7 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/47(47)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermayenin asgari ücret oyunu başladı…
  Kürt sorununu ABD de, işbirlikçi sermaye devleti de çözemez!..
PKK’nin Kürt sorununa ilişkin yeni “çözüm anahtarı”!..
Telekom grevinin öğrettikleri....
Oylanan ve seçilen senin geleceğindir;
geleceğine ve Türk–İş’e sahip çık!- Yüksel Akkaya
TİB 2. Tersane İşçileri Kurultayı’na hazırlanıyor!
  Dine, gericiliğe ve simgelerine karşı
tutumumuz üzerine
  İşçi partisinin din karşısında tutumu
V. İ. Lenin
  Sosyalizm ve Din
V. İ. Lenin
  “Yalanlarınızı da alın gidin!”
  BMİS Genel Kurulu’na doğ
  Putin AKKA’yı askıya alan parlamento kararını onayladı…
  Dünyadan...
  “Çözüm Deklarasyonu” ya da “Demokratik Özerklik” mi, yoksa teslimiyet platformunun tekrarı mı? - M. Can Yüce
  Kasım ayında tüm yayın dönemimizin
en yüksek rakamları...
  Yeni bir mevzi: Kartal İşçi Kültür Evi Derneği açıldı
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kardeş Kürt halkına destek!

Sınırötesi operasyona yasal zemin hazırlayan işgal tezkeresinin meclisten geçmesinin ardından, sınırötesi operasyona ilişkin yoğun bir tartışma yürütüldü. Tartışmaların gündemini sınırötesi operasyonun çözüm olup olmayacağı, zamanlaması, uşak Erdoğan’ın efendi Bush’tan ABD ziyaretiyle aldığı kısmi izin, operasyonun şekli vb. oluşturuyordu.

Ancak son günlerde yaşanan gelişmeler, bu konunun, Kürt halkının meşru mücadelesini ezme ve imha politikasını derinleştirme amacının yanı sıra, egemen klikler arasında süren çatışmanın bir aracı olarak da kullanıldığını gösteriyor.

AKP hükümeti uzun zamandır tezkereyi elinde tutuyordu. Emperyalizmin uşakları efendilerinden bir türlü izin alamadıkları için, sınırötesi operasyon konusunda harekete geçemiyorlardı. Başta ordu olmak üzere, muhalefet partileri, ordunun kalemşörlüğünü yapan köşe yazarları ve bu durumu fırsat bilerek kendine pay çıkarmaya çalışan çeşitli çevreler, AKP’ye buradan yükleniyor, hükümeti acizlikle, hatta “teröre” destek olmakla suçluyorlardı.

Erdoğan ABD ziyaretinde efendisi Bush’tan dar kapsamlı da olsa kısmi bir izin almayı başardı. Sonunda izin alabilmiş olmanın verdiği rahatlıkla, kendisini eleştirenlere külhanbeyi edasıyla yanıt veren Erdoğan, 29 Kasım günü yaptığı açıklamayla Genelkurmay’ı sınırötesi operasyon konusunda yetkilendirdiklerini açıkladı. Daha birkaç gün öncesine kadar bu konuda atılacak adımların gizli olduğunu söyleyip duran AKP hükümetinin açıklaması şimdi topu Genelkurmay’a attıklarını gösteriyor. Yetkinin Genelkurmay’a verildiğini açıkça deklare ederek hem kendi etrafında daralan çemberi kırmaya hem de orduyu ve peşine takılan cenahı köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.

AKP’nin bu manevrası karşısında ordunun sessiz kalması ve kendini köşesine çekmesi beklenemezdi kuşkusuz. Son günlerde yaşananlar da bunu kanıtlar niteliktedir.

Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1 Aralık günü yapılan açıklamayla, Hakkari’nin sınır bölgesine yakın Irak sınırları içerisinde 50-60 kişilik bir PKK’li grubun tespit edildiği ve bu bölgeye nokta operasyon düzenlendiği iddia edilmişti. Ancak Halk Savunma Güçleri (HPG) tarafından yapılan açıklama olayların hiç de Genelkurmay’ın iddia ettiği şekilde olmadığını gösteriyordu. Amerikan New York Times gazetesi de Türk ordusunun bunu doğrulayacak herhangi bir kanıt sunmadığını yazdı. Gazete, Türk özel birliklerinin sınırı geçtiğine ilişkin haberlerin KDP sözcüsü Muhammed Amidi ve Duhok’taki Irak sınır birlikleri komutanı Albay Husseyin Reşid tarafından da yalanlandığına yer verdi.

Anlaşılan o ki, Genelkurmay böyle yalan haberlerle AKP hükümetine karşı atak yapmaya ve çevresinde topladığı postal yalayıcılarına “terörle mücadele” konusundaki kararlılığını göstermeye çalışıyor. İlerleyen günlerde bu yönlü haberlerin artması muhtemeldir.

Egemen klikler arasında böyle bir anlaşmazlık yaşansa da, Kürt halkına karşı verilen savaş konusunda hiçbir anlaşmazlık yaşanmamaktadır. Kürt halkının meşru talepleri bastırılmaya çalışılmakta ve mazlum bir halka yönelik imha dalgası büyütülmektedir.

Kirli savaşın faturasını dolaysız olarak ödeyen işçi ve emekçiler kardeş Kürt halkına açık bir destek vermek zorundadır. Çünkü, düzen tarafından ezilen kesimlerin meşru taleplerini sahiplenmeyen bir işçi sınıfı her geçen gün biraz daha kalınlaştırılan kölelik zincirlerini kırmayı da başaramaz.



Kürt sorununu ABD de, işbirlikçi sermaye devleti de çözemez!..

Özgürlük ve eşitlik sosyalizmle gelecek!

Haftalardır hükümetin Kürt sorunu konusunda gerçekleştireceği bir “açılım”dan söz ediliyor. Fakat bu “açılım”ın geleneksel devlet politikasından farklı yönler taşıdığına dair en küçük bir işaret dahi ortada yok. Muhtemelen hükümet ABD’nin de telkinleri doğrultusunda PKK’yi tasfiyeye yönelik amaç çerçevesinde Kürt sorununda bazı adımlar atacak. Rice’ın bir süre önce yaptığı açıklamalar bunun işareti sayılabilir. Fakat hükümet bu konuda içeride siyasal risk almaktan çekiniyor. AKP’nin bu ikircikli tutumu nedeniyle olsa gerek ABD yetkililerinin bizzat devreye girdikleri ve Kürt hareketinde PKK-DTP dışında bir siyasal muhatap yaratmak için bazı çabalar sergiledikleri gözleniyor. ABD büyükelçisinin DTP’liler hariç Kürt kökenli milletvekilleriyle görüşmelerde bulunması bu kapsamdaki adımlardır.

Erdoğan’ın 5 Kasım’da Bush’la görüşmesinden sonra PKK’ye yönelik yeni bir planın devreye sokulduğu biliniyor. PKK’nin tasfiyesini esas alan ve AB’nin de desteklediği bu planın öne çıkan aktörlerinin ABD, Türkiye ve Güneyli güçler olduğu sır değil. Kürt hareketini tasfiye planı iki koldan uygulamaya konuluyor. Bir yandan PKK doğrudan hedef alınırken, diğer yandan DTP dışlanarak yeni muhataplar yaratılmak isteniyor. Bu çerçevede PKK’nin “mali kaynaklarının kurutulmasından, nokta operasyonlarla bazı liderlerinin yakalanarak Türkiye’ye teslimine” kadar bir dizi “önlem” planlanıyor. Böylece kıskaca alınan PKK’nin koşulsuz silah bırakması hedefleniyor.

Öte yandan ise, uzun süredir “PKK’yle arasına mesafe koymaya” zorlanan DTP dışlanarak yeni muhataplar yaratılmaya çalışılıyor. ABD Kongre üyeleri ve Ankara Büyükelçisi’nin Mesut Barzani’ye yakınlıklarıyla bilinen KADEP, Hak-Par gibi partilerle, eski vekillerle görüşürken, DTP’yi görüşme trafiğinin dışında tutması, öte yandan Erdoğan’ın sık sık partisinde 75 Kürt milletvekili olduğunu hatırlatarak Kürt halkını esas olarak kendilerinin temsil ettiğini ima etmesi, yine bölge milletvekillerini temaslarda bulunmak üzere AB ülkeleri ve ABD’ye gönderme kararı bu bağlamda değerlendirilebilir.

Geçtiğimiz günlerde Hak-Par ve KADEP birleşme kararı aldıklarını açıklamalarının ardından ABD cephesinden gelen açıklamalar, DTP’nin alternatifi üzerine yoğunlaşıldığının açık bir göstergesi. Birleşme ve DTP’nin tavrı konusunda açıklamalar yapan Hak-Par Genel Başkanı Sertaç Bucak da Hak-Par ve KADEP birleşmesinin DTP’ye alternatif olacağını ima etti.

Bucak açıklamasında, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde düzenlenen toplantı konusunda, “Bu toplantı DTP’ye de tavrını gözden geçirmesi konusunda bir mesaj niteliğindedir” dedi. Büyükelçi Ross Wilson ile aynı dili konuştuklarını ve buluşmadan DTP’ye “tavrını gözden geçir” mesajının çıktığını söyleyen Bucak, DTP’nin tavrı nedeniyle bu parti dışında arayışlar olduğunu ifade etti. Açıklamasında ABD’nin DTP’ye karşı mesajında oldukça açık davrandığını ve silahların mutlaka bırakılması gerektiğine vurgu yapıldığını, Kürt sorununda şiddet dışı bir çözüm aramakta olduğunu dile getirdi.

Bucak, ABD Büyükelçiliği’ndeki kahvaltı ile ABD’nin Türkiye’ye “PKK terör örgütüdür muhatap almam, diyorsun. DTP’yi de PKK ile ilişkilendiriyorsun. Başka da Kürt partisi ya da siyasetçileri de yok diyorsun. Bak işte görmek istemediklerinle ben toplantı yapıyorum” mesajı verdiğini savundu. Hak-Par ve KADEP birleşmesini işaret eden Bucak, çözüm sözkonusu olduğunda adresin tek değil, çok olduğu mesajının da yine bu toplantıdan anlaşıldığını savundu.

ABD damgalı “yeni Kürt açılımı”nın nasıl bir şey olabileceğini emperyalizm ve işbirlikçi sermaye düzeni gerçeğinden bağımsız değerlendiremeyiz. “Yeni Kürt açılımı”nın esası, Kürt hareketini kimi demokratik hak kırıntılarıyla yetinmeye razı ederek Kürt sorununu böylece sorun olmaktan çıkarmaya dayanmaktadır. Fakat bu politikaya Türk sermaye devletinin bazı çekinceleri ABD’nin politikasını uygulamasının önünde engel oluşturmaktaydı. Bush-Tayyip görüşmesi bu sorunun bir şekilde aşıldığı izlenimi yaratmaktadır.

ABD için bu politika, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) başarıya ulaşması için önemli bir adım anlamına gelmektedir. Bu politikayla BOP’da önemli rol biçilen Güney Kürdistan ve Türkiye arasında dostluk ilişkileri kurulacak. Daha da önemlisi, İran’a yönelik bir müdahale durumunda Türkiye’nin desteği sağlanmış olacak. Ayrıca, Türk kamuoyunda son dönemlerde artan ABD karşıtı hava da yumuşamaya başlayacak.

Bu politika çerçevesinde işbirlikçi sermaye devleti ise, engel olamadığı ve bir süre sonra zaten tanımak zorunda kalacağı Güney Kürdistan’daki oluşuma razı olmakla birkaç kuş birden vurabileceğini düşünüyor. Hem PKK’nin tasfiyesiyle rahat bir nefes alacak, hem de Güney’i tanıma karşılığında birçok ekonomik taviz koparacak ve bu arada hamilik rolüne soyunacak. Öte yandan efendisi ABD ile “tezkere kazası” nedeniyle zedelenen ilişkilerini onarmış olacak.

Öte yandan KDP-YNK için ise bu politikanın anlamı, Kürdistan Federal Bölgesi’nin Türkiye tarafından resmen tanınması, böylece devletleşmenin önündeki bir engelin daha kalkmış olmasıdır. Böylece Türkiye’yle ihale, ticaret ayrıcalıkları vb. yöntemlerle ilişkiler iyileştirilecek, “aşiret reisi” olarak aşağılanan Barzani ve Talabani “meşru liderler” olarak kabul görecek, Ankara’ya davet edilebilecekler.

Kuşkusuz ki tüm bunlar, sermaye devleti açısından köklü bir yön ve politika değişimini ifade etmiyor. Ortada duran daha çok bir havuç-sopa politikasıdır. Havuç ve sopayı birarada kullanarak ablukaya alma-terbiye etme-özgüvenini kırma-denetim altına alma-mücadele gücünü zayıflatma biçimindeki politikadır. ABD emperyalizminin çıkarına uygunluğu ölçüsünde olurunu kazanan bu plan, Türk devletinin ABD’nin Kürt politikası doğrultusunda kendi Kürt politikasını yeniden yapılandırma amacıyla hazırlanmıştır. Yani, ABD’nin Irak’taki ana dayanağı durumundaki Kürdistan yönetiminin varlığını kabullenen ama bu varlığın Kuzey’deki etkilerini en aza indirecek müdahaleler düşünülmektedir. Ki, bugün sopa ile birlikte öne sürülen havuç misali çeşitli çıkışlar esasen bu kapsamdaki müdahalelerdendir.

Düzen cephesinin büyük ölçüde üzerinde hem fikir göründükleri bu plan, ABD’nin uzun süredir Türk devletine dayatmaya çalıştığı politikadır. Göründüğü kadarıyla yönetici güç odakları, ABD’nin çıkarlarına dokunduğu ölçüde en azından şimdilik Güney Kürdistan’ın üstesinden gelemeyeceğini gördüğü için, mücadele azmi ve umutlarını ezip direnme gücünü kırarak Kuzey Kürtleri’ni Türkiye’ye bağlamak hesabına dayanan bu plan üzerinde çalışmaktadır.

Esas olarak ortaya çıkan yeni konjonktürü gözeterek, Kürt halkı üzerindeki inkâra ve köleliğe dayalı sistemi yeni döneme uyarlamak amacıyla ortaya konulan bu girişimin Kürt halkı için herhangi bir yararı olamaz. Dahası, Kürt halkının mevcut kazanımlarını tasfiye etmek dışında bir sonuç da doğurmaz. Çünkü, bu politika özünde 80 küsur yıllık inkar, imha ve asimilasyon üzerine kurulu Kürt politikasının yeni döneme uyarlanmış biçiminden başka bir şey değildir.

Kürt sorunu tartışmasının dönüp dolaşıp geleceği nokta, sömürgeci sermaye devletinin Kürt sorununu çözemeyeceğidir. DTP’lilere yönelik neredeyse her gün bir yenisi açılan soruşturma, kapatma davaları, milletvekilleri üzerinde kurulan baskılar, dokunulmazlıklarının kaldırılması tartışmaları sermaye devletinin Kürt sorununa yaklaşımının özü özetidir. Üstelik, sermaye devleti, Kürt hareketi taleplerini en geri noktaya çekmesine rağmen inkar, imha ve asimilasyon politikasında ısrar etmektedir. Dolayısıyla, düzenin ABD ile ittifak halinde ortaya koyduğu sopa eşliğindeki parlak sözlere itibar edilmemeli, mücadeleden başka bir yolun kurtuluşa götürmeyeceği akıldan çıkarılmamalıdır.