30 Ekim 2009
Sayı: SİKB 2009/42

  Kızıl Bayrak'tan
  “Açılım süreci”nin
ölü doğma ihtimali güçleniyor…
  Hezeyana dönüşen “Kürt açılımı”
“Açılım” eşliğinde
devlet terörü sürüyor
25 Kasım uyarı grevine hazırlanalım!
25 Kasım’a doğru şube ve işyerlerinden yansıyanlar...
  Entes güncesinden...
  Kent AŞ işçileriyle dayanışma eylemlerinden...
  Sınıf hareketinden...
  Gençlik çalışmasının güncel sorunları
  Gençlikten...
  İşçilerle konuştuk...
  Honduras halkının cunta
karşıtı direnişi sürüyor!
  NATO Savunma Bakanları’nın Bratislava Toplantısı…
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden
  Sermaye, meslek odalarını denetimi altına almak istiyor...
  EMO “Yetkin, Yetkili ve Uzman Mühendislik Kavram ve Uygulamaları Kurultayı” düzenledi
  “Demokratik Türkiye ulusu”
hakkında birkaç söz -I-
M. Can Yüce
  Hrant Dink davasında kontrgerilla hukuku
işlemeye devam ediyor…
  Hasta tutsaklara özgürlük!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Manuel Zelaya ile cunta şefleri arasındaki görüşmeler tıkandı…

Honduras halkının cunta karşıtı
direnişi sürüyor!

Darbe Karşıtı Ulusal Direniş Cephesi kurarak Amerikancı çetelere karşı direnen Honduraslı emekçilerle ilerici güçler, cunta şeflerini devrik devlet başkanı Manuel Zelaya ile masaya oturmak zorunda bıraktı. Görüşmelerden kayda değer bir sonuç çıkmasa da, önceleri tehditler savuran cunta şeflerinin Zelaya ile görüşmek zorunda kalması, darbe karşıtı inatçı direnişin kazanımlarından biri oldu.

Manuel Zelaya ülkesine dönüp Brezilya büyükelçiliğine sığındığında, cuntanın devlet başkanlığına atadığı Roberto Micheletti, Zelaya’nın ülkeyi terk etmesi için on günlük süre tanıdıklarını ilan etmiş, aksi durumda büyükelçiliğe saldırı düzenlenebileceği tehdidinde bulunmuştu. Ancak Honduras halkının cuntaya karşı direnme kararlılığı, faşist çetelerin harekete geçmesini engelledi. Amerikancı, darbeye karşı çıkan kıta ülkelerinin desteğini de alan Brezilya yönetiminin, Zelaya’nın elçilik binasında kalmasına izin vermesi ise cunta yönetimini iyice sıkıştırdı. Bu gelişmelerin ardından cunta şefleri Manuel Zelaya ile masaya oturmak zorunda kaldı.

Görüşmeler, 7 Ekim’de Amerika Devletleri Örgütü (OAS) arabuluculuğunda başlatıldı.

Görüşme masasına oturan Zelaya, yeniden devlet başkanlığı görevine dönebilmek için pek çok konuda taviz verdi. Ancak bir kısmı darbe karşıtlarının tepkisini çeken tavizlere rağmen, cunta şefleri Zelaya’nın göreve dönmesini kabul etmediler. İçeride halkın yoğun muhalefeti, dışarıda gayr-ı meşru konumda olmanın yarattığı basınç altında bulunan Amerikancı çeteler, görüşmelerde zaman kazanma taktiği izlediler. Çok yönlü basınca rağmen Zelaya’nın göreve dönmesine karşı çıkan cunta şefleri, görüşmeleri belli bir noktada tıkanıklığa sürüklediler.

Kurucu meclisin oluşturulması, yeni bir anayasanın hazırlanması gibi önemli konularda taviz vermesine rağmen amacına ulaşamayacağını gören Zelaya, önce cunta şeflerine ültimatom verdi, ardından görüşmelerden çekildiğini ilan etti.

Görüşmelerden çekilen Zelaya, devlet başkanlığına dönme konusundaki iddiasını sürdürdü.

Cunta karşıtı mücadelenin yarattığı etki sayesinde ülkesinde kalan Zelaya, darbeye karşı yapılan bir eylemde kitleye hitaben yaptığı konuşmada, “Honduras halkı tarafından seçilmiş yasal devlet başkanının görevine döneceği günler yakındır. Kısa zamanda zafere ulaşacağız ve Honduras’a barış gelecek… Darbeci hükümet devrilecek ve Honduras, 28 Haziran’da kaybettiği barış ortamına tekrar kavuşacaktır” dedi.

Cunta şefleriyle yaptığı görüşmelerde gerileyebileceği nokta hakkında fikir veren Zelaya, iddialı konuşmasına rağmen bazı konularda darbe karşıtı güçlerden ayrıştı. Nitekim görüşmelere katılan sendika temsilcisi Juan Barahona, verilen tavizlere tepki göstererek Zelaya delegasyonundan istifa ettiğini açıkladı.

Kararını duyururken, “Biz, bir an bile, yeni anayasayı yapacak kurul oluşturulmasından vazgeçmeyeceğiz” şeklinde konuşan Barahona, “Bu durumda Zelaya görevine geri dönse de, biz ertesi gün sokakta olmaya devam edeceğiz” dedi.

Darbe karşıtı mücadele ile Amerikancı faşist cunta köşeye sıkıştırılmış, hedeflediği pek çok icraatı ise yapamamıştır. Buna rağmen cunta henüz yenilgiye uğratılabilmiş değil. Görünen o ki, Honduras’ta sınıf çatışmaları derinleşerek devam edecek; bu çatışmanın farklı bir görünümünden başka bir şey olmayan iktidar etrafındaki hesaplaşma da, büyük ihtimalle şiddetlenecektir.

Cuntayı bir yere kadar gerileten mücadelenin en önemli kazanımı ise, Honduraslı emekçilerin bir kez sokağa çıkmış, dahası gücünün farkına varmış olmasıdır. Sendika temsilcisi Barahona’nın, “Bu durumda Zelaya görevine geri dönse de, biz ertesi gün sokakta olmaya devam edeceğiz” sözleri derin bir anlam taşımaktadır.

 

 


ABD’ye boyun eğen işbirlikçi rejim, Pakistan’ı rezil bir savaşa sürüklüyor!

Afganistan işgalinin hem ABD, hem NATO güçlerinin içinde çırpındığı bir bataklığa dönüşmesi, Beyaz Saray’daki savaş kundakçılarının açmazını derinleştirdi. Göründüğü kadarıyla Barack Obama liderliğindeki kundakçı takımı, Pakistan’daki işbirlikçilerini de savaş meydanına sürerek sorunu hafifletmeyi deniyor. Pakistan’ı savaş alanına çevirmenin gerekçesi ise, Taliban güçlerinin Afganistan sınırında bulunan Güney Veziristan bölgesinde mevzilenmesidir.

İslamabad’taki Amerikancı rejim, savaşın felakete yol açabileceğini bilmesine rağmen, Washington’daki efendilerin dayatmalarına karşı koyamayınca kendini fiili bir savaşın içinde buldu. Barack Obama yönetiminin Pakistan’ı içine sürüklediği bu rezil savaş şimdiden binlerce insanın ölümüne, yüzbinlerce kişinin ise yerinden yurdundan edilmesine mal oldu.

Pakistan ordusunun hava kuvvetlerinin yoğun bombardımanı eşliğinde başlattığı kara saldırısı, Taliban güçlerinin karşı direnişi ile şiddetli çatışmalara dönüştü. Yoğun bombardımana maruz kalan Güney Veziristan’ın bazı kentlerinde yaşayan halk evlerini terk etmeye başladı. Kısa sürede 200 bine yakın kişinin evini terk etmek zorunda kalması, Pakistan ordusunun başlattığı saldırının kapsamı hakkında fikir veriyor.

Taraflar, birbirlerinin kayıpları hakkında farklı açıklamalarda bulunurken, ölen yüzlerce kişi arasında çok sayıda sivilin de bulunduğu bildirildi. Kuralsız savaşı ülkenin bazı kentlerine taşıyan Taliban güçlerinin gerçekleştirdiği intihar saldırıları ise, Pakistan’ın kaos ortamına sürüklenme riskini arttırıyor.

Pakistan savaş makinesinin 28 bin askerle sürdürdüğü saldırı Güney Veziristan’ı savaş alanına çevirirken, Taliban güçlerinin kent merkezlerinde patlattığı bombalar sorunu farklı boyutlara taşıyor. Çatışmanın yarattığı ağır bedeli ise, iki gerici güç arasında sıkışan halk ödemek zorunda kalıyor.

ABD’nin baskısına boyun eğerek savaşı başlatan Pakistan rejimi, bir kez daha bu ülke halkları için değil, emperyalist zorbalarla işbirlikçileri için çalıştığını gözler önüne sermiştir. Bu ibret verici tutum, tüm gerici rejimlerin niteliğine de ışık tutmaktadır. Askerlerin, evlerini terk etmek zorunda kalan sivillere de saldırması, Pakistan ordusunun faşizan niteliğinde herhangi bir değişiklik olmadığını gözler önüne sermektedir.

Pakistan rejiminin saldırısına karşı direnen dinci Taliban örgütü ise kent merkezlerinde bombalar patlatarak, sivil halkı da hedef alan kuralsız bir savaşa girişti. Veziristan halkı Pakistan ordusunun bombalarına maruz kalırken, kentlerde yaşayan halk ise, Taliban bombalarına maruz kalıyor.

Herşeye rağmen Taliban ile Pakistan ordusu aynı kefeye koyulamaz. İki güç arasında önemli farklar vardır. Bu arada saldırının esas sorumlusunun ABD’ye hizmet eden Pakistan rejimi olduğuna da kuşku yoktur. Ancak kent merkezlerinde patlatılan bombalar, dinci Taliban örgütünün, bedelini sivil halkın ödediği kuralsız savaş yürütme zihniyetini de ele vermektedir.

Bu rezil savaşın kurbanı olan Pakistan halklarının işi iyice zorlaşmış bulunmaktadır. Yayılma potansiyeli taşıyan çatışmaların önlenmesi, bu koşullarda kolay görünmemektedir. Pakistan halklarıyla ilerici-devrimci güçlerinin emperyalizme, işbirlikçi rejime ve gericiliğe karşı birleşik bir mücadele örmeyi başarması, bu uğursuz kaostan çıkışın yegane yolu olacaktır.