19 Eylül 2014
Sayı: KB 2014/38

Sınıf mevzilerine, direnişe!
Gerici çeteler ve polis İşçilerin Birliği Derneği’ne saldırdı
Mücadele mevzilerimizi koruyacağız!
“Anadilde eğitim hakkı” talebine saldırı
Saldırılara karşı okulları mücadele alanlarına dönüştürelim!
Tetikçi katiller
21 yıldır korunuyor
AKP iş güvenliği eylem planını açıkladı
İşçi katili devlet!
Şov sürüyor, işçiler ölüyor!
İŞKUR işçileri hakları ve gelecekleri için Ankara’da!

Maden işçisine işsizlik sopası

MİB MYK Eylül toplantısı

Emperyalist saldırganlık ve savaşın alanı genişletiliyor
Filistin halkına
İsrail zorbalığı
Abbas İsrail’in Lahey’de yargılanmasını engelledi
Lear işçileri saldırılara karşı bakanlığa yürüdü!
Kapitalizm ve gençlik
DGB faaliyetleri
STFA EML’de Oğuzhan için eylem ve anma
“Yürüyüşümüz ve adımlarımız hızlanıyor!”
Pandora'nın televizyonu
Ulucanlar'da
devrimci irade
kazandı, devrim kazandı!
Zindanlardaki hak ihlalleri devam ediyor!
Hayat boşluk tanımaz!
Van elinde bir öksüz havası Dağlı sevdaların kentli kavgası: Ruhi Su
Kavganın sürdüğü her yerde NERUDA ve şiiri yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Pandora'nın televizyonu

 

Çağımızın tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur... Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan tek şey ise hakikattir.

Ludwig Feuerbach

Pandora söylencesi

Efsaneye göre, Zeus gök düzeninin hâkimiyetini alıp, ona karşı direnen Titanları cezalandırır. İntikam yemini eden Zeus ölümlü erkeklerden öcünü almak için bir plan yapar ve “ölümlü kadın”ı yaratır. Tüm cezalandırılanlar içinde Epimetheus’a düşen Pandora olacaktır; bir parça toprağın su ile karışmasından oluşan ilk kadın, Yunan mitolojisinin Havva'sı Pandora…

Bilgelik tanrıçası Athena el becerilerini armağan eder bu kil parçasına. Çiçeklerle bezenir, süslü kuşaklar sarılır beline. Ardından, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit, kadını kadın yapan nitelikleri ve zarafeti hediye eder. Son armağanı Hermes verecektir: Yalancılık, kurnazlık, kötücül duygular. Böylece ‘bütün tanrıların armağanı’ anlamına gelen “Pandora” ismi koyulur kendisine. Sonra dört rüzgâr eser, dört nefes olur bedenine ve Pandora uyanır...

Zeus Pandora’yı kendisinden ateşi çalan Prometheus’un kardeşi Epimetheus’un yanına gönderir. Evet, Pandora insanlık için bir cezadır. Ancak güzelliğine kapılan Epimetheus fark edemez bunu ve Pandora Epimetheus’a eş olur. Lakin Zeus, Pandora’yı eli boş göndermemiştir. Bugün “Pandora’nın kutusu” olarak anılan bir kavanoz vermiştir ona. Kavanozun kapağı asla açılmamalıdır. Bir gün merakına yenik düşen Pandora kapağı kaldırır: Kavanozun içinde saklı olan kötülük ve felaketler böylece yeryüzüne yayılır. Kapağı derhâl kapatırlar; fakat kötülük yeryüzüne çoktan yayılmıştır. Tüm insanlık için bu kutudan yayılan başka bir şey daha vardır…

Mitolojiden gösteri toplumuna: Suçlu kim?

Bu yazımızın konusunu televizyonda kadına yönelik şiddetin farklı görünümleri oluşturmaktadır. Şimdi burada üç temel başlık görüyoruz: Birinci başlık en genel tartışma kategorisini veren kadın, ikinci başlık ana başlıkla ilintili olarak incelenecek olgu olan şiddettir. Üçüncü ve daha dar olan “televizyon” ise ilk ikisinin harmanlanma düzlemini yaratan medya içindeki özgül inceleme konumuzu vermektedir.

Bizler en genel konu başlığı olan “kadın”ın modern aşamayı çoktan geçmiş toplumumuzda ayyuka çıkmış ezilmişliğini ve ikincil cins olma durumunun yüzlerce yıllık köklerinden birini Pandora efsanesinde bulmaktayız. “İlk kadın”ın yaratılışı üzerine anlatılan Pandora söylencesi yalnızca mitolojik zamanlardaki Yunan medeniyetinin değil günümüze kadar taşınan erkek egemen kültürde kadına nasıl bakıldığının köklerini, kadına bakışın çok eski çağlarda yaşamış ilk sınıflı toplumlardaki bir örneğini bize sunmaktadır.

Yalnızca bu efsane ile sınırlı olmaksızın Sümerler’den Hititler’e Roma’dan Mısır’a kadar yaratılışa dair pek çok mitolojik/dinsel/kutsal hikâyede kadın “lanetlenmiş” bir figür olarak tasvir edile gelmiştir. Ceza ile eş tutulmuş ve kötülüklerin kaynağı olarak işaret edilmiştir. Çoğu inanç ve batıl geleneklerden günümüze dinsel ritüeller insanlığın günahlarının kefaretini kadına ödetmek istemiştir.

Peki, kötülüğün kaynağı gerçekten Pandora’nın kutusu ve suçlu Pandora mıdır? Tüm suçlar ve kötülükler için kendine bir günah keçisi arayan erkek egemen kapitalizm, Pandora’yı bir ceza olarak yarattığı ilk andan itibaren kurban etmiştir. İlla ki kötülüklerin saçıldığı bir kutu arıyorsak, kendi suçlarının üzerini kara bir çarşaf gibi örten karanlık ideolojisini ekranlardan dalga dalga yayan televizyon Pandora’nın kutusunun modern bir tasviri olabilir.

Şiddetin renkli ve çarpık görünümü: Televizyon

Gösteri kendini, hem bizzat toplum olarak, hem toplumun bir parçası olarak ve hem de bir birleştirme aracı olarak sunar. Gösteri, toplumun bir parçası olarak, özellikle, bütün bakış ve bilinçleri bir araya getiren sektördür. Bu sektör aldatılmış bakışın ve yanlış bilincin yeridir.

Guy Debord

Söz konusu mitolojik karakterler olunca abartılı gelen birtakım figürler ve olaylar, her gün çok çeşitli görüntülerle karşımıza çıkmasına rağmen nedense hayatın gerçekliği içinde bir olağanlık ve sıradanlık içinde algılanmaktadır. Örneğin kadınların kurban edildiği kanlı ayinler pek çok kişi için kulağa oldukça travmatik gelmekte fakat kafa travması geçirecek kadar dayak yiyen, en akıl almaz yöntemlerle işkence gören, tecavüz edilen kadınları gösteren videolar, defalarca bıçaklanmak, uzuvları kesilip parçalanmak suretiyle en vahşice yöntemlerle kurban edilen kadınları işleyen haber görüntüleri ve “güvenlik” nedeniyle yüzüne maske takarak yaşadığı işkence ve şiddet olaylarını kameralar önünde milyonlarla paylaşan kadının televizyona yansıyan bir çift gözü izleyici olarak televizyon karşısında konumlanan topluma o kadar da olağan dışı gelmemektedir.

Yazımıza kaynaklık eden olay yakın zamanda burjuva parlamentosu dâhil pek çok çevre içerisinde bir tartışma yaratmış olan Seda Sayan’ın iki eşini de öldürmüş katil kocayı programına konuk etmesidir. Televizyonda mide bulandıran bir sirk gösterisi haline gelmiş bu tür programlar kitlelere yanlış bilincin aktarılması konusunda en hızlı ve en işlevsel çalışan araçlardır. Sorunların kaynağından uzak seviyesiz tartışmalar, sinir harpleri, fiziksel şiddete varan göstermelik öfke patlamaları birer reyting malzemesi olarak kanallara milyonlar kazandırdığı gibi TV karşısında adeta hipnotize olmuş şekilde bu programlara maruz kalan emekçi yığınların beyninde bir şok etkisi yaratmakta ve hafızada kalıcılaşan bir ideolojinin taşıyıcısı olarak yine burjuvaziye hizmet etmektedir.

Seda Sayan’ın bahsettiğimiz, “olay” yaratan şovuna geri dönersek… Bu olay burjuva medyanın birbirinden mide bulandırıcı iki yüzünü açığa sermiş oldu. Birincisi: Erkek egemen anlayışla işlediği su götürmeyen burjuva medyaya çalışan televizyon kanallarının hiçbir etik anlayışı gözetmeksizin kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran, teşvik eden, normalleştiren yüzüdür. Bunlar, kurbandan çok katil ile empati yapmaya yönelik yayınlar yapmakta ve cinayetin sebeplerini sorgulamak adı altında kadının katledilişini kitleler nezdinde meşrulaştırmaya çalışan tartışmaları naklen milyonlara yayınlamaktadırlar. İkincisi ve daha sinsi olduğu için daha tehlikeli, daha rahatsız edici olanı ise; tıpkı Seda Sayan’ın programında olduğu gibi ortaya çıkarılan “katil” figürünün sanki bu toplumun dışından, uzaydan gelmiş bir canavarmış gibi lanse edilmesi -cinayet normalleştirilirken buna tezat şekilde katilin anormalleştirilmesi- ve karşısına sözde “toplum vicdanını” temsilen çıkarılmış başka bir adamın hakaretleri ve bedduaları aracılığı ile kitlelerin öfkesinin çarpıtılmış bir yansımasının sunulmasıdır.

Televizyoncular kadına yönelik şiddet sorununu toplumsal sistemle ilişkilendirmek yerine her birini birbirinden bağımsız adli vakalar olarak görmekte ve kitlelere de bu bakış ekseninde sunmaktadırlar. Böyle olunca katilleri kovalamak Müge An’lılara, kadın-erkek ilişkilerinin uzmanı olmak Esra Erol’lara düşmektedir! Seda Sayan gibileri sonradan gelip “hani bana” diyen serçe parmak misali bu magazinsel polisiye ekibine dâhil olduğunda fazla şaşırmamak gerekir. Kendileri kadın olsa da bu gibi yüzler erkek egemen sistemden nemalandıkları ölçüde bu sistemi besleyecek, kimi yerde erkeklerden de çok kadın düşmanlığı yapacaklardır. Kadını anlamak ve yanında olmak bir yana, erkek egemen medyanın ajanları olmaya devam edeceklerdir.

Medyadaki erkek egemenliğin yalnızca medyada çalışan kadın oranlarıyla ve birtakım istatistiklerle tartışılması bu açıdan bakıldığında eksiktir.

Zira televizyondaki erkek egemen yayın anlayışı medya sektörünün ihtiyaçlarından, medyanın kendisi ise aracı olduğu kapitalizmin erkek egemen zihniyetinden bağımsız değildir.

Kapitalizm radyasyon yayar!

Sistem dediğimiz şey bağımsız, tek başına duran kendinde bir varlık mıdır? Sistem, sistemden faydalanan küçük bir insan grubundan başka bir şey değildir. Kadın bedeni reklamda kullanılıyorsa, bunun sorumlusu o reklamı veren şirketlerin sahipleridir. İşyerinde kadın mobbing mağduru oluyorsa, bu o işyerinin sahibinden bağımsız bir şey olamaz. Bu toplumda kadın namus cinayetlerine kurban gitmekteyse, o “namus”u savunan herkes bu cinayetten sorumludur. Fabrikalarda ve atölyelerde üreten kadın en zor koşullarda, erkeklerle eşit iş yapmasına karşın daha az ücrete, daha yoğun baskıya maruz kalıyorsa, düşmanımızı uzaklarda aramaya gerek yoktur, çıkarları ortak patronların yakasına yapışmaktan başka da çare yoktur!

Kadın bedeni üzerine en iğrenç politikaları yürüten sermayenin gözde iktidarı AKP, ürünlerini pazarlamak zorunda olan patronlar, hiçbir etik anlayışı olmaksızın bu ürünleri kitlelere satma yarışındaki reklamcılar, bu reklamların kendine yer bulduğu televizyon ekranlarına kitleleri bağlayan ünlü yüzler… İşte sistem bu insanlar, bu yüzler. Fabrikalarında, okullarında, işyerlerinde sömürülerine ve televizyonlarının karşısında radyasyonlarına maruz kalanlarsa bizleriz. Canlı yayına bağlanıp “ismini vermek istemeyen” seyirciler de bizleriz! Bizler seyirci olmayı bıraktığımızda, bu kirli şov programı da sona erecek. O zaman isimlerimizin de yüzlerimizin de gizli olmadığı bir dünyada gerçeğin çarpıtılmış binlerce yıllık görüntülerini el birliği ile sileceğiz kolektif hafızamızdan.

Pandora’nın kutusundan yayılan başka bir şey daha var demiştik. Yayılan tüm kötülüklerin ardından kavanozdan çıkan o şey umuttur. O yüzden bizler için Pandora kötülüğün değil, umudun anasıdır.

Kaynaklar:

1- Hesiodos, Tanrıların Doğuşu: İşler ve Günler, Sosyal Yayınları, İstanbul, 2010.

2- Erdoğan S, Alemdar K, İletişim ve Toplum. Bilgi Yayınevi, Ankara, 1990.

3- Refia Palabıyıkoğlu, “Medya ve Şiddet”, Kriz Dergisi 5 (2).

 

 

 

 

 

Kadına şiddetin “ilacı” sermaye olacak!

 

Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerini seyretmekle yetinen sermaye devletinin, kadına yönelik şiddete karşı bulduğu “çözüm” yine sermayeyi ihya etti. Toplumsal yaşamda kadınların yaşadığı her türlü baskı ve eşitsizliğin sorumlusu olanlar “kadın dostu” görünümlü ikiyüzlü bir imaj yaratmaya çalıştılar. Bu imajı yaratmak için seçtikleri yer ise, düşük ücret, esnek çalışma ve işten çıkarmaların sıkça yaşandığı bir fabrika oldu.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, otomotiv sektörünün devlerinden Ford’dan 2 milyon 700 bin Euro maliyetle aldığı araçlarla kadına yönelik şiddeti durdurmayı planlıyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Şiddete Maruz Kalan Kadınlar İçin Koruyucu Önlemler Geliştirme Projesi kapsamında Ford Gölcük Fabrikası’ndan alınan 135 Transit aracın teslim töreni fabrikada yapıldı. Törende, yaklaşık 2 milyon 700 bin Euro’ya mal olan 135 aracın kadınlara yönelik şiddetin engellenmesi, kadın sığınma evleri için kullanılacağı iddia edildi.

Bakanlık tarafından açılan ihaleyi kazanan Ford ise ilk 25 aracı teslim etti.

Sermayeye hizmet için oradaydılar

Asalak patronlarla sıkı fıkı ilişkileri bilinen AKP’li vekiller ve yerel yöneticiler de törende boy gösterdi. AKP Milletvekilleri Sibel Gönül, Zeki Aygün, İlyas Şeker, Muzaffer Baştopçu, Sakarya Valisi Hüseyin Avni Çoş, Kocaeli Valisi Ercan Topaca, Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu, Büyük Şehir Belediye Başkan Vekili Zekeriya Özak’ın katıldığı törende Koç Grubu’nun patronlarından Ali Koç da törende hazır bulundu. Törene katılan bu zatlar elbette ki, kadına yönelik şiddeti engellemek için orada değillerdi.

Ford’da 900’den fazla kadının çalıştığını söyleyen Ford Genel Müdürü Haydar Yenigün, cinsiyet ayrımının önüne geçmek için çalışma yaptıklarını iddia etti. Ürettikleri aracın kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacı ile kullanılmasından büyük memnuniyet duyduklarını söyleyen Yenigün, kadına yönelik şiddet konusundaki ‘duyarlılığını’ dile getirirken Ford fabrikalarında çalışan binlerce işçinin karşı karşıya kaldığı sömürü ve kölelik koşullarına ise değinmedi.

Ford Otosan Yönetim Kurulu Başkanı Ali Koç ise, araçlarının 77 ilde görev yapacağını ve kadına yönelik şiddetin engellenmesinde önemli rol alacağını söyledi. Kadına yönelik şiddetin hala kanayan bir yara olduğunu ifade eden Koç, “ekonomik ve toplumsal hayatta eşitliği sağlamak için yasalar çıkartan ülkemiz bu görüntüleri hak etmiyor” dedi. 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam ise kadına yönelik şiddetin tüm “önlemlere” rağmen hala devam ettiğini söyledi. Kadına şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğunu belirten İslam şunu söyledi: “Kadına yönelik şiddet nesilden nesle geçtiği için önlenmesinde büyük sorun yaşanıyor. Sorunun çözümü tüm tarafların bu konuda bir araya gelerek, yasalarla bütüncül bir yaklaşımla çözülebilir. Bakanlığımız bu konuda tüm taraflarla birlikte uzun soluklu bir mücadele veriliyor. Son dönemde kadın erkek eşitliği yasalarda düzenlemeler yapıldı.” İslam, AKP döneminde kadına şiddet olayları ve kadın cinayetlerinde yaşanan büyük artışı ise görmezden geldi.

Ford’da kadın işçi sömürüsü

Kadına yönelik şiddete “çözüm” olarak sunulan proje, patronlar ve sermaye devletinin yetkilileri tarafından allanıp pullanırken Ford’da çalışan kadın işçiler ise bir dizi hak gaspıyla karşı karşıyalar.

Ford’da çalışan kadın işçilere verilen kreş yardımı maaşlarına yansıtılıyor ve bu durum vergi kesintisine erken girmelerine sebep oluyor. Bu durumda patronlar bir yerden verirken başka bir yerden alıyor.

 
§