14 Şubat 2014
Sayi: KB 2014/07

Greif Direnişi, sınıf hareketinde eski ile
yeninin mücadelesidir!
Gelecek ve özgürlük mücadelesinde sonucu...
İşgalci Greif işçileri:
“Emeğimiz ve onurumuz için, kölelik zincirlerimizi kırıyoruz!”
“Zaferimiz işçi sınıfı adına kazanım olacaktır!”
“Buz kırılmış, yol açılmıştır!”
“Ölmek var dönmek yok!”
“DİSK yüzünü işçilere dönmelidir!”
Karaca-Narin Triko’da direniş!
AKP de gitsin,
düzen de yıkılsın!
Demokrasi paketleri
kervan olup geliyor
Oy istiyorlar...
Seçim yılı ve devrimci sınıf çizgisi
Toprağın belediyeleştirilmesi
ve belediye sosyalizmi
V.İ.Lenin
Sömürgecilikle mücadele BM’nin değil ezilen halkların işidir!
NATO işgali Afganistan’da ölüm saçıyor
Dünyada işçi sınıfı ve emekçilerin mücadeleleri sürüyor
Suriyeli kadınlar
bataklığa sürükleniyor!
Devrimci politika ve örgütlenme ilişkisi
Devrim Okulları’nın
son dersleri
Sömürü düzeninde “insan” olmak
ya da olamamak!
“AKP için sonun başlangıcı oldu!”
“Sınıf savaşımına hazırlık yapacağız!”
Greif işçisi emeği ve onuru için ‘İŞGAL’de...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP de gitsin, düzen de yıkılsın!

 

Seçimler yaklaştıkça düzen partileri de adaylarını netleştirmeye başladı. AKP bulunduğu durum itibariyle üzerine en çok söz söylenen düzen partisi olmakta. Sonrasının ne olacağı devam edecek iç ve dış gelişmelere bağlı olmakla birlikte, AKP için seçimler önemli bir yerde durmakta. Erdoğan’ın “ustalık dönemi” tarihe bir çöküş dönemi olarak da yazılabilir.

Ancak AKP’nin boşluğunu doldurmak için yeniden revize edilen bir CHP gerçeğini unutmamak gerekiyor. İşçi ve emekçilere Haziran Direnişi’ni de arkasına alarak kendini pazarlayan CHP, AKP-cemaat arasındaki gerici dalaşmadan da istifa etmeye çalışıyor. Bunu yaparken cemaate göz kırpmaktan çekinmeyen CHP, sağdan saymayı ihmal etmiyor.

Liberal ve reformist solunda büyük çaba gösterdiği, toplumsal muhalefetin AKP karşıtlığına indirilmesi, emekçilerde yaratılan bilinç kirlenmesinin dışında en çok da CHP’nin işine yaramakta. Şimdilerde birçok kişinin diline dolanan şiar ‘AKP gitsin de...’ ile başlıyor. AKP dışındaki herkes, dünün “ilim önderi”, “hizmet” gönüllüsü Gülen de dahil bunu istiyorlar.

İstanbul’da kimliği herkesçe malum olan Sarıgül, Ankara’da “faşist” Mansur Yavaş, Antakya’da hala Belediye Başkanı olan “gerici” Lütfü Savaş, Balıkesir’de merkez sağın eski temsilcisi DYP’den parlamentoya seçilmiş Sami Sözat, Kayseri’de yine DYP’nin eski milletvekili Osman Çilsa, Bursa’da yine DYP kökenli Necati Şahin, Çorum’da eski DYP Genel Başkan Yardımcısı Kenan Nohut, CHP’nin sağ şeritteki sürücüleri.

Yine İstanbul Fatih’te Necmettin Erbakan’ın yeğeni Sabri Erbakan, Bahçelievler’de ANAP kökenli Saffet Bulut, Bodrum’da Demokrat Parti kökenli Mehmet Kocadon’da bunlardan biri. Elbette CHP’nin isteyip de hayata geçiremediği böylesine başka girişimleri de oldu. Adana’dan girmediği parti kalmayıp son olarak MHP’den Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan, sonradan yolsuzluk suçlamasıyla görevden alınan Aytaç Durak gibi.

Antakya Belediyesi için adı ilk geçenlerden olan Mete Aslan’ı da unutmamak lazım. Mafya bağlantılarıyla bilinen Aslan, MHP’den Belediye Başkanlığı yaptığı İskenderun’da Hrant Dink’in öldürüldüğü gün “Ya sev ya terk et’’ pankartları astıracak kadar bir vatanseverdi! Son olarak MHP’nin Antakya adayı olarak açıklandı.

CHP, tüm bunları emin adımlarla yaparken, Haziran Direnişi’nde gözünü kaybeden, ağır yaralanan isimlere de belediye meclis listelerinde yer vermekte. Klasik seçmeninin de böylece gönlünü hoş tutmaya çalışmakta. Düzen partilerinde şu sıralar çıkar çatışmaları sonucu çokça görülen istifalar, doğal olarak CHP’de de yaşanmakta. Bunların tüm düzen partileri için olağan olduğunu düşünürsek, CHP’nin asıl gerçeğini daha kolay görebiliriz.

Tılsımlı sözcük ‘AKP gitsin de...’ olunca geriye koca bir sömürü düzeni gerçeği kalıyor. Sadece yerel seçimlerle AKP’nin gitmeyeceği bilinse de, bu sonuç Erdoğan ve ekibinin bavullarını toplamasını hızlandıracak. Ve sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimlerini genel seçimler izleyecek.

AKP gidecek ve bu kez balkon konuşmasını yapan Erdoğan olmayacak. Herkes kucaklanacak, hoşgörü rüzgarları estirilecek ama bu düzen tüm yaşanmışlıkları ve yaşanacaklarıyla olduğu gibi kalacak. Servet-sefalet arasındaki uçurum büyümeye devam edecek. Bugün bile belediye saraylarından kentlere hükmedenler taşeron köleliğini sürdürürken, o zamanda işçileri kölece çalışma ve yaşam koşullarına mahkum etmeye devam edecekler.

Beyaz Saray’ın yeni müdavimleri ekranlarda poz verecek. Büyük projelerin yeni stratejik ortakları, ulvi amaçlar için yan yana gelecekler. Kapitalist-emperyalist sistem yeni işbirlikçileriyle yoluna devam edecek.

Eğer işçi ve emekçiler, sadece ‘AKP gitsin de...’ ile yetinmeyip, “bu düzen de yıkılsın” demezlerse, içinde geleceğimizin çalındığı bu oyunda ‘uysalca sömürülenler’ olmaya devam edeceğiz.

 

 

 

 

Hırsızın biri çalarken...

 

Aç gözlü hırsızların gözünü diktiği ganimet işçi ve emekçilerin alınteridir, emeğidir. Doğal kaynakların talanından elde edilen büyük vurgunlardır. İşlerine geldiğinde “kamu kaynakları” için, “tüyü bitmemiş yetimin hakkı” masalları anlatanların nasıl bir hırsızlık şebekesi olduğu daha net görülmektedir. Her gün yeni bir haberle karşılaşmaktayız. Kim nerede, nasıl, ne kadar çalmış? Artık iş o kadar yüzsüzlüğe vardırılmıştır ki inkar etme gereği bile duyulmamaktadır. Bunca hırsızlık açığa çıktıktan sonra diyorlar ki “çaldık ama bir sorun bakalım, niye çaldık?”

Babasının izinden giden Barış Güler rakip çetenin hışmına uğrayanlardandır. Evinde arama yapılırken doğal olarak Bakan babasını arar. Bu işlerin kurdu Muammer Güler sorar oğluna; “Ne var oğlum senin evinde?” Babasının “pinti” oğlu cevaplar; “Hiçbir şey yok baba.” O hiçbir şeyi sorar baba Güler; “Para ne var?” Oğlanın kendi harçlıklarından biriktirdiği “üç beş kuruş” vardır. Babası kendinden bilir oğlunu, iyi tanır, tekrar sorar; “Kaç para?” Azıcık demiştir ya babasına, altı üstü “1 trilyon civarı para vardır o kadar.” Bu işleri bilir babası, oğlunun kolayca sıyrılabilmesi için tüyoyu verir hemen; “Senin şimdi anladığım kadarıyla Rıza Zarrab’la bir rüşvet ilişkisinden bahsediyorlar. Diyeceksin ki bir danışmanlık işim var. Gayr-ı resmi yapıyorum. Benim alacaklı olduğum dayımın oğlu bunların yanında çalışıyor.” Valilik, İçişleri Bakanlığı yapmış bir düzen siyasetçisinin oğluna verdiği öğütlerdir bunlar. Oğluna kol kanat geren ne iyi bir baba örneği değil mi?

Bu hırsızlık şebekesinin bir başka üyesinin de bir medya kuruluşu ile ilişkisi açığa çıkmıştır. Kendisine sorulur; “Sabah ve ATV’yi satın aldınız mı?” Nihat Özdemir: “Hayır doğru değil.” Soru yenilenir; “Sabah ve ATV’nin yeni patronuna 100 milyon dolar verdiniz mi?” Özdemir: “Evet verdim. Ama borç verdim.” Yeniden sorulur; “Nasıl ispatlayacaksınız?” Özdemir’in cevabı pişkincedir; “Her şeyi legal, her şeyi temiz yaptık.”

Şebekenin işleri artık tümüyle açığa çıkmaktadır. Yapılanları inkar etmenin bir anlamı yoktur. Erdoğan da kartları açık oynayanlardandır. Zaten “Alo Fatih” hattı ile Haber Türk üzerinden, hırsızlık düzeninde çarkların nasıl döndüğü, medyanın nasıl bunların parçası yapıldığı alenen ortaya çıkmaktadır. Erdoğan, yandaş basına nelerin haber olup olmayacağını direktiflerle iletmektedir. Tüm medya organları bu hırsızlık şebekesi için bir “Meclis TV’dir.” Hangi haberlerin nasıl yapılacağı, kimlere yer verileceği, yaşananların nasıl saptırılacağı bir dudaktan çıkacak sözcüklere bağlıdır.

AKP’nin düştüğü bu durum şimdilerde başka hırsızlarında ellerini ovuşturmasına neden olmaktadır. Çünkü biri gider biri gelir, makam mevki sahibi olan en büyük vurgunu, en büyük talanı yapar. Yani düzen değişmez, sadece hırsızlar yenilenir. Zira bu sömürü ve hırsızlık düzeninde çarklar böyle dönmektedir.

 
§