden almış, onun küçücük bedenini de Çukurova’ya, Adana’ya savurmuştur. Burada emmi-yenge bellediği bir ailenin evinde geçen çocukluğu daha o yıllarda bu dünyanın haksız yüzünü gösterir ona. Yaşıtları oyun oynarken o dağda, bayırda sürünün peşinde çobanlık yapar, tarlada, sabanda çalışır. Buna rağmen yük olur ekmek yiyip su içtiği yoksul ocağa, öksüzler yurdunda bulur kendini. İşte oyunu, müziği ve her şeyden öte kendini burada tanır Mehmet.

Müzik okuluna gitmek istediği bir dönemde hükümetin yayınladığı bir genelge ile zorla askeri okula kaydı yaptırılır. Okula devam etmemek için elinden ne geldiyse yapar fakat bir türlü çürük raporu alamaz. Buna rağmen müziğe olan sevgisinden de vazgeçmez öksüz Mehmet. Askeri okulda kantinde, koridorda, yatakhanede gizlice keman çalar, onu sokmak istedikleri kalıba bir türlü sığmaz. Bir gün yine keman çalarken yakalanır ve komutan tarafından kemanı kırılır. Anlayamaz Mehmet, o postalın altında ezilen kemanın neden bu kadar tehlikeli olduğunu. Sonradan pişman olup kemanın parasını vermek isteyen komutanın teklifini uzlaşmaz bir içgüdüyle reddeder. Çünkü daha o yıllarda başlamıştır tehlikeli şiirlerin anlamını bulmaya.

Müzik sevdasından ise asla vazgeçmez. Bir gün yine bir muayene esnasında, doktora derdini açar. Askeri okulda değil, müzik okulunda okumak istediğini ve bu nedenle çürük raporu alması gerektiğini söyler ve doktoru ikna eder. Ruhi Su’ya uzanan süreçte yapı taşları böylece döşenmeye başlanır. Tekrar öksüzler yurduna dönen Mehmet Ruhi burada Müzik Öğretmen Okulu sınavlarına girer ve okumaya hak kazanır. Aynı sene kolay söylendiği ve tek heceli olduğu için Su soy ismini alır. Bu yıllarda Riyaseti Cumhur Orkestrası’na seçilir, aynı zamanda müzik öğretmenliği yapmaya başlar.

Su, basbariton sesiyle hemen dikkatleri üzerine çeker. Müzik Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra girdiği Ankara Devlet Konservatuarı’nın opera bölümünde çalışmaya başlar. Birçok operada yer alır. Onun son operası “Konsolos” olur. Provadayken komünizm propagandası suçlamasıyla gözaltına alınır ve tutuklanır. Ama yalnız değildir, daha sonra eşi olacak Sıdıka Hanım ve onlarca sanatçı ve devrimci tutuklanır sonradan 51 tevkifatı olarak adlandırılacak bu operasyonda. Ruhi Su için opera dönemi böylece kapanmış olur…

El kapılarında ezgili bir yürek

Ankara’da gözaltına alınan Ruhi Su ünlü işkencehane Sansaryan Han’a, İstanbul’a götürülür. Bir tabutluğa kapatılan ve günlerce işkence gören Su, “bu nasıl İstanbul?” diye sorar kendine… Ve bir türkü yakar:

Bu nasıl İstanbul zindan içinde

Kayboluverdi gecem gündüzüm

Yattığımız yerde güller bitecek

Gün ışıyıp gelir sabret.”

Onun bozkıra alışkın nefesi, kolay kolay alışamaz Sansaryan içindeki İstanbul’un rutubetli havasına. Daralır yüreği gecesi gündüzü belli olmayan o karanlık kafesin içinde. Ama yine de başını dik tutar. Yalnızca dostuna gösterir yarasını, umudunu da saklı tutar. Ve sevdiği kadını düşünür. Beş ay kaldığı bu tabutlukta yazdığı Mahsus Mahal türküsünü Sıdıka Hanım’a ithaf eder. Aylar süren işkencelerin ardından Harbiye Cezaevi’ne konulurlar. Daha kolay görüşebilmek için nişanlanırlar ancak haftada yalnızca on dakika görüşebilirler. 51 tevkifatı sanıklarının mahkemesi yapılır, her ikisi de beşer yıla mahkûm olurlar. Daha uzun ayrılık günleri başlar. Sıdıka Hanım Sultanahmet Cezaevi’ne konulurken, Ruhi Su Adana’ya sürgün edilir. Çocukluğunun Adana’sına… Ve onlar ömür boyu sürecek başka bir yoldaşlığın sözünü verirler, evlenirler.

Tutsakları Adana’ya taşıyan otobüs koyulur yola… Uzun bir yoldur İstanbul-Adana arası, günler sürer. Jandarma aman vermez, bilekler kelepçeli, dişler kenetlidir. Düşünür derin derin, düşünür bu yolculuğun manasını Ruhi Su.

Gidiyor kalktı göçümüz

Gülmez, ağlamaz içimiz

İnsan olmaktı suçumuz

Hasan Dağı insan olmak”

Başı dumanlı, ketum Toroslar’ın diyarına, çocukluğunun sıcak, yorucu ve büyüten Adana’sına sürgün yolunda dolunaylı, Tuz Gölü’nün ışıl ışıl yandığı Hasan Dağı’nın ise tüm heybetiyle yolculara selam durduğu bir gecede bu heceler dökülür dilinden, vurur sazının teline inceden inceden… İncedir sazının sesi, çoğu zaman da saygılıdır… Su’nun kendi deyimiyle o türkü söylerken sazı ne onunla ne de türküleriyle yarışır. Yalnızca eşlik eder söze, onu tamamlar. Tıpkı büyük ustalarda olduğu gibi onun da sazıyla böyle bir uyumu vardır. Önce söz gelir, sonra ses…

Dağların havasını kentlere taşıyan bir ozan der Âşık Veysel ona. Öyledir. Türküler onun nefesidir. Bu nedenle türküsüz kalırsa soluksuz kalacağını, öleceğini düşünür. Hapislik yıllarında da düşmez sazı elinden. Üretmeye devam eder Ruhi Su. Nazım’ın şiirlerini besteler. Kolektif müzik kültürünü yaşatmak için hapishanede de koro kurar, müzik çalışmaları yapar. Nazım’ın da dediği gibi, uzun hapislik yılları geçirilmez değil, geçirilir. Nitekim Ruhi Su da geçirir koskoca beş yılı akıp giden su gibi. Soldurmaz sol memesinin altındaki cevahiri. Hapisten çıktıktan sonra da kaldığı yerden devam eder türkü serüveni.

Yorulan bir bedende, tükenmeyen bir nefes

Hapisten çıkar Ruhi Su. Bu kez Anadolu türkülerinin peşine düşer. Köy köy dolaşıp derlediği türküleri kendine has yorumuyla kalıcılaştıran Su, aynı zamanda geçinebilmek için birçok işte çalışır. Son olarak gazinolarda küçük konserler vermeye başlar. Bu yıllar aynı zamanda devrimci mücadelenin tüm coşkusuyla toplumu sarstığı yıllardır. Ruhi Su da bu kavganın bir tarafıdır. O devrimden yana bir taraf olarak türküleriyle birlikte en ön saftadır. Ona göre düşmanın silah tutan elleri, dostun bağlama tutan ellerine asla su dökemeyecektir. Bunu bilir ve kendi gücünün farkına varır.

Toplumsal hareketin üzerine bir balyoz gibi inen faşist darbe de farkındadır türkülerin gücünün. Bu nedenle yasaklılar kervanına katılır Su’nun düzene kafa tutan gür sesi. Kasetleri toplatılır. Türkülerin zincire vurulduğu o zulüm yılları bir kez daha başlamış olur. Yine de türkü söylemekten vazgeçmez Ruhi Su. Dost sofralarında, gizli saklı buluşulan evlerde ve illegal konserlerde alır sazı eline. Ancak 73 yıllık ömrüne sığdırdığı fırtınalı yaşamın ona bir darbesi daha vardır. Kansere yakalanır. Ama yurt dışında tedavisi mümkün olan bu hastalık değil, yurtdışına çıkma yasağı öldürür onu.

Onun ölümü beş yıldır korku zincirlerini kıramayan ezilenleri kavgaya çağırır. Cenazesi darbenin ardından gerçekleşen büyük bir kitle gösterisine dönüşür. Binlerce kişinin katıldığı bu büyük eylemde “Ruhiler ölmez!” sloganları atılır. Eyleme saldıran polis onlarca kişiyi gözaltına alır. Su ise toprağa değil, onun türkülerini dinleyenlerin yüreklerine gömülür. Bugün o yüreklerden derlediğimiz bilgilerle onu tanımaya ve anlamaya devam ediyoruz. Çünkü Asım Bezirci’nin de dediği gibi “Onun sanatı bugüne olduğu gibi yarına da ışık tutuyor ve bize yol gösteriyor.”


 
§