30 Ekim 2009
Sayı: SİKB 2009/42

  Kızıl Bayrak'tan
  “Açılım süreci”nin
ölü doğma ihtimali güçleniyor…
  Hezeyana dönüşen “Kürt açılımı”
“Açılım” eşliğinde
devlet terörü sürüyor
25 Kasım uyarı grevine hazırlanalım!
25 Kasım’a doğru şube ve işyerlerinden yansıyanlar...
  Entes güncesinden...
  Kent AŞ işçileriyle dayanışma eylemlerinden...
  Sınıf hareketinden...
  Gençlik çalışmasının güncel sorunları
  Gençlikten...
  İşçilerle konuştuk...
  Honduras halkının cunta
karşıtı direnişi sürüyor!
  NATO Savunma Bakanları’nın Bratislava Toplantısı…
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden
  Sermaye, meslek odalarını denetimi altına almak istiyor...
  EMO “Yetkin, Yetkili ve Uzman Mühendislik Kavram ve Uygulamaları Kurultayı” düzenledi
  “Demokratik Türkiye ulusu”
hakkında birkaç söz -I-
M. Can Yüce
  Hrant Dink davasında kontrgerilla hukuku
işlemeye devam ediyor…
  Hasta tutsaklara özgürlük!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Demokratik Türkiye ulusu”
hakkında birkaç söz -I-

M. Can Yüce

Bilindiği gibi “eve dönüş süreci”, “şimdilik” kesintiye uğramış gibi… Bunun bir erteleme mi, yoksa tümden sona eriş mi sorusu tartışılıyor. İşin bu boyutu bu aşamada bizi ilk planda ilgilendirmiyor. Bizim açımızdan önemli olan, uygulanmakta olan politikalar ve bunların dayandığı temel programlardır. Bu konuda gerçekleri ortaya koymak çok daha önemli ve gelecek açısından anlamlıdır!

Yaşanan kesinti veya “ertelemeye” gerekçe olarak “güven bunalımı”, verilen sözlerin tam olarak tutulmaması, “Türk halkının” duyarlılıklarının “provoke edilmesi” olarak gösterilmektedir. Burada tepki konusu yapılan yüzbinlerce Kürdün teslim olan gruplara sahip çıkışı, bunu coşkulu gösterilerle ortaya koymasıdır…

Kuşkusuz TC devletinin ve ırkçı şoven çevrelerin histerik tepkileri kabul edilemez; bunların tümü 86 yıllık cumhuriyet tarihinin devlet-ulus anlayışının günceldeki dışa vurumudur. Bu durum, ırkçı şovenizmin derinlere inen köklerini, örgütlü düzeyini ve güncel plandaki saldırganlığını ortaya koydu. Bu, bugüne kadar izlenen Kürtleri inkar ve imha çizgisinin bir ürünüdür! Anlatılmak istenen inkarcı Türk devlet-ulus teorisinin ve çizgisinin ödünsüz uygulama ve uygulatma ısrarının güncel ifadesidir. Bu noktanın altını çizdikten sonra başka bir noktaya geçmek istiyoruz. O da şudur:

Bir önceki yazımızda vurguladığımız gibi, Kürt halkının teslim olan grupları sahiplenmesi, bunu eylemli ve yüzbinlerle ifade edilecek bir kitlesellikle göstermesi anlaşılır ve paradoksal bir durumdur. Bu paradoksun özünü bir önceki yazımızda ana çizgileriyle vurgulamıştık. Kitlelerin eylemli sahiplenişi ile gelip teslim olan grupların politik programları tam anlamıyla bir karşıtlık oluşturuyor. Sorulması gereken soru şu: Sahiplenişini gösteren yüzbinler, bunu, demokratik Türkiye ulusunu yaratmak ve kendilerini bunun bir parçası olarak tanımlamak için mi yaptılar? Bütün bu çabalar, “demokratik Türkiye ulusu” için mi?

Bu soru çok can alıcıdır, çünkü sahiplendikleri grubun politik programı kendileriyle birlikte getirdikleri bildiride çok net olarak ifade ediliyordu. Şöyle deniliyordu: “3- Türkiye demokratik ulusunun bir parçası olarak Kürt halk kimliğimiz temelinde ve anayasal güvenceye sahip olarak özgür, eşit ve birlikte yaşamak…”

“Bir Kürt olarak kendini nasıl tanımlıyorsun? Kimlik derken, bir ulus kimliğinden mi, yoksa ‘Türkiye demokratik ulusunun bir parçası’ bir ‘alt-kimlik’ olarak mı tanımlıyorsun?”

Bu soru, Kürdistan’da veya dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan Kürtler’e sorulsa nasıl bir yanıt alınırdı? Kendini ulus kimliği olarak değil, alt-kimlik olarak tanımlayan kaç Kürt çıkar? Özellikle teslimiyet gruplarına büyük bir coşkuyla sahip çıkan yüz binlerden kaç tanesi, “Evet biz demokratik Türkiye ulusu için burdayız, onun bir parçası olarak Kürt halk kimliğimizi özgürce yaşamak istiyoruz” diyen, diyebilen kaç Kürt çıkar?

Kürtleri diğer uluslar gibi bir ulus olarak tanımlamayan, onu etnik bir grup veya başka bir üst-kimliğin alt-kimliği olarak tanımlayan veya tanımlayacak Kürtler’in sayısının çok sınırlı olduğunu bilmek bir kehanet değildir. O zaman programı yeni bir Türk ulus teorisi geliştirmek ve Kürtler’i de bir alt- kimlik olarak buna yamamak isteyen ve böylece TC’ye en üst düzeyde hizmet eden İmralı partisinin bu doğrultudaki politikalarına destek veren yüzbinlerin bu duruşunu nasıl açıklamak gerekir?

İmralı partisi ve her düzeydeki sözcüleri bunu “kendi politikalarının kitlesel doğrulaması” olarak tanımlayıp geçmektedirler. Peki, gerçeklik ve onun derinlerdeki ve yüzeydeki nedenleri bu kadar basit, yalınkat ve tek boyutlu mu? Bu konu çok geniş ve mutlaka uzun uzadıya açıklanması gereken bir konudur ve bununla ilgili açıklama ve tartışmalarımız sürecektir…

Yine “halk neylerse iyi eyler” lafının da hiçbir bilimsel temeli yoktur. Yüzbinler tarafından desteklenmiş diye gerçekler tersyüz edilemez, çok açık yanlışlar “doğru” olarak gösterilemez…

Bu kısa vurgulardan sonra demokratik ulus teorisinin TC’nin resmi ulus teorisinden bir farkının olmadığını göstermeye sıra geldi. Aslında bu konu hakkında SHP’nin “Güneydoğu Raporu” yayınlandığında çok ayrıntılı bir değerlendirme yapmıştık. İlgilenenler Özgür Halk Dergisi’nin 1989 veya 1990 yılı sayılarına bakabilir.

Kısa bir iki hatırlatma: SHP anılan raporunda sorunun konuluşu ve çözümü konusunda 10 yıldır İmralı tarafından dile getirilen çizgiden daha geri bir nokta değildir. Bu raporda “etnik, dinsel ve dilsel farklılıklar” kabul ediliyor, bu farklılıklar, “ulusal bütünlük” önünde bir engel olarak değil, bir zenginlik olarak değerlendiriliyor. Bu, cumhuriyetin bir ırk cumhuriyeti değil, bir “siyasal bilinç cumhuriyeti” olarak kurulduğu gibi bir gerçek dışı gerekçeye dayandırılıyor…

Bütün bunların yeni bir ulus tanımına dayandırıldığını da vurgulamamız gerekir. Bu tanım, aslında iflas eden Türk ulus teorisinin yeniden üretimi, restorasyonu niteliğindedir. Etnik kökeni, dili ve dini ne olursa olsun, yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkes “ulusal bütünlüğün bir parçasıdır; belirleyici ve yapıştırıcı öğe vatandaşlık bağıdır.” Kürtler’in varlığı ve farklılığı inkar ve bastırma, imha politikaları ve anlayışlarıyla yok edilemediğine göre, bu kimlik farklılığı tanınmalı; ama tek koşulla bir farklı ulus kimliği olarak değil, etnik köken farklılığı, etnik kimlik, “ulusal birliğin” bir parçası olarak… SHP, “Türk ulus” kavramını kullanmamaya özen gösterir, bunun yerine Türkiye, ulusal bütünlük, yurttaşlık kavramlarını öne çıkarır.

Kısacası o dönemde SHP, iflas eden, Türk ulus teorisi yerine farklılıkları kabul eden, ama bunu, kendine göre tanımlayan, ulus altı kavrama, özellikle “etnik köken” kavramına hapseden bir kabul edişle yeni bir ulus teorisini, daha kapsayıcı ve yapıştırıcı bir ulus tanımı geliştirmeyi, resmi çizgiyi restore etmeyi öneriyordu…

Bu nokta üzerinde bu kadar durmamızın temel nedeni, Türkiye cephesinde, bir grup devrimci parti ve hareketi dışta tutarsak, yapılan tartışmalar ve Kürt açılımlarının teorik ve politik çerçevesi SHP’nin 1989’da ortaya koyduğu çerçeveyi aşmaması, o çerçevede kendilerini ifade etmeleri ve tekrarlamalarıdır. En liberal ve demokratların somut gerçekliği bundan başkası değildir… Hepsinin ortak noktası şudur:

Kürtleri farklı bir kimlik, etnik veya alt-kimlik olarak tanıyalım, ama bu, ortak kimliğimizin bir parçası olsun. Farklılıkların tanınması yasalarla güvenceye alınsın ve bundan doğan hakları da tanınsın...

Aslında İmralı çizgisi ve politikaları da SHP’nin 20 yıl önce ortaya koyduğu çerçevenin daha geri bir tekrarıdır. Demokratik Türkiye ulusu kavramı, tamı tamına bu çerçevenin adlandırılmasından başka bir şey değildir. Bu tanımda Kürtler bir alt kimliktir, bir parçadır, Türkiye ulusunun bir unsurudur!

Şimdi bu çerçeve TC’ye kabul ettirilmek isteniyor, teslimiyet grupları bu amaç için getiriliyor ve “zafer şarkıları” ile milyonlara yedirilmeye çalışılıyor. Teslimiyetin zafer olarak kutlanması ve bunun da Türk “cephesinde” “tahrik” olarak algılanması, nasıl bir oyundur, dram mı, tragedya mı, komedya mı, yoksa bunların tersyüz edilmiş bir bulamacı mı?

Ortaya çıkan bu tablo nasıl tanımlanırsa tanımlansın, gösterdiği bir gerçeklik var: İki algılayış, aynı zamanda açılım süreci, onun dayandığı bakış ve politikaların iflasını, ölü doğumunu çok çarpıcı olarak anlatıyor. Resmi çizgi ve onun derinlere nüfuz eden gerçekliği “Demokratik Türkiye ulusunun bir unsuru” olmaya hazırlanan Kürdü kabul etmeye ve sindirmeye hazır değildir, hazır olmaya da niyetli değildir. Öte yandan “Demokratik Türkiye ulusunun bir unsuru” olmaya iteklenen Kürtler’in ulus gerçekliği ve çarpıtılmış olsa da bilinci ve duyguları “Demokratik Türkiye ulusu” kalıbına sığmıyor, sığdırılamıyor. İflas eden bu temel gerçekleri ıska geçen veya inkar eden anlayış ve politikalardır. Evet, yüzbinlerin duruşu, bir sahiplenmedir, bu anlamda yürürlükteki çizgiye onaydır. Doğru, ama bu, sadece madalyonun bir yüzüdür. Diğer ve temel, geleceği olan yüzü ise çok açıktır: Yüzbinlerin duruşu, hangi renge boyatılarak gösterilirse gösterilsin, Kürdistan ve Kürt ulus gerçekliği TC’ye ve onun sınırlarına sığmaz, sığmıyor… Bu, “kesinti” veya “ertelemenin” de temel dinamiği değilse nedir?

Demokratik Türkiye ulusu nedir, bu saçmanın resmi Türk ulus teorisi ve Kürt ulus gerçekliği karşısındaki anlamı nedir? Bu sorunun yanıtına bir sonraki yazımızda devam edeceğiz…

27 Ekim ‘09