31 Ağustos 2007 Sayı: 2007/34(34)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı saldırıları meşru-militan
mücadeleyle karşılamalıdır!
  Gül Cumhurbaşkanı oldu, düzenin krizi sürüyor...
Hak ve özgürlükler sınıf
mücadelesiyle kazanılabilir!
Grev hakkı sermaye medyasının
hedef tahtasında!
Liberal sol için bir pusula ya da islami
demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı / II
Yüksel Akkaya
Toplu görüşme oyununda sona gelindi...
  Siyonizm destekçilerinin ikiyüzlülüğü!
  Sermayenin saldırılarına karşı taban inisiyatifini geliştirelim...
  Seçimler ve yeni dönem/3
Dinsel gericiliğin güçlenmesinde dış etkenler
  Anayasa değişikliğinin perde arkası
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu’yla iş cinayetleri üzerine konuştuk…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Texim işçileri mücadeleyi yükseltiyor!
  Tarım işçilerinin sömürü ve baskıya karşı
örgütlenmekten başka yolu yok!
  4. Mamak Kültür-Sanat Festivali başarıyla gerçekleşti!
  Gerçek barış, sosyalizm uğruna
savaşılarak kazanılır!
  Kürdistan’da AKP’nin oyları
neden yükselişte?
M. Can Yüce
  İdeolojik ve ekonomik zorun konsantrasyonu: Özelleştirmeler
Volkan Yaraşır
  Dünyadan...
  Bir-Kar Gençliği temsilcisi ile konuştuk...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hükümet-Meclis-Çankaya “uyum”u, saldırıların sorunsuz ve seri uygulanması demektir...

İşçi sınıfı saldırıları meşru-militan mücadeleyle karşılamalıdır!

Generallerin 27 Nisan’da yayınladığı e-muhtıra ile ivme kazanan Çankaya çatışmasının ilk etabı gerici-dinci cenahın zaferiyle sonuçlandı. 28 Ağustos’ta yapılan üçüncü tur oylamayla Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi, generaller adına önemli bir hezimet olarak kayda geçti.

Ordu şefinin “sözde değil özde laik” bir cumhurbaşkanı istediklerini ilan etmesi, darbe tehdidi içeren e-muhtıranın yayınlanması, “cumhuriyet mitingleri”nde benzer taleplerin dillendirilmesi, seçim sonrasının zafer sarhoşluğu içindeki dinsel gerici cenahı geriletmeye yetmedi. Askeri muhtırayla gündeme gelen erken seçimlerde, dinsel gerici güçlerin blok bir tutumla AKP’yi desteklemesi, emperyalist güçlerle büyük sermayenin verili durumda AKP’ye arka çıkması, Çankaya üzerinden yaşanan çatışmanın sonucunu belirleyen etkenler oldu. Abdullah Gül’ü ilk kutlayanların ABD emperyalizmi ile batılı müttefikleri olması bu açıdan fazlasıyla anlamlıdır.

“Geçici çözüm” çatışmaya gebe!

30 Ağustos mesajını üç gün önce yayınlayan Genelkurmay Başkanı, TSK’ya dönük saldırıların arttığını öne sürerek ve laikliğin altının oyulduğunu söyleyerek bir kez daha tehditler savurdu. Mesajda, “Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını içine sindiremeyen bölücüler ile laik yapısını sistematik bir yaklaşımla aşındırmaya çalışan şer odaklarının yaklaşımlarını, tüm ulusumuz çok açık olarak izlemektedir” ifadelerine yer veren generaller, rejimin tehlikede olduğunu, TSK’nin ise her koşulda rejimi savunacağını ifade ederek, bilinen tehditlerini yinelediler. Bunun ötesinde generaller, dinci-gerici cenahın Çankaya tepesini ele geçirmesini izliyor görünümü veriyorlar. Askeri bir darbe, büyük burjuvazi ile ABD emperyalizminin böyle bir girişime destek vermemesinden dolayı, bugün için gündemde değil.

Çatışmanın vardığı boyut, kimi iddiaların aksine, Amerikancı rejimin niteliğinde zerre kadar bir değişikliğe yolaçmayacaktır. Esas iktidar yine devletin militarist ve bürokratik aygıtının elinde olacaktır. Düzen bekçiliğini yapan silahlı bürokrasi asli işini yapmaya devam edecektir. Amerikan işbirlikçileri arasındaki çatışmanın farklı boyutlarda gündeme gelme ihtimali yüksek olmakla birlikte, rejimin bekası sözkonusu olduğunda, her iki cenahın tam bir mutabakat içinde çalışacağından kuşku duyulmamalıdır.

Çankaya’nın ele geçirilmesinin ardından dinci partinin daha uzlaşmacı bir tutum içine gireceğini söyleyenler var. Böyle bir tutum sergilense bile, generallerin süreci pasif bir izleyici olarak yaşamaları beklenmiyor. Olası çatışmanın ileri aşamalarında da, son tahlilde büyük burjuvazi ile emperyalist güçlerin alacağı tutum etkili olacak, fakat çatışmanın derinleşmesinin önüne geçilemeyecektir. Sonuçta Amerikancı rejim son aylara damgasını vuran gerilimi yeni cumhurbaşkanının seçilmesiyle bir biçimde çözmüş gibi görünse de, “gevşeme”nin geçici, yeni çatışmaların ise kaçınılmaz olacağını kestirmek zor değildir.

Dinsel gericilikten demokrasi
beklemek budalalıktır!

Çankaya tepesine generallerin istemediği birinin çıkması, bazı çevreler tarafından dayanaktan yoksun hayaller yaymanın vesilesi olarak değerlendiriliyor. AKP’nin “sivil anayasa” tartışmalarını başlatma manevrası bu zihin bulandırma saldırısını ayrıca pekiştiriyor. Dinci gericilik patentli “sivil anayasa” ile “demokratikleşme açılımı”nın gerçekleşebileceğini savunanlar, ya takunya ile postalın çatışmasından medet umacak kadar naif budaladırlar, ya da bile bile toplumu aldatma görevini üstlenmiş düzenbazlardır.

Sözü edilen anayasa değişikliği ile bazı göstermelik açılımlar yapılsa bile, böyle bir anayasanın esas olarak büyük burjuvazinin dönemsel ihtiyaçlarını karşılayacak ve dinsel gerici akımı destekleyen kesimlerin bazı beklentilerine yanıt verecek şekilde hazırlanacağı açıktır. Komünizmle mücadele derneklerinde şekillenmiş, anti-emperyalistlerin katledildiği Kanlı Pazar vb. saldırılarla rüştünü ispatlamış dinci-gerici zihniyetin hazırlayacağı anayasa “sivil” olsa ne olur!

“Merkez” de “çevre” de sermayenin ve
emperyalizmin hizmetindedir!

AKP’yi “çevre”, silahlı bürokrasi ve izinden gidenleri “merkez” sayan anlayış etrafında dönen tartışmalar, hem meclisin, hem de Çankaya’nın dinci gericilik denetimine girmesiyle ivme kazandı. AKP kendini düzen siyasetinin “merkez”i sayarken, hükümetin medyadaki borazanları AKP’yi “merkez”e yerleşmemesi konusunda uyarıyorlar. “Muhalif hükümet” gibi ucube bir kavram icat eden dinci medya, AKP’yi “oligarşiye karşı mücadele eden muhalefet” diye yutturmaya çalışıyor. Bazı değerlendirmelerde ise, AKP’nin merkeze kayarak sistemle bütünleşeceği iddia ediliyor.

Öncelikle merkez/çevre tartışmasının sahte olduğunu belirtmek gerekir. Zira hem çevre, hem de merkez, burjuvazinin değişik kesimlerinin temsilcilerini anlatmaktadır. Bu iki “kutup” ideolojik-siyasal olarak gerici, anti-komünist, işçi-emekçi düşmanı, Kürt halkının inkarcısı, emperyalizmin koşulsuz ve katıksız işbirlikçisidir. Yani nitelik açıdan aralarında esasa ilişkin bir fark bulunmamaktadır. Aralarında kültürel açıdan, yaşam tarzından kaynaklı bazı farklar bulunmakla birlikte, çatışan tarafların asıl amacı artıdeğer yağmasından daha büyük pay almak ve bu amaç doğrultusunda siyasal iktidar üzerindeki etkisini artırmaktır. Özü itibarıyla taraflar aynı merkezde, yani kapitalist düzenin tam merkezinde bulunmaktadır.

İşçi sınıfı yoğunlaşacak saldırıları püskürtmeye hazırlanmalıdır!

Bugüne kadar AKP ile destekçileri/yardakçıları, Çankaya ile Meclis arasında çıkan bazı uyuşmazlıkları fırsat bilip, “hükümet önemli işler yapmak istiyor, ancak Ahmet Necdet Sezer engelliyor” şeklinde demagoji yapma fırsatını kaçırmıyorlardı. Bu anlaşmazlıklar bazen yasa tasarılarının eksik veya geç çıkmasına da neden oluyordu. Şimdi Abdullah Gül’ün Çankaya’ya yerleşmesiyle birlikte süregelen “uyum sorunu” ortadan kalkmış bulunuyor. Bu ise yeni kurulacak AKP hükümetinin, sermaye ve emperyalistler adına gündeme getireceği saldırılarda öncekine göre çok daha fütursuz olacağı anlamına geliyor. Nitekim hem burjuvazi hem de emperyalistler avuç ovuşturmaya başladılar bile. Öte yandan dinci gericiliğin farklı tarikatlarda kümelenen unsurları da, Ortaçağ karanlığının önünü daha da açacak yasal düzenlemeler yapmanın önünde bir engel kalmadığını söylemekte bir sakınca görmüyorlar.

Çankaya ile tam bir uyum içinde çalışacak olan hükümetin hedef tahtasında yine işçi sınıfı, emekçiler, Kürt halkı, ilerici ve devrimci güçler olacaktır. Zira işbirlikçi burjuvazi ve emperyalistlerin desteği sayesinde iktidar olabilen, ordu karşısındaki zaferini de büyük ölçüde buna borçlu olan AKP, tam da bundan dolayı emekçi düşmanı bir politika izleme, saldırıları daha da yoğunlaştırma dışında bir olanağa sahip değildir. Seçimler nedeniyle ertelenen saldırıları hızla gündeme getirecek, burjuvaziye hizmette hiçbir sınır tanımayacaktır.

Yıllardır unutturulmak istenen grev silahının yeniden hatırlandığı, Hava-İş Sendikası örneğinde olduğu gibi grev konusunda kararlı olmanın bile sermayeye geri adım attırmaya yettiği bugünlerde, işçiler ve emekçiler ivme kazanması kaçınılmaz olan saldırılar konusunda hazırlıklı olmalıdır. Sermaye cephesinin hazırladığı saldırı salvosunu püskürtebilmek için, işçi sınıfının grev silahını kuşanarak meşru-militan bir direniş hattı örmesi şarttır.

Uzun bir süredir “devrimci bir sınıf hareketi yaratma” acil ihtiyacına yönelik yaptığımız vurgunun önemi bugün daha da artmış bulunmaktadır. Sınıf devrimcileri olarak tüm güç ve olanaklarımızla bu alana yüklenmeli, güçlerimizi etkin bir biçimde seferber ederek bu yönde harcadığımız çabayı daha da yoğunlaştırmalıyız.