31 Ağustos 2007 Sayı: 2007/34(34)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı saldırıları meşru-militan
mücadeleyle karşılamalıdır!
  Gül Cumhurbaşkanı oldu, düzenin krizi sürüyor...
Hak ve özgürlükler sınıf
mücadelesiyle kazanılabilir!
Grev hakkı sermaye medyasının
hedef tahtasında!
Liberal sol için bir pusula ya da islami
demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı / II
Yüksel Akkaya
Toplu görüşme oyununda sona gelindi...
  Siyonizm destekçilerinin ikiyüzlülüğü!
  Sermayenin saldırılarına karşı taban inisiyatifini geliştirelim...
  Seçimler ve yeni dönem/3
Dinsel gericiliğin güçlenmesinde dış etkenler
  Anayasa değişikliğinin perde arkası
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu’yla iş cinayetleri üzerine konuştuk…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Texim işçileri mücadeleyi yükseltiyor!
  Tarım işçilerinin sömürü ve baskıya karşı
örgütlenmekten başka yolu yok!
  4. Mamak Kültür-Sanat Festivali başarıyla gerçekleşti!
  Gerçek barış, sosyalizm uğruna
savaşılarak kazanılır!
  Kürdistan’da AKP’nin oyları
neden yükselişte?
M. Can Yüce
  İdeolojik ve ekonomik zorun konsantrasyonu: Özelleştirmeler
Volkan Yaraşır
  Dünyadan...
  Bir-Kar Gençliği temsilcisi ile konuştuk...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Siyonizm destekçilerinin ikiyüzlülüğü

ABD’deki etkin Yahudi lobi grubu ADL’nin (İftira ve İnkarla Mücadele Birliği) “Ermeni soykırımı”nı tanıma kararı alması, Ankara’daki siyonizm destekçilerini ayağa kaldırdı. Tayyip Erdoğan başta olmak üzere hezeyana kapılan pek çok devlet yetkilisi, Tel Aviv’deki siyonist şeflerle görüşerek, söz konusu kararın geri alınmasını talep ettiler.

Ankara’daki işbirlikçi takımının tumturaklı söylevlerine bakılırsa, ADL’nin kararını geri almaması sadece Türkiye-ABD ilişkilerini değil, fakat Türkiye-İsrail ilişkilerini de zedeleyecektir. Beyrut kasabı Ariel Şaron’la “kırmızı telefon hattı” bağlatacak kadar siyonist İsrail destekçisi olan AKP hükümetinin başı Tayyip Erdoğan, Tel Aviv’deki dostlarından, ADL’nin kararının geri almasını sağlamak amacıyla bir an önce harekete geçmelerini istedi.

Ortaklarının telaşını gören ırkçı rejimin Ankara’daki temsilcisi Pinhas Avivi de seferber olanlar arasındaydı. Basın karşısına çıkan büyükelçi, İsrail’in 1915-16 olaylarıyla ilgili duruşunda bir değişiklik olmadığını ve ADL tarafından alınan kararın kendilerini bağlamadığını iddia ederek, Ankara’daki İsrail destekçilerinin yüreğine su serpmeye çalıştı.

Tayyip Erdoğan’a mektup gönderen ADL Başkanı Abraham Foxman ise, ne alınan kararın değiştirilmesinden sözetti, ne de göstermelik bir özür dileme zahmetine katlandı. Mektubunda üzüntülerini dile getiren ADL şefi, “Geçmişte ilişkimizde ortaya çıkan kayda değer engelleri aştık. Hükümetiniz ve önceki hükümetlerle yakın ilişki geliştirmiş olmamız ADL için en yüksek şereftir” ifadeleriyle, Türk hükümetlerinin siyonist güçlerle kurdukları derin ilişkilere dikkat çekti.

“… Güçlü arzumuz dostluğumuzu derinleştirmektir. İlişkilerimizi güçlendirmek için yollar bulmaya devam edeceğiz” vurgusuyla da, siyonistlerin Ankara’daki sermaye iktidarıyla işbirliğini pekiştirme temennisini dile getirdi.

Hal böyleyken, TBMM’de konuyla ilgili soruları yanıtlayan Tayyip Erdoğan, “ADL, açıklamasının metnini geçti. Özellikle hassasiyetlerimizi paylaştıklarını ve yaptıkları yanlışları da gönderdikleri faksta ifade ettiler. Üzüntülerini dile getirdiler. Dolayısıyla daha önce atılmış yanlış adım böylece geri alınmış oldu. Ellerinden gelen desteği bugüne kadar nasıl verdiyseler bundan sonra da vereceklerini ifade ettiler” dedi.

Başbakanın bu sözleri, siyonistlere karşı efelenir gibi görünen Ankara’daki işbirlikçilerin çapını göstermesi açısından çarpıcıdır. Zira kararın geri alınmasının söz konusu bile edilmemesine rağmen, Başbakan, “daha önce atılmış yanlış adım böylece geri alınmış oldu” diyerek siyonist rejimin Filistin halkına karşı işlediği ağır suçlara ortak olmaya devam edeceklerini bir kez daha teyit etti.

Birkaç gün içinde efelenmekten vazgeçip siyonistler karşısında utanç verici duruma düşmeleri şaşırtıcı olmadı. Ne de olsa onlar, siyonistlere karşı sarfettikleri eleştirel sözleri yutmaya alışıklar. Türk egemenlerinin siyonistler karşısındaki bu iradeden yoksun halleri, ABD emperyalizmine göbekten bağımlı olmanın dolaysız sonuçlarından biridir.

Herşeyden önce İsrail’in ABD özel himayesi altında bulunması, işbirlikçi takımının önüne ırkçı-siyonist devletle iyi geçinme görevi koyuyor. Silah ihaleleri ve silah modernizasyon projelerinin İsrail’e verilmesi, Filistin halkının üstüne bomba yağdıran İsrailli pilotların uçuş eğitimlerini Konya ovasında gerçekleştirmeleri vb... İsrail’e tüm bu ayrıcalıkların sunulmasını salt ABD yönetiminin dayatmasıyla açıklamak yeterli değil kuşkusuz. Bir diğer önemli neden, özellikle Ankara’daki işbirlikçilerle Washington arasında kimi zaman çıkan pürüzlerin aşılmasında, Tel Aviv’deki siyonistlerin üstlendiği roldür. Örneğin bir süre önce Beyaz Saray kapıları Erdoğan’ın yüzüne kapandığında, ancak kasap Şaron’un sağladığı “vize” ile açılabilmişti.

Dinci-gerici AKP hükümetinin başı Tayyip Erdoğan ile müritlerinin Yahudi lobilere veya İsrail’deki siyonistlere karşı esip gürlemeleri kısa ömürlü bir mizansenden ibarettir. Gerici takımının benzer çıkışları belki AKP’ye oy veren bazı kesimler nezdinde etkili olmaktadır. Ancak bu ikiyüzlü hamaset, Türk egemenlerinin ve onları temsil eden hükümetin, işlediği ağır suçlara rağmen siyonist İsrail’in baş destekçisi olduklarını döne döne teyit etmekten öte bir anlam taşımamaktadır.


Azılı bir sınıf düşmanı: Halit Narin

Onbinlerce işçiyi ilgilendiren toplusözleşmeler süreci uzlaşmazlıkla sonuçlandı. İşyerlerinden grev sesleri yükseliyor. Grev kararı alınan sektörlerden biri olan tekstilde de 12 bin işçi 10 Eylül tarihinde greve çıkacak. Tekstil patronları da lokavt kararı almış bulunuyor.

Grev kararıyla birlikte Türkiye Tekstil ve Sanayi İşverenler Sendikası (TÜTSİS) Başkanı Halit Narin, işçilere ve sendikaya pervasızca saldırmaya başladı. Narin, “Onlar son dakikaya kadar bir şey alacaklarını ümit ederler. Ama biz son dakikaya kadar bir şey vermemeye kararlıyız”, “En sonunda anlaşacağız nasıl olsa. Daha doğrusu onlar benimle anlaşacak. Kural bu” diyerek, tam bir pervasızlık sergiledi

Davranışlarından tüm açıklamalarına kadar işçi sınıfına açık düşmanlığını açıkça sergileyen Halit Narin kim? Sadece bir tekstil patronu mu? Toplu sözleşmede 3 kuruş vermemek için cebelleşen bir sermayedar mı?

Halit Narin bir sermayedar. Ama bu ülkede sermaye sınıfının en kirli/kanlı ilişkileri içinde olan, sermayenin en etkin sözcülerinden biri, azılı bir sınıf düşmanı!

“Şimdi gülme sırası bizde!”

‘70’lerin sonlarında sermaye sınıfı, Türkiye’nin kapitalist ekonomisini bunalımdan çıkarmak ve uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına yanıt verebilmek için 24 Ocak Kararları’nı alır. Ancak bu kararların hayata geçirilmesinde en önemli engel toplumsal muhalefetin kendisidir. Bu dönemde sermaye devleti, katliamlar ve provokasyonlarla bir darbenin zeminini hazırlamaya çalışır. TİSK, MESS, TÜSİAD gibi sermaye kuruluşları darbenin gerçekleşmesi için etkin bir rol oynarlar. İşte bu dönemde TİSK’in başında da Halit Narin bulunmaktadır. Faşist terör ile sermayenin kârının artması arasındaki bağı doğrudan kuran bu sınıf düşmanı, 12 Eylül’ün bir gün öncesinde “DGM’ler kurulmadan üretim artmaz” derken, darbenin hemen ardından da işçi sınıfına olan kinini şu cümlelerle kusar: “Şimdiye kadar biz ağladık onlar güldü. Şimdi gülme sırası bizde...”

Sermaye sınıfının sözcüsü!

Tüccar bir aileden gelen Halit Narin, 1948’de tekstil patronluğu yapmaya başlar. Her gün sermayesini büyüterek yoluna devam eder. ‘66 yılından itibaren sermaye sınıfının sözcülüğüne soyunur. ‘66’da Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nda önce başkanvekilliğine, ‘74’te başkanlığına seçilir. Sözcülüğü kendi sektörüyle de sınırlı kalmaz, ‘74’te aynı zamanda TİSK Başkanı olur. ‘80’lerde de TİSK başkanlığına devam eder.

Narin, kontgerillayla ilişki kuran sermaye patronlarından biridir. 1980 darbesinin hemen ardından Hiram Abbas Narin’le beraber çalışmaktadır.

Nadir, Halis Toprak ve Eczacıbaşı gibi sermaye patronlarıyla birlikte, eli kanlı faşist örgütlenme olan MHP’yi finanse eder!

Aynı zamanda hırsızdır! Bir parçası olduğu sermaye devletini de dolandırır. Türkiye’nin sayılı sermayedarlarından biri olarak vergisini ödemez, “yüzsüzler listesine” girer.

İşçi sınıfını dayanılmaz sömürü koşullarına mahkum etmenin de, eli kanlı faşistlerin, kontgerillanın kanlı operasyonlarının bir parçası olmanın da bir bedeli vardır. Narin ve onun gibiler bu bedeli mutlaka ödeyecekler. Bu ülkenin emekçilerine karşı sergiledikleri sınıf düşmanlığının hesabını bir bir verecekler!