7 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/47(47)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermayenin asgari ücret oyunu başladı…
  Kürt sorununu ABD de, işbirlikçi sermaye devleti de çözemez!..
PKK’nin Kürt sorununa ilişkin yeni “çözüm anahtarı”!..
Telekom grevinin öğrettikleri....
Oylanan ve seçilen senin geleceğindir;
geleceğine ve Türk–İş’e sahip çık!- Yüksel Akkaya
TİB 2. Tersane İşçileri Kurultayı’na hazırlanıyor!
  Dine, gericiliğe ve simgelerine karşı
tutumumuz üzerine
  İşçi partisinin din karşısında tutumu
V. İ. Lenin
  Sosyalizm ve Din
V. İ. Lenin
  “Yalanlarınızı da alın gidin!”
  BMİS Genel Kurulu’na doğ
  Putin AKKA’yı askıya alan parlamento kararını onayladı…
  Dünyadan...
  “Çözüm Deklarasyonu” ya da “Demokratik Özerklik” mi, yoksa teslimiyet platformunun tekrarı mı? - M. Can Yüce
  Kasım ayında tüm yayın dönemimizin
en yüksek rakamları...
  Yeni bir mevzi: Kartal İşçi Kültür Evi Derneği açıldı
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

BMİS Genel Kurulu’na doğru... 

Uzlaşmacı bürokratik anlayıştan hesap soralım! Sınıf sendikacılığı bayrağını yükseltelim!

BMİS Merkez Genel Kurulu 14-16 Aralık tarihlerinde gerçekleşecek. Geçtiğimiz günlerde tamamlananan şube genel kurulları BMİS’in geçmiş süreci hakkında bir fikir verse dahi, BMİS Genel Merkezi, geçtiğimiz dört yılın ardından kapsamlı bir değerlendirmeyi hakediyor.

Şimdiki genel merkez yönetimi, geçtiğimiz genel kurul seçimlerinde mevcut yönetime muhalefet olarak ortaya çıkmıştı. Genel Kurul’dan yaklaşık iki hafta önce “muhalefet” sadece liste ile değil, bir sendikal programla da yönetime aday olduğunu ilan etmişti.

Gerek sendikal programda, gerekse de Genel Kurul günü kürsüden ifade edilenlere baktığımızda, “çağdaş sendikacılık” yerine “demokratik kitle ve sınıf sendikacılığı”, patronlarla “uzlaşmacı sendikacılık” yerine “mücadeleci sendikacılık” iddiası ortaya konulmaktaydı.

Genel kurul günü söylenen sözlere ek olarak Ziya Yılmaz yönetiminin eleştirilerine verilen tok yanıtları da bunlara eklemek gerekir. Ziya Yılmaz ve ekibi “muhalefeti” “kızıl sendikacılık” yapmakla suçlamış, muhalefet de eleştiriyi cepheden “sarı olmasındansa kızıl olmasını tercih ederiz” diyerek yanıtlamıştı. Yine  Z. Yılmaz’ın “ben bunlara her şeyi öğrettim bir patronlarla konuşmayı öğretemedim” eleştirisi ise “biz uzlaşmacı değil mücadeleci olacağız” denilerek sendikaya hâkim olan uzlaşma çizgisi reddedilmişti.

BMİS Genel Kurulu’nun ardından “BDSP’li Metal İşçileri” tarafından yapılan değerlendirmede, muhalefeti yönetime getiren gücün, uzlaşmacı anlayışa karşı tabanda oluşan bilinç ve duyarlılık olduğu dile getirilmiş, programın son genel kurulda bayrak yapılabilmesini de bu bilincin sağladığı ifade edilmiş ve bu bilincin en temel zaafiyetinin ise örgütsüzlük olduğuna dikkat çekilmişti.

BMİS Genel Kurulu’nda yaşanan değişikliğin de anlamlı olduğunu ifade eden BDSP’li Metal İşçileri, ayrıca şu düşüncelere yer vermişlerdi:

Sendikal hareketin işçi hareketini de doğrudan etkileyen temel sorunu, sendikaların sermayenin doğrudan ve dolaylı müdahaleleri sayesinde bürokrasi tarafından felç edilmesidir. Tabandaki duruma göre bu, bazı sendikalarda açık ihanet, bazı sendikalarda ise uzlaşmacı bir tarz ile işçi sınıfının mücadele dinamiklerinin boğulması sonucunu yaratmaktadır. Bu tabloyu insanları değiştirerek, bürokratlaşmış bir yöneticinin yerine daha ‘dürüstü’nü, ‘namuslu’sunu getirirek tersine çevirmek mümkün değildir. Bu tablonun panzehiri, tabanın sendikada etkin hale gelmesini sağlayacak araç ve yöntemlerin kullanılmasından geçmektedir. Öyle ki, sendikanın politikaları oluşturulacak taban örgütlülükleri tarafından belirlenmelidir. Bürokratik kastlaşmayı önlemenin en etkili ve pratik çözümü budur. Ancak bu yolla bürokratik kast ve onu vareden anlayış sökülüp atılabilir. Çarkı değiştirecek bir değişim gücü yaratmadan bu çarkın içinde değiştirilecek her çivi aslında bir şeyi değiştirmeyecektir. BMİS’de şu an için yalnızca çivilerin sökülmüş olduğunu görmek ve söylemek gerekmektedir.”

"Sınıf ve kitle sendikacılığı”nda alınan yol!

“Çağdaş sendikacılık” adı altında uzun zamandır sendikaya sirayet etmiş olan patronlarla uzlaşma kültürü, Z.Yılmaz’ı yenilgiye uğratan bu yeni yönetim şahsında kırılmak isteniyor ve sendikanın o eski özlenen mücadeleci çizgisine, Maden-İş geleneğine tekrar dönülmesi amaçlanıyordu. Patronlarla masa başlarında ya da yemek masalarında konuşarak anlaşılamayacağı, bu uzlaşmanın işçi sınıfının hayrına olamayacağı belirtiliyordu. Tam tersine bu yol, mücadeleden kaçmanın bir aracı olarak mahkum ediliyor ve işçilerin hak alacaklarsa eğer, dişe diş bir mücadele süreci üzerinden alabilecekleri vurgulanıyordu.

Ancak mücadele iyi niyetli temennilerle olmuyor. Bu bir program, bir politika ve bir irade sorunudur. BMİS yönetimi, Türk Metal-Sendikası BMİS’in örgütlü olduğu Çolakoğlu işyerini kendi hanesine kayıt ettirdiğinde, koltuğa daha yeni oturmuştu. Görünürde temsilcilerin ihaneti sonucu kaybedilen fabrika (öyle ki sözkonusu fabrika BMİS başkanını ilk önce Gebze Şube, ardından genel başkanlığa taşımıştı) aslında edilgenliğin ve hiç değilse Türk Metal kadar gözü kara davranamamanın bir sonucu olarak kaybedilmişti. Bunu  Omtaş yenilgisi izledi. Ardından Grammer’de de Türk Metal saldırısı gündeme geldi. Çeşitli fiili ve hukuki girişimlere karşın BMİS hala da bu fabrikada örgütlü değildir. Bunlara Gebze bölgesinde kaybedilen fabrikaları da ekleyebiliriz. Verdiğimiz örneklerin hepsinde, mücadele ederek sonuç almak, işçileri sürecin öznesi haline getirerek kazanmak mümkün olabilirdi. Yasal “prosedür”e dayanmak yerine meşruluk esas alındığında, yolun nasıl yürüneceği ve hakkın nasıl alınabileceği deneyimlerle sabittir.

Özellikle bir iddia olarak ortaya konulan mücadeleci anlayış, ne dört yıl boyunca ne de bugün mevcut gerçekliği ifade etmektedir Sendikanın fiili-meşru mücadeleden uzak tutum ve eğilimleri devam ettiği takdirde bunun bir çizgiye dönüşmesi pekâlâ mümkündür. Dahası sendikanın “en büyük fabrikası” kaybedilirken zorlu bir mücadele yürütülmüyorsa, bu sendika dişe diş bir mücadele hattında nasıl ilerleyecektir? Uzlaşma yoluyla, yasalcı-icazetçi sınırlarla mı yetinilecektir? Mücadele anlayışı bakımından mevcut merkez yönetiminin ilk dönemiyle son dönemi arasında temelde bir fark yoktur. Son birkaç yıl içinde yaşanan grev ve direnişlere karşı alınan tutumların gerisinde iradesizlik ve bürokratizmin belkemiğini oluşturan iç hesap ve kaygılar vardır.

BMİS’in dört yıllık sürecine baktığımızda, tartışılması gereken en temel noktalardan biri, BMİS üyesi işçilerin ekonomik ve sosyal hakları açısından ne durumda olduklarıdır.

Son dört yıl içinde MESS’le iki defa masaya oturulmuş fakat ikisinde de Türk Metal’in imzaladığı sözleşmenin bir benzeri imzalanmıştır. BMİS’te, toplusözleşmelerin imzalanması süreçlerinde, Türk Metal’in ihanetçi tutumunun arkasına sığınmak gibi bir gelenek oluşmuştur. Bu gelenek son iki sözleşme döneminde de bozulmadı ve merkez yönetim BMİS’in tek başına bir şey yapamayacağını gerekçe göstererek, sözleşmelerin altına imza attı. Aynı zamanda son sözleşme sürecinde ilan ettiği eylem programını “unuttu” ve tabanına danışma gereği bile duymadan toplusözleşmeyi imzaladı.

Önceki genel kurulda mahkum edilen ücret sendikacılığı, sendikanın sınıf mücadelesinde tuttuğu yere ve oynayabileceği farklı misyona bir işaret olarak gösterilmişti. Dolayısıyla sendikal mücadele tek başına ücretlerin iyileştirilmesi mücadelesi olarak değil genel sınıf mücadelesinin bir parçası olarak ele alınıyordu. Ancak izleyen dönemdeki toplu sözleşme sürecinde işçilerin beklentilerinden uzak sonuçlar alındı. Oysa metal sektöründe yaşanan üretim patlamaları ve kâr rekorları bizzat sendikanın araştırma ve değerlendirmelerine konu olmuştu. Üretimden pay almak istediklerini de ifade eden sendikacılar, bu konuda epey fırtına koparmalarına rağmen somut da hiçbir şey yapmayarak, hatta MESS grup sözleşmesinde Türk Metal’den daha geri bir sözleşmeye imza atarak “kararlılıklarını” göstermiş oldular. Ücret sendikacılığı yapmayacağız diyenler, denilebilir ki ücret sendikacılığı bile yapamadılar.

Tablo ortadadır. Bir dönemin ekonomik ve sosyal haklar planında en önde olan fabrikalarında işçiler şimdi asgari ücret düzeyinde ücret alıyorlar. İşçilerin sert tepkilerinden dolayı bu fabrikalarda adeta temsilci dayanmıyor. Ücretlerin düşüklüğü, ekonomik ve sosyal hakların geriliği tüm fabrikaların ortak sorunu durumunda. Sorunun çözümü konusunda da bir açıklık görünmüyor. Temsilcisinden şube başkanına, uzman kadrodan en üst yöneticiye kadar sorunun kaynağı olarak işçi sınıfının geriliği ve AKP hükümetinin patronlardan yana tutumu gösteriliyor. Bu tablonun nasıl değiştirileceğine dair bir tartışma ya da çözücü yaklaşım ise sendikanın gündeminde fazla bir yer tutmuyor.

Bürokratik sendikal anlayış...

Türkiye sendikal hareketinin genelde bürokratik yozlaşma ve çürüme içinde olduğu uzun yıllardır yapılan bir değerlendirmedir. Kaldı ki, gelinen yerde ihanetin aldığı boyut, sergilenen pervasızlık üzerinden bakıldığında, bu değerlendirme eksik bile kalmaktadır.

BMİS yöneticileri de geçen genel kurulda yönetime “iyi niyet”lerle gelmiş ve ortaya koydukları iddia ve bunun somut ifadesi olan sendikal programdan ötürü sendikaya daha ileri bir hava katacakları beklentisi yaratmışlardı. Şu anki mevcut yönetim Merkez Genel Kurulu’na aday olana kadar Ziya Yılmaz ve ekibinden çok çekmişlerdi. Muhalif ve “sol” kimliklerinden ötürü bir hayli hırpanlanmış ve birçok alanda önleri kesilmişti. İşte tüm bu nedenlerden dolayı demokratik bir sendika olmayı herkesten çok istediklerini söylüyorlardı. Ne yazık ki “demokrasinin” bu süreçte uygulandığını söylemek mümkün değil. Zira sendikal demokrasi salt işçilerin kendi temsilci ve yöneticilerini seçmelerine indirgenebilecek basit bir olgu değil. Örneğin onbinlerce metal işçisini ilgilendiren MESS sözleşmelerinde son imza atılmadan önce işçilere imzalamak-imzalamamak arasında bir seçim yaptırmak sendikal demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. BMİS ise bunu çeşitli gerekçelerle yapmaktan geri durmuştur.

Taban kendisini ilgilendiren temel sorunlar hakkında sözünü söylemeyecekse eğer, bu ilke nasıl hayata geçirilecektir? Demokrasiyi bir görüntü ve yeri geldiğinde övünülecek bir araç olarak görenler ihtiyaç duyduklarında demokrasiyi rahatlıkla çiğneyebilmektedirler. BMİS’in son birkaç ay içinde yaşadığı şube seçim süreçleri bu açıdan bir dizi olumsuz örneğe tanıklık etmiştir. Temsilcilerin görevden alınmasından delege avcılığına, ayak kaydırma çabalarından kafa koparma operasyonlarına kadar, sendika bürokratlarının kullandığı bu kirli yöntemlere mevcut merkez yönetimi de başvurma ihtiyacı duymuştur. Söz konusu koltuk kavgası ve kaygısı olunca demokrasi de tez elden rafa kaldırılabilmiştir. Ancak, hangi amaçla yapılırsa yapılsın (ya da söz konusu davranışın muhatapları bunu hak etmiş olsalar bile), tabanın onayı alınmıyorsa ve taban bu davranışları onaylamıyorsa hiçbir yöntem meşru değildir. Hizmet ettiği alan ise sendika bürokrasinin kendisi olacaktır.

Sınıfı eğitmek ve örgütlemekten bahsedenler şovenizmi kışkırtıyorlar

BMİS’i yakında takip edenler sendikanın toplam süreçlerinde eğitim çabasında bir hayli öne çıktığını görebilecektir. Son dört yıl içinde toplam 8 bin işçiye temel sendikal sorunları içeren eğitim verilmiştir. Bir kısmı Alman IG-Metal Sendikası’yla yapılan ortak eğitimlerdir. Sendikal hareketin mevcut düzeyi düşünüldüğünde, yabana atılmayacak bir çaba ve işçi sayısı söz konusudur. Ancak bu denli övünç konusu yapılan bir çabanın ardından, yaşadığımız sistemin adını koyamayan ya da tanımlayamayan bir tabana sahip olmak tuhaf bir çelişkidir. Sistemi tanımlayamamak bir yana, BMİS tabanında sağ düşüncenin etkisi gün geçtikçe artmaktadır. Son şube genel kurullarında delege konuşmalarında ağırlıklı bir kesimin şovenizm zehrini kusması bunu ifade etmektedir. Eğitim salt akademik bir bakışla ele alınır ve işçilere de bu temelde eğitim verilirse, bu sonuca şaşırmamak gerekir. Grev ve direnişlerin işçi sınıfının okulları olduğu unutulmuş, eğitim konferanslara, seminerlere ve sendika merkezlerinde eğitim uzmanlarının anlatımlarına daraltılmıştır. Aynı zamanda işçinin geri bilincine müdahalede sergilenen tutumlar da ortadadır. Estirilen şoven dalga karşısında BMİS Genel Merkez yönetiminin aldığı tutum ibret vericidir. Sendika yöneticileri, estirilen şovenist dalganın etkisiyle buram buram şovenizm kokan ve kardeş halklar arasında düşmanlığı körükleyen açıklamalar yapmıştır. İşçilerin geri bilincine müdahale etmek bir yana, o geriliği besleyen tutumlar alabilmiştir.

BMİS’in örgütlenme çabaları da bu sığ bakışın bir sonucu olarak mücadeleden uzak bir çizgide gerçekleşmiştir. Açıklandığı üzere, bu süre diliminde BMİS gerçekten büyümüştür. Ancak bu büyüme, BMİS’in istikrarlı, hedefli bir çabasının ürünü olarak değil, sermayenin saldırılarının sonucu metal işçisinin duyduğu örgütlenme isteğinden kaynaklanmıştır.

BMİS’in sözde “muhalifleri”

Önümüzdeki günlerde gerçekleşecek BMİS Genel Kurulu’na aday olacak muhalifleri bize hiç de yabancı değil. Ziya Yılmaz ve ekibi mevcut yönetimin karşısına dikilmeye hazırlanıyor.

BMİS merkez yönetiminin 4 yıllık sürecine asıl damgasını vuran, 8 bin işçinin eğitimi ve sendikanın büyümesi değil sendika içinde yaşanan gerilimler olmuştur.

4 yıl önce koltuğunda indirilen Ziya Yılmaz ve ekibinin tamamı sendikal sürecin hukuken dışına çıkmış olmalarına rağmen muhalefetlerini sürdürdüler. Bulabildikleri her fırsatta merkez yönetimi zora sokmak ve deyim yerindeyse felç etmek için en olmadık yöntemlere başvurdular. Z. Yılmaz’ın etkisi altındaki şube yöneticileri ve kimi temsilciler, sendikanın bir dizi kararını çiğneyerek kendi bildiklerini okudular. Hatta kimi şube başkanları patronlarla birebir anlaşarak işçilerin sendika aidatlarının ertelenmesini sağlayabildiler. Gebze örneğinde olduğu gibi imza toplayarak olağanüstü genel kurul toplama girişimlerinde bulundular. Ziya Yılmaz ise, kendi çizgisine uygun bir davranışla MESS patronlarından birinin işyerinde kendini çalışıyor göstererek ve ancak mahkeme yoluyla sendika üyesi olmuştur. Dört yıl önce gerçekleşen genel kurulda Ziya Yılmaz’ın şimdiki yönetime ilişkin söylediği sözler, kimliği konusunda açık bir fikir vermektedir. Ziya Yılmaz, “bana ‘uzlaşmacı sendikacılık’ yapıyor diyorlarsa bilsinler ki işçinin işsiz kalmaması için bundan sonra da seçilirsem yapacağım budur, bundan onur duyarım” demekteydi.

Son gerçekleşen şube seçimleri de göstermiştir ki, bu “sözde” muhalefetin sınıf mücadelesi gibi bir kaygısı yoktur. Dahası, çağdaş sendikacılık ve uzlaşmacılığın mimarları durumundadırlar. Bütün çaba koltuk için harcanmaktadır. İşçi sınıfının içinde bulunduğu durumun, sendikal mevzilerin kaybedilmesinin böyleleri için hiçbir önemi yoktur.

Sonuç yerine

Geride kalan dört yıla bakıldığında, BMİS Genel Merkez Yönetimi’nin ortaya koyduğu programın arkasında duramadığı, bu yönlü iddia ve buna dayalı pratiğin boşlukta kaldığı görülecektir. Dört yıl önce yaptığımız değerlendirmede de ifade ettiğimiz gibi, bir programın varlığı önem taşımakla birlikte, önemli olan onu hayata geçirecek güç ve iradedir. Dahası tabanın söz, karar ve yetki sahibi olmasıdır. Ne yazık ki, dört yıllık süreçte bu irade sergilenemedi. Temel aldıkları programı hayata geçirmenin tek yolu, tabana dayanmak ve gücü bu temelden almaktır. Bundan sürekli geri durulduğu gibi, en basit sendikal demokrasinin ilkeleri bile uygulanmadı.

Yine bürokratik sendikal anlayışın bir parçası olarak, dört yıl önce ortaya atılan iddialar iç hesaplara kurban edildi ve boşa düşürüldü. Mevcut yönetim muhalefetin basıncını her an ensesinde hissetti. İç hesaplar sendikanın süreçlerinde hakim hale geldi, işyeri örgütlenmelerinde bile sınfın çıkarları değil, bu tablonun kendisi belirleyici oldu.

Bugün BMİS’in sınıf sendikacılığı zeminine çekilmesi ve uzlaşmacı-bürokratik anlayışın sendikadan sökülüp atılması öncü, devrimci işçilerin çabalarına sıkı sıkıya bağlıdır. BMİS tabanında bürokrasiye karşı demokrasi, uzlaşmaya karşı mücadele temelinde güçlü bir çalışma yürütülmesi acil bir ihtiyaçtır.

Öncü, devrimci işçiler sabırla ve inatla mevcut potansiyeli değerlendirmek ve işçi sınıfının kurtuluşu davasına kanalize etmek sorumluluğu taşımaktadırlar.

BDSP’li Metal İşçileri


“Saldırı örgütsüz milyonlaradır!”

Sermaye düzeni, işçi sınıfının grev silahını kullanması karşısındaki tahamülsüzlüğünü bir kez daha gözler önüne serdi. Bunun en çarpıcı örneğini Telekom grevi sırasında gerçekleşen tutuklamalar oluştururken, sendikal mücadelenin kendisi bir bütün olarak sermaye düzeninin baskı ve hukuk teröründen nasibini alıyor.

Çeşitli yasal engellerle, bunun yetmediği yerde ise baskı ve zorla örgütlenme hakkına saldıran sermaye son olarak 12 Eylül dönemini aratmayan bir hamleyle TÜMTİS Ankara Şube Yönetim Kurulu üyesi 7 kişi hakkında patronların şikayeti üzerine tutuklama kararı çıkardı. 20 Kasım 2007 günü sabah erken saatlerde evleri basılan ve aralarında Ankara şube yönetim kurulu üyelerinin de bulunduğu 17 kişi gözaltına alındı. 23 Kasım 2007 günü ise gözaltına alınan 17 kişiden 7’si hakkında tutuklama kararı çıkarılarak Sincan Hapishanesi’ne gönderildi.

Tutuklama terörünün ardından Türk-İş Genel Merkezi önünde eylem gerçekleştiren Türk-İş’e bağlı şubeler ve diğer konfederasyon temsilcileri tutuklu sendikacıların serbest bırakılmasını, örgütlenme hakkı önündeki engellerin kaldırılmasını istedi.

TÜMTİS yöneticilerinin tutuklanması 4 Aralık günü de Türkiye genelinde Türk-İş Bölge Temsilcilikleri’nde gerçekleştirilen ortak basın toplantılarıyla protesto edildi.

İstanbul’da gerçekleştirilen basın toplantısı Taksim Gümüşsuyu’ndaki Türk-İş 1. Bölge Temsilciliği’nde yapıldı. Toplantıya; Türk-İş’e bağlı Selüloz-İş İstanbul Şubesi, Deri-İş Tuzla Şubesi, Tez Koop-İş 2 No’lu Şube, Belediye-İş 1 ve 2 No’lu şubeler, Basın-İş Sendikası İstanbul Şubesi, TÜMTİS yöneticileri ve işyeri temsilcileri katıldılar. 

Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak ve TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz’ın kürsüde yer aldığı açıklamada, ilk olarak F. Büyükkucak söz aldı. İşçi sınıfının çeşitli saldırılarla karşı karşıya kaldığını belirten Büyükkucak, sendika ve konfederasyon ayrımı yapılmaksızın biraraya gelmenin önemine vurgu yaptı. Bölge Temsilcisi; 6-9 Aralık tarihlerinde Ankara’da toplanacak olan Türk-İş Merkez Genel Kurulu’nda ‘seçimden çok işçi sınıfının sıkıntıları ve ortak mücadele üzerinde durularak genel kuruldan sağlıklı kararlar çıkacağına inandığını dile getirdi.

Yaptığı konuşmanın ardından Büyükkucak basın açıklamasını okudu. “Suç işlemek için örgüt kurmak, mala zarar vermek ve çalışma özgürlüğünü engellemek” gerekçesine dayanılarak tutuklanan TÜMTİS yöneticilerinin maruz kaldığı saldırının benzerinin Telekom grevi boyunca Telekom işçilerine yöneltilerek 12 Haber-İş üyesinin tutuklandığı dile getirildi.

Basın metninde; 12 Eylül dönemini aratmayan baskın, gözaltı ve tutuklamaların işverenlerin şikayeti üzerine yapılmasının yanlı ve anti-demokratik yönüne dikkat çekildi. Faruk Büyükkucak açıklamada, saldırılarla asıl hedeflenenin Türkiye sendikal hareketi ve örgütsüz milyonlar olduğunu vurguladı. Sendika yöneticilerine dönük tutumun sendikaları “tehlikeli kurumlar” olarak gösterme amacıyla yapıldığı söylendi.

Basın metninin okunmasının ardından TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz söz aldı. Yaşanan gözaltı saldırısının ardından Ankara’ya giderek tutuklama kararını veren savcıyla görüştüklerini söyleyen Yılmaz, tutuklu 7 yöneticinin dosyaları hakkında gizlilik kararı alındığını ifade etti.

Yılmaz; Ankara şube yöneticilerinin tutuklanma gerekçelerine de değinerek kendilerinin zaten br mücadele örgütüne, sendikaya sahip olduklarını belirterek başka bir örgüte ihtiyaçları olmadığını belirtti.

Yılmaz sözlerine, tutuklama saldırısının hedefinde olan asıl şeyin son 1 yıl içerisinde gösterdikleri örgütlenme başarısı olduğunun altını çizdi. 20’ye yakın işyerinde örgütlendiklerinin bilgisini veren Yılmaz, saldırılara karşı ortak mücadele ederek, dik durma çağrısı yaptı.

Günlük bir gazetede tutuklama saldırısına “yolsuzluk iddiası” denerek yer verilen habere de değinen Yılmaz, bu haberin kendileri tarafından üzüntüyle karşılandığını ifade etti. Ayrıca tutuklanma gerekçeleri arasında tek bir yöneticileri hakkında dahi yolsuzluk gibi bir iddianın olmadığını, söz konusu gazetenin haberi yapmasının gerisindeki niyete anlam veremediklerini de sözlerine ekledi. Gözaltına alınan üyelerinin hiçbirinin ifadelerinde sendikaya zorla üye yaptırıldıklarına dair kanıt olmadığını da belirtti.

Genel Sekreter; Ankara Şube yöneticilerinin tutuklanmasının ardından amatör ve yedek üyelerin tüm sorumluluklarını kuşanarak örgütlenme çalışmasına devam ettiklerini sözlerine ekledi. Yılmaz, dayanışma çağrısıyla konuşmasını noktaladı.

Büyükkucak konuşmasını; Telekom grevi sürecinde yanlı ve yanlış haber yapan basını da eleştirerek sürekli yanlarında olan basın organlarına teşekkürlerini iletti.

Açıklamaya BDSP de destek verdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul