7 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/47(47)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sermayenin asgari ücret oyunu başladı…
  Kürt sorununu ABD de, işbirlikçi sermaye devleti de çözemez!..
PKK’nin Kürt sorununa ilişkin yeni “çözüm anahtarı”!..
Telekom grevinin öğrettikleri....
Oylanan ve seçilen senin geleceğindir;
geleceğine ve Türk–İş’e sahip çık!- Yüksel Akkaya
TİB 2. Tersane İşçileri Kurultayı’na hazırlanıyor!
  Dine, gericiliğe ve simgelerine karşı
tutumumuz üzerine
  İşçi partisinin din karşısında tutumu
V. İ. Lenin
  Sosyalizm ve Din
V. İ. Lenin
  “Yalanlarınızı da alın gidin!”
  BMİS Genel Kurulu’na doğ
  Putin AKKA’yı askıya alan parlamento kararını onayladı…
  Dünyadan...
  “Çözüm Deklarasyonu” ya da “Demokratik Özerklik” mi, yoksa teslimiyet platformunun tekrarı mı? - M. Can Yüce
  Kasım ayında tüm yayın dönemimizin
en yüksek rakamları...
  Yeni bir mevzi: Kartal İşçi Kültür Evi Derneği açıldı
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermayenin asgari ücret oyunu başladı…

İşçi sınıfı ve emekçiler, insanca yaşamaya yeten bir ücret için
mücadele sahnesine!

Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2008 yılı asgari ücretini belirlemek için ilk resmi toplantısını 3 Aralık günü gerçekleştirdi. Her yıl bu vakitler başlatılan bildik oyun, böylece yeniden sahne aldı. İkinci toplantısını 13 Aralık’ta yapacak olan komisyon, her zamanki gibi artık klasikleşmiş bileşimiyle toplanıyor. Hükümet, TİSK ve Türk-İş’ten 5’er temsilci, komisyon adıyla biraraya geldiğinde ortaya hangi sonucun çıkacağını kestirmek için kahin olmak gerekmiyor. Kimin neyi temsil ettiğini bir yana bıraksak bile, bu bileşimin yıllar boyunca ne yaptığı orta yerde duruyor. En azından birkaç yıldır kriz umacasıyla korkutmak yerine propaganda icabı refah balonu şişirildiği halde, asgari ücret, açlık sınırının 3’te 2’sinden bile daha az bir miktarda (Türk-İş’in araştırmasına göre, açlık sınırı 697.16, yoksulluk sınırı 2 bin 270.89 YTL) seyrediyor. Ainesi bu olan bir komisyondan, işçi ve emekçilere düşmanlık dışında ne beklenebilir ki? Yüzde 6, hadi bilemediniz “1-2 puan üzeri” bir artış! Yani sefalet ücretine devam...

Yine de AKP hükümetinin geçmiş hükümetlerden bir farkı var. O bu sefaleti, “kriz içindeyiz, ekonomi zor durumda, çalışanlar fedakarlık yapmalı” politikasıyla dayatmıyor. Tersine, ekonomiyi düze çıkarmakla övünüyor. Tam da komisyon toplantısıyla aynı günlere denk gelen bütçe görüşmelerinde milli geliri birkaç katına çıkardığından, refahı arttırdığından dem vuruyor. Meclis oturumlarında başta Erdoğan ve Unakıtan olmak üzere hızını alamayan AKP’liler, ekonomiyi tümüyle borca bağladıklarını (2008’de 56 milyar dolar borç faizi ödenecek!) bir yana bırakıp “-cağız, -ceğiz”lerle vaat hamaseti yapıyorlar. Üstelik bu tutum son birkaç yıldır aynen devam ediyor. Buna rağmen asgari ücrete yapılan ve yapılacak zamlar, sefalet artışlarından öteye geçmiyor. Bu kez fedakarlık değil, kölelik koşullarına rıza dayatılıyor. Çünkü “ekonominin aynen yola devam etmesi, refahın artması, başka türlü tehlikeye girer, hatta tüm dengeler bozulur alimallah!”

Bizzat kendilerinin bu pişkinlikleri ve verdikleri rakamlar, bu dönemde AKP’liler de başta olmak üzere kan emicilerin elindeki servetin ardarda rekorlar kırdığının, devasa boyutlar kazandığının bir itirafı adeta. Zira gayrisafi milli gelir, iddialara bakılırsa “rekor seviyeler”e çıkarken, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sefaleti derinleşmeye, işsizlik ve yoksulluk büyümeye devam ediyor. Sermaye iktidarının AKP eliyle dayattığı, tüm bunların olağan normlara dönüşmesi, yani toplumsal kabule kavuşmalarıdır. Nitekim hem olabildiğince pişkin bir şekilde yaptıkları yolsuzluklar, hem de yoksulluk konusunda epeyce bir mesafe katedildi. Yolsuzluk pişkin ve kaba haliyle tüm topluma kanıksatılırken, yoksulluk da yoksulların dilenciye dönüştürülmeleriyle sorun sıralamasındaki önceliğini yitirmeye başladı. Bunun verdiği güvenle olsa gerek, Tayyip Erdoğan, 2008 bütçesiyle ilgili konuşmasında, dilenci toplumu yaratmadaki bu başarıyı, büyük bir gururla “sosyal politikalarımızın başarısı” diye sunmaktan kendini alamadı.

Ümmetçi siyaset anlayışının, Osmanlı özentisinin yarattığı bu pişkin arsızlık, yeniden meclis gündemine taşınan Sosyal Sigotalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı konusunda da aynen hayat buluyor. Anayasa Mahkemesi’nin, bazı maddeleri fazla geri olduğundan iptal etmek zorunda kaldığı tasarı, bu kez daha geri düzenlemelerle ve yine “reform” adı altında meclise taşındı. Elbette Erdoğan ve partisi için sosyal alanda reformun, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere yeni darbeler vurmaktan başka bir şey olmadığı, yeni bir olgu değil. 5 yıl boyunca ekonomi politikası kölelik yasası, sefalet ücretleri, kamu işletmelerinin yağmalanması, doğal kaynakların peşkeşi, eğitim, sağlık ve kamu hizmet sektöründe özelleştirmenin hızlandırılması gibi büyük hak gasplarıyla şekillenmiş bir hükümet var karşımızda. Zaten tekelci sermayenin ve emperyalist efendilerinin takdirini de, en başta işçi ve emekçilere yönelik bu saldırganlığı ve yine de onlardan yüksek oy desteği alabilmesi nedeniyle kazanmamış mıydı?

Doğal olarak AKP sözkonusu tarzıyla ve farkıyla bu takdirin devamını sağlamak için elinden geleni yapıyor, yapmaya da devam edecektir. İşçi sınıfı ve emekçileri dolaysız bir şekilde, günlük yaşamları üzerinden ilgilendiren üç gündem maddesindeki pratiği de buna uygundur. 2008 bütçesi her zamanki gibi emperyalist tekelleri ve yerli işbirlikçilerini ihya eden bir borç ve faiz bütçesidir. SSGSS Yasa Tasarısı öncesinden daha beter bir içerikle gündeme alınmıştır. Asgari ücret zammı için verilen rakam ise devlet kurumlarının saptamasıyla beklenen enflasyon oranında bile değil.

Üst üste düşen bu gelişmelerin, sınıf hareketi açısından aylardır olmadığı kadar önemli imkanlar sunduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Daha düne kadar işçi sınıfı ve emekçi kitleleri esir alan şovenizm ve savaş çığırtkanlığı, başka hiçbir şeyi tartışmaya mahal vermiyordu. Tüm toplum kardeş Kürt halkına düşmanlık temelinde epeyce bir süre yoğun bir şekilde şovenizm ve ırkçılık bombardımanına maruz bırakıldı. Toplumsal siyasal atmosfer şovenizm ve ırkçı kudurganlık eşliğinde aşırı dozda zehirlendi. Şimdilik “kapsamlı plan” çerçevesinde olsa gerek, bu histeri bir nebze yatıştırıldı ya da geri plana çekildi. Şoven yayınlar ve propaganda sürse de bir ay önceki etkinlikte değil. Tam da bu arada gündeme gelen asgari ücret, bütçe ve SSGSS konuları, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, gerçek düşmanlarıyla yüzleşmelerinin, kardeş bir halka düşmanlaşma pahasına peşine takıldıkları gerçek düşmanlarından kopmalarının olanağına dönüşebilir.

Halihazırda yalnızca SSGSS yasa tasarısıyla ilgili anlamlı bir tepkiden söz edilebilir. Asgari ücret tartışması ise, komisyonun toplandığı günlerdeki açıklamaların ötesine geçemedi henüz. Biliniyor ki asgari ücret artışı işçi sınıfının tüm kesimlerini, hatta tüm çalışanları dolaysızca etkilemektedir. Bu açıdan yalnızca asgari ücretlilerin sorunu olarak görülmemektedir. Bu bilinç, ücret ortalamasının asgari ücret seviyelerine doğru kayması nedeniyle giderek daha büyük kitlelere sıçrıyor. Dolayısıyla en sessiz anlarında bile işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin ilgisini üzerinde topladığından kuşku duyulmamalı. Bu ilgi bir an önce yoğunlaşıp harekete dökülmezse hiçbir anlamı kalmaz. Bir başka deyimle, işçi sınıfı ve emekçi kitleler bu en yakıcı sorunda hızla harekete geçmezlerse, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun başladığı oyun, her sene olduğu gibi yaşanan seramonilere konu olup engelsizce finale ulaşacaktır. Tabii ki bu final, patronların ve bir bütün olarak sermaye iktidarının bayram ettiği, işçi ve emekçilerin ise yine açlık sınırının 3’te 2’sine boyun eğdiği bir sahne anlamına gelmektedir.

Yalnızca bu oyunun başarılı olup olmayacağını değil, sendikaların ve meslek odalarının SSGSS ile ilgili attıkları adımın akıbetini de işçi ve emekçi kitlelerin sürece katılımları ve meseleyi sahiplenişi belirleyecektir. Sendika bürokrasisinin neyi nereye kadar, hangi saiklerle sürdüreceği şimdiye kadarki pratiğiyle sabittir. Tabanda az-çok anlamlı bir basınç hissetmedikçe harekete geçmesi bile mümkün değildir. İşgal ettiği konumun en iyi ihtimalle kıyısından gereğini yapması içinse işçi ve emekçilerin en azından ileri kesimlerinin militan basıncını (tıpkı son 1 Mayıslar’da olduğu gibi) ensesinde duyması gerekir. Dolayısıyla bugün gerek asgari ücret konusu, gerek saldırıya konu edilen sosyal güvenlik ve sağlık alanlarında sendikal mevzilerin bir nebze kullanılabilmesi için bile taban inisiyatiflerinin geliştirilmesi, her zamanki önemini korumaktadır.

Şüphesiz işçi ve emekçiler içindeki duyarlılığı en etkili şekilde değerlendirmesi gerekenler ve taban inisiyatiflerinin gelişmesinde en öncelikli sorumluluğu taşıyanlar, bugünün koşullarında öncelikle işçi sınıfı devrimcileridir. Halihazırda “İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret!” talebi üzerinden yerellerde başlayan faaliyeti, SSGSS Yasa Tasarısı’na karşı emeğin korunmasının temel talepleriyle birlikte etkili bir yoğunlaşmaya konu etmek, sınıf bünyesinin şovenizm zehrinden arınması açısından bile düne göre çok daha büyük bir önem kazanmış bulunuyor. Bunun gereğini ancak sınıf çalışmasının yakıcı gündemleri olarak karşımıza çıkan olanakları sınıf hareketinin ihtiyaçları çerçevesinde değerlendirerek, her bir sorunu kendi içinde değil, tüm ekonomik, sosyal, politik sorun ve gündemlerle bağı içinde, sınıf mücadelesinin genel devrimci hedeflerine bağlı bir şekilde ele alarak yerine getirebiliriz. Tüm ajitasyon, propaganda, eylem ve örgütlenmemiz bir an bile bu hedeften şaşmamalıdır.


Sefalet ücretini kabul etmiyoruz…

“İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret!”

419 YTL olan asgari ücrete 2008 yılından itibaren geçerli olmak üzere yüzde 6’lık zam yapılması öngörülüyor. Buna göre 25 YTL’lik artış sağlanacak “sefalet ücretinin” yeni miktarı 444 YTL olacaktır. Dört kişilik bir aile için açlık sınırının 860, yoksulluk sınırının ise 2.290 YTL olarak açıklandığı günümüzde, asgari ücretin 444 YTL gibi gülünç bir rakamla anılmasının bizlerle dalga geçilmesinden başka bir anlamı yoktur. Dört kişilik bir işçi ailesinin her bir ferdinin asgari ücretle çalışması durumunda dahi bu tablodan çıkan sonuç, mutlak yoksulluktur.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun ortalama ev kiralarını 385 YTL olarak açıkladığı bir dönemde yeni asgari ücretin 444 YTL olarak önerilmesinin hiçbir mantığı yoktur. Dilenciye sadaka verir gibi lütfettikleri 25 YTL’lik artış da ilk üç ayda temel tüketim mallarına ve hizmetlere yapılacak zamlarla eriyip gidecektir.

Yaşadıklarımız adeta kaderimizmiş gibi, halimize şükredip katlanmamızı bekliyorlar. İşçi ve emekçiler ay sonunu nasıl getireceğinin hesabını yaparken, iftar çadırlarında, halk ekmek büfelerinde, aşevlerinde, erzak, kömür yardımlarında uzun kuyruklar oluştururken, onlar çocuklarına şaşalı düğünler düzenleyerek trilyonlarca lirayı harcamaktan kaçınmıyorlar. Haklarımızı sanki sadaka bahşedermişçesine sunarak, kendilerine karşı minnet duyguları beslememizi istiyorlar. Kısacası bize dilenciliği ve onursuz bir yaşamı dayatıyorlar.

Ama artık bu gidişe dur demenin zamanı geldi. Bir yandan “vatan-millet-Sakarya” edebiyatı yaparken diğer yandan emekçileri nasıl daha fazla sömüreceklerinin hesabını yapan bu asalaklar takımına hakettiği yanıt verilmelidir.

Bugün resmi rakamlara göre 3,5 milyon asgari ücretli var. Yani çalışan her üç kişiden biri asgari ücretli. Aileleriyle birlikte 13-14 milyonu bulan bir kesim, sefalet ücretine mahkûm bir şekilde yaşam mücadelesi vermektedir. Ancak asgari ücretin “azami sefalete” tekabül etmesi sadece bu ücretle çalışanların değil, hepimizin sorunudur. Zira sermaye devleti, asgari ücreti düşük tutarak, ülke genelindeki tüm ücretlerin de aşağıya çekilmesini sağlamaktadır. Bu nedenle asgari ücretin ne kadar olacağı sorusu tüm çalışanları ilgilendirmektedir.

Her yıl olduğu gibi yine Aralık ayında “Asgari Ücret Tespit Komisyonu”nun toplantıları gerçekleşecek. Ancak sürece müdahale etmedikçe sonuç yine sefalet ücreti olacaktır. Zira komisyonda işçi temsilcisi sıfatıyla yeralan hain Türk-İş bürokratları göstermelik bir-iki itirazın ötesine gitmeyerek yine hükümetin önerisini kabul edecektir.

Üstelik sermaye sınıfı bu yıl “Bölgesel asgari ücret” uygulamasını dayatmaktadır. Böylece asgari ücret her bölge özgülüne göre değişik miktarda tespit edilecektir. Bunun işçiler için anlamı yeterince açıktır. Patronlar kendi koşullarını dayatmak istedikleri her durumda veya haklarımızı talep ettiğimiz her anda, bizlere asgari ücretin daha düşük belirlendiği bölgedeki fabrikaları örnek göstererek rekabet edemediklerini, kazanamadıklarını öne süreceklerdir. Tıpkı işsizliği, bizleri daha ucuza ve daha ağır koşullarda çalıştırmaya razı etmenin birer dayanağı haline getirdikleri gibi. Ya da bizlerden fedakârlık istedikleri her zaman Çin’i örnek vermeleri gibi…

Dayatılan bu koyu sefalete “artık yeter” diyorsak, bu yılki asgari ücretin belirlenmesinde söz sahibi olmak için harekete geçelim. Bir başımıza ne yapabiliriz kaygısını bir yana bırakalım. İşyerlerimizde, fabrikalarda, sanayi bölgelerinde daha fazla sınıf kardeşimizle biraraya gelerek bu konuda duyarlılığı yükseltelim.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun işçilerin denetime açılması için eylemler düzenleyelim. Bizlerin iradesini tanımayan komisyonların, bizlere rağmen aldığı kararları tanımayalım. Sesimizi yükseltmediğimiz koşullarda, sermaye sınıfının ve hükümetinin daha da saldırganlaşacağını unutmayalım!

4 Bölgesel asgari ücrete hayır!

4 Asgari Ücret Komisyonu derhal işçilerin denetimine açılsın!

4 Asgari ücret dört kişilik bir aile üzerinden hesaplansın!

4 İnsanca yaşamaya yeten vergiden muaf asgari ücret!

4 Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!

BDSP

(Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu)